Koru onları, şair,

şiir: Canlanınca / Cavafy, 1996, Yannis Smaragdis / müzik: Vangelis 


Koru onları, şair,

Kalan ne kadar az da olsa...

öyle saçlar ki, Yunan yontularına özgü,

her zaman güzel, taranmadıklarında bile,

ve hafifçe ak bir alna dökülen

Sevdalı yüzler, tam şiirimin

istediği gibi... 

Apollo!


Güzel Evrion






Güzel Evrion gömülüdür 
bu tamamı Siini mermerinden yapılmış 
bu menekşelerle, zambaklarla örtülü 
bu büyük bir ustanın elinden çıkmış mezarda. 
İskenderiye’li bir genç, yirmi beş yaşında.
Eski bir Makedon ailesinden baba tarafı 
Aravarheler’in soyundan gelmekte anası. 
Aristoklitos’un öğrencisi oldu felsefede 
Paros’un öğrencisiydi sözbilimde. Kutsal metin 
okudu Tibai’de. Tarihini yazdı
Arsinoitis yöresinin. Bu kalacak hiç olmazsa.
En değerli olanı yitirdik ama:
Bir Apollon serabına benzeyen yüzünü.

(1914)
* Evrion hayali bir kişi

Uzaktaki Gözler

şiir: Uzaktaki Gözler / video: Cavafy, 1996, Yannis Smaragdis / müzik: Vangelis 


Anlatmak isterdim o anıyı, ah anlatabilsem... 

Ama silindi, uçtu gitti sanki belleğimden; 

Çok uzaklarda kaldı, ilk gençlik yıllarımda.

Sanki yaseminler tütüyordu yumuşacık teninde... 

Bir Ağustos gecesi... -Ağustos muydu sahi...-

Hayal meyal hatırlıyorum şimdi gözlerini. 

Sanırım maviydiler...

Ah! evet maviydiler, 

gökyakut mavisi...


Endimion'un Heykeli Önünde

The Sleep of Endymion (detay) - Antonio Canova, marble, 1819 - 1822.


Miletos’tan Latmos’a varıyorum
gümüşlerle bezenmiş dört karbeyaz katırın çektiği
bir beyaz arabada. Ayinler yaparak
—kurbanlar, şaraplar sunarak— Endimion adına,
geldim İskenderiye’den
üç sıra kürekli bir al kadırgayla.—
İşte heykel. Kendimden geçerek bakıyorum
Endimion’un o ünlü güzelliğine.
Sepet sepet yasemin boşaltıyor kölelerim.

Ve mutlu haberin alkışları uyandırmakta geçmiş yılların hedonizmini.


Atina, 1901


Cavafy, 1996, Yannis Smaragdis / müzik: Vangelis 

Ariarathis oğlu Orofernis’tir şu dört drahmilik sikke üzerinde.


Orophernes of Cappadocia

İnce yüzü gülümser gibi duran 
yakışıklı adam
Ariarathis oğlu Orofernis’tir 
şu dört drahmilik sikke üzerinde.

Çocukken kovdular onu Kapadokya’dan 
atalarının büyük sarayından,
Iyonya'ya gönderdiler orada büyüsün diye 
ve unutulsun diye yabancıların içinde.

Ah nasıl da güzeldi Iyonya geceleri 
korkmadan ve tam bir Yunan gibi 
tanıdı sonuna kadar hedonizmi.
Hep Asya’lıydı bütün yüreğiyle
ama davranışlarıyla, konuşmasıyla Hellen,
firuzelerle süslü, Hellen tarzı giyinmiş
vücudu yasemin kokuları içinde
ve güzel gençleri arasında
en güzeli, en ideali lyonya’nın.

Sonraları, Suriyeliler Kapadokya’ya 
girip kendisini kral yapınca 
her gün sevinmek için yeni bir biçimde 
kapıp toplamak için altın ve gümüşü 
ve parıldayan zenginlik yığınlarına
bakıp içi açılsın ve kasılabilsin diye 
atıldı krallığın üzerine.
Ülkenin sorunlarına ve yönetime gelince- 
haberi bile yoktu çevresinde olup bitenlerden.

Kısa zamanda tahttan indirdi onu Kapadokyalılar 
Çekip Suriye’ye gitti o da, Dimitrios'un sarayında 
vurdu kendini eğlencelere, aylaklık etmeye.

Ama bir gün bozdu bu uzun tatili 
bazı garip düşünceler.
Hatırladı ki annesi Antiohis cihetinden 
ve şu Stratoniki kocakarısından dolayı 
kendisi de Suriye tahtının varisi sayılırdı 
o da bir Selefkis’ti neredeyse hemen hemen. 
Uzak durdu sarhoşluk ve şehvetten bir süre 
dolaplar çevirmek istedi beceriksiz ve şaşkın, 
bir şeyler yapmak, bir şeyler tasarlamak istedi. 
Tam bir hezimete uğradı ve silinip gitti.

Bir yere yazılmıştır sonu, ama kaybolmuş; 
ya da tarih durmamıştır belki 
haklı olarak üzerinde, kayda değer bulmamıştır 
böylesine önemsiz bir olayı.

Güzel gençliğinden bir büyü, 
şiirsel güzelliğinden bir parıltı 
ve İyonyalı gencin kösnül anısını bırakan 
Ariarathis oğlu Orofernis’tir 
su dört drahmilik sikke üzerinde.

(1915)

İyonya

şiir: İyonya / video: Cavafy, 1996, Yannis Smaragdis / müzik: Vangelis 


Kırmasına kırdık hepsinin yontularını 
kovmasına kovduk hepsini tapmaklardan 
ama böyle davrandığımız için ölmedi tanrılar.

Ey İyonya toprağı, hâlâ severler hepsi seni 
ruhları hâlâ seni anımsar.

Ağustos sabahı doğarken senin üzerinde 
yaşamlarından onların bir titreşim karışır havana 
ve bazen de bir yeniyetmenin saydam karaltısı, 
belirsiz, gelip geçer  üzerinden tepelerinin, hızlı adımlarla.

(1911)

Antinous - Fernando Pessoa





The rain outside was cold in Hadrian's soul.

The boy lay dead
On the low couch, on whose denuded whole,
To Hadrian's eyes, whose sorrow was a dread,
The shadowy light of Death's eclipse was shed.

The boy lay dead, and the day seemed a night
Outside. The rain fell like a sick affright
Of Nature at her work in killing him.
Memory of what he was gave no delight,
Delight at what he was was dead and dim.

O hands that once had clasped Hadrian's warm hands,
Whose cold now found them cold!
O hair bound erstwhile with the pressing bands!
O eyes half-diffidently bold!
O bare female male-body such
As a god's likeness to humanity!
O lips whose opening redness erst could touch
Lust's seats with a live art's variety!
O fingers skilled in things not to be told!
O tongue which, counter-tongued, made the blood bold!
O complete regency of lust throned on
Raged consciousness's spilled suspension!

These things are things that now must be no more.
The rain is silent, and the Emperor
Sinks by the couch. His grief is like a rage,
For the gods take away the life they give
And spoil the beauty they made live.
He weeps and knows that every future age
Is looking on him out of the to-be;
His love is on a universal stage;
A thousand unborn eyes weep with his misery.

Antinous is dead, is dead for ever,
Is dead for ever and all loves lament.
Venus herself, that was Adonis' lover,
Seeing him, that newly lived, now dead again,
Lends her old grief's renewal to be blent
With Hadrian's pain.

Now is Apollo sad because the stealer
Of his white body is for ever cold.
No careful kisses on that nippled point
Covering his heart-beats' silent place restore
His life again to ope his eyes and feel her
Presence along his veins Love's fortress hold.
No warmth of his another's warmth demands.
Now will his hands behind his head no more
Linked, in that posture giving all but hands,
On the projected body hands implore.

The rain falls, and he lies like one who hath
Forgotten all the gestures of his love
And lies awake waiting their hot return.
But all his arts and toys are now with Death.
This human ice no way of heat can move;
These ashes of a fire no flame can burn.


Başka şeyler isterdi oysa ruhun,

şiir: Satraplık / video: Cavafy, 1996, Yannis Smaragdis / müzik: Vangelis 


Nasıl bir felakettir ki böyle
güzel ve yüce işler için yaratılmışken sen 
her zaman destek ve başarıyı 
şu haksız yazgın esirgedi senden; 
hep engelledi seni bayağı alışkanlıklar 
küçüklükler ve ilgisizlikler...

Başka şeyler isterdi oysa ruhun, 
ağlardı onlar için; 
halkın ve Sofistlerin Övgülerini o
erişilmesi zor, o paha biçilmez alkışları,
Agora’yı, Tiyatro’yu ve Defne taçlarını.
Bunları nasıl verebilir Artakserkses sana, 
bulunur şeyler mi bunlar bir satraplıkta; 
ve yoksa bunlar, hayat mı denir yaşadığın hayata?

(1910)





Cavafy (1996, Yannis Smaragdis)


Hermes




Belki duymuşsunuzdur, işimde acemi sayılmam
Nice taşlar geçti elimden
ve çok iyi tanırlar
yurdum Tiana'da beni

Hemen göstereceğim birkaçını size. 
Şu Rea'ya dikkat edin, saygın, sarsılmaz antik. 
Pompeius’a bakın, sonra Marius, 
Amelius Paulus,  Scipio Africanus. 

Elimden geldiğince 
hepsi asıllarına sadık kopyalar.
Şu Patraklos (üzerinde çalışacağım biraz daha).
Kestarion’dur şu sarımtırak mermerin 
yanında duran parçalar.

Şimdi Poseidon’a çalışıyorum 
uzun zamandır. Atları inceliyorum 
özellikle, nasıl yapsam diye.

Öylesine hafif olmalılar ki
yere basmazmış, havada koşarmış gibi
görünmeli toynakları ve bedenleri.

Ama işte şu en çok sevdiğim eserim 
onu tutkuyla, büyük bir dikkatle işledim 
aklımın ideale doğru yükseldiği 
bir ılık yaz gününde, bu genç Hermes, 
hep hayal etmiş olduğum tanrı. 

(1911)

Tiana'lı Yontucu



" Belki duymuşsunuzdur, işimde acemi sayılmam
Nice taşlar geçti elimden
ve çok iyi tanırlar
yurdum Tiana'da beni..."

Kratir Ustası




Warren Cup, side B

İncelik ve üstün bir beğeni egemendir
Iraklidis’in evi için yapılan
şu som gümüş kratirde.
Ve güzel bir genç koydum tam ortaya
çıplak ve şehvetli: Yine suyun içinde
bacaklarından biri, Yakardım sana ey bellek
yardım et de eksiksiz yapabileyim yüzünü
sevdiğim gencin aslına uygun olarak.
Güçlük çok büyük doğrusu, çünkü
on beş yıl kadar geçti bir er olarak öldüğü
Magnesia bozgunundan bu yana.


"Bilirsin coşkusunu yaşamımızın; şiddetini yüce hedonizmin..."


Tehlikeli Şeyler

Şöyle dedi Mirtias (imparator Konstantos ile 
imparator Konstantinos’un saltanat yıllarında 
İskenderiye’de yaşayan bu yarı putperest 
yarı hıristiyan, Suriye’li öğrenci):

“Güçlendikçe düşünce ve bilgide

ürkmeyeceğim bir korkak misali tutkularımdan.

Bırakacağım bedenimi hedonizme

düşlediğim zevklere

en aşırı erotik isteklere

kösnül dürtülerine kanın

en küçük bir korku duymadan, çünkü

nefsime hâkim olacağım istediğim an

güçlenerek düşünce ve bilgide—

dönebileceğim o tehlikeli anda

çileci ruhuma

yeniden."

İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman,


şiir: ithaka / video: cavafy, 1996, Yannis Smaraglis / müzik: Vangelis


İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman, 
dile ki uzun sürsün yolculuğun, 
serüven dolu, bilgi dolu olsun. 
Ne Lestrigonlardan kork, 
ne Kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon'dan. 
Bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına, 
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu 
ince bir heyecan sarmışsa eğer. 
Ne Lestrigonlara rastlarsın, 
ne Kikloplara, ne azgın Poseidon'a, 
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça, 
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına. 

Dile ki uzun sürsün yolun. 
Nice yaz sabahları olsun, 
eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde 
önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin! 
Durup Fenike'nin çarşılarında 
eşi benzeri olmayan mallar al, 
sedefle mercan, abanozla kehribar, 
ve her türlü başdöndürücü kokular; 
bu başdöndürücü kokulardan al alabildiğin kadar; 
nice Mısır şehirlerine uğra, 
ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden. 

Hiç aklından çıkarma İthaka'yı.
Oraya varmak senin başlıca yazgın. 
ama yolculuğu tez bitirmeye de kalkma sakın. 
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi; 
sonunda kocamış biri olarak demir at adana, 
yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin, 
İthaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan. 


Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka. 
O olmasa, yola hiç çıkmayacaktın. 
Ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka. 
Onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini. 
Geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki, 
artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini İthakaların. 
çeviri : Cevat Çapan


 Konstantinos Kavafis
(1863 - 1933)


* İthaka: İyon Denizi'nde bulunan Yunanistan'a ait bir ada. 
Homeros'un Odysseia Destanı'nda, Odisseas'un yurdu olarak anlatılır.

resim



Bir suluboya resim buldum
 belki de yüz yıllık eski bir kitapta,
sayfaların arasında unutulmuş, imzasız.
Güçlü bir ressam elinden çıkmış olmalı
“Aşkın Betimlemesi” adlı bu yapıt.

Belki de “Aşırı duygulu aşkın” olmalıydı adı.
Bakınca çünkü açıkça görülüyordu resimde
(kolayca duyumsanıyordu ressamın düşüncesi):
Sağlıklı aşklar arayanlara uygun değildi
yasak şuurları aşamayanlara göre değildi
resimdeki koyu kestane gözlü civelek delikanlı;
yüzünün o benzersiz güzelliğiyle
sapkın hazların o efsunlu çekiciliğiyle
hedonizmi sevgiliye sunan eşsiz dudaklarıyla,
genel ahlâkın “utanmaz” olarak tanımladığı
o yataklar için yaratılmış bedeniyle
onlara göre değildi hiç kuşkusuz
kesinlikle bu güzeller güzeli, bu güzel yüzlü civan.

Simdi şiirlerini okuyor onun delikanlılar...






Yılların ve azgınlıkların belini büktüğü
bir yaşlı adam, güçsüz ve bitkin, 
ağır ağır yürüyor sokakta.
Gene de, eve dönünce, gizlemek için
yaşlılığını, acınası halini
düşünüyor hâlâ gençlikten kalan payını.

Simdi şiirlerini okuyor onun delikanlılar, 
serapları geçiyor cıvıl cıvıl gözlerinden. 
Heyecanlanıyor onun güzellik imgesiyle 
sağlıklı ve hedonist akılları, 
o güzel biçimli, sağlam bedenleri.

(1913)


fotoğraf

Odamın duvarına asmak istiyordum.

Ama çekmecenin nemi bozdu onu.

Çerçeveletmeyeceğim bu resmi artık.


Daha özenle saklamalıydım aslında.

Bu dudaklar, bu yüz

ah bir tek gün olsun, bir saat olsun

geri gelseydi o geçmiş.

Çerçeveletmeyeceğim artık bu resmi.

Dayanamayacağım bu yıpranmış duruşuna.


Ama bozulmuş olmasaydı da 
gene tedirgin olacaktım 
o sürekli dikkat ve çabayla:
Bir sözüm ya da ses tonum 
ele vermesin diye beni 
fotoğrafı bana sorduklarında.

1923

Pencereler & Duvarlar


Kederli günler yaşadığım bu karanlık
odalarda dolaşıp duruyorum, aralık
pencereleri araya araya. Bir pencere
açılsa bir teselli olacak bana.—
Ama yok pencereler, ben bulamıyorum ya da.
Ama bulamamam daha iyidir belki de.
Işık yeni bir işkence de olabilir.
Nasıl yeni şeyler sunacaktır kim bilir?


&

Düşünmeden, acımadan, utanmadan
kocaman yüksek duvarlar ördüler dört yanıma.

Ve şimdi oturuyorum böyle yoksun her umuttan.
Beynimi kemiriyor bu yazgı, hep bu var aklımda;

oysa yapacak bunca şey vardı dışarda.
Ah, önceden farketmedim örülürken duvarlar.

Ama ne duvarcıların gürültüsü, ne başka ses.

Sezdirmeden, beni dünyanın dışında bıraktılar.

Hedonizm

raphael perez


Hedonizm

Anısı yaşamımın sevinci ve ıtırıdır
hedonizmi gönlümce bulup kavuştuğum saatlerin.
Yaşamımın sevinci ve ıtırıdır o anılar
sıradan aşkların doyumuna burun kıvırmış olan benim.




Bir Gece

Yoksul ve bayağıydı 
o şüpheli meyhanenin üzerindeki 
o gizli oda.

Pencereden sokak görünüyordu 
pis ve dar. Kâğıt oynayan, eğlenen 
işçilerin sesleri geliyordu aşağıdan.

Ve orada, o ucuz, o bayağı yatakta 
bedenine sahiptim aşkın, 
kızıl dudaklarına sahiptim 
hedonist sarhoşluğun — 
öylesine esrik bir kızıllık ki 
bunca yıl sonra yazarken şimdi 
yeniden sarhoş oluyorum 
evimin yalnızlığında.




Gittim

Engellemedim kendimi. Büsbütün bıraktım ve gittim
kafamın içinde fırıldak gibi dönen 
o gerçek ya da düşsel zevklere.
Gittim pırıl pırıl gecenin içinde:
Ve sert şaraplar içtim
hedonizm kahramanları nasıl içerlerse.




 Avize

Küçük bir oda, bomboş, 
yemyeşil bezle kaplı dört çıplak duvar, 
ve güzel bir avize yanmakta, pırıl pırıl, 
alevinin her dili tutuşturuyor 
tutkunun şehvetini, içdürtünün şehvetini.

Avizenin güçlü yalımıyla
parıldayan bu küçük odada
hiç de alışılmış değil böyle bir ateşe.
Ve korkak vücutlara göre değildir 
bu sıcaklığın hedonizmi.



Saat Dokuzdan Beri

Saat yarım. Gelip geçti saatler, 
saat dokuzdu lâmbayı yaktığımda 
ve oturmuştum buraya. Öyle durdum okumadan, 
konuşmadan. Kiminle konuşacaktım 
bu evde, tek başıma?

Gelip buldu beni bedenimin genç görüntüsü 
saat dokuzdu lâmbayı yaktığımda, 
hoş kokulu, kapalı odaları anımsattı bana
ve o eski hedonizmi, gözüpek hedonizmi!

Gözümüzün önünde canlandı tekrar
şimdi o tanınmaz olan sokaklar
artık yerinde yeller esen cıvıl cıvıl eğlence yerleri
bir zamanlar var olan kahveler, tiyatrolar.

Bedenimin genç görüntüsü 
geldi ve üzücü anılar da getirdi bana; 
ailenin matemleri, ayrılıklar, 
bizimkilerin, yakınlarımın duyguları, 
pek umursanmayan duyguları ölmüşlerin.

Saat yarım. Nasıl da geçti vakit.
Saat yarım. Nasıl da geçti seneler.


Merdivenlerde

Cavafy (1996, Yannis Smaragdis)

Ben o onursuz basamakları inerken
sen kapıdan giriyordun; ilk kez
yüzünü gördüm bir an, sen de beni.
Saklandım hemen görmeyesin diye,
aceleyle geçtin yüzünü gizleyerek
o bayağı eve girdin süzülürcesine
ama bulmamış olmalısın hedonizmi sen de benim gibi.

Sana verebilirdim oysa aradığın aşkı;
bunu yorgun ve kuşkulu gözlerin söylüyordu,
aradığım aşkı verebilirdin bana.
Hissetti ve aradı birbirini bedenlerimiz
anladı bunu kanımız ve tenimiz.
Ama ikimiz de saklandık, tedirgin.

(1904)

Yaşlı Bir Adam


cavafy
Gürültülü kahvenin en dibinde
bir ihtiyar oturuyor başını masaya eğmiş;

önünde bir gazete, tek başına.
Ve utancı içinde bu sefil yaşlılığın
düşünüyor, ne kadar az tadını çıkardı yılların,
oysa güçlüydü, sözü geçerdi ve güzeldi.

Biliyor çok yaşlandığını; duyumsuyor, görüyor.
Gençlik yılları gene de daha dünmüş gibi.
Nasıl da daracık bir ara. Nasıl da kısa.

Ve düşünüyor, kendisini nasıl aldattı Akıl,
oysa nasıl da güvenmişti ona —ne çılgınlık—
“Yarın! Daha çok vakit var” diyen o yalancıya.

Anımsıyor dizginlediği içdürtülerini; heba
ettiği bunca sevinci. Alay etmekte
aptalca sakınımıyla kaçan fırsatlar.

...Ama düşünce ve bunca anı
başını döndürdü yaşlı adamın.
Ve uyuyakaldı kahve masasına dayayarak başını.

(1897)

Gizli Şeyler (1908)


Bütün yaptıklarımdan ve bütün söylediklerimden

Kimse anlamaya çalışmasın kim olduğumu

Bir engel vardı, bir engel, bütün eylemlerimi

Ve baştan aşağı tutumumu değiştiren

Hep bir engel tam konuşacağım sıra

Susturuverirdi beni.

En göze çarpmamış davranışlarımdan

En kapalı sözlerimden, yazdıklarımdan

Yalnız onlardan anlaşılabilirim.

Ama belki de değmez bunca çabaya

Bunca dikkate, gerçekte kim olduğumu bulmak,

Daha güzel bir toplumda, ilerde
Bir başkası tıpkı bana benzeyen
Çıkar kuşkusuz, yaşar özgürce