Sade, düşünsel macerasını iki
kadın figüre emanet eder. Bu kadınlar, her biri kendine göre, Sade'ın
fikirlerinin bedelini ödeyecektir; biri bu fikirlere maruz kalarak, diğeri bu
fikirleri hayata geçirip deneyimleyerek; Sade, erkek karakterlerinden ziyade,
bu iki kadın karakteriyle bütünleşir; iki kız kardeş olan Justine ve Juliette’de
kendini bütünüyle ortaya koyar. Her ikisi de güzel fakat çok farklı mizaçlara
sahip olan, benzer durumlara düşüp, birbirine taban tabana zıt prensipler
doğrultusunda tepki gösteren bu iki genç kadının paralel hayatlarını anlatmak,
hiç kuşkusuz ahlaki bir ilginin yanında, Sade'ın göstermeye ve kanıtlamaya
çalıştığı her şey için mutlak bir avantaj sağlamaktadır. Açıktır ki, kendini bu
iki kadın kahramanıyla özdeşleştiren, kadınlar nasıl heyecanlanırsa öyle
heyecanlanan Justine ve Juliette'in yaratıcısı, benliğinin derinliklerinde olduğu
kadar deneyimlerinde de bu iki kadının özünü taşımaktadır. Sade’ın Justine
karakterinde, kendi vicdanının acısını, sıkıntılarını, açık sözlülüğü yüzünden
maruz kaldığı aşağılanma ve incinmeleri ifade etmiş olması kuvvetle
muhtemeldir. Aslında, duyarlığının masumiyetinde Hıristiyan ahlakının kişileştirildiği
Justine’in talihi, kabul ettiği
ateizminden her türlü ahlaki sonucu çıkarmış, hiç kuşkusuz Hıristiyan bir
toplumun zulümlerine maruz kalabilecek birinin kaderini de pekâlâ temsil ediyor
olabilirdi. Oysa Justine bu toplumun
bağrında yetişmektedir ve dürüstlüğünden, bu toplumun oyununu oynadığını
düşünür. Fakat nasıl ki normal bir insan doğasının varlığından söz edemezsek, bu
toplumun da var olduğu söylenemez. Aslında bu toplum yoktur. Bu ilüzyona sadık
kalan Justine, tüm alçaklıkların,
tüm zulümlerin, tüm suçların, yani tüm “anomalilerin” bizzat hem bahanesi hem
de çıkış noktası haline gelir. Bunun da ötesinde, kendi yanılsaması, kendi
saflığı, nerede olursa olsun yalnızca kendi olarak ortaya çıkması nedeniyle
Justine karşılaştığı kişilerin içindeki kötülüğü kışkırtır. Erkekler ve
kadınlar üzerinde uyguladığı çekim gücü, başkasından gelecek yeni sapkınlık
formlarını tanımasını mümkün kılar fakat her yeni durumda saflığının yol açtığı
dilemmalar, onu çevresinde işlenen suçların ortağı yapar.
Photograph by Jindrich Styrsky |
Dolayısıyla Justine, sadist girişim için olmazsa olmaz tabunun kişileşmiş
halidir. Aksiyon, varolan durumdan, kabul edilmiş normlardan, alt üst edilmesi
istenen kurumlardan -ki bu kuramların, öncelikle, sözcülüğünü üstlenmiş ama
daima engellenen, taciz edilen ve sürekli gözyaşı döken kadın karakterlerin
içinde alt-üst edilmesi gereklidir- hareketle gelişir ve devam eder. Sade, Justine’i, uğradığı ilk tecavüzden,
sonrasında maruz kalacağı en beter pis durumlara kadar, hiçbir durumda
değişmeyen, hep baştaki Justine ile
aynı kalan bir Justine olarak
gösterir; son siperlerine kadar ulaşılmış bir bilincin korku ve
sıkıntılarından -ki bu bilinç kendine sahip olmanın ihlal edilemezliği
noktasında kendini tecavüze uğramış biri olarak görmektedir, benin kendi
dürüstlüğüne ilişkin bir tasavvuru vardır- nasıl yararlanacağını çok iyi bilir.
Halbuki, bilinç, Justine’in gözünde
çoktan kaybedilmiş olan bedenden ayrı kalamaz, tensel refleksler, onu sırrını
dışa vurmakla tehdit eder. Bu sır, benin yine kendisi tarafından ele
geçirilmesi ve bozguna uğratılması, dolayısıyla kimliğini kaybetme riskinde
yatmaktadır. Justine, böylece, ne
kötülüğün mutlak gerçekliğini kendi etinde, ne de sapkınlığı kendi doğasında
tanıyıp varsaymadığı için, huzursuz bir vicdanı [conscience mauvaise]
deneyimler çünkü aşağılanmalarının en beterinde, cellatlarının kendisini bıraktığı yasak aşkı duymaktır.
Sadist deneyimin Justine karakteriyle ilgili amacı budur. Buradaki orijinalite,
okurun, her bir olayın kahramanın vicdanındaki yansımasını görebileceği, Justine'i
kendisinin dışına çıkmış haliyle kendi vicdanının prensiplerine saldırırken
izleme olanağı bulacağı şekilde tasvir etmektedir:
"Her zaman kötülük ve erdem arasında bir yerlerde olduğuma göre,
mutluluğun yolu benim için ancak bu iğrençliklere kendimi teslim ettiğim
takdirde açılmaktadır!"
Justine'den çok daha sonra
tasarlanan Juliette figürü, bu bağlamda çok daha karmaşıktır. Justine'in bakış açısı
normlar ve kurumlarla ilgili yanılsaması içinde bir kurbanın bakış açısıydı. Juliette
ise kurumları anomalilerinin amaç ve istekleri doğrultusunda ele alan
cellatların ve canavarların bakış açısına sahiptir.
*
Klossowski
"Komşum Sade"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder