Big Sur (Jack Kerouac'ın Kitabından)


Her  şey şahane - Ve ilk başlarda vadinin öbür ucunun üst taraflarında hülyalı öğle sonrası eğrelti otlarıyla kaplı çayırların keyfini sürmek gibisi yok zaten, yarım milden kısa bir yürüyüşle vahşi, hüzünlü deniz
kıyısının da tadını çıkarabilirsin ya da bu ikisinden de bıkmış isen git derenin kıyısındaki kayranda oturup budaklara bakarak düş kur - Korulukta düşlere dalmak ve yöre tinlerine dua ederek "Burada kalmama izin ver, huzur istiyorum yalnızca" demek o denli kolay ki tüm sisli doruklar Evet diye yanıt veriyorlar, sessiz - Sonra kendine dersin ki (şayet sen de teolojik bağlamlarda benim gibiysen) (hiç olmazsa o zamanlar, ben delirmeden 

önce hala böyleydi yaklaşımlarım) "Her şey olan Tanrı'dan başlar uyanış'ın yolu, olanaksız bir göreve dair uzun bir rüya görmek gibi ve birden uyanıyorsun, hoppa! Görev mörev kalmamış, her şey yitip bitmiş" - Coşkuyla akan ilk birkaç gün boyunca kendimden emin olarak diyorum ki (daha üç haftacık geçmeden, ne yapacağımı bilmeden) "artık aşırıya kaçmak yok, dünyayı sessizce seyretmenin, hatta onun tadını çıkarmanın zamanıdır benim için, önce böylesi korularda,
 sonra da dünya insanlarının arasında sakin sakin yürüyüp onlarla konuşma zamanı, içki yok, uyuşturucu yok, işaret alemleri yok, bitniklerle, ayyaşlarla, esrarkeşlerle ve herkesle yarışmak yok, artık kendime ah Tanrı ne diye bana bu çileyi layık görüyor diye sormuyorum, bu kadar, yalnızlığı sev, gez, garsonlarla konuş sadece, gerçekten, Milano'da, Paris'te, sırf garsonlarla konuş, gez toz, artık hayatı kendine zehir etmek yok... Neticede bildiğimiz dünyanın yüzeyinin bir milyar yıl 
sonra çamur ve kumla kaplanacağı gerçeği üzerinde düşünmenin, buna odaklanmanın ve bunu beklemenin zamanı gelmiştir... Yaşasın daha fazla yalnızlık" - "Çocukluğuna dön, elma ye ve sadece ilmihalini oku - kaldırım taşlarında otur, Hollywood'un spot ışıklarının canı cehenneme
İşte yaşamın tüm ayrıntılarını anımsamak için şuracığa oturarak ya da buracığa uzanarak ya da ağır ağır yürüyerekten yaşama ilişkin o harika, hiç bitmeyen upuzun anımsayışlara dalmak, her şey artık bir milyon ışık yılı uzakta (Proust'a bir başına kaldığı odasında andırdığınca) ve heyecanlı sinema filmlerini andırıyor, istendikçe daha da derinlemesine inceleniyor - zevk için hem de - Ben Tanrı'nın şu anda bunu yaptığını, bizlerden ibaret olan kendi sinema filmini izlediğini hayal ederim hep. (sf.31)

The Heart Is Deceıtful Above All Things



Kalp her şeyden fazla aldatıcıdır ve değiştirilemez derecede kötüdür; 
who can know it?  (Jeremiah 17:9)


Asia Argento'nun
 filminden
trailer: 

Queer Okumalar






Klee: Dream

Köyler kentler sarmalar Klee'nin yapıtı'nı, en çok da evler: Pencerelerinden bakar onlar, bakışlarının ışığını gönderirler, kapıları konuşur, bir ağız gibi aynı: Söz alır, sözler kurarlar, bir dil ki yavaş yavaş gramerini eleverir, karşısına geçen kurallarını, yazımını, sözdizimini dayatır.

Öteki kutupta açılır Klee, dışarı çıkmış, dönmek istememiştir. Güneş, resimlerinin vazgeçilmez ışık ve ısı kaynağı. Renklerini o tarar. Gölgeleri tayin eder. Mevsimleri üleştirir.

Neden sonra Gece'ye gelir sıra.

Klee'nin geceleri, bir dereceler beldesi yaratmıştır. Koyu, ağır olanlarında belli belirsiz kıpırdanır her şey, alacakaranlığın mıknatısına kapılmıştır sık sık, Uyku'su kendisini çeşitli hallere böler.


Strong Dream, 1929, Klee


İşte Sıkı Düş - evinden uzağa gitmiş, ola ki evinin yolunu çoktan yitirmiş, bir çadır olsun kuramamış bu yapayalnız seyyahın hikayesi. Bir Önceki düşünde şefaat ile seyahatı heyecandan biribirine karıştırdığı için bütün yaşamı bir sürçmeye bağlı olarak gelişmiş saltık bir avara ile karşılaşıyoruz.

Frenklerin güzelim deyimiyle "dormir a la belle etoile", çatısız uykusuna gökkubbenin altına sığınarak dalıp gitmiş bu ıssız adam. Üzerindeki battaniye, imgelemimizi biraz zorlasak, dinlenmeye çekilmiş, yeryüzünde unutulmuş bir meleği yorgun, kendi üzerine katlanmış kanatları değil mi - bir yandan da?

Bütün bu gördüklerimizin "gerçek"le bir ilişkisi yok oysa - bizim baktığımız, onun düşünde gördüğü.

Gök cisimlerinin, alışageldiğimiz güzergahlarını terkedip yepyeni ilişki denklemleri kurabilmeleri, yol haritalarını değiştirmeleri için bizim onları başka bir pencereye yansıtmamız, oraya düşürmemiz yeterli.

Yoksa, ama, hayalkuranın bir otoportresi mi bu?

En sıkı yolculukların kafatası kutusunda yapıldığını her söyleyişimizde, yazdığımız cümle sanki bizden çıkıp gidiyor.

"Sıkı Düş", bir iş yolculuğu demek.

Uyku da yok burada bu an, yolculuk da.

İmgelem, Göz, El çalışıyor.


E.B.

Melankoli Nesneleri



Huzursuzluk Kitabı'ndan




Dönemeçte belirdiler; bir sürü genç kızdılar. Şarkı söylüyorlardı yürürken; sesleri de çok neşeliydi. Kim olduklarını bilmiyordum. Onları, özel bir şey hissetmeden, uzaktan uzun süre dinledim. Yüreğim burkuldu.

Acıdığım gelecekleri miydi? Bilinçsizlikleri mi? Belki de doğrudan onlar değildi - ama kim bilir?
Belki de yalnız kendimdim acıdığım.

...

Birden, bir horoz, geceyi yok sayarak Sır'ın bir çocuğu gibi ötmeye başlıyor. Artık uyuyabilirim, çünkü içimin derinliğinde sabah oldu. Ve dudaklarımın, yüzümün etrafını kuşatan yastık kılıfının hafif kıvrımlarını usulca oynatarak gülümsediğimi hissediyorum. Kendimi yaşama teslim edebilirim, uyuyabilirim,  kendimi unutabilirim... Ve beni karanlığa boğan bu yepyeni uykuda ya az önce öten horozu anımsıyorum ya da horoz gerçekten ikinci kez ötüyor.

....

Ama bugün boğazımı bastıran dehşet o kadar soylu anlamları olan cinsten değil ve içimi daha çok kemiriyor. Düşünmeyi bile istememe isteği, hiçbir şey olmamış olma isteği, bedenin ve ruhun tüm hücrelerinin bilinçli umutsuzluğu var bunun altında. İnsan kendini, sınırsız bir hücrenin içine kapatılmış bulduğunda ansızın bastıran duygu. Nereye kaçılabilir, hücre başlı başına her şey iken?

....

Yalnızlık umudumu kırıyor; yanımda birilerinin olması üzerime ağırlık yapıyor. Başkalarının varlığı düşüncelerimi dağıtıyor; o mevcudiyeti, bütün analitik dikkatimi kullansam da tanımlamakta aciz kaldığım, apayrı bir dalgınlıkla tahayyül ediyorum.

...

Entrikalar, dedikodu yapılması akıldan bile geçmeyen şeylerin allanıp pullanarak anlatılması, bu kıyafetler giyinmiş zavallı hayvanların ruhlarının bilinçsiz bilincinden çekip çıkardıkları o doyum, incelikten yoksun cinsellik, cilveleşen maymunları hatırlatan şakalar, korkunç bir şekilde, zerre kadar önem taşımadıklarını bilmeyişleri... Bütün bunlar, düşlerin istemsizliğinde, arzunun ıslak kırıntılarından, duyguların çiğnenip atılmış artıklarından yoğrulmuş, iğrenç, korkunç bir hayvanı canlandırıyor gözümde.

...


...duygularımın acıtan keskinliği, en mutluluk verici olanların bile; duygularımın mutluluk veren keskinliği, en acıtanların bile.

Bir pazar sabahı, epey geç bir saatte, günlerden sonsuz bir ışık gününde yazıyorum, yarıda kalmış şehrin çatılarının üstünde, hala anlatılmamış bir göğün mavisi, yıldızların en gizemli varlığını unutulmuşluğa hapsediyor...

Bende de günlerden pazar...

Yüreğim bilmediği bir yerdeki bir kiliseye gidiyor; tepeden tırnağa kadifelere bürünüp gidiyor, yüzü ilk duygulardan pembeleşmiş, fazla büyük gelen yakasının üstündeki hüzünlü bakışlarla gülümsüyor.

...

Uzaklarda, Güney'e doğru adalar ve büyük kozmopolit tutkular
olduğunu çok iyi biliyorum...


Melankoli Nesneleri






Huzursuzluk Kitabı (sf. 276)

Özgürlük, yalnız kalabilmeye denir. İnsanlardan uzaklaşabiliyorsan, onlara hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma içgüdün, aşka, şana, şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür, bunların hepsi sadece yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir. Yalnız yaşayamıyorsan, doğuştan kölesin demektir. Ruhen ya da zihnen en yüce mertebelere ulaşmış olabilirsin: Soylu bir kölesin öyleyse ya da zeki bir uşak, ama özgür değilsin. Ve bir trajedinin içinde değilsin, çünkü böyle doğmuş olman bir trajediyse bu seni değil, kendi kendiyle yüz yüze gelen Kader'i ilgilendirir. Öte yandan, eğer hayatın ağırlığına dayanamadığın için köle olduysan, yazıklar olsun. Özgür doğduğun, kendi kendine yetebilen, insanlardan uzak durabilen biri olduğun halde, zavallının teki olduğun için insanlarla yaşıyorsan, yazıklar olsun sana. İşte bu, nereye gidersen git, kendinde birlikte taşıyacağın trajedindir.

Özgür doğmak, insanın en yüce özelliğidir; mütevazı bir keşişi krallara ve hatta hak ettiği halde özgürlüğü küçümsemeksizin, güçlü oldukları için kendi kendine yeten tanrılara üstün kılan budur.

Ölüm bir kurtuluştur, çünkü ölen insanın kimseye ihtiyacı kalmaz. Zavallı köle zorla kurtulmuş olur zevklerinden, acılarından, arzulanan ve bitmek bilmeyen hayattan. Kral vazgeçemediği mülklerinden kurtulur. Etrafına aşk saçan kadınlar, taparcasına sevdikleri gibi, gönülleri fethetmekten kurtulur. Zaferden zafere koşanlar, hayatlarını adadıkları zaferlerden kurtulur.

İşte bunun için o zavallı, saçma bedene bir asalet katar ölüm, bilinmedik süslerle donatır onu. Kendi öyle istememiş olsa bile, beden artık özgürdür. Artık köle değildir, köleliğini gözyaşları içinde kaybetmiş olmasına rağmen. En büyük başarısı krallık unvanı olan krallar için de geçerlidir bu, bir insan olarak gülünç olsalar da, kral olarak üstün varlıklardır onlar - ölüsü korkunç olabilir, ama kral üstündür, çünkü ölüm sayesinde özgürlüğüne kavuşmuştur.

Bezgin bir halde penceremin kanatlarını kapatıyorum, dünyayı dışlıyorum ve bir an için özgürlüğe kavuşuyorum. Yarın köle olacağım tekrar; ama şu an yalnızken, dünyada hiç kimseye ihtiyaç duymazken, tek korkum bir sesin ya da mevcudiyetin şu halimi bölmesiyken, küçük özgürlüğümün, yüceldiğim anların tadını çıkarıyorum.

Koltuğuma güzelce yayılarak, üzerime çöken hayatı unutuyorum. Bugüne dek yaralamış olmasının yarası sayılmazsa, artık yaralamıyor beni.


Q



Pisuvar Sıkıntısı


"Cabaret" filminin toy, yaşama acemisi kahramanı birden kendisini bulduğu batakhane ortamında, gördüğü ve duyduğu her şey karşısında durmadan şaşkınlığa düşer ya, ilk büyük şoku kabarenin tuvaletinde geçirecektir: Pisuvarda 'küçük su' döktüğü sırada yanına dikilip aynı işi gören uzun etekli, lüle saçlı sarışının da kendisi gibi bir erkek olduğunu anladığında.

Neden pisuvara yönelen erkeklerin çoğu, tercih hakkı varsa, iki yanının da boş olmasına özen gösterir? Birincisi, genellikle 'küçük su' dökerken yalnızızdır; ikincisi, pisuvarlar biraz 'sıçrama' önlensin, biraz da 'görünmesin' diye birbirlerinden ayrılmıştır da, bu bölmeler gövdenin yalnızca bir bölümünün görünmeyeceği biçimde yapılmıştır: Pisuvar sıkıntısı asıl gözler serbest kaldığı için doğar ve büyür.

Daha doğrusu: Görmemesi gereken görme organları ile görünmemesi istenen organ arasındaki bağlantıyı ortadan kaldıracak bir tasarıma pisuvarların dayanmıyor olması sıkıntıyı peydahlar. Neden görmemek ve görülmemek isteği böylesine net biçimde devrededir? Pisuvarda soyunulmaz; tersine, çırılçıplak kalmadıkça örtülmesi, kapalı tutulması gereği genel kabul görmüş, Adem peygamberlerin yaprağından bu yana gözden yalıtılmış tek organdır açığa çıkarılan. İki durum söz konusudur burada: Hem görmemeli, hem de -aynı anda-  görülmemeliyizdir. Ötekinin, ötekilerin bize bakıp bakmadığını anlamak için kafamızı çevirmemiz gerekir; oysa ötekine bakmak, onun bize bakmamasını istemekle çelişen, giderek ona da bu hakkı veren bir davranış olacağı için bu bakıştan da kaçınmamız beklenir: Genellikle, pisuvardaki, dik bir açıyla ya önüne ya da karşısına bakmayı ondan seçer: Böylece bakmamakta, dik bakışın yan ufkundan kendisine yönelik açık bir bakışın olup olmadığını da denetleyebilmektedir!

Eşcinsel erkeklerin yaşamnda pisuvar 'yaşantısı'nın epeyce geniş yer tuttuğu biliniyor. Ölümünden sonra yayımlanan Incidents başlıklı kitabından Roland Barthes, "umumi" pisuvarların bir buluşma, bir anlamda da yokla(n)ma ve avla(n)ma topografisinden söz eder. Eşcinselllerin önemli bir bölümü aslında herkesin açık ya da gizli eşcinsel olduğu düşüncesindedirler, o nedenle de pisuvar sıkıntısının bir tür bastırılmış isteklerin yüzeye tırmanması sürecinden hız aldığını öne sürebilirler, şaşmamak gerekir. Gelgelelim, burada ana nedenin yetişme alışkanlığına bağlı olduğunu görmemek için aşırı bir çaba içine girmek de şart değildir.


Cüz, e.b.


Popoların Kutsanması

Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen burayı tıklayın.

X2000


98 yapımı Francois Ozon kısası
(8 dk.)






Benlik'ten

... 'zamanın dışında olmak' - nasıl demişti o gecikmiş usta: "Her an şimdiyi yaşayan bengi yaşar." Anın hakkını vermek - her an dolu olabilmek...

Bu bütününde olanaksız olsa da - her anını sürekli ve tam olarak dolduramaz kişi yaşamının - böyle anları çoğaltmak, yoğunlaştırmak, biribirine bağlayarak büyütmek...

Bunun için güçlü olmak gerekir (oysa - , belirli bir bakımdan yepyeni olmayı -yenilenmeyi- becerdiğim söylenebilse bile, çok güçsüz hissediyorum kendimi).

***

Evet, pes etmemeliyim, [o sözü de anımsatarak: "Yaşamına güçlülük verecek tek şey, güç eksikliği duyman olacak - "] herşeyden önce - bu da, bana hiç de ben istemeden verilmiş bu budalalığı hemen şimdi sona erdiremediğime göre, sürdürmeliyim, diye düşünerek değil: o anları, anlamlarını ve güzelliklerini bilerek, (acı bedellerini de ödeyerek), bilinçle yaşarsam, onlar, "hep yaşarlar".


Oruç Aruoba

kilitbahir





Amor Vincit Omnia (Love Conquers All)


1601, Caravaggio

Arzu duyulan bedenin alay edişini ve bu alayın kışkırtmasının o bedeni daha da arzu verici kıldığını ne kadar da iyi biliyordu! Kanat tüyünün nasıl bacağın kenarına dokunduğuna dikkat edin.  Caravaggio'da dokunma duyusu, hemen hemen görme duyusu kadar güçlüdür. 

John Berger

Biyolojide, psikolojide ve toplumda EŞCİNSELLİK

1. Eşcinsel Erkeğin biyolojisi ve psikolojisi

Biyolojik açıdan, eşcinsel erkek normal bir erkek gibi görülür. Kromozom donanımı XY tipindedir; hormonlarının yüzdeliği yeterlidir; üstelik androjen hormonu enjeksiyonu libidosunu artırır, ancak eğilimlerinin yönünü değiştirmez. Sentez östrojenlerinin, iki partner için de engelleyici bir etkisi vardır. Ara eşeylilerle karıştırılmaması gereken gerçek eşcinsel, tüm ikincil erkek karakterine sahiptir: kaslar, kıllar, ses, giyiniş. Şu halde, eşcinsellikte, psişik etkenin rolü baskın gibi görünür. Freud'a göre eşcinsellik, gencin, çok uzun süre anneye duygusal olarak bağlı kalmasından kaynaklanır. Erinlikten sonra "dekorunu değiştirmeli" ve erkekleştirici bir nesnede karar kılmalıdır. Ancak, bazıları "virajı alamaz" ve annelerinden vazgeçmek yerine, onunla daha çok özdeşleşirler. Annenin yerini alabilen (başka deyişle onları sevebilen ve üstlerine titreyebilen) bir başkasını ararlar. Bu aktarım kısmen de olabilir: o zaman, bu tür öznelerin, aşk nesnesini belirleyen değerlere başvurma ile kendini gösteren eşcinselliğe, gizli ve genelde bilinçsiz bir eğilimleri olur. Bu durumda, tüm "açımlayıcı" oluntunun dışında kalan eşcinsellik, kişinin kendisi tarafından tüm yaşamı boyunca bilinmeyecektir.

Su götürmez eşcinseller evlenirler ve çocukları olur. Eşcinsel, eğer bunun bilincine varırsa, eğitiminin, toplumsal baskıların etkisiyle durumundan utanç duyabilir, kendini suçlu hissedebilir ve evlenerek, çocuk yaparak aldırmamaya çalışabilir. Bununla birlikte, kimi zaman uzun ve acı verici bir savaşımın ardından, sonunda eğilimlerine yenilir,  Bu durum, ilk eşcinsel birleşmeden sonra, bir çöküntü sendromunu ortaya çıkarabilir ve bir intihar girişimine varabilir.

Diğer durumlarda kişi eşcinselliği üstlenir. Benzerlerine yardım eder ve seve seve belli bir inanışı yaymaya girişir.

Eşcinsel erkeğin toplumsal davranışı çok değişkendir: yabancı ya da az çok yabancı çok sayıda partnerle teması doğuran, yarını olmayan kıs birleşmelerle yetinebilir. Salgın hastalıklar bilimi,  açısından bunlar, AIDS bulaştırma konusunda yüksek risk taşıyan kişilerdir.

Bunun tersine, kimi zaman kıskançlık, gerginlikler, suçlamalar, sevgi gösterileri, barışmalarla birlikte gerçek bir "evlilik konforu" içine yerleşen sürekli çiftler de söz konusudur. Çiftleşme "tekniği" çok değişken, ancak genelde hep aynıdır (ağız ve penis teması: emme, makat ve penis teması: sodomi, kimi zaman basit okşayışlar ve karşılıklı masturbasyon). Genel olarak, yerleşik bir çifte, geleneksel biçimdeki heteroseksüel çiftlerdekilerle aynı kültürel ve tutumsal farklılıklar gözlemlenir. Gerçekten de bu kişi erkeksidir, bir mesleği vardır, sorumluluklarını gerçekleştirir ve kararlar alır; diğeri dişildir; daha uysaldır, evle ilgilenir, ev içindeki işleri yapar, alışverişe gider. Ancak rollerin dönemsel olarak değişmesine tanık olunabilir.



2. Eşcinsel kadınların biyoloji ve psikolojisi

Dişil eşcinsellik, ataerkil toplumlarımızda eril eşcinselliğe oranla her zaman daha az dramatikleştirilmiş ve daha fazla hoş görülmüştür. Bir skandaldan çok, bir merak konusu olmuştur (hatta, bazı erkekler için erotik bir uyarı nesnesi).

Tıpkı erkeklerdeki gibi, ikincil cinsel karakterleri ilgilendiren hiçbir kromozom ya da hormon anomalisi, dişil eşcinselliği yansıtmaz. Lezbiyenler, anatomik ya da fizyolojik olarak normal görünürler. Burada da sapma, salt psişiktir. Freud'a göre, dişil eşcinselliğin, fallik dönemin sonunda ortaya çıkabildiğini daha önce söylemiştik. Penisinin olmayışını kabullenemeyen küçük kız, klitoris etkinliğini doğrulayarak, penisin eksikliğini giderebilir. Erkeklik kompleksini terk edemezse eşcinselliğe teslim olur ve partnerlerinin karşısında duruma göre, ya babanın aktif rolünü (aktif eşcinsellik) ya da çocuğun rolünü (pasif eşcinsellik) benimser.


3. Toplum İçinde Eşcinsellik


Bugün eşcinsel, artık bir "suçlu", bir "sapkın" olarak değil, farklılığını korumaya diğerleri kadar hakkı olan "ayrıksı" olarak görülmek istiyor. Eşcinselliği marjinalleştirmekten çıkarmak isteyen, yasama yetkisinin lehte gelişimini daha önce anımsatmıştık. Ancak, toplumsal ağırlıklar öyle bir durumdadır ki, gerçek ve içten bir kabullenme için geniş halk topluluğuna çok zaman gerekecektir. Şimdilik eşcinsel erkek, günlük yaşamda, çalışma arkadaşları, komşuları, dostları tarafından ayrımcılık konusu olmayı sürdürüyor. En olumlu düşünüldüğünde, toplu alay konusu olacaktır, en kötüsü de toplumdan dışlanacaktır. Hemen hemen her yerde doğan yardımlaşma ve tanışma örgütlenmelerine rağmen ona göre yaşam hiçbir zaman kolay değildir.

Erkek ya da kadın eşcinseller, genelde, derin bir duyarlığa ve birçok itkilerini yüceleştirebilme tarzlarına bağlı olarak, sanat karşı belirgin bir ilgi gösterirler. Ve eğer çok sayıda sanatçı eşcinsel ise, bu rastlantı sonucu değildir. Yaratıları, acılarını anlatır.



Jacques Ruffie'nin Cinsellik ve Ölüm
kitabından (Sarmal Yayınları, 1. baskı 1999)
Sayfa  254 - 258

Portrait Intimes



***





***








Eşcinsellik

Eşcinsellik denilebilir ki, cinsellik ve doğurma arasındaki ayrımın en yüksek düzeyini temsil eder, çünkü burada, tensel edim, en küçük üreme olasılığı olmaksızın, cinsel zevkin doruğuna ulaşabilir.

Öte yandan, embriyolojik yaşamın başlangıcında, omurgalıların (ve hatta omurgasızların) cinsel gizilgüçlülükle -erkek ve dişi- donatılmış olduklarını görmüştük. Bu yüzden de, bir sapmayı sağlamak için az bir şey yeterli olacaktır: Her birey, şu ya da bu dönemde fizyolojik ya da daha sonra anlıksal olarak çifcinsli bir evreden geçer. Eşcinsel, aynı eşeyden kişilere karşı fiziksel bir ilgi (ve genelde farklı eşeyden olanlara karşı bir antipati) duyan kişidir.

Hemen belirtelim ki sapiens, eşcinsellik ayrıcalığını elinde bulundurmak konusunda yalnız değildir. Birçok memelide, bir başka erkeğe aşmayı deneyen bir erkeği ve diğer erkeğin, dişi eşeye özgü çiftleşme davranışını takındığını gözlemlemenin olağanüstü olmadığı doğada, eşcinsellik varlığını sürdürür. Ancak iki dişinin çiftleşmesine de rastlanır. Daha önce de söylediğimiz gibi, eşcinsellik, kesin olarak üst omurgalılarda da görülür. Şebekler topluluğunu çevreleyen ve dişilere ulaşamamış olan bekar erkeklerde; çiftin, küçükleri beslemesine yardım eden, ancak üremeye doğrudan katılmayan kuşlarda vb. sık sık gözlemlenir. Eşcinsellik, iki eşeyi de her zaman etkileyebilir. Günlük yaşamda, iki tür eşcinsellik ayrımı yapılmaya alışılmıştır:

1. Vücut yapısından kaynaklanan eşcinsellik: Daha önce doğumda varolan ve asıl nedeni hala belirsiz olan eşcinsellik. Solak doğulduğu gibi, eşcinsel doğulur.

2. Edinilmiş eşcinsellik: Gerek gelişim sırasında (bkz. Freudçu dönemler; özellikle kadında, sonu eşcinselliğe varabilen fallik evrenin çıkmazları) gerekse daha sonra, çevrenin etkisiyle (karma okullardan önce, hiç değilse gizli bir eşcinsellik yatılı okullarda çok sık  görülürdü) edinilen eşcinsellik. Aynı eşeyli ergenlerden oluşmuş kapalı topluluklarda, olağan bir durum olduğu saptanmıştır. Bu durum, kaçınılmaz bir biçimde "özel arkadaşlıkları" doğurur. Önceden hazırlıklı olan bazıları bu ilişkiyi sürdürür; oysa ki grup aralanır ve onları toplum içine salıverir. Bu evre, onları ömürleri boyunca etkileyecektir.

İnsanlarda eşcinsellik, çağlara ve uygarlıklara göre çeşitli şekilde değerlendirilmiştir. Eşcinselliğin, Yunanlılarda genel bir durum olduğu sık sık söylenmiştir (kimi zaman oğlancılığa verilen "Yunan Aşkı" deyimi buradan gelir). Gerçeklik, daha az basittir. En çok işlenmiş ve en sık görülen biçiminde, genç bir ergen, eromen ya da sevgili ile bir yetişkin, eraste ya da aşık arasındaki ilişkiyi kapsıyordu. Bu ilişkinin fiziksel hiçbir yansıması olmayabiliyor ve çoğu durumda kibar aşkı andırabiliyordu. Bu, kuşkusuz kadınlar arasındaki ilişkiler için de geçerliydi. Ancak Ege denizindeki Midilli adasının gediklileri üzerine anlatılabilmiş olan her şeye ve kuşkusuz en ünlüsü Bilitis Şarkıları olan, üstün nitelikli kopyaların yakın dönemde yayınlanmasına rağmen, bilgilerimiz bu konuda kısıtlı kalır.

Gerçekte, ünlü bir kadın ozan olan Sappho Midilli'de yaşıyordu, Duygusal ve eşcinsel ilişkiler de dahil çeşitli ilişkileri sürdüren bir gurup öğrencisi ve kadın hayranları vardı çevresinde. Midilli sakinlerine gelince, Diğer Yunan adalarının sakinlerinden pek farklı değillerdi. Romalılarda, eşcinselliğe izin verilirdi; eşcinsellik, Tevrat (Levililer XX.3) ve dahası eşcinselleri cinlilerle özdeşleştiren Hristiyanlık tarafından yasaklanmıştır. Bu yüzden de, eşcinseller, 18. yüzyıla kadar yakılıyordu. Devrimci yasayı yeniden ele alan Napoleon yasası çok daha hoşgörülü görünüyor: Sadece ergin olmayan çocukları korumayı amaçlar, ancak erginlerin eşcinselliğinden habersiz görünür, dolayısıyla da aslında kabul edilmiş olur. Kuzey Amerika'da bu kural eyaletlere göre değişiklik gösterir. Bir kısmında, yasa yetişkinlerle ilgili olduğunda bile çok baskıcıdır. Diğerleri, aksine "gay" hareketlerinin etkisiyle, aynı eşeyli kişiler arasında bir tür "evliliği" resmen tanır. Stalin Rusya'sında, eşcinsellik, Hitler Almanya'sında olduğu gibi "bir toplum suçu olarak görülmüştür. Fransa'da, hoşgörülmüşlük farklılık kavramından olağan farklılık kavramına doğru aşamalı bir evrim gerçekleşir. Benzer bir hareket bugün de birçok ülkenin çıkardığı yasalarda görülebilir.


Jacques Ruffie'nin Cinsellik ve Ölüm
kitabından (Sarmal Yayınları, 1. baskı 1999)
Sayfa  254 - 258

Hermaphrodite



resim: gerald felderhof


"Siz hiçbir kadın vücudu sevdiniz mi?
 Siz hiçbir erkek vücudu sevdiniz mi?
Görmüyor musunuz,  bunların tıpatıp aynı olduğunu;
Bütün uluslarda, bütün çağlarda, bütün dünyada"

W.W.

Topla Pılını Pırtını Bir Yere Gitmemek İçin




Topla pılını pırtını bir yere gitmemek için!

Yelken aç her şeyin her yerde rastlanan olumsuzluğuna
Görkemli bayraklarla donanmış o düşsel,
Çocukluğunun o renk renk minyatür gemileriyle.
Topla pılını pırtını Büyük Yolculuk için!
Fırçaların ve makaslarınla ulaşılamayan 
O çok renkli uzaklığı da unutma.
Topla pılını pırtını bir daha dönmemek üzere!
Sen kimsin toplumda boşu boşuna var olduğun bu yerde,

Ne kadar yararlıysan o kadar işe yaramaz,
Ne kadar gerçeksen o kadar sahte?
Sen kimsin burda, kimsin burda, kimsin burda?
Yelken aç, bir şey almadan yanına, değişik kimliğinle.
Bu insanlarla dolu dünyanın ne ilgisi var seninle?

(çeviri: Cevat Çapan)

Daniel

http://www.flickr.com/photos/dcotrim/9025160643