Rimbaud etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rimbaud etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Absent



Verlaine’in hayatına kötü, belki de en yıkıcı ve kendisinin de itiraf ettiği gibi, “özrü olmayan tek kötülük” girer. Verlaine içmeye başlar. Önceleri bu sadece bir gösteriş, umursamazlık ve inançtır, sonraları ise bir tutkuya, zulme, bilincinin kaygılarından bir kaçışa, “berbat bir ilaçta aranan unutkanlığa” dönüşür.

Verlaine, absent içer.


YAŞ DOLAR YÜREĞİME / VERLAİNE

      'Yağmur çiseliyor kente'

                   Arthur Rimbaud 




Yaş  dolar yüreğime

Yağan yağmur misali.

Nedir bu usanç  söyle

Yerleşen canevime? 

Ey tatlı  yağmur sesi

Damlar üstünde, yerde!

Bungun kalp hediyesi,

Ey yağmurun türküsü! 

Sebepsiz dolduruşu

Tiksinti duyan kalbi,

İhanet değil, ne bu?

Sebepsiz bir kuruntu. 

Odur en kötü  tasa

Bilmemek niçin'ini.

Ne bir kin, ne bir sevdâ,

Kalbimde bunca cefâ.

Sarhoş Gemi


Rimbaud, o ölümsüz ‘Sarhoş Gemi’yi, bu ancak devlere yaraşır düşü, renklerin ihtilalinden ve ateşler içerisinde yanan sözcüklerin senfonisinden oluşma, bana ve daha pek çoklarına göre Fransız edebiyatının en önemli şiiri olan yapıtını yaratmıştır. 

Rimbaud sanatçı olarak on beş yaşında Fransa’yı, on altı yaşında da Avrupa’yı terk etmiş, doğunun uçsuz bucaksız görkemine, başka yıldız sistemlerinin boşluktaki gecelerine, tropik dünyaların boğucu şehvetine yelken açmıştır. Ebedi şiiri ‘Sarhoş Gemi’ ise renklerin görkemli başkaldırısı, zincirlerinden boşanmış duyuların zaferi niteliğiyle Fransız şiirinin üzerinde, anarşinin kırmızı bayrağı gibi dalgalanır.

 Bu şiir, birbirine geçen görüntülerden oluşma bir çağlayandır, cehennemin göklerinden dökülme saptamaların dibinde toplandığı, kaynayan bir uçurumdur; sergilenen görüntünün anlamını insan, ancak sonradan kavrayabilir; ama bundan önce görüntülerin darbeleri altında bir sendeleme dönemi vardır. Bu tür ateşli görüntülere ancak William Blake’in betimlemelerinde rastlanılabilir. Şarkı söyleyen balıkların gezdiği ülkeler, kanayan yıldızlarla kaplı gökyüzü, tahtakuruları tarafından kemirilmiş dev yılanlar, panter gözlü çiçekler, gümüş rengi güneşler ~ denizin şiirinde dile gelen bu düş, hangi afyonlardan ve hangi yakıcı ateşten kaynaklanmadır? Ve bütün bunlara karşın sözü edilen düş, en gizli köklerinde yine de yaşamla bağıntılıdır; çığlık, her şeyi yakıp kavuran lav akıntısında alev alev bir doruk gibi, ansızın yükselir "Je regrette Europe aux anciens par, pets." Bu düşün en derinde yatan çekirdeğini, sonradan gerçekleşecek yazgıya ilişkin sezgi oluşturur. Rimbaud, bir falcı olabilmeye, gizli büyülerin yardımıyla geleceğin düşlerini bulabilmeye yönelik son özlemini bu şiirde yaşar. Hepsini bilmiştir. Gelecekteki yaşamı, uzak denizlere yapılan yolculuklar, bir daha Avrupa'ya dönmeyiş, bütün bunlar gerçekleşmezden yirmi yıl önce hem bu şiirde, hem de öteki şiirlerde mat renkli camların ardından parlarcasına yer almıştır. Henüz oluşmakta olanı sanat yapıtında gerçekleşmiş olarak sergilemek, iç dünyadaki misyonun işitilmedik zaferidir. 

‘Sarhoş Gemi’, aynı zamanda Rimbaud’nun son şiirlerinden biridir. Şairin soluğu o denli sıcaktır ki, parmaklarının arasındaki balmumu bir kalıba uyacak yerde erimiştir. Edebiyat, sanat, dile getirilemez olanı bütünüyle söyleyebilmekte aciz kalmıştır. Ve bu nedenle Rimbaud, henüz on sekiz yaşındayken sanatı fırlatıp atar.

Stefan Zweig


Geri dön!


Paul Verlaine
(1844-1896)

RIMBAUD’YA
3 Temmuz 1873

Dostum,

Bu mektup vardığında, Londra’da olup olmayacağını bilmiyorum. Yalnız sana şunu söylemek isterim ki, senden kesinlikle ayrılmam gerektiğini, bu çok güç ve senin şımarıklığından başka nedeni olmayan kavgalarla dolu bir yaşamın benim için dayanılır yanı kalmadığını anlamalısın artık.

Seni çok sevdiğim için (kötü düşünen alçaktır), şu noktayı da özellikle belirtmek isterim: Üç gün içinde karımla en iyi koşullarda yeniden bir araya gelemezsem, ağzına bir kurşun sıkıp kendimi öldüreceğim. Üç günlük otel masrafı, bir tabanca parası, hayli tutuyor; bu ara cimriliğe kaçma zorunluğum bundan. Ne olur beni bağışla.

Bu son serseriliği yapacaksam, hiç olmazsa tam bir serseri gibi yapayım. Dostum, ölürken seni, yanma dönmek istemediğim seni düşüneceğim; gerçekten de geberip gitmem gerekiyor çünkü artık.

Zıbarırken seni öpmemi ister misin?

Zavalh dostun P. Verlaine

Birbirimizi göremeyeceğiz artık. Karım gelirse, adresimi alırsın; bana yazacağını umarım. Üç gün için, ne eksik ne fazla, Bruxelles’e post-restant olarak yazarsın.

Barrere’e üç kitabını geri ver.

Çeviren: Tahsin SARAÇ


II

MATUSZEWICZ’E

Bruxelles, Post restant, 
5 Temmuz 1873


Sevgili Dostum,

Dayanılmaz ve hiç beklenmedik bir takım sıkıntılar, beni Londra’dan apar topar ayrılmak zorunluğunda bıraktı. Kitaplarımı ve temizletilip geri gönderilmek üzere giysilerimi bırakarak, Rimbaud’yu ekmek zorunda kaldım; içtenlikle söylüyorum, bu bana çok dokundu. Kendimi öldürme tehdidimden sonra karım yanıma gelmek istemiyor; yarın öğlene dek bekliyeceğim; ama gelmeyecek. Böyle bir ölümü pek aptalca bulmaya başlıyorum; bu nedenle, İspanyol Cumhuriyetçi Gönüllülerine katılmayı daha uygun buldum; çünkü burada gerçekten pek umutsuzum. Yarın buradaki İspanya elçiliğine gideceğim; kısa bir süre sonra da yola çıkacağımı sanıyorum. Lütfen hemen “8 gt College St Et Camdentown” adresine uğrayıp kitap ve giysilerimi isteyin. Rimbaud’nun bunlara gereksinimi olmaz artık; bir yığın müsveddeyi, defteri vb. ne yapacak o, bırakıp gidecek elbette. Özellikle müsveddeler için size rica ediyorum, elinizi çabuk tutun lütfen, size minnettar kalacağım; ne olur, bu mektubu alır almaz verdiğim adrese bir uğrayın ve hemen durumu bana yazın. Ev sahiplerime de söyleyin (ben de kendilerine yazdım), yarın kendilerine, ikinci haftanın ücreti olan yedi şilini postayla göndereceğim, peşin ödeyememiştim.

Bana Rimbaud’dan da söz edin. Ben oradan ayrıldıktan sonra sizi gördü mü? Bildirin bana, şaka bir yana, beni çok ilgilendiriyor bu, şakanın hiç de sırası değil hem!

Uzatmayayım, sizden hemen yanıt bekliyorum; giysi ve müsveddelerin posta masrafıyle yeni adresimi size göndereceğim; çünkü birkaç gün içinde bir karargâha katılmış olacağım.

Minnettarınız ve her zamanki dostunuz

P. Verlaine

Çeviren: Tahsin SARAÇ

Total Eclipse filminde, Verlaine ve Rimbaud



'Arthur Rimbaud
(1854-1891)

VERLAINE’E
I
Londra, cuma
 öğleden sonra 4 Temmuz 1873

Dön, dön artık, biricik dost, sevgili dost, dön. Artık iyi ve kibar olacağıma söz veriyorum. Sana karşı soğuk davranmam inatla sürdürdüğüm bir şakaydı; bin pişmanım şimdi buna. Geri dönersen unutulup gider. Bu şakaya inanmış olman ne acı! İki gündür durmadan ağlıyorum. Geri dön. Biraz yüreklilik göster, sevgili dostum. Henüz hiç bir şey yitirilmiş değil; yapacağın şey yalnızca bir dönüş yolculuğu. Burada yine yüreklilikle, sabırla yaşarız. Yalvarıyorum sana. Hem daha çok senin iyiliğine olacak bu. Geri dön, bütün eşyanı yerli yerinde bulacaksın. Umarım ki tartışmamızda ciddi bir neden olmadığını sen de anlamışsındır şimdi artık. Ne korkunç andı o! Peki ama, gemiyi terketmeni işaret ettiğimde sen niye gelmedin? Bu noktaya varmak için mi iki yıl birlikte yaşadık ? Ne yapacaksın şimdi ? Buraya gelmek istemiyorsan, senin bulunduğun yere geleyim mi?

Evet, haksız olan benim.

Beni unutmayacaksın, değil mi?

Hayır, unutamazsın sen beni.

Ben seni hep yüreğimde taşıyorum.

Dostunu yanıtsız bırakma: Birlikte yaşayamayacak mıyız artık? Biraz yürekli ol. Hemen yaz bana.

Daha uzun süre kalamayacağım burada.

Yüreğinin sesinden başka şey dinleme.

Yanma geleyim mi? Hemen bildir bana.

Tüm yaşam boyu sana bağlı kalacağım.

Rimbaud

Hemen yanıtla beni. Burada en çok pazartesi akşamına dek kalacağım. Üzerimde henüz bir peni bile yok; elimdeki tüm parayı postaya veremem. Kitaplarını ve müsveddelerini Vermersch’e bıraktım.
Seni bir daha göremezsem, ya denizci olacağım ya asker.

Çeviren: 
Tahsin SARAÇ


II

Londra, 5 Temmuz 1873

Sevgili Dostum,

Mektubunu aldım. Doğrusu bu kez haksızsın, hem de çok haksız. Önce, mektubunda olumlu hiç bir şey yok. Karın gelmeyecek, ya da, ne bileyim, üç ay sonra, belki de üç yıl sonra gelecek. Geberme konusuna gelince, hadi hadi ben seni bilirim! Anlaşılan karını ve ölümü beklerken, sürtüp duracak, serserilik edecek, onun bunun başını ağrıtacaksın. Ne o ? İkimizin de huysuzluklarımızın saçma ve gereksiz olduğunu hâlâ kabul etmedin mi sen? Öyleyse son suç sende olacak artık; çünkü ben seni geri çağırdıktan sonra bile, yersiz inadında ayak diredin. Başkalarıyle bir yaşamın, benimle olandan daha tatlı geçeceğini mi sanıyorsun? Bunu çok iyi düşün! Hiç kuşkusuz ki hayır!

Yalnız ve yalnız benimle özgür olabilirsin sen; ilerde sana karşı çok daha kibar ve anlayışlı davranacağıma söz veriyorum; kendi payıma düşen haksızlıkları kabul ediyor ve bundan üzüntü duyuyorum, artık aklımı başıma topladım, seni de çok seviyorum; ama bütün bunlara karşın, yine de geri dönmez ya da senin yanına gelmemi istemezsen, büyük bir suç işlemiş olursun; her türlü özgürlüğün elinden gidecek, şimdiye dek çektiklerinden çok daha büyük sıkıntılara düşeceksin ve yıllar boyu pişmanlık duyacaksın. Bütün bunlardan sonra, beni tanımadan önceki durumunu da yeniden bir düşün!

Bana gelince, annemin yanına dönmeyeceğim artık. Paris’e gidiyorum. Pazartesi akşamı yola çıkmaya çalışacağım. Bütün giysilerini satmamı istiyorsun; başka türlü yapamam zaten. Gerçi henüz satılmadı, ama pazartesi sabahı gelip alacaklar. Bana Paris’e mektup yazmak istersen, “A. Rimbaud, 285 Rue Saint-Jacques L. Forain eliyle” diye yolla. Adresimi o bilir.

Karın dönerse, elbette mektup yazıp seni güç durumda bırakmam. Hiç yazmam o zaman.
Tek geçerli söz “geri dön”dür. Seninle birlikte olmak istiyorum. Bu söze kulak vermekle anlayış ve yüreklilik göstermiş olursun.

Yoksa acırım sana doğrusu.

Seni yine de seviyor ve kucaklıyorum.

Yakında görüşmek umuduyle.

Rimbaud
Çeviren: Tahsin SARAÇ

"Ahlakdışı Bir İlişki" (Verlaine & Rimbaud)


"Biçimi yuvarlak, kenarları ezik ve yırtık, çapı yaklaşık 5 milimetredir"
(Dr. C Semal, Hopital Saint Jean, Brüksel, 14 Temmuz 1873)


YARGIÇ TSERSTEVENS:  [Mathilde] sizin Verlaine’le yakınlığınızdan ötürü, bir şikâyette bulunmadı mı?

RIMBAUD: Evet. Hatta bizi ahlakdışı bir ilişkiyle suçluyor; ama ben böyle bir iftirayı yalanlamak zahmetine bile katlanmam.

Doğrusunu söylemek gerekirse, “ahlakdışı ilişki”nin davayla bir ilgisi yoktu. Ama yargıcın merakı uyanmıştı. 16 Temmuz’da, hücresinde Dr. Semai ve Dr. Vleminckx tarafından ziyaret edilen Verlaine aşağılayıcı bir muayeneye tabi tutuldu. Doktorların raporu mahkemeye cezayı ağırlaştırıcı bir kanıt olarak sunuldu. Sosyal tarihin bir parçası olarak alıntılanmayı hak ediyor:

Penis kısadır ve pek geniş değildir. Penis başı özellikle küçük, koni biçimindedir ve dış ucuna doğru giderek inceliyor [...]

 Anüs, kaba etlerin hafifçe birbirinden ayrılmasıyla gayet bariz bir şekilde, yaklaşık iki buçuk santim derinliğe kadar açılıyor. Bu hareket, afeksi konkav bir kesik koniye benzeyen, genişlemiş bir infundibulumu açığa çıkarıyor. Sfinkter katlarında yara ve herhangi bir iz yok...

Kasılabilme: Hemen hemen normalliğini koruyor.

Bu muayeneden çıkarılacak sonuç, P. Verlaine’in hem aktif hem de pasif homoseksüellik izlerini taşıdığıdır. Bu izlerden hiçbirinin tipi, müzmin ve uzun süredir var olan bir alışkanlıktan şüphelenmeye yetecek kadar belirgin değildir; daha ziyade, nispeten yakın zamana has bir alışkanlığı gösterir...

“Brüksel olayı”nda simgesel bir şey varsa, şair hakkındaki bu adli tıp analizidir. Doktorların düzyazı metnini okuduktan sonra “Sonnet du Trou du Cul’u müstehcen bulmak zordur:

“Karanlık ve buruşuk sanki mor bir karanfil gibi, / Nefes alır, usulca sinmiş yosunların içinde, / Bembeyaz kıç yanaklarının yumuşak eğimiyle / Nakışlı kenarlarına kayan aşktan hâlâ nemli.”

sylvie (galerie-creation)

Rimbaud: Sessizliğin Efendisi

 Nasıl "her şey var olacaktı"? Şu yeryüzünde, karanlık bir felaketten düşmüş sessiz bir kitle yerine bir meteoru neden yeğlememeli? Ne diye "yazınsal" olmak söz konusu? Aslında, saygıdeğer Mallarme, tartışmasız mücevheri olduğu yazarlar topluluğu adına konuşmaktadır. Ama işte, arzu kendini belli ediyor. Gencecik Rimbaud, Paris'e, ona bir hizmetçi odası veren Banville'e geldiğinde; soyunmuş ve pencerede çırılçıplak görünmüştü. Halktan, basit bir kıza benziyordu, "koca çamaşırcı elleri vardı, bir erkek çocuğunun yapabileceği çok daha korkunç meslekleri haber veren eller". O bir "oğlan"dı, şuraya bakın, "sızlanan ve alaycı bir ağız çizgisi" vardı, genellikle dışarıda, mavnalarda yatardı, evsiz barksızdı, onu alıkoymazlardı, şiirsel dinsel ayini, arkadaş toplantılarını, kutlamaları, dinletileri rahatsız ederdi. Hiçbir kutsal kitaba ulaşmak istemezdi, dünya bir ayine veya kilise kitabına kapatılacak gibi gelmiyordu ona, sonra, açıkça söyleyelim; koca elleri, sızlanan ağız çizgisiyle kendisi de çok heyecan uyandırıcıydı. Geçelim. Saygıdeğer Mallarme, sanki rastlantıymış gibi, anne Madam Rimbaud'yla kızı Isabelle'in Paterne Berrichon'la evlenmesi konusunda yazışacaktır. Bu adam konusunda mükemmel tavsiyelerde bulunmaktadır. Mallarme, büyük vaftiz babasıdır, aklı başında amca, bütün düğün çiçeklerinde veya cenaze çelenklerinde bakir namevcut! Bakir olmanın korkunçluğunu seviyorum, der. Bu garip seste ölüm kol gezer. Buz gibi bir ürperme zamanın içinden geçer. Kız kardeşine, kendisini Rodin'e mıncıklattırdığı için kızan dindar Claudel, Rimbaud'ya toslayacaktır, Notre-Dame de Paris'de bir sütuna dönüşmüş olan Rimbaud'ya. Öfkeye kapılan gerçeküstücüler Rimbaud'yu hemen devrim ordusuna postalarlar. Victor Hugo, iki ruh çağırma seansı arasında onu çocuk Shakespeare'e benzetir, Zola onu sıkıcı bulur, Malraux, geceleri yaptığı ipnotizma hareketleri sırasında onu unutur, Pantheon rahat uyuyabilir. Proust hiç sözünü etmez, haklı olarak, Gide ve Valery onu tanımaz, Celine, Villon aracılığıyla belli belirsiz hatırlar, Sartre onu Genet'yle karıştırır, Camus ona yabancıdır, Breton onu delice aşkla, tarot kartlarıyla, ortaçağla silikleştirir, Aragon ömrünün sonunda, hummalı bir biçimde çamaşırcılarda izini sürmeden önce Stalin'in bıyıkları altında arar onu. Rimbaud bu, ne yaparsınız, bir şeytan, bir insan değil.


Le Poete, Hommage A Rimbaud (Francis Gruber, 1942)


(Ç)a(lı)şmak


1872 Haziranındayız. Rimbaud "juin" sözcüğünü (Fransızcada Haziran.), junphe diye yazıyor. Arkadaşı Delahaye'e yazdığı mektupta Komün Parisi'nin adı onun için: Parmerde. (Merde Fransızcada bok) Güzel bir odada yaşadığını söylüyor, oda derinliği olmayan bir avluya bakıyor, diyor ama üç metre kare, Sorbonne'un hemen yani başında. 

"Orada, bütün gece su içiyorum; sabahı görmüyorum, uyumuyorum, boğuluyorum"

 Monsieur-le-Prince sokağında. Mayıs ayında oturduğu odayı arıyor:

 "Şimdi geceleri (ç)a(lışıyorum, gece-yarısından sabahın beşine kadar! Geçen ay, odam Saint-Louis lisesinin bahçesine bakıyordu. Dar penceremin altında koca koca ağaçlar vardı. Sabahın üçünde mum sönerdi: Bütün kuşlar ağaçlarda aynı anda öterdi: Tamam. İş biterdi. Ağaçlara, gökyüzüne bakmam gerekirdi, sabahın bu ilk saatlerinde, anlatılması olanaksız bu vakitte kavranan ağaçlara, göğe. Lisenin sessizliğe gömülü yatakhanelerini görürdüm. Bulvarlarda yük arabalarının kesik kesik, çınlayan, doyum olmaz gürültüsü başlamış olurdu bile. Pipomu içerken kiremitlere tükürürdüm çünkü odam tavanarasındaydı. Saat beşte, aşağıya ekmek almaya inerdim. Her yerde işçiler hareket halinde olurdu. Benim için şarapçılarda kafa çekme vaktiydi. Yemek yemeye eve dönerdim, sabahın yedisinde yatardım, güneşin, kiremitlerin altından tespih böceklerini çıkarttığı saatte. Yazın sabahın erken saatleri ve Aralık akşamları, burada beni her zaman büyüleyen bunlardı işte."

"(Ç)a(lı)şıyorum": Latince vincere "aşmak, yenmek" ten. Meni, vidi, vici. (Ç)a(lı)şmak, çalışmak değil. Kendiliğinden oluşuyor ya da hiç. Dikkat, (ç)a(lı)şıyorum, benim intikamım olacak. Pek de hafif bir intikam değil. Bir şeyden kuşkulanmayanlara yazık, hattâ daha sonra gelip, Verlaine gibi, 'ayaklara tespih geçirerek' beni dinsel hücreye tıkmaya çalışanlara da. 

*
Philippe Sollers
Stüdyo

rimbaud's utensils (musee rimbaud charleville)


BÜYÜK İSYAN

Rimbaud, Avrupa’nın hemen hemen tüm limanlarına gider, kah bu rotayı kah şu rotayı izler, Kıbrıs’a, Norveç’e, Mısır’a, Java’ya, Arabistan’a, Habeşistan’a uğrar. Onun araştırmaları, çalışmaları, spakülasyonları düşünülsün! Hepsi de “egzotik” etiketini taşırlar. Girişimleri de şiirsel düşünce uçuşları kadar atak ve plansızdır. Yaşamı, kendisine ne kadar can sıkıcı ve ıstırap dolu gelse de, asla düzyazısal bir yaşam değildir… ‘Yaşamın ortasında dikildi’ diye düşünüyor bürosundaki memur. Evet, şairler tamamen bir yana, birçok hali vakti yerinde vatandaş, salt Rimbaud’nun serüvenli yaşamını taklit edebilmek için bir kolunu veya bacağını verebilirdi. Pataloji uzmanı “hafif paranoya”dan söz edebilir, fakat o, evinde oturanlara bir nimet gibi görünüyor. Bahçesini sulayan bir Fransıza açıkça bir çılgınlık gibi görünüyordur. Aç karnına bu dünya gezisi müthiş bir şey olmalı. 40′000 altın frangını sürekli kuşağında taşıdığı için basur olduğunu öğrendiklerinde, ülkesinin insanlarına daha da çılgın, daha da ürkütücü görünmüş olmalı. Yaptığı her şey garip, fantastik ve görülmedik bir şeydi. Yolculuk rotası, kesintiye uğramamış biricik fantazmagoryadır. (sf. 89-90)


*
RİMBAUD YA DA BÜYÜK İSYAN 
HENRY MİLLER

Güzelim oğlu Pan'ın!

Güzelim oğlu Pan'ın! 
Çiçeklerin, yemişlerle çevrili alnın sıra gözlerin, 
o biricik yuvarlar, dönüp duruyor. 
Esmer bir tortuyla gölgeli yanakların çukur çukur. 
Pırıl pırıl dişlerin. 
Bir gitara benziyor göğsün, o sarışın kollarında akıp giden. 
İki cinsin birden uyuduğu karın boşluğunda küt küt atıyor yüreğin. 
Geceleri kalçalarını, 
önce birini, sonra ötekini, 
sonra da sol bacağını yavaş yavaş sallayarak, çık dolaş! http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2013/02/rimbaud-siiri.html

ryan mcginley

Les Corbeaux


Nasıl bir bok çukuru burası! Bu köylüler ne naif canavarlar böyle. Geceleri bir içki içmek istersen kilometrelerce yürümen gerek. O anne beni bir cehennem çukuruna gömdü.

Buradan nasıl kurtulacağım, bilmiyorum; ama kurtulacağım. O berbat Charlestown'ı,Universe'u, kitaplığı falan arıyorum... Ama oldukça düzenli çalışıyorum; küçük düzyazı öyküler yazıyorum, genel başlığı: Çoktanrılı kitap ya da Zenci kitabı. Çılgınca bir şey ve masum. Ah! Masumluk, masumluk,masumluk, masu... Allah kahretsin!

Kıçıma kadar doğa düşüncesiyle doluyum. Seninim ey doğa, ey benim annem!

(Charleville'den Mektup)


Charleville


Les Corbeux (Kargalar)

akşamla susunca çanlar,
soğuk basınca kırları,
tanrım, kutsal kargaları
duanın bittiği anlar
indir göklerden doğaya
kargalar çığlık çığlığa.

rüzgârlar esiyor, bakın
nasıl saldırıyor size
yuvanıza, evinize!
kargalar, haydi toplanın
gömütle dolu yollarda,
çukurlarda, oyuklarda,

ölüp gidenler geçen kış
tarlalarda dinleniyor,
kargalar gökte dönüyor,
yolcular düşünsün diye;
kimler konup kimler göçmüş,
sen ey hüzünlü kara kuş!

büyülü gecede yitik,
gemi direği gibi dik
meşenin üstüne konan
kargalar, kutsal kargalar!
kış başladı, sizler susun,
kırlarda kapalı kalan
ve ormanlarda kaybolan
onulmaz bozguna tutsak
yaralı yürekler için
mayıs bülbülü şakısın.




Verlaine

.
...En azından bir süre eskisine göre daha az korkunç bir görünüm içinde olmak: iyi giyinmek, ayakkabıların boyalı, saçların taralı olması, gülücükler dağıtmak...

VERLAINE'DEN RIMBAUD'YA






İki adam Paris’te XIV. Arondismanda Didot Sokağı’nda yürüyor. Yirmi yaşlarında gösteriyorlar. Okul arkadaşları. Hiç konuşmuyorlar. Kaldı­rımda hızlı hızlı yürüyorlar.

Sol taraflarında Broussai Hastanesi duvarlarını gösteriyor. Sundurma­dan geçiyorlar, iki taraflı ağaçlı yolları izleyerek önce bir binaya daha son­ra başka bir binaya gidiyorlar, nihayet uzunca bir salona giriyorlar ve bek­lemeleri rica ediliyor. Aradıkları adam sabıkalı, eski mahkûm yok orada.

Soruyorlar. Beklemelerini istiyorlar. Nihayet bir hemşire oldukça geniş bir salona götürüyor onları; bu salonda bahçeye bakan bir pencerenin iki ta­rafına altı demir karyola yerleştirilmiş.

Ziyaretine geldikleri hasta pencerenin sağ tarafında, ortadaki karyolada yatıyor. Adı baş ucunda bir tabelada yazılı. Saçları gri, gözleri bir kır tanrı­sının gözleri, alnı geniş, sakalı yabani otları andırıyor. Başında bir başlık, üstünde hastanenin adının yazılı olduğu bir gömlek var.

İki ziyaretçi geliyor. Yataktaki adam doğruluyor, yatağındaki dergileri ve gazeteleri kaldırıyor. Sonra kalkıyor. Eski bir pantolon, lekeli bir yelek ve üstüne de gene hastanenin verdiği robdöşambrı giyiyor, belini sıkıyor.

Ziyaretçilerinin önüne düşüyor ve koridora çıkıyorlar.

Daha sonra bahçeye çıkıyorlar. Bir saat boyunca samimi bir sohbet için­de dolaşıyorlar, yanlarından geçen hasta ihtiyarlar kendi dünyalarına dalmış iki öğrenci ve serseri kılıklı bir hastadan oluşan bu tuhaf üçlüye pek sem­patik olmayan bakışlar atıyorlar.

Ayrılıyorlar.

Bir yıl sonra Broussai Hastanesi’ndeki hasta taburcu oluyor. Bastonuna dayanarak zor yürüyor. Montmartre'da bir sokakta o genç ziyaretçilerinden birine rastlıyor ve tanımıyor onu. Genç ziyaretçisi duruyor ve tanıtıyor ken­disini. Kısa bir süre sohbet ediyorlar.

Eski mahkûm “bir kadeh bir şey ısmarla bana" diyor.
Karşısındaki küçük para cüzdanını çıkarıyor ve bütün servetini gösteri­yor. Birkaç kuruş... Ayrıca biraz önce bir garsonun kendisini, kıyafetini uy­gun bulmadığı için oturduğu bistrodan attığını söylüyor.

Bir kafeye giriyorlar ve siparişlerini veriyorlar.

“Nerede oturuyorsunuz?” diye soruyor öğrenci.

Karşısındaki hüzünlü bir tavırla omuz silkiyor.

“Bir yerde oturmuyorum, geceler sokaklarda geçiyor.”

Böyle diyordu şair. Bu yüzyılın sonunda değil, geçen yüzyılın sonunda. Evi barkı olmayan adam Paul Verlaine’dir. Onu dinleyenler de Pierre Louys ve Andre Gide.

Bugün hayatta olsaydı metroda yaşardı Verlaine.

Sefalet hiç acımaz.

*
Kitap: Bohemler

RİMBAUD


1949'da "RIMBAUD" adı Luxor tapınağındaki bir sütunun üzerinde, (daha sonraki kazılar sonrası) yerden yaklaşık üç metre yükseklikte bulundu. Bu durum büyük bir heyecan yarattı. R. Mısır'da "eski hikmet" arayışındaydı... E. Starkie'ye göre (1961) "İskenderiye yakınlarındaki" bu tapınak 640 km uzaklıktaydı. R. Luxor'u 1887 sonbaharında görmüş olabilir ama kazınarak yazılmış yazının tarzı daha eski bir tarihi düşündürüyor; muhtemelen Napolyon'un (1798 - 1801) seferine katılmış bir asker ve hatta R.'nun büyükdedesi Jean François; 1792'de bir pazar sabahı karısıyla kavga ettikten sonra, üzerinde bir yelek, pantolon ve bir takkeyle evi terk etmişti. - Graham Robb (Rimbaud biyografisi yazarı)


İÇLİ GÖRÜŞME

İÇLİ GÖRÜŞME

Issız ve buz tutmuş eski meydanda, 
İki gölge geçiverdi bir anda.

Dudakları sarkık, ölgün gözleri,
Ve güçlükle duyuluyor sözleri.

Issız tarlada düşsel iki kişi,
İki gölge hatırladı geçmişi.

—Hatırında mı o büyülü anlar?
—Gayri hatırlasam da neye yarar?

—Beni düşlerinde görür müsün çok? 
—Yüreğin adımla vuruyor mu?—yok.

—Ah! O mutlu, o güzel günler gelir 
Gözlerimin önüne! —Olabilir.

—Umut büyük ve maviydi gökyüzü 
—Umutlar yenildi, bıraktı bizi.

Yürüyorlardı meydanda böylece 
Dinliyordu onları ıssız gece.

Verlaine
çeviri: erdoğan alkan



Les poetes de sept ans (Leo Ferre & Rimbaud)

RİMBAUD

ARTHUR RİMBAUD’YA

Ölümlü, melek VE şeytan Rimbaud, budalalar 
Varsın sana toy oğlan, esrik adını taksın 
Çayır ejderi, mektepli diye saldırsınlar 
Sen benim betiğimde ilk yeri alacaksın...

Çalmada belleğin zindanına girişini 
Lavtaların ezgisi, büyüsü saatların 
Zaferde şarkı söyleyecek ışıklı adın 
Çünkü sen sevdin beni ki sevmen gerekirdi

Genç ve güçlü adam, kadınlar görecek seni 
Güzel kişi şeytanca ve masum bir kız kadar 
Üstünde çetin bir kayıtsızlığın hazzı var

Tarih senle dikecek ölümün heykelini 
Uzanan yücesine saf aşırılıkların
Arzunun başı üstünde beyaz ayakların.

Verlaine
çeviri: erdoğan alkan



Öldüğünde, avangard çevreler dışında tanınmayan Arthur Rimbaud (1854-1891), yirminci yüzyıl kültürü üzerinde hem en yıkıcı hem en özgürleştirici etkisi olan kişilerdendi. Varoluşun doğasını değiştirme konusunda ilk kez bilimsel yönden inandırıcı bir yöntem bulan, bir toplumsal değişim modeli olarak ilk kez homoseksüel bir macera yaşayan ve hakkındaki kötü şöhrete hala kaynaklık eden söylenceleri hiçe sayan ilk şairdi.

Rimbaud’nun yirmili yaşlarının başında şiiri bırakması, Beatles’ın dağılmasından bile daha uzun ve yaygın bir şaşkınlık yaratmıştı. Fransız dekadanlarının onu bir “mesih” olarak selamladığı 1880’lerin ortalarında bile, kendi başlangıcından itibaren birçok şeyin yeniden beden bulmuş haliydi. On üç ülkeye yolculuk yapmış, fabrika işçisi, öğretmen, dilenci, liman işçisi, ücretli asker, denizci, kâşif, tüccar, silah kaçakçısı, sarraf ve Habeşistan'ın güneyindeki bazı yerlilerin gözünde de Müslüman bir peygamber olarak yaşamıştı.

Bizim bugün asi sanatçılar hakkında düşündüklerimizin birçoğundan Rimbaud sorumludur; “isyanın şairi ve hepsinin en büyüğü” demişti Camus. Onun, istenmeyen bir yük gibi geride bıraktığı şiirler edebi birer saatli bombaya dönüştü: “Sarhoş Gemi” (“Le Bateau ivre”), esrarengiz “Voyelles” [Sesliler] sonesi, Cehennemde Bir Mevsim (Une Saison en En fer), Illuminations adlı düzyazı şiiri ve Proustvari “Memoire” [Hatıra] ile Albüm zutique'te yer alan ve müstehcen, Freud öncesi parodileri gibi tuhaf bir şekilde kabul görmemiş diğer başyapıtları...

Rimbaud, ölümünden sonraki sembolist, sürrealist, Beat şairi, devrimci öğrenci, rock şarkı sözü yazan, gey öncüsü ve ilham kaynağı uyuşturucu kullanıcısı kariyerlerinde, dört kuşağın avangard çevreleri tarafından, gelenek evinden acil çıkış olarak görüldü. Paul Valery’ye göre, “Bilinen edebiyatın tamamı ortak aklın diliyle yazılmıştır; Rimbaud’nunkiler hariç."

Rimbaud’nun kendi “sözel simya ”sı dediği deneylerin, edebi metinlerin yaşamın profesyonellik dışı keşmekeşinden soyutlanarak incelenmesi gerektiği fikrinin oluşmasına yardım etmiş olması gayet ironiktir. En çarpıcı etkisini, yaşamını yapıtının temel bir parçası sayan yazarlar, müzisyenler ve ressamlarda göstermiştir: Pablo Picasso, Andre Breton, Jean Cocteau, Allen Ginsberg, Bob Dylan ve zaman zaman onun Paris’teki ölümünü taklit ettiği söylenen ve Rimbaud’nun peşinden Etyopya’ya giden Jim Morrison.






Şair doğulur, tüccar ölünür.
Romanya Atasözü



  Rimbaud's Tie
1947, Jacques Hérold







Arthur


...Anımsıyorum, babam bir gün bir bölme işlemi yaparsam bana yirmi metelik vereceğini söylemişti; işleme başladım: ama bitiremedim. Ah: bana kaç kez para, oyuncak, şekerleme ve hatta birinde beş frank vereceğini söyledi, kendisine birkaç satırlık bir yazı okuyabilirsem. Buna karşın, okula yazdırdı beni on yaşıma geldiğim zaman. Neden — diyordum kendi kendime — Grekçe. Latince öğrenmeliyim? Bilmiyorum. Bunlara bir gereksinimimiz yok aslında. Başarılı olmak umurumda bile değil, neye yarar başarılı olmak, hiçbir şeye, öyle değil mi? Ama. hayır; dediklerine göre ancak »başarılı olursa mevki sahibi olabilirmiş insan. Mevki falan istemiyorum ben: ben mirasyedi (rantiye) olacağım. Diyelim ki canım bir dil öğrenmek istedi, iyi ama niçin Latince öğreneyim. Kimse konuşmuyor bu dili. Kimi zaman gazetelerde Latince sözler görüyorum; ama. Allaha şükür, gazeteci falan olmayı düşünmüyorum. Tarih ya da Coğrafyayı da neden öğreneyim? Kuşkusuz, Paris'in Fransa'da olduğunu bilmemiz gerekir, ama hangi enlem derecesindeymiş bunun ne önemi var. Tarihte, Chinaldon'un, Nabopolassar'ın, Darius’un, Cyrus'un ve İskender'in ve şeytansı adlarıyla ünlü daha başka ahbaplarının hayatlarını öğrenmek işkence değil mi?

İskender'in ünü umurumda mı benim? İlgilendirmez beni... Latinler var mıydı yok muydu bilen kim? Belki de bir dil yarattılar; ve diyelim ki vardılar, ben kendim mirasyedi olmaya bakarım, onların dilleri kendilerinin olsun. Onlara ne kötülük yaptım da bunca eziyet ediyorlar bana? Gelelim Grekçe'ye. Kimse konuşmuyor bu pis dili, yeryüzünde kimse!...

Ah! anasının anasını satayım! canına yandığımın! ben mirasyedi olacağım; okul sıralarında pantalon kıçı eskitmek hiç de hoş değil, Allahıma!

Kundura boyacısı olmak için, kundura boyacısı mevkiini kazanmak için, bir sınavdan geçmek gerek: çünkü olmamız için bize uygun görülen görevler ya ayakkabı boyacılığı ya domuz çobanlığı ya da sığırtmaçlık. Kalsın, istemem ben. anasını satayım! Ödülünüz sille tokattır bunlar için: hayvan derler size, elbette doğru değil, adamcık falan da derler...

Ah! anasını sattığımın!.. Devam edecek.

ARTHUR (1864)
"ilk düzyazılar"