İntihar

'Her intiharın arkasında bir gerekçe(ler) karmaşası yatar' diyen benim;

dün gece, Dalida hakkında bir belgesel izledik televizyonda, hayatında belli başlı üç adam olmuş, üçü de intihar etmiş, "bir hastalıktır intihar" diyen oydu, kendi intiharından biriki yıl önce;
"bana kalırsa yaşlandığı, yaşlanmayı kaldıramadığı için intihar etmiş" diyense Fatma Tülin.

Kişinin intihar etmesi için pek az şey yetiyordur ola ki; ya da, ben öyle düşünegeldim, pek çok şeyin yanyana gelmesi doğurur kararı. Neden bilmem, gene de , karardan uygulamaya bir son damla gerekir inancını taşıyorum.

27 Aralık 2007, 16.50 suları, Rue Danton'da bir kahvede oturuyorum. Kendimi yeryüzünde yapayalnız hissettiğim ender anlardan biri bu; Dünya'nın hali, kendi halim, Hayat'ı ve hayatımı kesen bir sürü dikey ve yatay çizginin arasında bir noktada, kimbilir kaç zamandır kaybolmuşluk duygusu içinde, bunu artık dile getirmekten, tekrarlamaktan kaçınmaksızın süzülüyorum.

Oniki gün sonra, bu sabah evden çıktım ve gidip bir paket Davidoff, bir çakmak aldım, bulvara vardığımda yaktım bir tanesini.

Pek çok yorgunluk üstüste bindi bünyemde. Güçlü biri olmam, bunu bilmem ya da öyle olduğumu sanmam, dünkü fiili seçeceğim gene, sallanmama, hem de çok hızlı sallanmama engel olamıyor işte.

Buna yakın bir durumda mı veriliyor karar?
 Sonra, ne türden bir damla (ama nereden -içeriden mi, dışarıdan mı) geliyor?

Sebastiane


Enis Batur Büyük Bir Şaka


Amerika Büyük Bir Şaka kitabında
 Enis Batur, eşi ressam Fatma Tülin'le 

"Dolls" Hans Bellmer


Gerçeküstücü nesne bir ara-bölgede tanımlanması gereken türden bir yaratım sayılmalıdır: Yapılmıştır, ama yapıt değildir. Sonuç bu olduğu için değil: Buraya, bu noktaya varmak için yola çıkılmıştır. Bir bakıma Desnos'un uyku metinleri gibi: Sayıklamadan doğan yazı, otomatik yazı'nın da ötesinde, yaratıcı uğraşın en olmamış halini taşır. Sözkonusu ara-bölgenin yeri büyüktür gerçeküstücü serüvende: Breton ve Aragon'un anlatıları, Breton ve Soupault'nun ortak şiirleri, Roussel 'in bütün yazdıkları, Artaud'nun kendisi bu köprüde durur, bir yakadan ötekine geçmeyi istememişlerdir. Queneau söz ile yazı arasında bir yer aramıştır; De Chirico dün ile yarın arasında bugün olmayan bir zaman dilimi; Dali mesafenin ta kendisini. Gerçeküstücü etkinlikte büyük pay tutan kolajlar, ready-made'ler, fotoğraf resim karışımında arayış (Man Ray), resim-yazı içinde farklı arayışlar (Tanguy, Miro), topluluğun her bir üyesinin "mutlak tür"lere diklenişlerini yansıtır: Şiir, roman, filim, resim, fotoğraf son uç'lara kadar kurcalanmıştır.

Yapım süresi açısından olduğu ölçüde, bu süreye emdirilmiş süreç açısından bakıldığında, gerçeküstücü nesne'nin en karakteristik örneklerini Marcel Duchamp vermiştir. Gene de, bitmek tükenmek bilmeyen bir yapılış öyküsüne dayanan "Le Grand Verre" dizisinden ya da sonul hali "La Mariee mise a nu par ses celibataires"den çok, Duchamps'ın daha spontane ürünlerine bakmak gerekir, gerçeküstücü nesneyi tanımlayan kırılgan felsefeyi tutabilmek için. burada şiirsel an herşeye baskın çıkar: Rastlantının bağrından neredeyse en dokunulmamış haliyle kotarılıp bir tasarım sınırına, gündelik yaşamın sıradanlığına giydirilmiştir. Yarattığı bütün efektlerle Man Ray'in Armağan'ı belki de kataloğun ilk parçası olmaya hak kazanır.


Ama asıl parça, farklı parçalardan oluşsa bile, Hans Bellmer'de, Bebek'te biçimlenir. Hareketin merkezinde değil de kuytuda, derkenarda oluşmuş bu nesnel-yontularda poetik öğe, telaffuz edilmemiş, som bir politik boyutla kaynaşır. Çağdaş dünyanın gövdeye fırlattığı bütün bakışlar Bebek'te, onun bütün hallerinde buluşmuştur. Trajik ve erotik olan, ölüm ve sonsuz haz gibi o bloklar da birleşip susar: Herşey, bir yandan civatalarından kopmakta, bir yandan da haddini arayarak cendereye alınmaktadır.

Gerçeküstücüler bize bizi kuşatan şey alemine bakma biçimimizi hepten değiştirmeyi öğreten, radikal farklılıkta bir bakma/görme odağının yerini gösterdiler.

1987 - Enis Batur    


Yolculuk



Yolculuk, Dünya Şiir Tarihi'nin gözde parçalarından. En uzun şiirlerinden biri Baudeleaire'in: 36 dörtlükten, 146 dizeden oluşan VIII bölümlük bir anıt metin. Yorumlar, çözümlemeler, didiklemeler eksik olmamış yüz elli yıllık yaşamından -bir eğretileme saymamalı şunu: Şiirlerin de, insanlar gibi ömürleri olur: Kimi şiirler şairlerinden çok daha uzun süre hayatta kaldıkları için klasik damgası yerler: Yolculuk son büyük klasik şiirdir; ilk büyük modern şiiri de Baudelaire'in yapıtında (sözgelimi Spleen'de) bulanlar vardır, bana göre tekvin noktası bir sonraki kuşağın şiir beyinde, Mallarme'dedir: Bir Zar Atımı.

Onun için de, içerdiği bunca yaşamöyküsel nektara karşın, bir ölümöyküsü şiiri sayıyorum Yolculuk'u ben -Baudelaire'in amansız ölümcüllükte başka şiirleri olduğunu unutmaksızın. Modernlerin (bu sözcüğü bu anlamda ilk kez kullanan da odur) kayboluşlarının başladığı eşikle, klasik bireyin, Yeniden doğuş'un evrensel Adem'in vasiyet metnidir Yolculuk: Buraya kadar, şimdi inecek var.

Gerçekten de ayak bastığı "yeni dünya"yı daha çok Spleen'e taşımıştır şair; indiği, terkettiği, belki de son canlı figürü olduğu, kaldığı "eski dünya"nın oturup burada son portresini çizer: Yolculuk, bir yandan da ölüm maskesidir son klasik ademin: Bütün hatlarından; yüzünü, çehresini çizen bütün yazılardan tutar "acı bilgi"yi çevirir Baudelaire.

Yolculuk her seyahatname yazarına, yolcu-yazı pirine, içinde ve dışında yitip gitme tedirginliğinden kopamayan her gezmene yoğun düş kırıklığı yaşatır: O 146 dizelik şiir bütün yol metinlerinin özünü içerir. İnsafsız çarkını kırmanın tek yolu onun içinden geçecek bir başka yol çizmekten geçer: Kelimelerim, kelimelerine çarpar, kenetlenir.

E. B.

Prag'da




pessoa

Odama gelir gelmez yorgun bedenimi pencere kenarındaki yatağa bıraktım ve gün boyu insanlar ve görüntülerle yorgun düşmüş zihnimi de, beni oyalamaktan usanmayan düşlere tamamen teslim ettim. 

Gece ilerledikçe şimdi, düş ve gerçek karışacak odada, eylem ve düş birbirinin alanında gezinecek:
masa başında yazı yazacak, müzik dinleyecek, dalgın bir şekilde dışarıyı seyredeceğim. Benim de penceremden manzaralar akacak, pencere pervazım belki bir küpeşteye dönüşecek; ufak tebessümler ve istemsiz sırıtışlarla kendini belli eden düşlerime tanık olacaksınız siz: bazen odada elimi kolumu sallayarak, yüksek sesle konuşarak bir aşağı bir yukarı gidip geleceğim; içinde bulunduğum düzlemler, mekanlar, manzaralar değişecek... Çocukluğumdan beri hayali kişilerle yaşama ve düş kurma eğilimim beni bu tapılası deliliğe hapsetti; tadını çıkaracağım gelip geçici düşsel anlarımın, vazgeçemediğim düşsel alışkanlıklarımın; dünya ayaklarımın ucuna serilecek. Üç dört yaşlarında iki ufak sevimli oğlan çocuğu belirecek yanımda bir an, yaşama dair masum sorular ve fikirler ortaya atarak çevremde dolanacak ve beni güldürecekler yine.  Ve onlar da bir şeylerle oyalanacaklar benimle beraber, çünkü düşlerde de boş durulmaz.

Pessoa içimde bir yerlerde, çıkış saati gelmiş, büroda da yapılacak işler bitmişken, her zamanki güzergahının dışındaki sokaklarda oyalanıyor; kederli ve hafif çakırkeyif bir halde yürümekte ve düşünmekte: belirsiz muhakemeler, yaşama dair acılı tahliller... Bir dilenciyi görünce içinden  "yanımdan sürtünerek geçen şu dilenci kim olduğumu bilse şaşırıp kalırdı" diye geçiriyor tebessümle; ve Lisbon sokaklarında binalar arasında uzaklaşarak gecenin karanlığında o tanıdık siluetiyle sislerin içine karışıyor...

I am just some kind of tourist, on a permanent vacation


Chris içini döküyor




Hikaye, Chris'in kendi normal hayatını sürdürme şeklinden doğdu. O hiçbir şekilde bir yerlere bağımlı değildir; gerçek hayatında da kendine ait bir yeri yoktur; hep değişik arkadaşlarla oturup kalkar ve aynı zamanda işsizdir. Profesyonel bir suçlu sayılmaz; fakat para kazanmak için kimsenin canını acıtmayacak şekilde küçük suçlar işlemekten de geri kalmaz. Asla kimseye saldırmaz. Uyuşturucu satabilir ya da geri ödemeyi düşünmeden pek çok insandan borç para alabilir. Aslında, bir serseridir o.

Çok akıllı biridir, fakat okulla ilgisi yoktur. Bana geldiği sırada okuldan ayrılmıştı. Zaman zaman ıslah evlerinde kalmış ve çocuk hapishanelerine düşmüş. Çok, çok zekidir.

İnsanlarla ilişki kurma, yabancılarla konuşma ve onların kendilerini rahat hissetmelerini sağlama konusundaki yeteneği, filmden edineceğiniz izlenimden çok daha güçlüdür.

Filmi çekmeye başladığımda onun her kalıba girebileceğini düşünmüştüm. Fakat birlikte hazırlıklarını yaparken sahneleri oluşturmak, aktörlerle ve çekim alanlarıyla ilgilenmek ve ilişkileri sağlamaya çalışmak gibi işler, günlük hayatında olduğu gibi gerçekten kendisi olmasını güçleştirdi.

Belgesel bir film değil bu; herkes rolünü oynuyor. Filmde Allie'nin başından geçenlerin yarıya yakını Chris'in gerçek hayatta yaşadığı şeylerdir; diğer yarısını rolü için ben tasarladım. Fiilen içinde yer alacağı durumlar ve mizansenler yarattım.  

Sanırım Allie gibi insanlar hayatlarının merkezinde tuttukları bir şeye sahip değiller. Bir başka söyleyişle: Allie'nin hayatı bir tür başkaldırıdan ibaret; fakat odaklanılan ve gerçekten siyasal düzlemde harekete geçirilen bir başkaldırı değil bu. Allie'nin ne filmde ne de gerçek hayatta sağlam inançları var. İnsanlarla bir araya geliyor; fakat daha başından, bir süre sonra çekip gideceğini ve başka insanlarla karşılaşacağını biliyor. Filmin kurgusunun benzerlik kurmaya ve ifade etmeye çalıştığı mesele bu.   
...


                       



ODA, bis



Artist's Room in Neulengbach - Egon Schiele



fotoğraf: e.b.
Egon Schiele'nin "Sanatçının Odası" (1914) tablosunu bilmiyordum, onunla yeni karşılaştım. Kimin gelmez, hemen aklıma Van Gogh'un Arles'daki "Otel Odası" (1888) geldi, çok mürekkep akıtmış bir yapıt. Schiele görmüş müydü o yapıtı, görmediyse ne tuhaf kesişmedir.

Bilen bilir, peş peşe içine girdiğim (ne tuhaf kesişmeydi) iki yatak odası, Barcelona'da Gaudi'ninki, La Rochella'de Loti'ninki, bir hafta arayla, hem de nasıl dağlamıştı içimi: Onca süslü iki dünya, onca yalın, yalınkat, yalnız iki yatak odası.


Van Gogh'un odası, benim gözümde Arles'daki değildir: Auvers-sur Oise'dai son oda, yalnız iki yatak odası.


O gün bugün
belleğimde çivi gibi.




Gene de Arles'daki odaya dönüp baktığımda, ne anlaşılır ayrılmadır, Schiele'nin resminden doğan güçlü anıştırma duygusu çarçabuk dağılıyor: Hayata nasıl da farklı baktıklarını görüyorum, onları yan yana koyduğumda.

  Renk, perspektif, basınç
  bana bunu söylüyor,
  söyletiyor.  


***
Van Gogh’un ünlü tablosuyla Egon Schiele’nin ünsüz tablosu, otuz yıl arayla, aynı metafizik karkası çiziyor: Ressamın, itildiği Dünya'dan kendisine, adasına, inine çekilişinin yürek daraltıcı öyküsü bu.
Sanatçının yekpare bir terkedilmiş olarak portresi. Öylesine ücraya çekilmiş ki, odasında, içine yansıyacağı bir aynası bile yok. yüzünü görecek olsa, oraya sinmiş ürkünç yalnızlık gölgesinden korkup bir yerlerini paralayacak.

Bu iki yapıtın pek çok ortak noktasından biri, handiyse içbükeyleştirilmiş bir oda görüntüsü oluşturmaları: Kavruk, içine çeken, dışına güç bela sızıntı verebilen bir uzam sıkıştırıyor bakanı.

İki ayrı metnimde, iki ayrı odaya, Loti ve Gaudi’ninkilere uzanmıştım: Yapıtlarının süssü yanıyla taban tabana zıt, bir keşiş hücresini çağrıştıran o çıplak odalarla kıyaslandığında, Van Gogh ve Schiele'nin odalarına sinen yalnızlık kokusunun farklı olduğunu görüyorum ben. Loti de, Gaudi de, içine karıştıkları toplumlarla savaşlarına karşın, bir biçimde kabul edilmişlerdi: Onları uykusuz bırakan ortamla uyku coğrafyaları arasına bir hat döşemeyi başarmış olduklarını, bir içeşik ile özel yaşamlarının gizli, kuytu boyutunda kendilerini yalıtmayı becerdiklerini kanıtlıyordu odaları.

Van Gogh ile Schiele’de eşik sıfırlanıyor. Dünya, Oda'ya kadar sokulmuş, onları bu dörtduvarın ortasında sıkıştırmıştır. Can havliyle, tuvalin dörtduvarı, dört çıtası arasına, onlara kalan son beldeyi, son karışı aktarmış gibidirler. Dünyanın dibi, uç karesi, karakaresidir artık Oda, odaları. Çığlıkları, ünlü ünsüz, duvarlara çarpıp kırılacak, ufalanacak.

Bir de yatakları var ki: İki odada da durum aynı: Döşek mi, mezar mı, belli değil şimdi.

2001

Dönmekle iyi yapmadın, Arthur Rimbaud

Rene Char'ın, "Gitmekle iyi yaptın Arthur Rimbaud!" şiirine bir seferinde sokulmuştum. Bu yolcu bavulu onunkisi. Birlikte gidilmiş, dönülmüş. Dönmekle iyi yapmadın, Arthur Rimbaud: Dönüş yolunun belirsiz bir noktasında kalmış olsaydın, belki öldüğünü öğrenemeyecektik.

Bir bavula neler sığar?

İşe koşulduğunda, içereceklerinin olası bir dökümünü yapmak daha kolay: Giysi çaput, birkaç çamaşır, 'elzem' sayılan biriki araç, Rimbaud örneğinde ola ki defter kalem -yanına herhangi bir kitap almış mıdır?

Artık işi bitmiş. Arthur'la birlikte son yolculuğunu tamamladığında, güneydeki bir hastane odasında, son yoluna çıkan yolcusu son nefesini salıverdiğinde garip, ikinci bir yolculuk yaşamına hak kazanmış: Şimdi bir ikona olarak yeryüzünü dolaşıyor ara sıra, Rimbaud'yu konu edinen sergilerde başköşeye yerleşiyor -büyük serüvenin en geveze, oysa en suskun tanığı.



Bir belge nicedir: Hücrelerine nüfuz etmiş anı kırıntılarını ele vermekten aciz.

Bir düş bavulu. Açıldığında Pandora'nın kutusu, kapandığında giz deposu.

Hangi aşamada, nereden almış olmalı onu? Biliniyordur, ben sergileri gezdim, gördüm; elimde, 1987'de Venedik'e giderken bir bit pazarından aldığım, sanırım Rimbaud'unkiyle yaşıt, açma kapama mekanizması sonradan bozulan ve onarmayı artık kimsenin bilmediği, derisi kurumuş, üzerinde eprimiş yol etiketleri yeralan bir çanta var, onu tanıyorum: Yolculuklar, kulak kabartmayı biliyorsak, onlardan belli belirsiz fısıldar.

Araştırmacılar, düşe hücum serüvencileri sık sık Rimbaud hayaletini kovalamaya, Afrika'ya yola çıktılar. Kalın, bulutla sisle kaplı kitaplarla dönüldü. Şairin loş, bulanık bir fotoğrafının uzun uzadıya bakıldığında söyleyebileceklerinden fazlasına eriştiğimiz söylenemez.

Herşey, kaldı ki bu bavulun özel tarihinde kayıtlıdır. Bir gün bavulların dilini sökecek uzmanlar yetişir, yaşadıkları yolculukların köşe bucağını böylece öğreniriz.

Beklerken, kendi bavullarımıza dikkat kesilelim.

E.B.

GİTMEKLE İYİ ETTİN ARTHUR RİMBAUD



Gitmekle iyi ettin Arthur Rimbaud! İyi ettin dostluğa, düşmanlığa, Parisli ozanların budalalıklarına, Ardenli biraz kaçık ailenin kısır arı vızıltısına boyun eğmeyen onsekiz yılını enginlerin yelkenlerine saçmakla, mevsimsiz giyotinlerin bıçağı altında yatmakla.


 Hayvanların cehennemi, düzenbazların alışverişi ve sıradan adamların merhabası uğruna tembellerin bulvarını, sidik-sazlı kahveleri bırakışında haklıydın.


 Beden ve ruhun bu saçma atılımı, havaya uçurarak hedefini bulan top güllesi, işte bunlardır yaşamı bir
erkeğin! Çocukluktan çıkar çıkmaz, sonsuza dek kişioğlunu boğazlayamaz insan. Volkanlar pek az yer değiştirirlerse de, lavları dünyanın büyük boşluğunu bir baştan bir başa dolaşır ve yaralarında türkü söyleyen erdemler getirir ona.

Gitmekle iyi ettin Arthur Rimbaud! Olası mutluluğa kanıtsız inanabilecek
 birkaç kişiyiz, senin yanında.   

Rene Char
(Türkçesi: Özdemir İnce)

Bataille Okumaları



Yazarken gök gürültüsünü ve rüzgarın uğultusunu dinliyorum: Yeryüzünün zaman içindeki fırtınalarını, gürültüsünü, şimşeğini keşfediyorum. Baştan sonra gürültülerle dolu ve kalbimin kanı pompalaması kadar basit bir şekilde ölümü pompalayan bu sınırsız zamanda ve gökte aniden şiddetlenen canlı bir devinimin beni sürüklediğini hissediyorum. Penceremin kanatları arasından, savaşların kudurganlığını, yüzyılların öfkeli mutsuzluğunu alıp götüren sonsuz bir rüzgar esiyor. Yıldırım aşkına gerekli olan körleşmeyi ve kanı talep eden bir öfkem yok mu benim de? Artık yalnızca, -ölümü gereksinen- bir nefret çığlığı olmak isterdim - ve birbirlerini parçalayan köpeklerden daha güzel bir şey yoktur!- ama ben yorgunum, heyecanlıyım...


"Şimdi tüm hava ısındı, yeryüzünün soluğu kavruldu. Şimdi hepiniz çıplak, iyi ve kötü, geziniyorsunuz. Ve bu, bilgiye tutkun insan için, bir şenliktir." (1882 -1884; Güç İStenci, II. s.99)

"Düşünürlerin en derin yazgıları çevrimsel yollar izleyenler değildir: Devasa bir evreni olduğu gibi kendi içini de gören ve samanyollarını kendi içinde taşıyan kişi tüm samanyollarının ne kadar düzensiz olduğunu da bilir; bu samanyolları da kaosa ve varlığın labirentine götürür." (Şen Bilgi, 332.) 


Bir gün kendi kanımla son sözlerimi yazma olanağım olsaydı şunu yazardım: "Yaşadığım, söylediğim, yazdığım -sevdiğim- her şeyin iletildiğini düşünüyorum. Böyle olmasa yaşayamazdım. Yalnız başına yaşarken, bir çölde yalnız okuyuculardan söz etmek! Edebiyatı - hafifçe okşamaları, kabul etmek! Benim yapabildiğim şey, elimden gelen tek şey- kendimi oynamaktı ve bugün savaş alanlarında amaçsızca yatan mutsuzlar gibi tümcelerimin içinde ölüyorum." "Benimle alay ediyor, sağ kalıyor," diyerek gülünsün, omuz silkinsin istiyorum. Doğrudur, sağ kalıyorum ve hatta anında neşe doluyorum, ama şunu kabul ediyorum: "Kitabımda, sana, tam olarak oyunun içinde olmadığım izlenimi veriyorsam, bu kitabı at; buna karşılık, eğer beni okurken, seni oyunun içine sokan hiçbir şey bulamıyorsan - dinle beni: Ölünceye kadar tüm yaşamın boyunca - okuman sendeki kokuşmuşluğu kokuşturuyor."

"Yalnızlar arasında yalnız olan bizler - çünkü bilimin etkisiyle ancak orada olabiliriz- neredeyiz, insan için bir arkadaşı nerede bulacağız? Eskiden herkes için bir kral, bir baba, bir yargıç arıyorduk, çünkü gerçek krallardan, babalardan, yargıçlardan yoksunduk. Daha ilerde bir dost arayacağız - insanlar bağımsız, göz kamaştıran sistemler haline gelecekler, ama yalnız olacaklar. Bu durumda mitolojik içgüdü bir dost arayacaktır. (1881 -1882;  Güç İStenci, II. s. 365)


"Yazgıları olan insanlar, kendilerini taşırken yazgılarını taşıyanlar, tüm kahraman hamallar ırkı. Ah! Bazen kendiliklerinden dinlenmeyi ne kadar çok isterler! Altında ezildikleri ağırlıktan onları en azından birkaç saat için kurtaracak sağlam sırtlara, güçlü yüreklere ne kadar da çok susamışlar! Ve bu susamışlık ne kadar da boş!... Bekliyorlar, önlerinden geçen her şeyden pişmanlık duyuyorlar. Hiç kimse acılarının ve tutkularının binde biriyle bile onlarla buluşmuyor, hiç kimse, onların hangi noktaya kadar beklemede olduklarını tahmin edemiyor... Sonunda çok geç de olsa şu temel sakınımı öğreniyorlar: Artık beklememek; ve ardından ikinci sakınım: Nazik, alçak gönüllü olmak, her şeye katlanmak ... kısacası o güne kadar katlandıklarından biraz daha fazlasına katlanmak." (1887 - 1888 Güç İstenci II, s. 235.)  

Yaşamım Nietzsche'nin eşliğinde bir topluluktur, kitabım, bu topluluğun ta kendisidir.

Aslında Bay Nietzsche hakkında ne biliyoruz?
Kaygılara, sessizliklere zorlanmış... Hristiyanlardan nefret eden .. Başka şeylerden söz etmeyelim..

Dahası... o kadar azız ki!

Adolf Hitler (Tarihten Bir uyarı)

Adolf Hitler.








Avrupa'nın kalbinde, zengin kültüre sahip bir ülkenin lideri. Normal insan ilişkilerinde beceriksiz, merhametsiz, nefret dolu ve önyargılı biri. 

"Belki de bazılarınız beni asla affetmeyecek...
 çünkü Marksist partiyi yok ettim. Fakat dostlarım, 
aynı zamanda bütün diğer partileri de yok ettim. Hepsi gittiler."


Hitler'in nefreti Yahudi soykırımına rehberlik edecekti.
Fethetme arzusu, Avrupa'nın büyük kısmını mahvedecekti.

Hitler, öyle bir karizmaya sahipti ki insanlar söylediği her şeye inandılar. Ancak şu da bir gerçek ki, Hitler Alman halkını hipnotize etmemişti. O, karizmanın ilişkileri nasıl etkilediğini gösteren bir örnektir. Hitler Almanlara, önemsediği saf ırkın geri kalan herkesten daha iyi olduğunu söyledi ve pek çok Alman ona inandı. Hitler her zaman nefret doluydu ve bunu milyonlarca Almanla bağ kurmak için kullandı. Ve bu süreçte, bu alışılmadık kişilik tarih boyunca yaşanan benzer olaylardan farklı olarak yüksek bir karizmatik çekicilik oluşturdu.



Harfler

Başlangıçta sessizlik, karanlık bile yokmuş - ses, ışık olmadığına göre onlar olabilir miymiş?
Sonra söz'ün, ses'in, sessizliğin, Gün'ün ve Tün'ün olduğu yazıyor eski kaynaklarda.
Demek zaman geçmiş, bir de Yazı olmuş.
Dünya kendisini içeren, içermeye çalışan, kendisinden giderek taşan bir Kitaplık içerdiğine göre bugün, Ayna Ayna'ya bakıyor artık.
Yazıyorlar okuyoruz, yazıyoruz okuyorlar.
Nasıl oluyor bu iş?

Çin işi, Mezopotamya işi. Tabletler, rulolar, ciltler, hard-diskler. Harf, ideogram, işaret. Kağıt, kalem, mürekkep, klavye, ekran. Umut, düş, karabasan, gerçek, imgelem, saptama, uyduru, anlatı. Hangi dünya, hangi dünya'nın içinde kimse bilemiyor şimdi. Uzaktan kıyamet haberleri alıyoruz: Yazı ölüyor, ölecek. İçeride direniş sürüyor: Yazıyorum, ergo sum. İki ucun ortasında: Hurufi hayat.

Çocuktum okumayı yazmayı öğrettiler. Gençtim, okumayı yazmayı öğrenmeye karar verdim: Açık denizde ücra ıssız bir adanın harfler prensi olmak istedim. Haritalar üzerinde çalışıyorum yıllardır. Kitap kitabı, ben kendimi ve kendimdeki ötekileri kovalarken, bir firar, bir üzerine gidiş, durdum ve Kitab'ın kendisine bakmak istedim. Yüzüne, gövdesine, tenine, tinine eğildim. Tutacaktım: Kıpırdadı. Ele geçirmeye kalkıştım, sıvışıp gideceğini anladım. Dokundum ona, izin verdi. Temasların sonrasında, birkaç iz, öylece kaldım. Bana mahşeri gösteren Yazı, sonunda saf bir yalnızlık sunmakla yetinecek.

Show me!


Will Mcbride

Kitap

Bu dünyada en önemli şeyin şehvet olduğunu düşünmeye hiçbir bakımdan eğilimli değilim. İnsan cinsel organlarıyla sınırlı değildir. Ama bu utanç verici organ ona gizini öğretir. 


Kitap: 
Yırtık yerinde gideriyorum susuzluğumu
ve uzatıyorum çıplak bacaklarını,
bir kitap gibi açıyorum onları ve 
beni öldüreni okuyorum orada.

G.B.

Theo





Romain Le Cam

After the Life Mask of William Blake

Kimilerinin kaygısından, kimilerininse düzenbazlığından, ama herkesin cehaletinden doğmuş bu iğrenç varlığın, bizden bir an bile iman, bir an bile saygı hak etmeyen, insanı isyana sevk eden bir yavanlık olduğunu kabul edeceksiniz; zekayı iğrendiren, kalbe isyan saçan ve insanlara eziyet edip aşağılamak için karanlıklardan çıkmış acınası bir zırvalık! Bu hayal mahsulünü lanetleyin; bu berbat şey ancak sersemlerin ya da aklını kaçırmışların zekasında var olabilir. Dünyada ondan daha tehlikeli hiçbir şey olamaz, insanların daha fazla korktuğu... daha fazla tiksindiği bir şey olamaz


Bu ilk yalanların meyvesi olan öte dünya umudu ya da kaygısı sizi asla endişelendirmesin. Özellikle kendinizi frenlemeyi bırakın. Değersiz ve ham bir maddenin zayıf kısmı olan bizler, ölümümüzle birlikte, yani bizi oluşturan elementler genel kütlenin elementleriyle birleştiğinde, sonsuza dek yok olacağız ve ne şekilde davranmış olursak olalım, bir an için doğanın potasından geçip başka biçimlerde yeniden fışkıracağız. Üstelik ömrü boyunca erdemi çılgınca göklere çıkarmış olan da, en korkunç suçlara gırtlağına dek gömülen de eşitlenecektir, çünkü hiçbir davranış doğayı gücendirmez ve bütün insanlar doğanın bağrından eşit olarak çıkmışlardır; yeryüzündeyken herkes bu ortak ananın itkileriyle davrandığından, hepsi de, yaşamlarından sonra, aynı sonu ve aynı yazgıyı paylaşacaktır   


Francis Bacon, Study for Portrait II (after the Life Mask of William Blake) 1955


Bütün bu dinlerde benim gördüğüm nedir? Akla ziyan gizemler, doğayı ihlal eden dogmalar, yalnızca akıldışılık ve tiksinti esinleyen grotesk seremoniler

Ey evladım şuna emin ol ki, sen öldükten sonra gözlerin artık görmeyecek, kulakların işitmeyecek; tabutunun içinde hayal gücünün bugün sana siyah renklerde sunduğu bütün bu sahnelerin tanığı olamayacaksın artık; nasıl ki doğumundan önce, doğadan alacağın organlar çeşidi değildiysen, artık sen olmayacak olan küllerini ne yapacaklarıyla da ilgilenme. Ölmek, düşünmeyi, hissetmeyi, zevk almayı, acı çekmeyi bırakmaktır: Fikirlerin de seninle birlikte yok olacaktır; acıların ve zevklerin mezarda senin peşinden asla gelmez. Dolayısıyla ölümü, kaygılarını ve melankolini besleyecek bir şekilde, huzurlu bir gözle düşün, ölümü sakin bir gözle görmeye kendini alıştır, huzurunun düşmanlarının sana aşılamaya çalıştıkları sahte korkulara karşı kendini teskin et  

Marquis de Sade