Justine
Sade, düşünsel macerasını iki
kadın figüre emanet eder. Bu kadınlar, her biri kendine göre, Sade'ın
fikirlerinin bedelini ödeyecektir; biri bu fikirlere maruz kalarak, diğeri bu
fikirleri hayata geçirip deneyimleyerek; Sade, erkek karakterlerinden ziyade,
bu iki kadın karakteriyle bütünleşir; iki kız kardeş olan Justine ve Juliette’de
kendini bütünüyle ortaya koyar. Her ikisi de güzel fakat çok farklı mizaçlara
sahip olan, benzer durumlara düşüp, birbirine taban tabana zıt prensipler
doğrultusunda tepki gösteren bu iki genç kadının paralel hayatlarını anlatmak,
hiç kuşkusuz ahlaki bir ilginin yanında, Sade'ın göstermeye ve kanıtlamaya
çalıştığı her şey için mutlak bir avantaj sağlamaktadır. Açıktır ki, kendini bu
iki kadın kahramanıyla özdeşleştiren, kadınlar nasıl heyecanlanırsa öyle
heyecanlanan Justine ve Juliette'in yaratıcısı, benliğinin derinliklerinde olduğu
kadar deneyimlerinde de bu iki kadının özünü taşımaktadır. Sade’ın Justine
karakterinde, kendi vicdanının acısını, sıkıntılarını, açık sözlülüğü yüzünden
maruz kaldığı aşağılanma ve incinmeleri ifade etmiş olması kuvvetle
muhtemeldir. Aslında, duyarlığının masumiyetinde Hıristiyan ahlakının kişileştirildiği
Justine’in talihi, kabul ettiği
ateizminden her türlü ahlaki sonucu çıkarmış, hiç kuşkusuz Hıristiyan bir
toplumun zulümlerine maruz kalabilecek birinin kaderini de pekâlâ temsil ediyor
olabilirdi. Oysa Justine bu toplumun
bağrında yetişmektedir ve dürüstlüğünden, bu toplumun oyununu oynadığını
düşünür. Fakat nasıl ki normal bir insan doğasının varlığından söz edemezsek, bu
toplumun da var olduğu söylenemez. Aslında bu toplum yoktur. Bu ilüzyona sadık
kalan Justine, tüm alçaklıkların,
tüm zulümlerin, tüm suçların, yani tüm “anomalilerin” bizzat hem bahanesi hem
de çıkış noktası haline gelir. Bunun da ötesinde, kendi yanılsaması, kendi
saflığı, nerede olursa olsun yalnızca kendi olarak ortaya çıkması nedeniyle
Justine karşılaştığı kişilerin içindeki kötülüğü kışkırtır. Erkekler ve
kadınlar üzerinde uyguladığı çekim gücü, başkasından gelecek yeni sapkınlık
formlarını tanımasını mümkün kılar fakat her yeni durumda saflığının yol açtığı
dilemmalar, onu çevresinde işlenen suçların ortağı yapar.
Photograph by Jindrich Styrsky |
Dolayısıyla Justine, sadist girişim için olmazsa olmaz tabunun kişileşmiş
halidir. Aksiyon, varolan durumdan, kabul edilmiş normlardan, alt üst edilmesi
istenen kurumlardan -ki bu kuramların, öncelikle, sözcülüğünü üstlenmiş ama
daima engellenen, taciz edilen ve sürekli gözyaşı döken kadın karakterlerin
içinde alt-üst edilmesi gereklidir- hareketle gelişir ve devam eder. Sade, Justine’i, uğradığı ilk tecavüzden,
sonrasında maruz kalacağı en beter pis durumlara kadar, hiçbir durumda
değişmeyen, hep baştaki Justine ile
aynı kalan bir Justine olarak
gösterir; son siperlerine kadar ulaşılmış bir bilincin korku ve
sıkıntılarından -ki bu bilinç kendine sahip olmanın ihlal edilemezliği
noktasında kendini tecavüze uğramış biri olarak görmektedir, benin kendi
dürüstlüğüne ilişkin bir tasavvuru vardır- nasıl yararlanacağını çok iyi bilir.
Halbuki, bilinç, Justine’in gözünde
çoktan kaybedilmiş olan bedenden ayrı kalamaz, tensel refleksler, onu sırrını
dışa vurmakla tehdit eder. Bu sır, benin yine kendisi tarafından ele
geçirilmesi ve bozguna uğratılması, dolayısıyla kimliğini kaybetme riskinde
yatmaktadır. Justine, böylece, ne
kötülüğün mutlak gerçekliğini kendi etinde, ne de sapkınlığı kendi doğasında
tanıyıp varsaymadığı için, huzursuz bir vicdanı [conscience mauvaise]
deneyimler çünkü aşağılanmalarının en beterinde, cellatlarının kendisini bıraktığı yasak aşkı duymaktır.
Sadist deneyimin Justine karakteriyle ilgili amacı budur. Buradaki orijinalite,
okurun, her bir olayın kahramanın vicdanındaki yansımasını görebileceği, Justine'i
kendisinin dışına çıkmış haliyle kendi vicdanının prensiplerine saldırırken
izleme olanağı bulacağı şekilde tasvir etmektedir:
"Her zaman kötülük ve erdem arasında bir yerlerde olduğuma göre,
mutluluğun yolu benim için ancak bu iğrençliklere kendimi teslim ettiğim
takdirde açılmaktadır!"
Justine'den çok daha sonra
tasarlanan Juliette figürü, bu bağlamda çok daha karmaşıktır. Justine'in bakış açısı
normlar ve kurumlarla ilgili yanılsaması içinde bir kurbanın bakış açısıydı. Juliette
ise kurumları anomalilerinin amaç ve istekleri doğrultusunda ele alan
cellatların ve canavarların bakış açısına sahiptir.
*
Klossowski
"Komşum Sade"
Etiketler:
Sade
Sodomik Zevk
Babalaas@
Sodom zevkini analiz edelim... Bu
zevkte kadın için en yaygın duruş yatağın kenarına kalçaları iyice ayrık ve
başı olabildiğince yatağa gömülmüş olarak karın üstü yatmaktır. Ehlikeyif
adam, sunulan güzel kıçın görünümüyle bir an için oyalanır, bu kıçı
tokatladıktan, elledikten, hatta kimi zaman kırbaçladıktan, çimdikledikten,
ısırdıktan sonra, zımbalayacağı minnacık deliği ağzıyla ıslatır ve dilinin
ucuyla girişi hazırlar; kendi aletini de tükürükle ya da pomatla nemlendirir ve
delmek istediği deliğin önüne yavaşça getirir; bir eliyle onu yöneltirken diğer
eliyle zevk nesnesinin kalçalarını ayırır; organının duhul ettiğini hisseder
etmez ateşli bir şekilde itmesi gerekir, yer kazanmaya çok dikkat etmelidir; bu
sırada kadın tecrübesiz ve gençse kimi zaman acı çeker; ama, acılar bir süre
sonra zevke dönüşecektir, düzücü yarağını canla başla yavaş yavaş itmelidir,
nihayet hedefe erişene dek itmelidir, yani sonunda aletinin kılları arkadan
düzdüğü nesnenin anüs kenarlarına sürter. O zaman yoluna hızla devam edebilir,
artık tüm dikenler derlenmiştir; geriye güllerden başka bir şey kalmamıştır.
Zevk nesnesinin hissetmeye devam ettiği acı kalıntılarını zevke dönüştürmeyi
tamamlamak için, eğer bu bir genç oğlansa onun yarağını kavramak ve sıvazlamak
gerekir; eğer bir kızsa klitorisini gıdıklamalı; üstünde çalışılan kişinin
anüsünü son derece daraltarak yarattığı zevk seğirmeleri failin zevklerini
artıracaktır, o da, halinden memnun ve şehvet içinde, bir süre sonra, zevk
nesnesinin kıçının dibine, sayısız kösnül ayrıntının kanıtı olan kopkoyu ve
bol bir spermi zıpkın gibi yollayacaktır.
Sade / Yatak Odasında Felsefe
Etiketler:
Sade
Tarascon Yolunda Ressam, Van Gogh
Van Gogh, Tarascon Yolundaki Ressam
adlı tablosunda kendisini, öğle vaktinin kuvvetli ışığının açık kahverengi
toprağa düşürdüğü büyük mavi-siyah gölgesinin eşliğinde resmetmiştir. Theo’ya
yazdığı ve tablosunu irdelediği mektubunda gölgeden hiç bahsetmez: Tablosu
hakkında, “kutular, çubuklar ve bir
tuvali yüklenmiş bir halde, gün ışığı altında Tarascon yoluna koyulmuş olan
kendimi betimlediğim kabataslak bir çizim” der. Gelecek kuşakların gözünde
bu, genelde hayatın ve özelde de ressamın hayatının metaforik bir imgesi
olmuştur. Wilhelm Uhde’nin monografisinin (Phaidon, 1936) ilk sayfasında yer
alan renkli reprodüksiyonunda, kendimizi altın bir efsanenin içinde buluruz:
Vincent Van Gogh adı bir dizi harika resmi akla getirir,
fakat aynı zamanda da yükünü taşıdığı ve onu sonunda Golgotha’ya ulaştıracak
acılarla dolu bir hayatı çağrıştırır. Onun hikâyesi (...) güneşi gördüğü güne
ve güneş altındaki hayatın gizemini tanıyana kadar, niçin özlem ve acı
çektiğini bilmeden, karanlık bir hapishanenin duvarları arasında dövünüp duran
yalnız bir kalbin masalıdır. Güneşi gördüğü gün, kalbi güneşe doğru uçar ve
ışınları arasında eriyip gider.
selfportrait-on-the-road-to-tarascon-the-painter-on-his-way-to-work-1888 |
Bize resimle ilgili mitlerin nasıl doğduğu hakkında pek çok
şey anlatan bu satırların, en azından, Phaidon monografisinin reprodüksiyonuna
bağlı olarak 1956 ve 1957 yılları arasında yaptığı altı çeşitleme serisinde
Francis Bacon’u esinlemek gibi bir faydası olmuştu. Bacon, “yol üzerindeki (...) bir hayalete benzeyen bu tekinsiz figürü”
tasvir etmek ve “yanan bir mumun kendi
eriyen yağı içinde yok olması gibi” Van Gogh’un da kendi gölgesi içinde
nasıl eridiğini göstermek istediğini iddia etmiş ve şu sonuca ulaşmıştı:
[Ölüm] [ressamları] gölgeleri
gibi takip eder ve sanırım pek çok ressamın hayatın korunaksızlığının ve
hiçliğinin bu denli farkında olmasının bir nedeni de budur.
*
Nietzsche, Marx, Freud
Freud'la ilk karşılaşmam, on beş
yaşımdayken Argentan (Orne) ilçesinde kurulan pazar sırasında gerçekleşmişti.
Bir sahaftan ucuza alınmış bir kitabın başlıklarında renksiz bir kişilik olarak
belirdi önce ve bunu kendisi bilmese de benim mutsuz ergenlik yıllarımda en
sevdiğim kişi oldu. Cinsellik Üzerine'sini satın aldığım günü dün gibi
anımsarım. Idees-Gallimard cep kitabı koleksiyonundandı, siyah ve menekşe
renkli bir kapağı vardı. Fiyatı ise, ilk sayfada kurşunkalemle belirtilmişti.
Bu değerli cildi halen saklarım.
Sutyenler ve ten rengi
korselerin, armatürlerin, pazar alışverişlerini yapmaya gelen iri yarı
çiftçilere yönelik olarak hazır tutulan brandaların sergilendiği tezgâh ile
Maupassant'ın yeni bir öyküsünden fırlamış kocalara tenekeden ıvır zıvır satan
hırdavatçının tezgâhı arasında duran kısa saçlı bir kadından -ki kendisini bir
daha hiç göremedim, sanki yer yarıldı içine girdi- neredeyse yok pahasına bir
sürü kitap satın alıyor, bütün bu kitapları kafası karmakarışık ve aydınlanma
kaygısı içinde birinin ruh haliyle yutarcasına okuyordum.
Salesian tarikatından rahiplerin
bulunduğu bir yetimhanede dört yılımı geçirmiştim ve rahiplerin bazıları
sübyancıydı. Okuduğum kitaplar ise, beni adeta iğrençliğin nereye varacağını
bilemeyeceğiniz bu cehennemden kurtarmıştı. Bu kötücül alevlerin arasındaki
yaşamımı on yaşından hayata geri döndüğüm on dört yaşına kadar sürdürmeye
çalıştım. 1973 yılında, lisedeki ilk yılımda iki ders arasında soluğu hemen
pazarda alırdım. Okula dönüş yolunda ise, çantam envai çeşit şair ve yazarın
yapıtlarıyla, biyografilerle, sosyoloji, psikoloji ve felsefe kitaplarıyla
dolu olurdu.
O yıllar boyunca Andre Breton'dan
Sürrealist Manifestoları keşfediyor, sanatçıların doğaçlama yazım tarzı,
kolektif kolaj uyarlamaları, buluntu şiirleri, neşeli üslupları ve özgürlükçü
zihniyetleri karşısında çok heyecanlanıyordum. Rimbaud da, Baudelaire de kendi
kurallarını benimsetiyorlardı ve deli dolu yaşantıların içinden fırlayan
sürrealistler ise, kararsızlıktan mustarip vaatlerimi kaynayan volkanlarından
güç alarak canlandırmama yardımcı oluyorlardı.
Aldığım ve yenilerini satın
alabilmek için sattığım kitapları koyduğum heybede, üç "külçe altın"
parçası keşfettim: Nietzsche, Marx ve
Freud. Ancak, Michel Foucault isimli birinin, 1964 yılında Royaumont'taki
"Nietzsche" üzerine bir sempozyum sırasında bu üç düşünürün ismini
konuşmasının başlığına çevirdiğini o zamanlarda henüz bilecek durumda değildim.
Bu mükemmel üçgenin ardında, çağdaş filozofların vaatlerinden oluşan devasa
bir ışık huzmesinin saklandığının ayrımına vardığım aydınlanma çağımı
yaşamaktaydım. Süzülen ışıkların dünyasında bir köre dönüşmüştüm.
Samimi olmam gerekirse,
bazılarının gerçekten çok berbat durumda olduğu ve adeta bir çıfıt çarşısı görünümündeki
kitapların arasında, üç adet felsefe kitabını görür görmez âşık oldum: Nietzsche'nin Deccal'ı, Marx'tan Komünist
Parti Manifestosu ve Freud'un Cinsellik Üzerine'si. Yetimhaneden yeni
kurtulduğum senelerdeki kapkaranlık semalara aydınlık veren bu üç parıltı,
hayatımda hâlâ süregelen bir coşkuyu da fitillemiş oldu. İlk kitap
Hıristiyanlığın bir alınyazısı olmadığını, ondan önce de bir yaşantının
bulunduğunu ve sonraki bir yaşantının ortaya çıkması için bu hareketin
rahatlıkla hızlandırılabileceğini öğretmişti. İkinci kitaptan öğrendiklerim
ise, insanlığın ufkunun aşılmaz bir kapitalizm engeliyle kaplı olmadığı ve
başka bir dünya için sosyalizm gibi bir seçeneğin de bulunduğuydu. Üçüncü kitap
da, Tanrı veya Şeytan korkusunun, tehditlerin, endişelerin uğramadığı,
Hıristiyanlık değerlerinin baskıcılığından ileri gelen kaygılardan muaf,
ahlakdışı bir anatominin aydınlığında cinselliğin kavranabileceğini
göstermişti bana. Henüz on beş veya on altı yaşında olmama rağmen, Katolik
ahlakını yerinden sıçratacak, kapitalist aygıtı aşındıracak ve Musevi-Hıristiyan
geleneğin cinsellik üzerindeki baskılarını ortadan kaldıracak türden, kayda
değer bir dinamit yığınına sahiptim. İşte felsefî şölenin içerdikleri, hem de
uzunca bir şölen!
Böylelikle, şunu çok iyi anladım
ki, felsefe, öncelikle yaşamı düşünme ve kendi düşüncesini yaşama sanatı, kendi
varoluşunun dümenine geçmeyi sağlayan pratik bir gerçekliktir. Bu açıdan
bakıldığında, bu disiplin, bu küçük evrende salt kuramdan, kötücül yorumlardan,
bilgiç gevezeliklerden, öküzün altında buzağı arayan düşüncelerden beslenen
her şeyi ikinci plana iter. Hıristiyan hayvanın soluğunu ensesinde hisseden;
çiftçi baba ve ev hanımı annenin ağır koşullar altında çalışıp ev halkının
yaşamını sürdürmekten başka bir şey beceremedikleri ailede sefaleti tanımış;
kilisede günah çıkarırken tüm cinsel yaşantısını anlatan; mastürbasyon yapanın
doğruca cehennemi boylayacağı kendisine sürekli olarak söylenen o yaşlardaki
tüm oğlan çocukların, günün birinde Nietzsche'yi,
Marx'ı ve Freud'u -yani bu üç kafadarı- keşfetmeleri elbette kaçınılmazdır.
Şöyle bir tahminde bulunulabilir:
Deccalin son sayfası,
"Hıristiyanlığa karşı yasa"nın ilan edilmesini içeriyordu. Ne büyük
bir fırsat... Gelecekte benimsenmesi önerilen bu kurallar manzumesinin beş maddesinden
ilki şu şekildeydi: "Doğaya aykırı
olan her türlü canlı, günahkârdır. En günahkâr olan insanlar ise, rahiplerdir;
çünkü doğa kurallarına aykırı olan şeyleri öğretirler. Rahiplere karşı bir
mantık işletemeyiz; ancak bu günahları düzelten evlere sığınabiliriz.”
Kaçırılmaya çalışılan çocuğun onurunu geri veren bu sağlıklı, güçlü insanın
elini sıkma isteği kabarmıştı içimde... Bir diğer kural ise şu şekildeydi:
Vatikan’ı yerle bir edip, bu tahrip
edilmiş toprakların üzerinde zehirli yılanlar beslemek! Başka bir kurala
göre: "İffetli olunmasına dair verilen
vaazlar, doğaya karşı gelme konusunda halkı tahrik etmektir. Cinsel hayatı hor
görenler, onu pis olmakla itham edenler, aslında hayatın sağlıklı ruhuna karşı
gerçek bir günah işlemektedirler." Hiç kuşkusuz bu adam benim dostum
oldu: öyle de kaldı.
Aynı yakınlığı, yeniden Marx'ın Komünist Parti Manifestosu'nda da hissettim. Marx, kitabında,
tarihin devindirici gücünün sınıf mücadeleleri olduğunu açıklar. Editions
Sociales yayınlarından çıkan portakal renkli bu ince kitabın üzerine, yer yer
kurşunkalemle notlar almıştım: Özgür insan ve köle, patrisiyen (soylu yurttaş)
ve pleb (ikinci sınıf yurttaş), efendi ve serf, lonca ustası ve kalfa, ezen ve
ezilen arasındaki diyalektik denge... Tüm bunları okuyordum elbette ve
zihnimin derinliklerinde biliyordum ki tüm bu anlatılanlar doğruydu. Çünkü o
cümleleri tüm varlığımla hissediyor, yaşıyordum: Babamın ailesini geçindirmek
için bir ay boyunca çalışmasının karşısında aldığı ücret son derece azdı. Bu para
ancak hayatta kalmamıza ve onun gelecek ay da çalışabilmesi için güç
toplamasına yetiyor ve bu böylece sürüp gidiyordu.
Yves Saint Laurent (Jean Loup Sieff, 1970)
Bu fotoğrafta güzel olan çıplak bir kadın değil, genç, yakışıklı, zengin bir adam,
Yves Saint Laurent. Alışılmadık, bu yüzden bakanı kışkırtan bir pozda. Bu aynı zamanda
onun moda evi ve parfümleri için bir reklam. Modern güzelliğin üst tanımına dair ne varsa
Sieff'in bu fotoğrafına toplanmış.
Bedenin Tarihi
Etiketler:
Queer
Tears in Rain
I've… seen things you people wouldn't believe… Attack ships on fire off the shoulder of Orion. I watched c-beams glitter in the dark near the Tannhäuser Gate. All those… moments… will be lost in time, like tears… in… rain. Time… to die…"
Ama bay Nietzsche Haklı: http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2013/06/ama bay nietzsche haklı
...zihnin münzevileri olmaya, kendi gibi akıl sahibi insanlarla sohbet etmeye, diğer varlıklardan daha çok sanatla teselli olmaya ihtiyacımız var. Ayrıca, başkalarını bizim gibi düşünmeleri için değiştirmeye çalışmak istemiyoruz çünkü onlarla aramızdaki uçurumun doğa tarafından oluşturulduğunu duyumsuyoruz. Acıma, bizim için tanıdık bir his haline geliyor. Gittikçe daha da sessizleşiyoruz...
...düşüncelerinin gemisi öyle derinden yüzüyor ki, onunla bu dostane, ciddi, anlayışlı insanların arasında yol alamayacağın kadar derinden yüzüyor. Sığ yerler ve kumluklar çok fazla orada: dönmek ve yön değiştirmek zorunda kalacaksın ve sürekli mahcup olacaksın, çok geçmeden onlar da mahcup olacaklar - nedenini çözemedikleri mahcubiyetin yüzünden.
...
- Kalbimizin iletişim kurabilirliği konusundaki kuşkularımız;
seçilmiş değil, verilmiş bir şey olarak yalnızlık.
- Her zaman bir kisveye bürünmüş olmak: türü ne kadar yüksekse,
bir insan o denli takma ada ihtiyaç duyar. Tanrı var olmuş olsa, nezaketi gereği kendini
dünyaya sadece insan olarak göstermek zorunda kalırdı.
- Sessiz kalma kabiliyeti: ama dinleyicilerin huzurunda bundan bir sözcük bile etmemek.
- Sürdürülen düşmanlıklara tahammül: kolay uzlaştırılabilirlik eksikliği.
...
Muazzam ve gururlu bir soğukkanlılıkla yaşamak; sürekli ötede - Birinin duygularına, lehte ve aleyhte gönülden katılmak ya da katılmamak, buna tenezzül etmek saatlerce; ata biner gibi, sık sık da eşeğe, oturmak üzerlerine: - İnsan onların bönlüğünden ve aynı ölçüde ateşinden yararlanmayı bilmeli.
...
...çünkü, yalnızlık, bir erdemdir bize, incelmiş bir eğilim, insanlar arasındaki ilişkileri bulup çıkaran bir temizlik itkisidir, - "toplumda" - kaçınılmaz kirlilikte yürütülmek zorunda olan...
Blogger İçerik Politikası Güncellemesi
! Daha önce, Blogger'ın Yetişkinlere Uygun İçerik politikasında yapılacağı duyurulan değişiklik uygulanmayacaktır.
Blogger pornografik içerik politikasında güncelleme
Bu hafta Blogger'ın pornografik içerik politikasında, grafik çıplaklık veya müstehcen görüntüler yayınlayan blogların gizli hale getirilebileceğini belirten bir değişikliğin duyurusunu yapmıştık.
Uzun süredir var olan blogları etkileyen bir politika değişikliği yapma ve bunun kimliklerini ifade etmek için müstehcen içerik yayınlayan bireyler üzerindeki olumsuz etkisi konusunda çok sayıda geri bildirim aldık.
Geri bildirimler için teşekkür ederiz. Bu değişikliği yapmak yerine mevcut politikalarımızı koruyacağız.
Bu durum blog sahipleri için ne anlama geliyor?
- Ticari pornografi yasak olmaya devam edecek.
- Blogunuzda pornografik veya müstehcen içerik varsa yetişkinlere uygun içerik ayarını açarak bir uyarının görüntülenmesini sağlamalısınız. Google, yetişkinlere uygun içerik bulunan ve içerik uyarısı etkinleştirilmemiş bir blog saptadığında uyarı sayfasını sizin yerinize açar. Bu durum tekrar ederse blog kaldırılabilir.
- Blogunuzda müstehcen içerik yoksa ve Blogger İçerik Politikası'nın diğer maddelerini uyguluyorsanız blogunuzda herhangi bir değişiklik yapmanız gerekmez.
Etiketler:
Queer
Okumak
Çok okuyan biriyim, müthiş okuyorum diyebilir miyim? Belki, çevremdeki herkesten biraz daha fazla okuyorum. Her zaman cebimde bir, birkaç kitapla dolaşıyorum. Ama az okuyor, az okuduğumu hissediyorum. Geçen zamana karşı okumalarım hiçbir ölçüde tatmin etmiyor beni. Daha çok, ağır, sancılı okuyorum. Hele bir de felsefe kitabıysa elimdeki, derin sularda acemice yüzerken yorulduğum oluyor, kıyıysa çok uzaklarda kalmışsa hele...
Daha çok şunu sormam gerekiyor artık, belki de: Niye okuyorum? Bir tür kendini arayışla başladı edebiyatla ilişkim ve daha uzun süreler eski sevdalar yeni aşklarla sürüp gidecek bu ilişki.
Ama, yine de, işte...
Etiketler:
Ben
Les Corbeaux
Nasıl bir bok çukuru burası! Bu köylüler ne naif canavarlar böyle. Geceleri bir içki içmek istersen kilometrelerce yürümen gerek. O anne beni bir cehennem çukuruna gömdü.
Buradan nasıl kurtulacağım, bilmiyorum; ama kurtulacağım. O berbat Charlestown'ı,Universe'u, kitaplığı falan arıyorum... Ama oldukça düzenli çalışıyorum; küçük düzyazı öyküler yazıyorum, genel başlığı: Çoktanrılı kitap ya da Zenci kitabı. Çılgınca bir şey ve masum. Ah! Masumluk, masumluk,masumluk, masu... Allah kahretsin!
Kıçıma kadar doğa düşüncesiyle doluyum. Seninim ey doğa, ey benim annem!
(Charleville'den Mektup)
Charleville |
Les Corbeux (Kargalar)
akşamla susunca çanlar,
soğuk basınca kırları,
tanrım, kutsal kargaları
duanın bittiği anlar
indir göklerden doğaya
kargalar çığlık çığlığa.
rüzgârlar esiyor, bakın
nasıl saldırıyor size
yuvanıza, evinize!
kargalar, haydi toplanın
gömütle dolu yollarda,
çukurlarda, oyuklarda,
ölüp gidenler geçen kış
tarlalarda dinleniyor,
kargalar gökte dönüyor,
yolcular düşünsün diye;
kimler konup kimler göçmüş,
sen ey hüzünlü kara kuş!
büyülü gecede yitik,
gemi direği gibi dik
meşenin üstüne konan
kargalar, kutsal kargalar!
kış başladı, sizler susun,
kırlarda kapalı kalan
ve ormanlarda kaybolan
onulmaz bozguna tutsak
yaralı yürekler için
mayıs bülbülü şakısın.
akşamla susunca çanlar,
soğuk basınca kırları,
tanrım, kutsal kargaları
duanın bittiği anlar
indir göklerden doğaya
kargalar çığlık çığlığa.
rüzgârlar esiyor, bakın
nasıl saldırıyor size
yuvanıza, evinize!
kargalar, haydi toplanın
gömütle dolu yollarda,
çukurlarda, oyuklarda,
ölüp gidenler geçen kış
tarlalarda dinleniyor,
kargalar gökte dönüyor,
yolcular düşünsün diye;
kimler konup kimler göçmüş,
sen ey hüzünlü kara kuş!
büyülü gecede yitik,
gemi direği gibi dik
meşenin üstüne konan
kargalar, kutsal kargalar!
kış başladı, sizler susun,
kırlarda kapalı kalan
ve ormanlarda kaybolan
onulmaz bozguna tutsak
yaralı yürekler için
mayıs bülbülü şakısın.
Verlaine
.
...En azından bir süre eskisine göre daha az korkunç bir
görünüm içinde olmak: iyi giyinmek, ayakkabıların boyalı, saçların taralı
olması, gülücükler dağıtmak...
VERLAINE'DEN RIMBAUD'YA
İki adam Paris’te XIV. Arondismanda Didot Sokağı’nda
yürüyor. Yirmi yaşlarında gösteriyorlar. Okul arkadaşları. Hiç konuşmuyorlar.
Kaldırımda hızlı hızlı yürüyorlar.
Sol taraflarında Broussai
Hastanesi duvarlarını gösteriyor. Sundurmadan geçiyorlar, iki taraflı ağaçlı
yolları izleyerek önce bir binaya daha sonra başka bir binaya gidiyorlar,
nihayet uzunca bir salona giriyorlar ve beklemeleri rica ediliyor. Aradıkları
adam sabıkalı, eski mahkûm yok orada.
Soruyorlar. Beklemelerini
istiyorlar. Nihayet bir hemşire oldukça geniş bir salona götürüyor onları; bu
salonda bahçeye bakan bir pencerenin iki tarafına altı demir karyola
yerleştirilmiş.
Ziyaretine geldikleri hasta
pencerenin sağ tarafında, ortadaki karyolada yatıyor. Adı baş ucunda bir
tabelada yazılı. Saçları gri, gözleri bir kır tanrısının gözleri, alnı geniş,
sakalı yabani otları andırıyor. Başında bir başlık, üstünde hastanenin adının
yazılı olduğu bir gömlek var.
İki ziyaretçi geliyor. Yataktaki
adam doğruluyor, yatağındaki dergileri ve gazeteleri kaldırıyor. Sonra
kalkıyor. Eski bir pantolon, lekeli bir yelek ve üstüne de gene hastanenin
verdiği robdöşambrı giyiyor, belini sıkıyor.
Ziyaretçilerinin önüne düşüyor ve
koridora çıkıyorlar.
Daha sonra bahçeye çıkıyorlar.
Bir saat boyunca samimi bir sohbet içinde dolaşıyorlar, yanlarından geçen
hasta ihtiyarlar kendi dünyalarına dalmış iki öğrenci ve serseri kılıklı bir
hastadan oluşan bu tuhaf üçlüye pek sempatik olmayan bakışlar atıyorlar.
Ayrılıyorlar.
Bir yıl sonra Broussai
Hastanesi’ndeki hasta taburcu oluyor. Bastonuna dayanarak zor yürüyor.
Montmartre'da bir sokakta o genç ziyaretçilerinden birine rastlıyor ve
tanımıyor onu. Genç ziyaretçisi duruyor ve tanıtıyor kendisini. Kısa bir süre
sohbet ediyorlar.
Eski mahkûm “bir kadeh bir şey
ısmarla bana" diyor.
Karşısındaki küçük para cüzdanını
çıkarıyor ve bütün servetini gösteriyor. Birkaç kuruş... Ayrıca biraz önce bir
garsonun kendisini, kıyafetini uygun bulmadığı için oturduğu bistrodan
attığını söylüyor.
Bir kafeye giriyorlar ve
siparişlerini veriyorlar.
“Nerede oturuyorsunuz?” diye
soruyor öğrenci.
Karşısındaki hüzünlü bir tavırla
omuz silkiyor.
“Bir yerde oturmuyorum, geceler
sokaklarda geçiyor.”
Böyle diyordu şair. Bu yüzyılın
sonunda değil, geçen yüzyılın sonunda. Evi barkı olmayan adam Paul Verlaine’dir.
Onu dinleyenler de Pierre Louys ve Andre Gide.
Bugün hayatta olsaydı metroda yaşardı Verlaine.
Bugün hayatta olsaydı metroda yaşardı Verlaine.
Sefalet hiç acımaz.
*
Kitap: Bohemler
Etiketler:
Rimbaud
Blogger İçerik Politikası Güncelleme
Değerli Blogger Kullanıcısı,
Blogger İçerik Politikası'nda yapılacak ve sizin hesabınızı da etkileyebilecek bir değişiklik hakkında bilgi vermek istiyoruz.
Önümüzdeki birkaç hafta içinde müstehcen veya çıplaklık içeren resim ve videolara artık izin vermiyor olacağız. Sanatsal, eğitsel, belgesel veya bilimsel amaçlı olarak sunulan ya da içeriğe müdahalede bulunulmamasının halk açısından önemli yararlarının olacağı durumlarda çıplaklık içeren görsellere izin vermeyi sürdüreceğiz.
Yeni politika 23 Mart 2015 tarihinde yürürlüğe girecektir. Bu politika yürürlüğe girdikten sonra Google, revize edilmiş politikamızı ihlal ettiği tespit edilen tüm bloglara erişim kısıtlayacaktır. Hiçbir içerik silinmeyecektir, ancak gizli hale getirdiğimiz içeriği yalnızca blog yazarları ve blog yazarlarının blogu açık şekilde paylaştıkları kullanıcılar görebilecektir.
Blogger İçerik Politikası'nda yapılacak ve sizin hesabınızı da etkileyebilecek bir değişiklik hakkında bilgi vermek istiyoruz.
Önümüzdeki birkaç hafta içinde müstehcen veya çıplaklık içeren resim ve videolara artık izin vermiyor olacağız. Sanatsal, eğitsel, belgesel veya bilimsel amaçlı olarak sunulan ya da içeriğe müdahalede bulunulmamasının halk açısından önemli yararlarının olacağı durumlarda çıplaklık içeren görsellere izin vermeyi sürdüreceğiz.
Yeni politika 23 Mart 2015 tarihinde yürürlüğe girecektir. Bu politika yürürlüğe girdikten sonra Google, revize edilmiş politikamızı ihlal ettiği tespit edilen tüm bloglara erişim kısıtlayacaktır. Hiçbir içerik silinmeyecektir, ancak gizli hale getirdiğimiz içeriği yalnızca blog yazarları ve blog yazarlarının blogu açık şekilde paylaştıkları kullanıcılar görebilecektir.
Kayıtlarımız, sizin hesabınızın da bu politika değişikliğinden etkilenebileceğini gösteriyor. Bu politikayı ihlal edecek yeni içerikler oluşturmaktan kaçınmanızı rica ediyoruz. Ayrıca, hizmetle ilgili herhangi bir kesinti yaşamamak için mümkün olduğunca çabuk şekilde mevcut blogunuzu politikamızla uyumlu hale getirecek gerekli değişiklikleri yapmanızı rica ediyoruz. Google Paket Servisi'ni kullanarak içeriğinizin bir arşivini oluşturmayı da tercih edebilirsiniz (https://www.google.com/settin gs/takeout/custom/blogger).
Daha fazla bilgi için lütfen buradaki (https://support.google.com/bl ogger?p=policy_update) bilgileri okuyun.
Saygılarımızla,
Blogger Ekibi
Blogger'daki yetişkinlere uygun içerik politikası
23 Mart 2015 tarihinden itibaren, Blogger'da müstehcen veya çıplaklık içeren resim ve videoları herkese açık olarak paylaşmanız mümkün olmayacak.
Not: İçerik sunulurken somut şekilde kamu yararı gözetiliyorsa, örneğin sanatsal, eğitsel, belgesel veya bilimsel içerikler söz konusu olduğunda çıplaklık içeren öğelere izin vermeye devam edeceğiz.
Mevcut bloglarınızda göreceğiniz değişiklikler
Mevcut blogunuzda müstehcen veya çıplaklık içeren resim ya da videolar yoksa herhangi bir değişiklik fark etmeyeceksiniz.
Mevcut blogunuzda müstehcen veya çıplaklık içeren resim ya da videolar varsa blogunuz 23 Mart 2015 tarihinden sonra özel hale getirilecektir. Hiçbir içerik silinmeyecektir, ancak özel içeriği yalnızca blogun sahibi veya yöneticileri ve blogun sahibinin blogu paylaştığı kişiler görebilecektir.
Mevcut bloglar için güncelleyebileceğiniz ayarlar
Blogunuz 23 Mart 2015'ten önce oluşturulduysa ve yeni politikamızı ihlal eden bir içerik barındırıyorsa, yeni politikanın yürürlüğe girmesinden önce blogunuzu değiştirmek için birkaç seçeneğiniz vardır:
- Blogunuzdaki müstehcen veya çıplaklık içeren resim ya da videoları kaldırabilirsiniz
- Blogunuzu özel olarak işaretleyebilirsiniz
Blogunuzu tamamen kapatmayı tercih ederseniz blogunuzu dışa aktarabilir (.xml dosyası olarak) veya Google Paket Servisi'ni kullanarak blogunuzdaki metin ve resimleri arşivleyebilirsiniz.
Etiketler:
Queer
Kaotik Benlik
...
Düşünmüyorum, düş görüyorum.
...
Hayatım pasiflik ve düşten ibaret.
...
Ne kendimi hatırlamak ne de tanımak istiyorum
Çok kalabalık oluyoruz,
kim olduğumuzu bulmaya çalıştığımızda.
...
Uçurumdur benim çitim
Ben olmanın ölçüsü yok.
...
Bugün saçma ve doğru bir şey hissettim aniden:
Hiç kimse olduğumun bilincine bir çırpıda vardım.
...
Her şeyi hayal edebilirim, çünkü ben hiçim.
...
Obur ve ateşli bir okur olan ben, okuduğum kitapların hiçbirini
hatırlamıyorum; çünkü okumak, kendi düşüncemin, kendi düşlerimin
bir yansısıydı, daha doğrusu düşe teşvik...
...
Yakın bir dostum olmasıdır idealim; uyanıkken gördüğüm bir
düşüm bu benim, ama asla olmayacak böyle biri.
...
Temel bir edim olan yazmanın münasebetsizliğine ve
bu yöndeki her çabanın mutlak yararsızlığına derinden iknayım.
...
Deliyim, evet, deli, mademki
büyüklüğü istedim
Yazgının bahşetmediği
...
Kendimi tüm gücümle ve ruhumla adadığımı hissettiğim misyona olan borcum, onu mutlak bir kusursuzlukla gerçekleştirmek ve eksiksiz bir ciddiyetle yazıya dökmektir.
...
Belki de benim yeryüzünde hiçbir misyonum yoktur
Hiçbir ruh benimki kadar sevgi dolu ya da müşfik, benimki kadar nezaketle,
duygudaşlıkla, şefkati ve sevgiyi ilgilendiren her şeyle bu kadar dolu değildir.
Ama benim kadar yüzüstü bırakılmış ruh da yoktur.
...
Etrafımdaki hiç kimsede, benim içimdeki duyarlılığın, özlem
ve ihtirasların, derin tinsel varlığımın temelini oluşturan her şeyin
ritmiyle çarpan bit tutum bulamıyorum hayata karşı.
...
f.p.
21.2.2015 |
Etiketler:
Felsefe
The Night Fernando Pessoa Met Constantine Cavafy
(90 min / Documentary / 2008 / Stelios Haralamboupolos)
Etiketler:
Edebiyat
yan değini
- Yalnızca tinle üflenmiş boş bir balon gibi ortalıkta
gezinmek zorunda olmak çok utanç verici bir şey.
Yan Değini / Wittgenstein
Etiketler:
Felsefe
Wilhelm von Gloeden
Wilhelm von Gloeden (1856-1931), selfportrait posed in Arabic fancy dress, around 1890 |
Baron von Gloeden
"homoseksüel" miydi? Warhol'ün gözünden, belki; ama özünde
"kitsch"ti. Aslında kitsch yüksek bir estetik değerin tanınmasını
içerir, ama bu beğeninin kötü olabileceğini de ekler kitsch ve bu çelişiklikten
göz alıcı bir canavar doğar. Von Gloeden örneğinde de durum budur: Fotoğrafları
ilgi çeker, akılda kalır, eğlendirir, şaşırtır ve bütün bu keyfin karşıt
olanların bir araya toplanmasından ileri geldiğini hissederiz, tıpkı karnavala
benzeyen her tür kutlamada olduğu gibi.
Bu
çelişiklikler, "heterolojiler"dir, birbirinden farklı, birbirine zıt
dillerin sürtüşmeleridir. Örneğin: Gloeden Antikite'nin kodunu alır, onu
fazlasıyla yükler ve hantalca gözler önüne serer (güzel delikanlılar,
çobanlar, sarmaşıklar, palmiyeler, zeytin ağaçları, asma dalları, tunikler,
sütunlar, dikilitaşlar), ama (ilk biçim bozma), Antikite'nin göstergelerini
karıştırır; Yunan bitkileri ve Roma heykellerini Güzel Sanatlar Okulları'ndan
gelen "antik nü" ile birleştirir: Görünüşe göre, hiçbir ironi olmadan,
sembollerin en bayatlamışını sorgusuz sualsiz kabul eder. Ancak bu kadarla
kalmaz: Bu şekilde gözler önüne serilmiş Antikite (ve çıkarsama yoluyla,
böylelikle kabul edilmiş erkek çocukların aşkı) içine Afrikalı bedenler
yerleştirir. Belki de haklı olan odur: Ressam Delacroix, antik dokunun en iyi
Araplarda bulunduğunu söylemiştir. Her neyse, Yunan versiyonu bir Antikite'ye
ait tüm bu yazınsal araç-gereç ile okkalı ve güneşin altında kavrulmuş böcek
kabuğu gibi zifiri bakışlı genç jigolo köylülerin (onlardan hâlâ hayatta
olanlar varsa, beni bağışlasınlar, bu bir hakaret değildir) bu siyahi bedenleri
arasındaki çelişiklik nefistir.
Baronun
başvurduğu araç, yani fotoğraf, bu çelişiklik karnavalını coşkuyla vurgular.
Bu yeterince paradoksaldır, çünkü, fotoğrafçılık, ne de olsa, gerçekçi,
ampirik, tamamen bu sağlam pozitif, akılcı değerlerin -aslına uygunluk,
gerçeklik, nesnellik- hizmetinde olan bir sanat olarak bilinir: Bizim polisiye
dünyamızda, fotoğraf kimliklerin, olguların, suçların alt edilemeyen kanıtı
değil midir? Ayrıca, von Gloeden'in fotoğrafları, asla teknik açıdan değil,
sahneye koyma (pozlar ve dekorlar) açısından 'sanatsal"dır: Az bulanıklık,
üstünde az çalışılmış aydınlatma. Beden oradadır, yalnızca; bedende çıplaklık
ve hakikat, görüngü ve öz birbirine karışır: Baronun fotoğrafları acımasız
türdendir. Antikite sembollerinin görkemli bulanıklığı böylece fotoğrafın
gerçekçiliğiyle çatışmaya (şaşkınlığımızı ve belki de coşkumuzu anlatmak için
bu sözcüğe ihtiyacımız var) girer; çünkü böyle düşünülen bir fotoğraf, her
şeyin görüldüğü bir görüntü, ayrıntıların aşamalanma, "düzen" (o yüce
klasik ilke) içermeyen bir koleksiyonu değilse, başka ne olabilir ki! O küçük
Yunan tanrılarının (siyah tenleriyle bile çelişki doğuran) biraz kirli,
kesilmemiş kalın tırnaklı köylü elleri, pek temiz olmayan aşınmış ayakları vardır,
dolgun sünnet derileri oldukça görünürdür ve artık burada
biçimlendirilmemiştir, yani ince uzundur ve küçültülmüştür: Sünnetli
değildirler ve tek görülen budur: Baronun fotoğrafları aynı zamanda hem
görkemli hem anatomiktir.
İşte
bundan ötürü von Gloeden'in sanatı bir anlam macerasıdır: Çünkü aynı zamanda
hem gerçek hem inanılmaz, hem gerçekçi hem (bağırırcasına) uydurma bir dünya
(buna "insan öyküleri kitabı" demeliyiz, hayvan öyküleri kitabı var
olduğuna göre), düşlerin en çılgınından bile daha çılgın bir karşı onirizm
üretir. Böyle bir girişimin, "kültürel" uçuruma karşın, çağdaş sanatın
bazı denemelerine ne kadar yakın olduğunu belirtmemize gerek var mı? Ama sanat
bir geri kazanma alanı olduğuna göre (yapacak bir şey yok: Sanat kendi
reddettiğini bile geri kazanır ve ondan yeni bir sanat yapar), baronun
fotoğraflarında bir sanattan çok bir güç olduğunu anlamak daha uygundur:
Sayesinde bütün konformistlere, sanat, ahlak ve siyaset konformistlerine (bu
fotoğraflara faşistlerce el konulduğunu unutmayalım) direndiği bu ince, katı
güç ve onun naifliği diyebileceğimiz güç. Günümüzde her zamankinden daha
fazla, onun yapmış olduğu gibi, en "kültürlü" kültürle en parlak
erotizmi basitçe birbirine karıştırmak cesareti gösteriliyor. Sade, Klossowski
bunu yapmıştı. Von Gloeden bu karışımın üzerinde farkında olmadan yorulmaksızın
çalıştı. Bizi şimdi bile şaşırtan görüsünün gücü de buradan geliyor: Von
Gloeden'in naiflikleri, yiğitlikler kadar hayranlık uyandırıcıdır.
*
Roland Barthes
Wilhelm von Gloeden
Arşivi için:
http://commons.wikimedia.org/wiki/Catalogue of Wilhelm von Gloeden's pictures
Arşivi için:
http://commons.wikimedia.org/wiki/Catalogue of Wilhelm von Gloeden's pictures
Etiketler:
nu,
Queer,
Roland Barthes
Wilhelm von Gloeden ya da Yeniyetmenin Erotik Büyüsü
Erinlik öncesi cinsel
kimliğin henüz oturmamış olması, bu alandaki her türlü sapkınlığı
kendiliğinden meşru kılar; yerine göre, cinsel hazzın hem öznesi, hem de
nesnesidir melek kalpli oğlan. Cherubim, kendi gövdesiyle tanışmak üzere olan
erkeğin, erosa kayıtsız boyun eğip, tutkularını karşıtıyla birlikte yaşadığı
evreyi imler; o, her iki cinse eşit ölçüde hitap eden bir sevgilidir bu
sınırlı dönem boyunca.
Figaro'nun
Düğünü'nde tanık olduğumuz şey, bu belirsizliğin çapkınlığı örtbas eden bir kılıfa
dönüşmüş olmasıdır. Cherubino, tanımlayamadığı bir özlemle yanıp tutuşur; gece
gündüz tek bir şey vardır onu meşgul eden: Aşk. Öyle ki, kimseyi bulamazsa,
sonunda kendisiyle konuşmak zorunda kalır aşkı. Kelebek gibi uçuşan bir
phallus'tur Cherubino; yerçekimine meydan okuyan melek. Susanna, yeniyetmenin
sesine hayran olan Kontes'i onaylarken baklayı ağzından çıkarıverir:
"Aslında yaptığı her şeyi iyi yapar." Hiç
kuşkusuz, Susanna için deneyimden çok, gizli bir beklentinin ifadesidir bu
itiraf; ama sonuç değişmez: Cherubino, el değmemiş phallus'un masumiyetiyle
ortalıkta dolaşıp dururken, kadınların içi geçmektedir hep.
Gelgelelim,
ephebos'un eşiğindeki toy delikanlı, uygarlık tarihi boyunca, en az kadınlar
kadar erkekler için de tükenmeyen bir haz objesidir. Güzellik ideası ile
kamufle edilen homoerotik eğilim, antik Yunan kültürünü sessizce siper eder
kendisine. Öyle ya, Herakles bile bu ilişkiden nasibini alıp, erkeğin hemcinsine
duyduğu ilgiyi aklayan maceralar yaşamıştır nasılsa. Dorian Gray'e sırılsıklam
aşık olan Basil Hallaward tipik bir örneğini verir bunun: "Kendisi farkında değil ama
bana yepyeni bir anlayışı tanımlıyor. Eski Yunan ruhunun bütün yetkinliği ile romantik ruhun bütün tutkularını içine alan
bir anlayış. Ruhla vücudun uyumu; ne yüce bir iş bu!" Antik
Yunan'da, ayva tüyü kıla dönüşmediği sürece, yetişkinler ile cinsel ilişki
oğlanın doğal hakkıdır; ayıp olan, büyükler arasında bu ilişkinin devam etmesidir;
çünkü rol dağılımı bozulmuştur.
Gloeden'in
Taormina'daki çıplaklarına baktığımız zaman -bunların hemen hepsi o yöredeki
emekçi kesimin çocuklarıdır- açıkhavaya stüdyo mantığının egemen olduğunu
görürüz Kamera, önündeki görüntüden hareketle, geçmişin resmini çekmeye
çalışmaktadır burada; bu yüzden, doğal bile olsa, seçilen köşenin döşenmiş
olduğu duygusu bir türlü yakamızı bırakmaz. Elinden gelse doğaya da müdahale
edecektir Gloeden; zira geçmişi anımsamak onu kurmayla eşanlamlıdır bu
mizansende: antik Yunan, kendi dekoru üzerine devrilmiştir sanki; sahici olan
tek şey çıplak tenin karşı koyulmaz büyüsüdür. Öte yandan, çıplaklık dışındaki
her şeyin bu çıplaklığı haklı kılmak için gizlediği görülür; geçmiş
vurgulandığı ölçüde, yüce bir uyum arayışının tensel hazzı bir tür katharsis'e
çevireceği yolundaki inanç hep ön plandadır. Bu bağlamda, sürekli tehdit
altında bulunan mekân tasarımı, giderek kendi parodisine mahkûmiyeti kabullenen
bir varoluş tarzından ötürü, kitschle aynı paydayı bölüşür sonuçta. Çıplağın
yanındaki antik bir vazo yahut heykelden, kayalığa serilmiş kaplan postuna
kadar birçok aksesuvar, antik Yunan (mutlu geçmiş) yanılsamasına yönelik
bilinen klişelerin tekrarını üstlenmiştir sadece; düzenleme ilkesi -gerçek ile
gerçek olmayanın yapay birlikteliği nedeniyle- biçem kopukluğuna yenik
düşmüştür Gloeden'da.
Çelenkli Genç, çıplaklığın estetize edilmesi yolunda ilginç bir
örnektir. Bakışımsız olarak sırta atılan örtü (tünik?), arkada sol omuzdan
hafifçe aşağı döküldükten sonra, sol koltuk arasından çıkıp, sağlı sollu pazı
üzerinden yine serbest kalıyor. Koyu dip- yüzey önünde ten ve örtünün aynı açık
tonda olması, figür ile aramızdaki mesafe duygusunu olabildiğince azaltan etkin
bir çözümdür hiç şüphesiz; dışarı fırlayacakmış hissi veren bu canlılığın,
giderek dokunma (elleme) duyusuna gönderme yaptığını herkes bilir, her erotik
bakmanın kökeninde ellemeye çağrı vardır esasen, eros, salt seyirle yetinmez;
nihai amacı dokunmaktır -kucaklaşma, sarılma, öpüşme, okşama vb. tensel hazza
ilişkin pratikte onsuz olmaz edimlerdir. Göz kışkırtır, geri çekilir; el/leme
devreye girdikten sonra görünen ile görmek istenen şey arasındaki sınır
çizgisi silinmiştir artık. Sevişme sırasında haz nesnesine yamanan algı
içeriğinin görünenden soyutlanma eğilimi, bu ilişkinin keyfi olduğunu gösterir
bize; aşığın gözü boşuna kör değildir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)