Çağımız

Oniki yaşımdayken büyükbabam bir çevirmen aracılığıyla büyüyünce ne olmak istediğimi sordu. "Astronom olmak istiyorum" dedim. Cevabım kendisine çevrilince bu kez, "Peki parayı nerden kazanacaksın?" dedi.

Tanıdığım bütün "büyüklerin" yaptığı gibi, sıkıcı, yaratıcı olmayan, tekdüze bir işte çalışacağımı, astronomiyle bir hobi olarak hafta sonlarında ilgileneceğimi sanıyordum. Bazı astronomlara geçim için maaş verildiğini, ancak lise ikinci sınıfa geldiğimde öğrendim. İçimi sevinç kaplamıştı, sevdiğim işle tam gün uğraşabilirdim.

Bugün bile yaptığım iş sırasında bazen güzel bir rüya görüyormuş gibi hissediyorum kendimi: Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'ün keşfiyle uğraşmak; dört milyar yıl önce bugünkünden çok farklı bir Dünya'da yaşamı başlatan olayları laboratuvarda tekrarlamak; Mars'a araçlar gönderip orada yaşam belirtileri aramak; uzayın derinliklerinde bulunan başka uygarlıklarla, eğer gerçekten varsa, iletişim kurmaya çalışmak...

Elli yıl önce doğmuş olsaydım yukarıda adı geçen işlerden hiçbirini yapamazdım. O zaman tüm bu çalışmalar spekülasyon düzeyinde kalırdı. Elli yıl daha geç doğsaydım yine bu uğraşlardan sonuncusu hariç hiçbiriyle ilgilenmezdim. Çünkü günümüzden elli yıl sonra Güneş Sistemi'nin temel yapısını ilgilendiren konular, Mars'da yaşam aranması, yaşamın başlangıcıyla ilgili sırlar çözüme kavuşacaktır. Kendimi, insanlık tarihinin yaşamakta olduğum döneminde varolduğum için çok şanslı sayıyorum.


 Evren uçsuz-bucaksız, dehşete düşürücü ve ilk kez onun bir parçası olmaya başlıyoruz. Artık gezegenler geceleyin gökyüzünde dolanan ışıklar değil. Yüzyıllardır insanoğlu güvenli, rahat ve hatta düzenli görünen bir evrende yaşıyordu. Dünya yaratılış için seçilmiş yerdi ve insanoğlu ölümlü yaratıkların doruk noktasıydı. Bu inanışlar zaman aşımına uğradı. Şimdi çok küçük, hatta Jüpiter'in bulutlarında bulunan bazı yapılardan bile daha küçük, bir kaya ve metal yığınında yaşadığımızı biliyoruz.

Samanyolu, Galaksiyi oluşturan iki yüz milyar güneşten biri olan yıldızımız Güneş, küçük, soğuk ve cazibesizdir. Samanyolu'nun merkezinden o kadar uzaktayız ki, ortalama 300.000 km/saniye yol alan ışık, Dünya'dan bu merkeze varabilmek için 30.000 sene gitmelidir. Uzayda milyarlarca galaksi bulunduğunu düşünürsek Samanyolu Galaksisi'nin hiç dikkat çekici olmadığını anlarız.

Artık "dünya", "evren" anlamına gelmiyor. Diğer birçokları gibi bir dünyada yaşıyoruz.

Charles Darwin'in doğal seçiciliğe ışık tutmasından sonra anladık ki basit organizmalardan insana uzanan şaşmaz evrim yolları yoktur; aksine birçok yaşam şekli evrim içerisinde ölerek tamamen yok olmuştur. Bizler birçok biyolojik kazanının ve rastlantının ürünüyüz. Evrensel açıdan baktığımızda insanın ilk ya da son veya en iyisi olması için bir sebep göremeyiz.

Copernic ve Darwin hem devrim hem de karmaşa yarattı. Fakat bazı noktaları da aydınlattılar. Basit ve karmaşık olan diğer yaşam biçimleriyle akrabalığımızı anladık. Bizi oluşturan atomların ölmekte olan yıldızların önceki devirlerinde ve onların iç kısımlarında sentez edildiğini öğrendik. Biçim ve madde açısından, evrenin geri kalan bölümü ile aramızda bulunan bağı biliyoruz. Astronomi ve biyolojideki yeni gelişmelerin bize tanıttığı kozmos atalarımızın yaşadığı düzenli dünyadan daha görkemli ve daha huşu vericidir. Ve biz arzuladığımız değil, gerçekte var olan evrenin bir parçası olmaya başlıyoruz.

İnsanın evrenle ilişkisi açısından kritik bir dönemde yaşıyoruz. Tarihinde ilk kez insanoğlu gezegeninden çıkarak gönderdiği araçlarla ya da bizzat kendisi çevresini ve evreni araştırıyor.

*
Carl Sagan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder