Size her şeyin başlangıcıyla ilgili bir öykü anlatayım. Yaklaşık 15 milyar yıl önce evrenimiz tüm zamanların en güçlü patlamasıyla meydana geldi. Evren genişledi, soğudu ve ışık zayıfladı. Enerji maddeye, çoğunlukla hidrojen atomlarına dönüştü. Ve devasa bulutları oluşturan bu atomlar bir gün gökadaları oluşturmak üzere birbirlerinden uzaklaştılar. Bu gökadalarda maddenin içinde gizlenen enerjiyi tutuşturan ve kozmosa ışık yayan ilk kuşak yıldızlar doğdu. Hidrojen atomları, güneşleri ve yıldız ışıklarını meydana getirmişti. O zamanlar, ne ışığı alacak gezegenler ne de göklerin parlaklığını takdir edecek canlılar mevcuttu. Ama yıldız fırınlarının derinlerinde nükleer füzyon daha ağır atomları yaratıyordu. Karbon, oksijen, silisyum ve demiri. Bu elementler, hidrojenin bıraktığı kül, daha sonra ortaya çıkacak gezegenlerin ham maddeleriydi. Başta, ağır elementler yıldızların kalbinde hapsoldu. Dev yıldızlar çok geçmeden yakıtlarını tükettiler ve ölüm sancıları içinde maddelerinin çoğunu uzaya geri bıraktılar. Yıldızlararası gaz ağır elementlerle zenginleşti. Samanyolu Gökadası'nda kozmosun malzemesi, ağır atomlarca zengin yeni yıldız kuşakları olarak geri dönüştürüldü. Yıldız atalarından bir miras. Soğuk yıldızlararası boşlukta büyük kontrolsüz bulutlar yerçekimiyle bir araya geldi ve yıldız ışığıyla karıştılar. Derinliklerinde ağır atomlar, kaya tozu ve buz parçaları ve karmaşık karbon temelli moleküller olarak yoğunlaştılar.
Fizik ve kimya kanunlarına uygun olarak hidrojen atomları, yaşamın malzemesini ortaya çıkardı. Öbür bulutlardaki daha büyük gaz ve toz toplulukları sonraki yıldız kuşaklarını meydana getirdi. Yeni yıldızlar oluşurken yoğunlaşan çok ufak miktarda madde, gezegenleri meydana getirecek kaya ve metal, buz ve gaz parçacıkları olarak yıldızların civarında çoğaldı. Ve yıldızlarası bulutlardaki gibi bu dünyalarda da yıldızların içinde pişmiş atomlardan imal edilen organik moleküller oluştu. Pek çok dünyanın gelgit havuzları ve okyanuslarında, moleküller güneş ışığı tarafından yok edilip, kimyayla bir araya geldi. Bir gün, bu doğal denemeler sırasında bir tesadüf eseri ortaya çıkan bir molekül kendisinin üstünkörü kopyalarını yapmaya başladı. Zaman geçtikçe, kendi kendini kopyalama daha doğru hale geldi. Daha iyi kopyalanan bu moleküller daha fazla kopya ürettiler. Doğal seçilim iş başındaydı. Karmaşık moleküler makineler evrim geçirmişti. Yavaş yavaş, belli belirsiz bir şekilde, hayat başladı. Organik molekül toplulukları tek hücreli organizmalara evrildi. Bunlar çok hücreli kolonileri üretti. Çeşitli parçaları uzmanlaşmış organları oluşturdu. Bazı koloniler kendini zemin tabanına bağlıyor diğerleri ise serbestçe yüzüyordu. Gözler evrildi, ve artık kozmos görebiliyordu. Canlılar karada kolonileşmeye devam ettiler. Sürüngenler egemenliklerini sürdürdüler bir süre fakat yerlerini yetenekli ve çevrelerine duyarlı, daha büyük beyne sahip sıcakkanlı yaratıklara bıraktılar. Alet yapmayı, ateşi kullanmayı ve dili öğrendiler. Yıldız maddesi, yıldızsal simyanın külleri bilinci ortaya çıkardı.
Bizler, kozmosun kendisini tanıyabilmesinin bir yoluyuz. Bizler, kozmosun yaratıklarıyız ve kökenimizi bilmeye ve evrenle olan bağlantımızı anlamaya açlık duyduk. Her şey nasıl oluştu? Bu gezegen üstündeki her kültür, evren tarafından ortaya atılan bilmeceye kendi farklı yanıtlarını verdi. Her kültür, hayat ve doğa döngülerini kutluyor. İnsan olmanın pek çok farklı yolu var. Fakat insan toplumları arasındaki farklılıkları inceleyen bir dünya dışı ziyaretçi bu farklılıkları, benzerliklere kıyasla önemsiz bulurdu. Biz tek bir türüz. Bizler yıldız ışığını hasat eden yıldız tozuyuz. Yaşamlarımız, geçmişimiz ve
geleceğimiz Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara bağlı. Atalarımız, hayatta kalmanın gökleri anlamakta yattığını biliyorlardı. Gökyüzündeki hareketlerle mevsim değişimlerini tahmin edebilmek için gözlemevleri kurdular ve bilgisayarlar yaptılar. Bizler, hepimiz gökbilimcilerin soyundan geliyoruz. Evrendeki düzenin ve doğa kanunlarının keşfi bugünü inşa eden bilimin temelidir. Kozmosu kavrayışımız tüm modern bilim ve teknoloji yıldızlardan doğan soruların izini sürüyor. Yine de, 400 yıl önce bile evrendeki yerimize dair hiçbir fikrimiz yoktu. Anlamaya giden bu uzun yolculuk olgulardan ve olağan dünyadan zevk almaya kararlı bir riayet gerekiyordu. Johannes Kepler şöyle yazmıştı: "Şakımak için yaratılan kuşların ötüşmekten keyif almalarında ne gibi yararlı bir gaye olduğunu sormayız. Benzer şekilde insanların, göklerin gizlerini kavramak için neden zihinlerini... meşgul ettiklerini sormamalıyız. Doğa olaylarının çeşitliliği çok fazla ve göklerde saklı hazineler insan zihninin taze besinden eksik
kalmayacağı kadar zengin bir düzendedir."
Her kültürde, her çağda kozmosla yeni bir şekilde karşılaşmak her çocuğun doğuştan kazandığı bir haktır. Bu bize olduğunda, derin bir merak duygusunu tecrübe ederiz. İçimizdeki en şanslılara,
bu heyecana bizi yönlendiren öğretmenler tarafından rehberlik edilir. Dünyadan keyif almak için doğarız. Önyargılarımızı gerçeklerden ayırt etmemiz öğretilir. Ardından, kozmosun gizemlerini çözerken yeni dünyalar keşfedilir. Bilim, pek çok kültürü kucaklayan ve kuşakları kapsayan toplu bir girişimdir. Her çağda, ve bazen en olasılık dışı yerlerde bile büyük bir tutkuyla dünyayı anlamak arzusu duyan insanlar vardı. Sonraki keşfin nereden geleceğini bilemiyoruz. Zihnimizde canlandırdığımız düşler dünyayı yeniden inşa edecek. Bu düşler imkânsızlıklarla başlayacak. Bir zamanlar, teleskoptan bir gezegeni görmek bile şaşkınlık vericiydi. Fakat biz bu dünyaları inceleyerek yörüngelerinde nasıl hareket ettiklerini anladık ve yakında Yeryüzü'nün ötesine keşif yolculukları yapmayı planlıyor, gezegen ve yıldızlara robot kâşifler gönderiyor olacağız. Biz insanlar köklerimize bağlı olmaya özlem duyarız, bu nedenle ritüelleri yarattık. Bilim bu özlemin başka türden bir ifadesidir. Bilim de bizi köklerimize bağlar. Onun da ritüelleri ve emirleri vardır. Tek kutsal gerçek, kutsal gerçeğin olmamasıdır. Tüm varsayımlar eleştirel bir gözle incelenmelidir. Kaynağı otorite olan fikirler değersizdir. Gerçeklerle çelişen her şey onlara ne kadar tutkuyla bağlı olursak olalım dışlanmalı ya da tekrar gözden geçirilmelidir. Bilim mükemmel değildir. Çoğu zaman kötüye kullanılır. Bilim sadece bir araçtır. Fakat sahip olduğumuz en iyi araçtır. Kendini düzeltir, durmadan değişir, her şeye uygulanabilir. Bu araçla imkânsızın üstesinden gelebiliriz. Bilimin yöntemleriyle kozmosu keşfe başladık. İlk defa, bilimsel keşifler geniş çapta ulaşılabilirlik kazandı. Makinelerimiz bilimin ürünleri artık Satürn'ün yörüngesinin ötesine geçti. Keşif için gönderilen ilk uzay aracı 20 yeni dünya keşfetti.
Dikkatli gözlemlere değer vermeyi, gerçeklere riayet etmeyi öğrendik, huzuru kaçırıcı ya da geleneksel bilgiyle çelişir gibi olduklarında bile. Canterbury keşişleri samimi bir şekilde Ay'daki bir çarpışmayı kaydettiler ve Anasazi halkı uzak bir yıldız patlamasını gözlemledi. Bizim için gördüler, nasıl biz de onlar için görüyorsak. Onların omuzları üzerinde durduğumuz için daha ilerisini görüyoruz. Onların bilgilerinin üzerine inşa ediyoruz. Araştırma özgürlüğüne ve bilgiye özgürce erişime güveniyoruz. Biz insanlar, tüm maddeyi oluşturan atomları bu dünyayı ve diğerlerini oluşturan kuvvetleri görebildik. Yaşamı meydana getiren moleküllerin kozmosta uygun koşullarda kolayca oluşacağını biliyoruz. Yaşamın kalbinde yer alan moleküler makineleri saptadık. Bir damla suda küçük bir evren keşfettik. Kan dolaşımını yakından inceledik, tepeden baktığımız fırtınalı gezegenimiz Yeryüzü'nü tek bir organizma gibi gördük. Diğer gezegenlerdeki volkanları Güneş'teki patlamaları keşfettik. Uzayın derinliklerinden gelen kuyrukluyıldızları inceledik, kökenlerinin ve alacakları yolun izini sürdük. Pulsarları dinledik ve başka uygarlıkları aradık. Biz insanlar, Sükûnet Denizi adı verilen bir yerdeki başka bir dünyaya ayak bastık. Bu, ilk adımları 3.5 milyon yıl önce Doğu Afrika'nın volkanik küllerinde korunan bizim gibi yaratıklar için şaşırtıcı bir başarıydı. Uzaklara yürüdük. Kozmik evrimin 15 milyar yıl evvel ortaya çıkardığı hidrojen atomlarının yaptığı bazı şeylerdi bunlar. Destansı bir efsane hissi uyandırıyor. Fakat kozmosun evriminin günümüz bilimince ortaya çıkarılmış basit bir açıklaması bu. Ve bizler kozmosun cisimleşmiş gözleri, kulakları, düşünceleri ve hisleri olan bizler, nihayet kökenimizi merak etmeye başladık. Bizler yani yıldız tozları 10 milyarlarca atomun organize birlikteliğinden oluşan yıldızların ve sonunda bilince varan maddenin evriminin uzun soluklu sürecinde anlam buldu, belki sadece Yeryüzü'nde, belki de tüm kozmosta. Bizim bağlılığımız türlere ve bu gezegenedir. Yeryüzü için "biz" konuşuruz. Hayatta kalma ve ilerleme mecburiyetimizi sadece kendimize değil, aynı zamanda bizi meydana getiren, bu kadim ve engin kozmosa borçluyuz.
Carl Sagan
Fizik ve kimya kanunlarına uygun olarak hidrojen atomları, yaşamın malzemesini ortaya çıkardı. Öbür bulutlardaki daha büyük gaz ve toz toplulukları sonraki yıldız kuşaklarını meydana getirdi. Yeni yıldızlar oluşurken yoğunlaşan çok ufak miktarda madde, gezegenleri meydana getirecek kaya ve metal, buz ve gaz parçacıkları olarak yıldızların civarında çoğaldı. Ve yıldızlarası bulutlardaki gibi bu dünyalarda da yıldızların içinde pişmiş atomlardan imal edilen organik moleküller oluştu. Pek çok dünyanın gelgit havuzları ve okyanuslarında, moleküller güneş ışığı tarafından yok edilip, kimyayla bir araya geldi. Bir gün, bu doğal denemeler sırasında bir tesadüf eseri ortaya çıkan bir molekül kendisinin üstünkörü kopyalarını yapmaya başladı. Zaman geçtikçe, kendi kendini kopyalama daha doğru hale geldi. Daha iyi kopyalanan bu moleküller daha fazla kopya ürettiler. Doğal seçilim iş başındaydı. Karmaşık moleküler makineler evrim geçirmişti. Yavaş yavaş, belli belirsiz bir şekilde, hayat başladı. Organik molekül toplulukları tek hücreli organizmalara evrildi. Bunlar çok hücreli kolonileri üretti. Çeşitli parçaları uzmanlaşmış organları oluşturdu. Bazı koloniler kendini zemin tabanına bağlıyor diğerleri ise serbestçe yüzüyordu. Gözler evrildi, ve artık kozmos görebiliyordu. Canlılar karada kolonileşmeye devam ettiler. Sürüngenler egemenliklerini sürdürdüler bir süre fakat yerlerini yetenekli ve çevrelerine duyarlı, daha büyük beyne sahip sıcakkanlı yaratıklara bıraktılar. Alet yapmayı, ateşi kullanmayı ve dili öğrendiler. Yıldız maddesi, yıldızsal simyanın külleri bilinci ortaya çıkardı.
Bizler, kozmosun kendisini tanıyabilmesinin bir yoluyuz. Bizler, kozmosun yaratıklarıyız ve kökenimizi bilmeye ve evrenle olan bağlantımızı anlamaya açlık duyduk. Her şey nasıl oluştu? Bu gezegen üstündeki her kültür, evren tarafından ortaya atılan bilmeceye kendi farklı yanıtlarını verdi. Her kültür, hayat ve doğa döngülerini kutluyor. İnsan olmanın pek çok farklı yolu var. Fakat insan toplumları arasındaki farklılıkları inceleyen bir dünya dışı ziyaretçi bu farklılıkları, benzerliklere kıyasla önemsiz bulurdu. Biz tek bir türüz. Bizler yıldız ışığını hasat eden yıldız tozuyuz. Yaşamlarımız, geçmişimiz ve
geleceğimiz Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara bağlı. Atalarımız, hayatta kalmanın gökleri anlamakta yattığını biliyorlardı. Gökyüzündeki hareketlerle mevsim değişimlerini tahmin edebilmek için gözlemevleri kurdular ve bilgisayarlar yaptılar. Bizler, hepimiz gökbilimcilerin soyundan geliyoruz. Evrendeki düzenin ve doğa kanunlarının keşfi bugünü inşa eden bilimin temelidir. Kozmosu kavrayışımız tüm modern bilim ve teknoloji yıldızlardan doğan soruların izini sürüyor. Yine de, 400 yıl önce bile evrendeki yerimize dair hiçbir fikrimiz yoktu. Anlamaya giden bu uzun yolculuk olgulardan ve olağan dünyadan zevk almaya kararlı bir riayet gerekiyordu. Johannes Kepler şöyle yazmıştı: "Şakımak için yaratılan kuşların ötüşmekten keyif almalarında ne gibi yararlı bir gaye olduğunu sormayız. Benzer şekilde insanların, göklerin gizlerini kavramak için neden zihinlerini... meşgul ettiklerini sormamalıyız. Doğa olaylarının çeşitliliği çok fazla ve göklerde saklı hazineler insan zihninin taze besinden eksik
kalmayacağı kadar zengin bir düzendedir."
Her kültürde, her çağda kozmosla yeni bir şekilde karşılaşmak her çocuğun doğuştan kazandığı bir haktır. Bu bize olduğunda, derin bir merak duygusunu tecrübe ederiz. İçimizdeki en şanslılara,
bu heyecana bizi yönlendiren öğretmenler tarafından rehberlik edilir. Dünyadan keyif almak için doğarız. Önyargılarımızı gerçeklerden ayırt etmemiz öğretilir. Ardından, kozmosun gizemlerini çözerken yeni dünyalar keşfedilir. Bilim, pek çok kültürü kucaklayan ve kuşakları kapsayan toplu bir girişimdir. Her çağda, ve bazen en olasılık dışı yerlerde bile büyük bir tutkuyla dünyayı anlamak arzusu duyan insanlar vardı. Sonraki keşfin nereden geleceğini bilemiyoruz. Zihnimizde canlandırdığımız düşler dünyayı yeniden inşa edecek. Bu düşler imkânsızlıklarla başlayacak. Bir zamanlar, teleskoptan bir gezegeni görmek bile şaşkınlık vericiydi. Fakat biz bu dünyaları inceleyerek yörüngelerinde nasıl hareket ettiklerini anladık ve yakında Yeryüzü'nün ötesine keşif yolculukları yapmayı planlıyor, gezegen ve yıldızlara robot kâşifler gönderiyor olacağız. Biz insanlar köklerimize bağlı olmaya özlem duyarız, bu nedenle ritüelleri yarattık. Bilim bu özlemin başka türden bir ifadesidir. Bilim de bizi köklerimize bağlar. Onun da ritüelleri ve emirleri vardır. Tek kutsal gerçek, kutsal gerçeğin olmamasıdır. Tüm varsayımlar eleştirel bir gözle incelenmelidir. Kaynağı otorite olan fikirler değersizdir. Gerçeklerle çelişen her şey onlara ne kadar tutkuyla bağlı olursak olalım dışlanmalı ya da tekrar gözden geçirilmelidir. Bilim mükemmel değildir. Çoğu zaman kötüye kullanılır. Bilim sadece bir araçtır. Fakat sahip olduğumuz en iyi araçtır. Kendini düzeltir, durmadan değişir, her şeye uygulanabilir. Bu araçla imkânsızın üstesinden gelebiliriz. Bilimin yöntemleriyle kozmosu keşfe başladık. İlk defa, bilimsel keşifler geniş çapta ulaşılabilirlik kazandı. Makinelerimiz bilimin ürünleri artık Satürn'ün yörüngesinin ötesine geçti. Keşif için gönderilen ilk uzay aracı 20 yeni dünya keşfetti.
Dikkatli gözlemlere değer vermeyi, gerçeklere riayet etmeyi öğrendik, huzuru kaçırıcı ya da geleneksel bilgiyle çelişir gibi olduklarında bile. Canterbury keşişleri samimi bir şekilde Ay'daki bir çarpışmayı kaydettiler ve Anasazi halkı uzak bir yıldız patlamasını gözlemledi. Bizim için gördüler, nasıl biz de onlar için görüyorsak. Onların omuzları üzerinde durduğumuz için daha ilerisini görüyoruz. Onların bilgilerinin üzerine inşa ediyoruz. Araştırma özgürlüğüne ve bilgiye özgürce erişime güveniyoruz. Biz insanlar, tüm maddeyi oluşturan atomları bu dünyayı ve diğerlerini oluşturan kuvvetleri görebildik. Yaşamı meydana getiren moleküllerin kozmosta uygun koşullarda kolayca oluşacağını biliyoruz. Yaşamın kalbinde yer alan moleküler makineleri saptadık. Bir damla suda küçük bir evren keşfettik. Kan dolaşımını yakından inceledik, tepeden baktığımız fırtınalı gezegenimiz Yeryüzü'nü tek bir organizma gibi gördük. Diğer gezegenlerdeki volkanları Güneş'teki patlamaları keşfettik. Uzayın derinliklerinden gelen kuyrukluyıldızları inceledik, kökenlerinin ve alacakları yolun izini sürdük. Pulsarları dinledik ve başka uygarlıkları aradık. Biz insanlar, Sükûnet Denizi adı verilen bir yerdeki başka bir dünyaya ayak bastık. Bu, ilk adımları 3.5 milyon yıl önce Doğu Afrika'nın volkanik küllerinde korunan bizim gibi yaratıklar için şaşırtıcı bir başarıydı. Uzaklara yürüdük. Kozmik evrimin 15 milyar yıl evvel ortaya çıkardığı hidrojen atomlarının yaptığı bazı şeylerdi bunlar. Destansı bir efsane hissi uyandırıyor. Fakat kozmosun evriminin günümüz bilimince ortaya çıkarılmış basit bir açıklaması bu. Ve bizler kozmosun cisimleşmiş gözleri, kulakları, düşünceleri ve hisleri olan bizler, nihayet kökenimizi merak etmeye başladık. Bizler yani yıldız tozları 10 milyarlarca atomun organize birlikteliğinden oluşan yıldızların ve sonunda bilince varan maddenin evriminin uzun soluklu sürecinde anlam buldu, belki sadece Yeryüzü'nde, belki de tüm kozmosta. Bizim bağlılığımız türlere ve bu gezegenedir. Yeryüzü için "biz" konuşuruz. Hayatta kalma ve ilerleme mecburiyetimizi sadece kendimize değil, aynı zamanda bizi meydana getiren, bu kadim ve engin kozmosa borçluyuz.
Carl Sagan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder