Kulübe Güncesi: Walden'dan Sonra

 " Neden değiştim? Ormanı neden terk ettim? Söyleyebileceğimi sanmıyorum. Sık sık geri dönmeyi istedim. Ormanı terk etme sebebim, oraya gitme sebebim kadar geçerliydi. Belki de değişiklik istemişimdir. Belki orada biraz daha kalsam sonsuza dek de kalabilirdim. İnsan cennete bu koşullarda gitmeyi kabul etmeden bir kez daha düşünür."

Taş yığılı alan Thoreau'nun kulübesinin bulunduğu yeri gösteriyor. 1900'ler.

Thoreau'nun bu sözleri beni gülümsetiyor.. 6 Eylül 1847'de Thoreau Walden Göleti yakınlarındaki kulübesinden ayrılıp bir daireye yerleşir. Ormana bir daha dönmese de kısa süreli işlerde çalışarak zamanının büyük çoğunluğunu kendine ayırdığı mümkün olduğunca özgür bir hayat sürer.

Thoreau'nun Alternatif iktisadı kitabında Samuel Alexander benim de merak içinde olduğum birkaç sorunun peşine düşmüş: "Neden oradan ayrıldı? Aradığı özgürlük, sükunet ve mutluluğu bulduysa neden tüm yaşamı boyunca gölette kalmayı tercih etmedi?" Kimi eleştirmenler Thoreau'nun Walden deneyinin insanın tam anlamıyla bağımsızlığının ihtimal dışı olduğunun bir kanıtı olarak görmüş ya da siirleri ve makaleleri ona para getirseydi Walden deneyinin hiç meydana gelmeyebilecegini iddia etmişler. ( Stoller / After Walden 1957 )

Samuel Alexander'a göre bu ve benzeri sorular bizi Thoreau'nun henüz 28 yaşındayken iki yıl süren ormanda yaşama deneyiminin asıl sebebine götürüyor: "Walden Göleti'ne gitmekteki amacım, orada ucuz yoldan ya da pahalıya patlayacak şekilde yaşamak değil, olabilecek en az engelle birtakım özel işlerimi halletmekti." Söz konusu özel iş ise yazı yazmak için gereken yalnızlık ve mahremiyettir.

"Gölette geçirdiği zaman boyunca Thoreau, düzgün ve özgürce yaşamak için çok az şeye ihtiyaç olduğunu öğrendi deneyim yoluyla. Ayrıca, yaşamın asıl gerçekleri konusunda derin bir anlayış geliştirdi ve basitliğe karşı gerçek bir sevgi hissetmeye başladı. Tüm bunlar, tarif edilemez bir güven ile ve gelecek kaygısından uzak olarak yaşayabildiği anlamına geliyordu. Sahip olduğu her şeyi kaybedecek olsa dahi 'neredeyse önceden olduĝu kadar zengin olacağını biliyordu. Diyojen'i Diyojen yapan fıçı değildir, fıçıyı fıçı yapan Diyojen'dir diye iddia etmekte haklı değil midir?"


***


WALDEN'DAN SONRA

-Samuel Alexander-

"Bir adam yol arkadaşlarıyla uygun adım gitmiyorsa belki de başka bir davulun sesini duyuyordur. Bırakın duyduğu müziğe göre atsın adımını, ne kadar ağır ya da uzak gelirse gelsin."

Kulübe Güncesi: After Walden

 


-

Thoreau had built his house to last. It’s easy to imagine him living there for the rest of his life, growing old and crotchety among the pines. Indeed, the iconic hermit of American lore lives there still. But Thoreau the living person did leave, and in later years the reason puzzled him: 

“Why I left the woods? I do not think that I can tell. I have often wished myself back. . . . Perhaps I wanted a change— There was a little stagnation it may be. . . . Perhaps if I lived there much longer I might live there forever—One would think twice before he accepted heaven on such terms.” Perhaps, he added in Walden, he had “several more lives to live, and could not spare any more time for that one.”

More prosaically, he left because he was called away by someone he could not refuse—Lidian Emerson. Waldo was planning a yearlong lecture tour in Europe, where interest in Transcendentalism and in Emerson himself was growing. As late as August 29, it still appeared that Lidian would board with a friend while her husband was away, but suddenly she invited Henry to live with her and the children instead. Thoreau’s life at Walden had been Emerson’s greatest gift to him; if his friends needed a favor in return, he would say yes. A week later, on September 6, 1847, Henry Thoreau loaded up his books and furniture, closed his door, and left his house on Walden Pond. There would be   no going back. On September 17, Emerson bought the house and leased it to his gardener, Hugh Whelan. With that done, on October 5, Henry, Lidian, and the Alcotts saw Waldo Emerson off at Boston Harbor, sailing for his great trip to Europe. Abba Alcott wept “convulsively,” but Lidian, as was her way, didn’t shed a tear.117 As Waldo’s ship disappeared over the horizon, Lidian and Henry returned to Concord to take up housekeeping together. Thoreau the hermit was history. Never again would Henry live alone.


Laura Dassow Walls

Kulübe Güncesi: Çekiç

 

Kimseyi yanıltmayayım, 

Thoreau'nun çapasını almadım hiç elime, çekiçle felsefe yapıyorum hala!

Kulübe Güncesi: İkarus'un Ölümü

he-fall-of-icarus-1558-brueghel (detay)



Doğum çoğuldur, ölüm tekil
Mumdandı aç tutkumun kanatları
Uçuyordum sevinç içinde.

Herkes işinde gücündeydi
Yok olmuş damlar ki unuttum.

Ve güneşin basamağından döndüm geri
Üfür üfürü uçardı yalnızlık
Zamansızlığın kanadı yalnızlık.

Hiç yıldız doğmadı ben gökte iken
Ne düşlediğimi unuttum.

Çift sürüyordu bir köylü iki büklüm
Kalkmak üzereydi ak bir gemi limandan
Denize düşeni kimse görmedi.

Herkes işinde gücündeydi
Ve acı çekmeği unuttum.

Belleğimde hâlâ gökyüzü dünya
Yüreğin yaban arısı yalnızlık
Yaşantısız daldı yalnızlık.

Kulübe Güncesi: "Mumdandı aç tutkumun kanatları"

Kulübe Güncesi: Yalnızlık

 


Yalnızlığa duyduğum yoğun bir açlığım var, tıpkı bir bebeğin uykuya duyduğu açlık gibi ve eğer bu açlığımı bu yıl yeteri kadar gideremezsem, ertesi yıl ağlayacağım. 

- Thoreau’dan Daniel Ricketson’a, 9 Eylül 1857

Son zamanlarda Yalnızlık denilen o yüce topluluğa geri döndüm.

- Thoreau’dan H.G.O. Blake’e, 1 Ocak 1859

Zamanın büyük bir bölümünde yalnız kalmayı sağlıklı buluyorum. En iyiyle birlikte olmak bile kısa sürede usandırıcı ve enerji yitimine sebep olacaktır. Yalnız olmayı seviyorum.

- Walden

Doğanın bu durgunluğu, yalnızlığı, yabanıllığı sanki zihnimde bir tür sugüveyiotu ya da boneset gibi. Aramaya çıktığım şey işte bu.

- Günlük, 7 Ocak 1857

Çevremde yer alan toplumda kalıcı hiç bir şey görmüyorum, onun hiç bir yoluna kendimi tam anlamıyla adamış değilim. -

Günlük, 1850

I have a room all to myself; it is Nature.—

Journal, 3 January 1853

Doğa gürültü çıkarmaz. Uğuldayan rüzgar, hışırdayan yaprak, pıtırdayan yağmur rahatsızlık vermez, aralarında esaslı ve keşfedilmemiş bir ahenk vardır.

- Günlük, 18 Kasım 1837

Kulübe Penceresinden

 


Bir pencere, bakmaya
Bir pencere, duymaya

Bir pencere, yeter bana

Yaşamım artık
Hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvar saatinin tiktaklarından başka
Anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok
(Seni) Çılgınca sevmekten başka

Bir pencere yeter bana bir tek pencere
Bilince ve bakışa ve suskunluğa

Düşler
Ne kadar safsalar o yükseklikten düşer ölürler

Bir şey söyle bana
Kıyısındayım pencerenin
Ve güneşle bağlantıda…

*
Füruğ

Kulübe Güncesi: Gece

 


Kulübe Güncesi: Fasulyeler


“It was no longer beans that I hoed, 

nor that I hoed beans…” 



 "Sırıklarımı, fasulyelerimi sever oldum. Beni toprağa bağladılar ve böylece Anteus gibi güce sahip oldum. Ama onları neden yetiştirmeliydim ki? Kim bilir. Yaz boyu kendime iş edindiğim hevesim, daha önce yalnızca kurtpençesi, böğürtlenler, sarı kantaron ve benzerleri, tatlı yaban meyveleri ve harika çiçekler veren toprak yüzeyinin bu bölümünde bu sefer bu bakliyatın yetişmesini sağlamak oldu. Fasulyelerden ne öğrenmeliyim; ya da fasulyeler benden ne öğrenmeli? Onları bağrıma basıyorum; çapalıyorum. Gerek erken ve gerekse geç saatlerde gözüm onların üstünde ve bu da benim günlük işim.

Bahçeme günde on kez tekrar tekrar gidip bakardım ve öylece durup derin düşüncelere dalarak yaratım sürecinde hiç rol alamamış birinin anlayamayacağı ya da hayal edemeyeceği bir sevgiyle sebze fidanlarımı izlerdim. Bir fasulye tepeciğinin toprağı yan tarafa itip baş göstermesi ya da erken olan bezelyelerin bir gülünün tatlı bir yeşil sürgün verebilecek kadar ortaya çıkması, dünyanın en büyüleyici görüntülerindendi."

Thoreau'nun eşsiz eylem gücünün boşa harcanmış olmasına üzülüyor, yüksek bir hırsı olmamasını kusur olarak görmemekten kendimi alamıyorum. Bu önemli eksikliğinden dolayı, tüm Amerika için bir şeylere önderlik etmek yerine yabanmersini keşfine çıkanların başı olmakla yetindi. İleride bir gün havanda fasulye dövmek, imparatorlukları şekillendirme adına yararlı olabilir - ama uzun yıllar sonunda, mesele hala fasulyeyse, eyvah ki ne eyvah!


Emerson.

Kulübe Güncesi: İlkesiz Yaşam I


Thoreau'nun neredeyse hep aynı kıyafetleri giydiğini okuyorum... giyimin amacı: "İlk olarak yaşamsal ısıyı korumak, ikinci olarak ise mevcut toplumsal durumda çıplaklığı örtmektir." ... "giysilerimiz günbegün bize benzemekte ve giyen kişinin karakterinin mührünü taşımaktadır, öyle ki sonunda onları çıkarıp bir yana koymakta tereddüt eder hale geliriz." Aynı yemekleri yiyor, fasulye, pirinç, çavdar, ve ara sıra da dağ sıçanı ile besleniyor, Paraya ihtiyacı olduğunda uzun süreli yükümlülüklerdense kendisine uygun bir parça el emeğiyle, tekne veya çit yaparak, ağaç dikerek, aşılama yaparak, harita çıkararak veya kısa süreli başka bir işi yapmayı yeğliyor.

"İnsan yaşamını sadeleştirebildiği nispette... şeylere ait daha yüksek bir düzenin onayıyla yaşayacaktır."



Hiçbir mesleğe göre yetişmemiş. Hiç evlenmemiş. Hep yalnız yaşamış. Kiliseye gitmemiş. Asla oy vermemiş. Devlete vergi vermeyi reddetmiş. Et yememiş. Şarap içmemiş. Tütün kullanmamış. Avcılıktan kaçınmış.

"Bana Karun'un zenginliği bahşedilmiş olsaydı bile ereğim aynı, tuttuğum yol aynı olurdu."



"Evlerimizi ve ahırlarımızı desteklemek için graniti seçeriz, taştan çitler yaparız, ama iş kendimize gelince kendimizi en ilkel taş olan granit gibi sert bir gerçeğin desteğine dayamayız."

Kulübe Güncesi: İlkesiz Yaşam II

 




"Şiir gibi yaşanmamışsa elimizde kalan tek şey yaşam değil ölümdür."

Thoreau, Harvard mezunu genç bir öğrenci, hevesli bir şair olarak mezun olur olmaz kendini bir meslek krizinin içinde bulur. Bakanlığa girebilir, hukuk, politika, tıpa yönelebilir, tüccar olabilir ya da öğretmenlik yapabilir; ama "şairane yaşamak" o seçeneklerden biri değildir. Ona en cazip geleni seçmek zorundadır ve öğretmenlikte karar kılar. Ancak ilk itaatsizliği burada başlar, okulun öğrencilere uyguladığı fiziksel cezaya karşı çok geçmeden istifa eder.

Bundan sonra geçinme problemi Thoreau için artık "tüm sorunların en önemlisi" haline gelir.

"Dürüstçe yaşamak üzerine yazıldığı hatırlanan pek fazla bir kaynak bulunmuyor; hatta neredeyse hiç yok. Ne Yeni Ahit ne de Küçük Richard bu konuya hitap ediyor. Bu konuda kendime sorduğum soruları ele alip az çok cevaplayan tek bir sayfa aklıma gelmiyor. Insanlar deneyimlerinden soz bile edemeyecek kadar tiksindikleri için mi bu böyle? Yoksa ortak meseleler sorgulanmadığı için mi? Bana öyle geliyor ki tüm soruların en önemlisi, yaşamımı nasıl idame ettireceğimdir. Ancak hiçbir kitapta bu amaca hitap eden bir şey bulamadım. Kanımca toplum, tüm sanatsal yönleriyle bu açıdan bizim için hiçbir şey yapmamıştır."



"Öğleden öncelerimi, öğleden sonralarımı topluma satacak olursam birçoğumuzun yaptığı gibi, uğruna yaşayacak bir şeyim olmayacağı kesin. Bir insanın çok çalışkan olabileceğini, yine de zamanını iyi harcayamayacağını belirtmek isterim. Yaşamını kazanmak için yaşamının büyük bölümünü tüketen insanın yaptığından daha ölümcül bir ahmaklık olamaz."

"Bu dünya aptalların dünyası daha önce olmasa da yolun sonuna geldiklerinde anlayacaklar. Sözde kaderleri yüzünden makineden başka bir şey olmaya zamanları yok. İnsanların yaşamları komposta dönüştürülüp toprağa karıştırılıyor."

Kulübe Güncesi: Maliyet

Kendime, en kısa zamanda, şimdiki evim kadar keyif verecek ve maliyeti şimdikinden daha fazla olmayan güzellik ve lüks bakımından Concord'un ana cadde evlerin hepsini geride bırakacak bir ev düşünüyorum.

Thoreau çok geçmeden Emerson'ın Walden Gölü yakınlarında bulunan arazisinde toplamda iki yıl iki ay yaşayacağı kulubenin yapımına başlar.

"Evimin maliyeti aşağıdaki gibiydi; ayrıntıları veriyorum çünkü çok az kişi evlerinin maliyetini tam olarak hesaplayabilir ve daha da azı tabii eğer varsa böyle birileri toplam maliyete katkısı olan çeşitli gereçlerin ayrı ayrı maliyetlerini söyleyebilir:





Kulübe Güncesi: İlkesiz Yaşam III


İLKESİZ HAYAT (LIFE WITHOUT PRINCIPLE)


İsteyeceksen benden bir miktar dolar iste ama öğleden sonralarımı değil. 

- Günlük, 16 Eylül 1859


Günümüzün yaşam biçimlerinden ve hayat kazanma yöntemlerinden nefret ediyorum.

 - Günlük, 1 Kasım 1855


Bir insan çok çalışkan olsa da bunun zamanını iyi değerlendirdiği anlamına gelmediğini düşünüyorum. Hayatının büyük kısmını hayat kazanmakla harcayan birinden daha aptalı yoktur. 

- Life Without Principle [İlkesiz Hayat]


Tıpkı çok hızlı yiyip yediğimizin gerçek tadını alamadığımız gibi hayatımızı da çok hızlı ve

üstünkörü yaşıyoruz.

 - Günlük, 28 Aralık 1852


Sözde yoksulluğumdan dolayı kendimi tekrar tekrar tebrik ediyorum. Dün masamda sahip olduğumu bilmediğim otuz doları bulunca neredeyse hayal kırıklığına uğradım, oysa şimdiye kaybettiğime üzülmüş olmam gerekirdi.

 - Günlük, 8 Şubat 1857

İç zenginlik, dış yoksullukla orantılıdır. 

- Günlük, 13 Kasım 1851

Zenginlik, kişiye özel büyük bir avuntu veya kolaylık sağlamaz. Zenginlik [Servet?] yalnızca sosyalliğin bir aracıdır.

Zenginlik güç olduğu kadar bilgi de güçtür. 

- Günlük, 25 Ocak 1841

Yoksunluk ve yoksulluk dediğiniz şey benim için basitliktir. 

- Günlük, 5 Aralık 1856

Ahlaki ve entelektüel sağlığın korunması için doğa ile kurulan sürekli ilişki ve doğal fenomenlerin tefekkürü ne kadar önemlidir! Okulların veya iş dünyasının disiplini zihne asla böyle bir dinginlik veremez. 

- Günlük, 6 Mayıs 1851

Çocukları şehir içinde eğitmeye çalışmak deliliktir. İlk adım onları oradan çıkarmak olmalı. 

- Günlük, 25 Temmuz 1851.

Ancak tüm öğrendiklerimizi unuttuğumuz gün öğrenmeye başlarız. 

- Günlük, 4 Ekim 1859

Vücudu bitkin olan işçi, zihni bitkin olan bilginle aynı yiyeceğe ihtiyaç duymaz. 

- Thoreau’dan H.G.O. Blake‘e, 2 Mayıs 1848

Yakından Bakmak: Kulübe Civarında Bir Gezinti



Kulübe Güncesi: Truffaz & Murcof



Kulübe Güncesi: The Studio Boat




Monet'nin yüzer stüdyosu, The Studio Boat (Le Bateau-atelier)

1872'de Paris'e kısa bir uzaklıktaki Seine nehrinin kıyısında yer alan Argenteuil kasabasına taşındıktan sonra Monet eski bir balıkçı teknesini satın alır.


"A fair wind has brought me enough money to buy a boat at a time and build a wooden cabin big enough to install an easel on it."

Su üzerinde resim yapmasına da olanak tanıyan yüzer stüdyosu Monet'yi aynı zamanda Seine'in erisilemeyen manzaralarına da taşıyan bir ulaşım aracı olur.

Resimler:

The Studio Boat (Le Bateau-atelier) 1876
The Studio Boat, 1874
The Studio Boat, 1876
The Studio Boat, 1875
Edouard Manet - Monet Painting on His Studio Boat, 1874

Kulübe Güncesi: Walden, A Game

 


Kulübe Güncesi: Thoreau'nun Kulübesi



Thoreau'nun arkadaşı Bronson Alcott 1872'de bir ziyaretçiyle gittiği Walden Gölü kıyısındaki Thoreau'nun kulübesini inşa ettiği yere bir taş koyar. Böylelikle bir geleneği başlatır ve Thoreau meraklıları taş koymayı sürdürüp bir yığın oluşturana dek kulübenin tam yeri yıllarca bilinir kalır. 

Arkeolog Roland Robbins Thoreau'nun Walden Gölü'ndeki ilk gününün 100. yıl dönümü olan 1945'te Thoreau'nun inşa ettiği kulübenin kaybolan yerini tespit etmeye karar verir, kulübenin bacasının temellerini bulana kadar üç ayını katın yakınındaki zemini kazarak geçirir.

Kulübe Güncesi: Kaçış


 "Adirondack’ların ortasında, kuş uçmaz bir bölgede küçük bir han. Odaya girerken şu garip duygu: İş gezisine çıkmış bir adam, önceden düşünmeksizin, yabanıl bir ülkeye, uzak bir hana geliyor. Ve bu doğanın sessizliği, odanın basitliği, her şeyden uzaklık, ona, orada kesin olarak kalma, yaşamını oluşturan şeylerle bütün bağlarını koparma, geride kalanlara asla yaşamda olduğuna ilişkin en küçük bir haber göndermeme kararı verdirtiyor."

Kuzey Amerika Güncesi / Albert Camus

Kulübe Güncesi: Van Gogh


"En kibar ve kültürlü ortamlarda, en iyi çevrelerde, en rahat durumlarda bile kişi içinde Robinson Crusoe'nin esas özelliklerinden, doğaya bağlı münzevilikten bir şeyler taşımalı, yoksa kendi köklerini yitirir." 

Van Gogh için bak:

Kulübe Güncesi: İkarus


Önümde denize açılan bu zeytinlik dolu manzaraya baktıkça sık sık aklıma Van Gogh'un bir dizi zeytin ağacı resmi düşüyordu. Bugünlerde Brueghel'in İkarus'u da onlara eklendi, mitin çağdaş bir yorumu, Herbert List'in etkileyici bir İkarus fotoğrafı ile birlikte. 



Ara sıra kulübede başıma açtığım işlerden yorgun düşmüş, manzaradan habersiz çalışırken, kafamı her kaldırışımda İkarus düşerken işine devam eden Brueghel'in köylüsü gibi hissediyorum kendimi - ki Auden'in çok güzel bir şiirine konudur:

(...)
#Brueghel 'in ikarı'nda meselâ, bana mısın bile demeden nasıl Her şey sırtını çeviriyor felâkete?İşitmiş olmalı pekâlâ Suyun şapırtısını rençber, ümitsiz haykırışı, "Kulak asma" deyip geçti herhalde; güneşse şöyle bir rasgele Vurdu ak pembe ayaklar gömülürken yemyeşil suya; Kibarişi çıtkırıldım yelkenli merak etmesine etmiştir ya Gökten paldır küldür düşen çocuğu görünce; Acele işi vardı zahir, uzaklaştı bozmadan istifini bile. (cev. Can Yücel)


Kulübe Güncesi: Bir imge

 



" Kulübesinde tek başına tencerenin dibindeki yağı sıyıran bir adam. Kimi günler bir bıçakla yapıyor bu işi, kimi günler tırnaklarıyla; bir zamanlar tencere dolu, içindeki yemek de lezzetliydi; ama artık yemek kokmuş, adamın bir lokma bulması içinse, kırık tırnaklarıyla tencereyi kazması gerekiyor. Yarın da aynı şeyi yapacak, öbür gün de.

Benim yüreğimin derinliklerinden bir iş çıkarmaya çalışmama benziyor."

Pavese


Kulübe Güncesi: Lakeside Cabin



Belki de şurada küçük, şirin bir kulübe vardır...


  


Romantik bir özlem: Kulübe

( Kitsch mi demeliydim?)

Bob Ross'un resimlerinin yaklaşık yüzde 18'inde bir kulübe yer alır. Ross'un kulubesinin bir gölde olma ihtimali yüzde 35 ve yerde kar olma ihtimali yüzde 40. Kulübelerin yüzde 72'si iğne yapraklı ağaçlarla aynı tablodayken, yüzde 63'ü yaprak döken ağaçların yakınındadır. (Kaynak: Walt Hickey)

I go a-fishin’ in….

Time is but the stream I go a-fishin’ in….

 Henry David Thoreau Walden (1845-1847) 




*

Kulübe Güncesi: Yalnızlık

 

"Birileriyle beraber olmak, en iyileriyle bile olsa, kısa bir süre sonra yorucu ve tüketici bir hal alır. Yalnız olmayı seviyorum. Yalnızlıktan daha arkadaş canlısı bir arkadaş görmedim. Çoğu zaman, dışarı çıkıp insanların arasına karıştığımızda, evimizde olduğumuzdan daha yalnız oluruz. Düşünen veya çalışan bir insan her zaman yalnızdır, bırakın istediği yerde kalsın. Yalnızlık, kişiyle arkadaşlarının arasına giren millerle ölçülmez.



Gölde gürültülü kahkahalar atan dalgıçkuşundan ya da Walden Gölü'nün kendisinden daha yalnız değilim. Çayırdaki tek bir sığırkuyruğundan ya da hindibadan veya bir fasulye yaprağından, kuzukulağından, at sineğinden, yaban arısından daha yalnız değilim. Brook Değirmeni'nden veya bir rüzgargülünden, kutup yıldızından, güney rüzgarından, Nisan yağmurundan veya Ocak ayında eriyen buzlardan ya da yeni bir evdeki ilk örümcekten daha yalnız değilim.


Ormana geldikten birkaç hafta sonra, insanlardan uzak olmanın huzurlu ve sağlıklı bir yaşam için ille de gerekli olduğuna dair kuşkuya düşmüştüm. Bir saat sürmüştü. Yalnız olmak gayet nahoş bir şeydi. Fakat aynı zamanda ruh halimdeki hafif bir çılgınlığın da farkındaydım ve iyileşeceğimi seziyordum. Hafif bir yağmurun ortasında, bu düşünceler baskın gelirken birden doğa'nın tatlı ve iyi arkadaşlığının farkına vardım. Birdenbire damlaların şıpırtısında, evimin etrafındaki her ses ve görünüşte sonsuz ve olağanüstü bir dostluk hissettim, beni besleyen bir atmosfere benziyordu. İnsanlara yakın olmaya dair hayal ettiğim tüm avantajlar anlamsız görünmeye başladı ve o günden beri bunun üstüne bir daha düşünmedim. Her bir küçük çam iğnesi sempatiyle genişledi ve büyüdü ve benimle arkadaş oldu. Vahşi ve kasvetli demeye alışkın olduğumuz yerlerde bile bana akraba olan bir şeylerin varlığını ayırt ediyor, seziyordum; ayrıca kan bağı açısından kendime en yakın ve en insani bulduğum şey bir insan ya da kasabalı değildi. Artık hiçbir yerin bana yabancı gelmeyeceğini düşünüyordum."