Kitap: Yazı ve Yorum,
Tahsin Yücel'in çevirisinden
Barthes Yazıları derlemesi
Sade, Fourier,
Loyola
Marquis de Sade yazından dışlanmış bir yazardır, Charles
Fourier ütopyacı bir düşünür, Ignace de Loyola ise cizvitlerin ermişi. İlk bakışta,
bu üç kişi arasında hiçbir benzerlik yok gibidir. Ama Barthes bulur, her üçü de
birer dil kurucudur: birincisi cinsel hazzın, İkincisi toplumsal mutluluğun,
üçüncüsü dinsel söylevin dilini kurar, üstelik üçü de bütün gücü, bütün
tutkusuyla girişir işine. Bu da her birinin üzerinde ayrı ayrı yapılmış
incelemeleri bir araya getirmek için yeterli bit nedendir. Hiç değilse Barthes
için. Ayrıca, Barthes'a bakılırsa, bu kişiler arasındaki benzerlik yalnızca
birer "dil kurucu" olmalarıyla sınırlı kalmaz, kurdukları diller de
birbirine çok benzer: her üçünde de şaşırtıcı bir sınıflandırma, bölme, sayma,
dizgeleştirme tutkusu görülür, her üçü de ilk amacı iletişim olmayan, yapay bir
dil kurar.
Barthes bu kitapta yer alan dört
incelemede (Sade üzerine iki inceleme vardır), öncelikle bu dilleri incelemeye
girişir. Ama Sade'ın, Fourier'in, Loyola'nun dillerinin incelenmesi aynı
zamanda bu yazarların kurdukları dizgenin ve/ya da dünyanın sergilenmesi
olarak belirir. Ayrıca S/Z'ten sonra yayımlanmış olmalarına karşın (1971) bu
incelemeleri rahatlıkla yapısal, hatta göstergebilimsel olarak niteleyebiliriz.
Buraya kitabın ilk incelemesini
("Sade I") tümüyle aldık.
SADE
Sade'ın kimi romanlarında çok yolculuk edilir. Juilette Fransa'yı, Savoie'yı, Napoli'ye dek İtalya'yı dolaşır (ve altüst eder); Brisa-Testa'yla Sibirya'ya, İstanbul'a dek gideriz. Yolculuk kolaylıkla yetişimsel (initiatique) olabilecek bir izlektir; bununla birlikte, Juliette bir çıraklıkla başlasa bile, Sade yolculuğu hiçbir şey öğretmez (törelerin farklılığı Sade söyleşilerine bırakılmıştır, düşkünlükle erdemin tümüyle yerel düşünceler olduğunu kanıtlamakta kullanılır); ister Astragan'da, ister Angers'de, ister Napoli'de, ister Paris'te olsun, kentler yalnızca birer araç sağlayıcı, kırlar kalabalıktan uzaklaşma yerleri, bahçeler birer dekor, iklimler birer cinsel haz hazırlayıcısıdır; hep aynı coğrafya, aynı halk, aynı işlevler; gezilip görülmesi önem taşıyan, az çok uzaksıl şeyler değil, bir özün, suçun (bu sözcükten işkence ve haz düşkünlüğünü anlamak gerektiğini baştan belirtelim) özünün yinelenmesidir. Kısacası, yolculuk çeşitliyse de Sade yeri tektir: bunca yolculuk yalnızca bir yere kapanmak için edilir. Sade yerinin örnekçesi Silling, Durcet'nin Kara Orman'ın en derin yerinde bulunan ve 120 Journees de Sodome'un dört haz düşkününün haremleriyle birlikte dört ay süresince kapandıkları şatosudur. Bu şato peri masallarında gördüğümüz engellere oldukça benzeyen bir dizi engelle dünyadan sıkı sıkıya yalıtlanmıştır: bir kömürcü-kaçakçı kulübesi (kimseyi geçirmeyeceklerdir), dik bir dağ, ancak bir köprüyle geçilebilen (onu da haz düşkünleri şatoya kapandıktan sonra yıktırırlar) baş döndürücü bir uçurum, on metre yüksekliğinde bir duvar, derin bir su hendeği, haz düşkünlerinin içeriye girer girmez ördürdükleri bir kapı, son olarak da tüyler ürpertici ölçüde bol kar.
Demek ki Sade kapanımı kıyasıya
bir kapanımdır; iki işlevi vardır; ilk işlevi hiç kuşkusuz cinsel hazzı
yalıtlamak, dünyanın cezalandırma girişimlerinden korumaktır; bununla
birlikte, haz düşkününün yalnızlığı kılgısal türden bir önlem değildir; bir
yaşam değeri, bir varolma hazzıdır; dolayısıyla işlevsel olarak yararsız,
felsefel olarak örnek bir biçimdir; Sade uzamında, en iyi kapanma yerlerinin
odağında, her zaman bir "giz" vardır; haz düşkünü, her türlü bakıştan
hatta suç ortağı bakışlardan bile uzak, kimi kurbanlarını getirir buraya,
burada geri dönülmez bir biçimde nesnesiyle yalnızdır-ortaklaşmacı bir toplumda
şaşırtıcı bir şey. Bu "giz" biçimseldir kuşkusuz, çünkü burada
geçenler Sade dünyasında çok açık uygulamalar olan işkence ve suç türünden
olduğundan, gizlenmesine hiç gerek yoktur; Saint-Fond'un dinsel gizi bir yana,
Sade gizi yalnızlığın tiyatrosal biçiminden başka bir şey değildir: bir an için
suçu toplumsallıktan çıkarır; derinden derine söze batmış bir dünyada, ender
bir aykırılığı gerçekleştirir, dilsiz edimin aykırılığını; Sade'da öyküleme
dışında bir gerçek olmadığından, "giz"in sessizliği tümüyle öykünün
boş yeriyle karışır: anlam durur. Bu "boşluğun" örneksemesel
göstergesi gizlerin yerinin ta kendisidir: bu yerler genellikle hiçbir şey
söylenmeden, yalnız çıkılan derin mahzenler, yeraltı mezarları, şatoların en
dibinde bulunan oyuntular, bahçeler, hendeklerdir.* (Suç Dostları Derneği bahçeleri: "Bu ağaçların kimilerinin dibinde
kurbanın anında görünmez olabileceği oyuklar açılmıştır. Kimi zaman bu ağaçların
altında, kimi zaman bu oyukların içinde gece yemekleri yenilir. Alabildiğine
derin olanları vardır, buralara ancak gizli merdivenlerle inilebilir ve
yeryüzünün karnındaymışçasına sakinlik ve sessizlikle bütün alçaklıklara
girişilebilir.") Demek ki giz yerin derinliklerinde bir yolculuktur
(Juliette'in Pietra Mala yanardağı dolayısıyla anlamını verdiği yersel izlek).
Sade yerinin kapanımının bir
işlevi daha vardır: toplumsal bir kendine yeterlik kurar. Haz düşkünleri,
yardımcıları ve uyrukları, bir kez kapandıktan sonra, saatlerle, çalışmalarla,
şenliklerle eklemlenen bir düzeni, bir ahlakı, bir sözü ve bir zamanı olan tam
bir toplum oluştururlar. Başka yerlerde olduğu gibi burada da, dizgeyi
olanaklı kılan kapanım, yani imgelemdir. Sade sitesinin en yakın karşılığı
Fourier'nin emekçiler ortaklığı olabilir: bütün ayrıntılarıyla kendi kendine
yetecek bir insan "yurdu" yaratma yolunda aynı tasarı, mutluluğu sınırlı
ve düzenli bir uzamla özdeşleştirme konusunda aynı istem, insanları
işlevleriyle tanımlama ve işlevsel sınıfların oyuna girişini ince bir sahneye
göre düzenleme yolunda aynı güçlü çaba, bir tutkular düzeni kurma yolunda aynı
kaygı, kısacası aynı "uyum", aynı ütopya. Sade ütopyası
-Fourier’ninki gibi- kuramsal bildirimlerden çok, günlük yaşamın
düzenlenişiyle ölçülür, çünkü ütopyanın belirtisi gündeliktir, daha doğrusu
gündelik olan her şey ütopiktir: saat düzeni, besin izlencesi, eşyaların
yerleştirilmesi, konuşma ve iletim ilkeleri, bütün bunlar vardır Sade'da: Sade
sitesi yalnızca "hazlarıyla" sürmez, gereksinimleriyle de sürer:
öyleyse Sade köyünün bir budunbetimini denemek olanaklıdır.
Haz düşkünlerinin neler yediklerini
biliriz. Örneğin 10 Kasım'da, Silling'te, beyler şafakta sahanda yumurta,
"şinkara", soğan çorbası ve omletten oluşan, doğaçlama bir yemekle
karınlarını doyururlar (aşçılar uyandırılmıştır). Bu ayrıntılar (ve daha
birçokları) nedensiz değildir. Sade'da besin bir kast olgusudur, dolayısıyla
bir sınıflandırmanın gereklerine uyar. Haz düşkününün besini kimi zaman bir
lüksün göstergesidir, lüks yoksa haz düşkünlüğü de yoktur; lüks kendi başına
bir şehvet öğesi olduğundan değil -Sade dizgesi yanızca "hazcı" değildir-
kendisine gerekli olan para yoksullarla zenginlerin, kölelerle efendilerin
ayrılmasını sağladığı için: Saint-Fond sofrasının yönetimini Juliette'e
verirken, "Burda her zaman en nefis yemekleri, en ender şarapları, en
olağanüstü av etlerini ve meyvaları isterim", der. Kimi zaman da besin,
farklı biçimde, aşırılık, yani aykırılık, göstergesidir: Minski, M. de Gemande
(her dört günde bir karısının kanını akıtan haz düşkünü) masalsı yemekler
yerler, bu yemeklerin öyküsü (onlarca servis, yüzlerce yemek, on iki şişe
şarap, iki şişe likör, on fincan kahve) haz düşkününün utkun beden yapısına
tanıklık eder. Ayrıca, besinin efendide iki işlevi daha vardır. Bir yandan,
güçlendirir, haz düşkünü yaşamının getirdiği büyük sperma yitimlerini
karşılar: bir yemekle başlamayan, sonra da birkaç "güçlendirici"yle
çikolata ya da İspanyol şaraplı kızartmalarla yitimleri karşılanmayan şenlik
pek yoktur. Şehvet edimleri dev boyutlara ulaşan Clairwil
"düşünülmüş" bir beslenme düzeniyle yetinir: değiştirilmiş biçimler
altında, kemiği çıkarılmış kümes hayvanları ve av etleri yer yalnızca,
alışılmış içkisi, her mevsimde, yirmi damla limon özü ve iki kaşık portakal
çiçeği suyuyla kokulandırılmış buzlu şekerli sudur. Öte yandan ve tersine,
başkasına verilince, besin zehirlemeye, hiç değilse zararsız duruma getirmeye
yarar: Minski’yi uyutmak için çikolatasına stramonyum, genç Rose'u ve Mme. de
Bressac'ı öldürmek için çikolatalarına zehir katılır. Sade çikolatası,
güçlendirici ya da öldürücü töz olarak, sonunda bu çifte besin düzeninin salt
göstergesi olarak işlemeye başlar.*( Canlandırıcı
çikolata: "Her şey tamam: monsenyör sinirli, gene yatıyor, çikolatası hazırlanıyor...” ya da:
"Şenlikten sonra, Sardunya kralı çikolatasının yarısını bana ikram etti;
aldım; politika konuştuk..." - öldüren çikolata: "Sevgili oğullarını
bir güze elden geçirdikten sonra, yarın sabah kendisine bir fincan çikolata
içireceğiz...)
İkinci kastın, yani kurbanların besini de
aynı biçimde bilinir: haremini oluşturdukları Benedikten manastırında Justine
ve arkadaşlarına kahvaltı olarak pirinçli tavuk, değişik kompostolar ve
çikolata (gene!) verilir. Kurbanların besini her zaman boldur, fazlasıyla haz
düşkünlüğünden kaynaklanan iki nedenle; birincisi, bu yaratıkların da
güçlenebilmeleri (Mme de Gernande, bir kez kanı akıtıldıktan sonra, keklik ve
Rouen ördeği piliçleri ister) ve kösnülcülüğe yuvarlak ve tombul
"sunaklar" sunabilmeleri için semirmeleri gerekir; İkincisi, dışkı
yeme tutkusuna "bol, hoş, tatlı" bir besin sağlanmalıdır; böylece bir
reçete kesinliğiyle hazırlanmış bir beslenme düzeni çıkar ortaya (tavuğun beyaz
eti, kemiği alınmış av eti, ne ekmek, ne tuzlular, ne yağ, yarı-hazımsızlıklara
yol açacak biçimde, yemek saatleri dışında, sık sık ve ivediyle yedirtmek,
Duclos'nun verdiği reçete budur). Sade sitesinde besinin işlevleri bunlardır:
canlandırmak, zehirlemek, şişmanlatmak, boşaltmak; hepsi de kösnüllüğe göre
belirlenir.
Giysi konusunda da böyledir.
Modadan strip-tease'e bütün çağdaş "erotizm'in odağında bulunduğunu
söyleyebileceğimiz bu nesne Sade'da acımasızca işlevsel bir değer taşır - bu da
onun cinselciliğini bu sözcükten anladığımız şeyden ayırmamız için şimdiden
yeterli olabilir. Sade bedenle giysinin bağıntıları üzerinde sapkınlıkla (yani
töresel olarak) oynamaz. Sade sitesinde, giysimiz çevresindeki anıştırmaların,
kışkırtmaların, geçiştirmelerin hiçbiri yoktur: çırılçıplak sevişmeye
başlanır; strip-tease alanında, haz düşkününün uyruğuna, incelenme konumuna
geçmesini bildiren.kaba bir "Soyun!" sözünden başka bir şey bilinmez.
Hiç kuşkusuz, Sade'da bir giysi oyunu vardır, ama besin konusunda olduğu gibi,
açık bir göstergeler ve işlevler oyunudur. Önce, göstergeler: bir toplantıda,
yani şenlik dışında, çıplaklık giysiyle yan yana geldiği (bunun sonucu olarak
da onunla karşılaştığı) zaman, özellikle alçaltılmış kişileri belirtmeye
yarar; her akşam Silling'te yapılan büyük anlatı oturumlarında, bütün harem
(geçici olarak) giyiniktir, ama dört beyin kadın akrabaları, eş ve kız çocuk nitelikleriyle
özellikle alçaltılmış olarak, çıplak kalırlar. Giysinin kendisine gelince
(burada yalnızca harem giysilerinden sözedilir, Sade'ı yalnız bu ilgilendirir),
kurala bağlanmış yapmacıklarla (renkler, kurdelalar, taçlar) uyrukların
sınıfını belirtir: yaş sınıfları (bütün bunlar, bir kez daha, Fourier'yi ne çok
düşündürüyor), işlev sınıfları (küçük oğlanlar ve küçük kızlar, düzücüler,
yaşlı kadınlar), yetişim sınıfları (bakir uyruklar bekâretlerini yitirdikten
sonra giyim göstergelerini değiştirirler), iyelik sınıfları (her haz düşkünü
"eküri"sine bir renk verir) Sade'da "transvertizm"
enderdir. Juliette bir kez bu işe girişir, ama genellikle, yanılsama kaynağı
olarak küçümsenir gibidir (yalnız eksil bir biçimde, buna iyi direnen uyrukları
belirlemekte kullanılır.); ya da giysi tiyatrosallığına göre düzenlenir,
Sade'da -sözünü ettiğimiz "giz" dışında- "sahne"nin,
söylenbilimsel resme, opera bitişine ve Folies-Bergeres tablosuna benzeyen
kültürel oluntu ve düzenlenmiş şenliğin bütün çift-anlamlılığını oluşturan şu
gösteri kuralına uymasını ister; o zaman parlak ve hafif bir tözdendir (tüller,
taftalar), renk olarak da, hiç değilse genç uyruklar için, pembe egemendir; Silling'te,
her gece, dörtlülerin (Asyalı, İspanyol, Türk, Yunanlı kılıklarında) ve yaşlı
kadınların (kül rengi rahibe, peri, büyücü, dul kadın kılıklarında) giydikleri
kişilik takımları bunlardır. Bu göstergeler dışında, Sade giysisi
"işlevsel"dir, kösnüllük ödevlerine uydurulmuştur: bir saniyede
çıkarılıvermelidir. Bir betimleme bütün bu özellikleri bir araya getirir:
Silling’teki beylerin dört gözde sevgililerine verdikleri giysinin betimlemesi:
gerçek bir kılık yaratımı söz konusudur burada, her ayrıntı görüntüsüne (bir
Prusya üniforması gibi özellikle dar, yumuşak, rahat bir giysi) ve işlevine
(arka ortasından, açık ve kendisini tutan kocaman kurdela düğümü çözülür
çözülmez iniveren bir kısa pantolon) göre düşünülmüştür. Haz düşkünü beslenme
uzmanı, mimar, dekoratör, sahneye koyucu, vb. olduğu gibi modelcidir de.
Burada biraz insan coğrafyası yaptığımıza göre, Sade halkı
konusunda da birkaç söz söylemek gerekir. Bedensel olarak nasıldır bu Sade'lılar?
Haz düşkünü halk ancak otuz beş yaşından sonra varolur *(Yalnız Juliette çok gençtir; ama onun bir
çırak-hazcı, üstelik bir öyküleme öznesi olduğunu unutmamak gerekir.);
yaşlıysalar her açıdan tiksindiricidirler (en çok görülen durum), oysa haz
düşkünlerinin kimi zaman yüzleri güzel, bakışları ateşli, solukları serindir,
ama o zaman bu güzellik acımasız ve kötü bir havayla dengelenir. Kösnüllük
uyruklarına gelince, gençseler güzel, yaşlıysalar korkunç, ama her iki durumda
da kösnüllüğe yararlıdırlar. Görülüyor ki, bu "erotik" dünyada yaş
da, güzellik de bireylerin sınıflarını belirlemeyi sağlamamaktadır.
Sınıflandırma olanaklıdır kuşkusuz, ama yalnızca söylem düzeyinde: gerçekten
de, Sade'da iki tür portre vardır. Birinciler gerçekçidir, yüzden cinse, örneklerini
özenle bireyselleştirirler: "Başkan
de Curval... iri, kuru, ince bir adamdı, çökük ve sönük gözleri, soluk ve
sağlıksız dudakları vardı, çenesi çıkık, burnu uzundu. Bir "satir"
gibi kıllıydı, sırtı dümdüzdü, gevşek ve sarkık kıçı kalçalarının üzerinde
sallanan iki pis paçavraya benzerdi, vb.": bu portre "gerçek"
türdendir (sözcüğün geleneksel biçimde yazına uygulandığı zaman alabileceği
anlamda); demek ki çeşitliliğe olanak verir; beden boyunca inildikçe, betimleme
daha çok özelleşir, çünkü cinsel organları ve kaba etleri yüzlerden daha
özenli betimlemek yazarın amacına uygundur; öte yandan, kösnülcü portrenin kuru
ve kıllı satirlerle (Curval, Blangis) ak ve tombul kişiler (piskopos, Durcet)
arasındaki büyük yapısal (ama hiç de işlevsel değil, çünkü bütün hazcılar hem
etken hem edilgen eşcinselliği uygularlar) karşıtlığı vermesi gerekir. Bununla
birlikte, hazcılardan yardımcılarına, sonra kurbanlarına geçildikçe, portreler
gerçekliklerini yitirir; böylece ikinci Sade portresine geliriz: kösnüllük
araçlarının (öncelikle de genç kızların) portresine; bu portre tümüyle
sözbilimseldir, bir topos'tur. işte Saint-Fond'un kızı Alexandrine, Juliette'in
eğitmeyi başaramayacağı ölçüde budala kız: Gerdanların en görkemlisi,
biçimlerde güzel ayrıntılar, taptaze bir ten, kitlelerde serbestlik, kol ve
bacak eklemlerinde incelik, yumuşaklık, göksel bir yüz, en göğüs kabartıcı, en
ilginç organ, çok romansı bir düşünce biçimi." Bu portreler çok
kültüreldir, resim sanatına ("resmi yapılmak için yaratılmış") ya da
söylenbilime ("Venüs'ün güzellikleri altında Minerva'nın gövdesi")
gönderirler, bu da onları soyutlamak için iyi bir yoldur.* Bedensel ayrıntılar arasında dağınık bir biçimde verilen
tinsel ayrıntı işlevseldir: tin, akıl, imge gücü nasıl iyi haz düşkünleri
oluşturursa, duyarlık, canlılık, romansılık, dindarlık da aynı biçimde iyi
kurbanlar oluşturur. Öte yandan, ister bedensel, ister tinsel olsun. Sade bir
tek güç tanır: "Bedensel ve tinsel
bütün olanaklarımızla kendisini okşayarak... coşkusunu besliyoruz."
der Juliette Durand için. Sonra şu: "Bulutların üzerindeydim, yalnızca
hazseverliğimin derin duygusuyla yaşıyordum." Gerçekten de, zaman
zaman oldukça geniş tutulmasına karşın (çünkü yazar hiç de sırt çevirmez ona),
sözbilimsel portre, ne nesne ne etki, hiçbir şeyi betimlemez: göstermez (bunu
istemez de kuşkusuz); ayırıcı nitelikleri çok az vurgular (ara sıra gözlerin,
saçların rengi); hepsi de kusursuz olan bedensel öğeleri anmakla yetinir; bu
kusursuzluk gerçek tanrıbilimde nesnenin varlığının ta kendisi olduğu için de
bedenin kusursuz olması için kusursuz olduğunu söylemek yeter: çirkinlik
betimlenir, güzellik söylenir; demek ki bu sözbilimsel portreler varlık
portreleri oldukları ölçüde boşturlar; haz düşkünleri, belirli bir
sınıflandırmaya sokulmaları olanaklı olmakla birlikte, olayın içindedirler, bu
nedenle hep yeni portreler çizmek zorunda bırakırlar; ama kurbanlar, varlığın
içinde olduklarından, ancak boş göstergelerle karşılaşabilirler, hep aynı
portreye yol açarlar, kendilerini canlandırmak yerine kesinleyen portreye.
Demek ki Sade insanlığının ayrılmasını belirleyen şey ne çirkinliktir, ne
güzellik; beti-portrelere ve gösterge-portrelere bölünmüş söylem sürecidir.*
Özel adlar düzeyinde de aynı karşıtlık.
Hazseverlerin adları "doğruluklarını" Balzac’ın, Zola'nın, vb.
yadsımayacakları, "gerçekçi" adlardır. Kurbanların adlarıysa tiyatro
adları.
Sade toplumsal bölümlenmeyi de
bilir ama bu bölümlenme toplumsal bölümlenme değildir. Kurbanlar bütün
sınıflardandır, burada soylu uyruklara bir tür üstünlük verilirse, bunun
nedeni, kurban daha çok alçaldığından, kibarlığın hazseverliğin temel
gerçekleştiricisi olmasıdır*"Kibar
kızlar" genç oğlanlara, haz düşkünü kızlara, bakirelere eşit düzeyde bir
hazseverlik sınıfı oluşturur. Sade töresinde bir Parlamento danışmanının
kızının ya da bir Malta şövalyesinin arkadan ırzına geçmek kesinlikle hoş bir
şeydir. Efendilerin her zaman üstün sınıftan (prensler, papalar, piskoposlar,
soylular ya da soylu olmayan önemli kişiler) olmaları parasız hazsever
olunamadığı içindir. Bununla birlikte, Sade'da paranın birbirinden farklı iki
işlevi vardır. Görünüşe göre, önce elverişli bir iş görür, haremlerin satın
alınmasını ve yürütülmesini sağlar: salt araçtır o zaman, ne yüceltilir, ne
hor görülür; yalnızca hazseverlik için bir engel olmaması istenir; böylece Suç
Dostları Derneği’nde pek paralı olmayan yirmi sanatçı ve yazar için bir
indirim öngörülür, "sanatların koruyucusu olan dernek bunlara bu saygıyı
göstermek ister" (bugün bu derneğe ancak dört milyon karşılığında
girebilirdik). Ama, düşünülebileceği gibi, para bir araçtan başka bir şey
değildir: bir onurdur, kesin bir biçimde, kendisini biriktirmeyi sağlamış olan
aşırtı ve cinayetleri belirtir (Saint-Fond, Minski, Noirceuil, 120
Journees'nın dört kesenekçisi, Juliette'in kendisi). Para günahlılığı kanıtlar
ve erinci sürdürür. hazlar sağladığı için değil (Sade'da "haz veren"
şey hiçbir zaman haz vermek" için bulunmaz orada), yoksulluk gösterisi
sağladığı için. Sade toplumu alaycı değil, acımasızdır; zenginler olması için
yoksullar da olmalıdır demez; tersine, yoksullar olması için zenginler de
olmalıdır der; zenginlik mutsuzluğu gösteri olarak kurduğu için zorunludur.
Juliette, Clairwil'in örneğini izleyerek, bazı bazı kendisini esrimeye götüren
bir sevinçle içeriye kapanıp altınını gözden geçirmeye başladığı zaman,
gözlerinin önünde beliren yaşayabileceği hazların toplamı değildir,
gerçekleştirilmiş suçların toplamıdır, burda olduğuna göre başka yerde
olamayacak olan paraya yansıyan genel yoksunluktur; demek para getirdiği şeyi
belirtmez hiçbir zaman (bir değer değildir), götürdüğü şeyi belirtir (bu da bir
ayrılma yeridir).
Kısacası, "sahibolmak"
özellikle "sahibolmayanlar"ı izleyebilmektir. Kuşkusuz bu kesin
ayrılma hazseverleri ve nesnelerini kapsar. Bilindiği gibi, Sade toplumunun iki
büyük sınıfıdır bunlar. Bu sınıflar değişmez kalır, yalnızca birinden öbürüne
göç edilir: toplumsal yükselme yoktur. Bununla birlikte, temelde eğitsel bir
toplum, daha doğrusu bir okul-toplum (hatta bir yatılı-okul-toplum) söz
konusudur: ama Sade eğitiminin işlevi kurbanlarda ve efendilerde aynı değildir.
Birinciler bazı bazı hazseverlik derslerinden geçirilir, ama, deyim yerindeyse,
bunlar felsefe dersleri değil, uygulayım dersleridir (Sil- ling'te her sabah mastürbasyon
dersleri): okul küçük kurbanlar toplumuna cezalandırma, haksızlık, iki yüzlü
söylev dizgesini aktarır (bunun en iyi örneği Justine'de cerrah Rodin'in aynı
zamanda hem okul, hem harem, hem de canlı insanların kesilip biçildiği bir
laboratuar olan kurumudur). Hazseverlerde eğitsel tasarının bir başka yoğunluğu
vardır: salt hazseverliğe ulaşmak söz konusudur: Clairwil şimdiden çok
ilerlemiş olan Juliette'e hoca olarak verilir, Julictte de Saint-Fond’un kızı
Alexandrine'in öğretmenliğiyle görevlendirilir. Burada ustalık felsefe
ustalığıdır: eğitim şu ya da bu kişinin eğitimi değil, okurun eğitimidir. Ne
olursa olsun, bu eğitim bir sınıftan ötekine geçmeyi sağlamaz: Justine kim
bilir kaç kez paylanır, hiçbir zaman kurban durumundan çıkmaz.
Bu fazla kurallandırılmış
toplumda, geçişler (en değişmezci toplum bile sıyrılamaz bundan) devinimle
değil, kendisi de değişmeyen bir vardiya dizgesiyle sağlanmıştır. Sade
toplumunun basamaklanması en geniş biçimiyle şöyle belirlenebilir: 1) büyük
hazseverler (Clairwil, Olympe Borghase, Delbine kadın, Saint-Fond, Noirceuil,
120 Journees'nin dört kesenekçisi, Sardunya kralı, papa VI. Pie ve kardinalleri,
Napoli kralı ve kraliçesi, Minski, Brisa-Testa, kalpazan Roland, Cordelli,
Gernande, Bressac, değişik keşişler, piskoposlar, parlamento danışmanları,
vb.); 2) hazseverliğin görevliler topluluğunu oluşturan ve Duvergier kadın gibi
anlatıcı kadınları ve büyük çöpçatanları kapsayan baş yardımcılar; 3) sonra
yardımcılar: bunlar yan-hizmetçi, yarı-özne bir dadı ve kâhya kadınlar (yaşlı
Lyon başpiskoposuna yardımcı olan ona hem çikolatasını getirip hem arkasını
sunan Lacroix kadın) ya da güvenilir uşaklar, cellatlar ya da pezevenklerdir;
4) haremde bir araya gelmiş rastlantısal (hazseverlerin eline düşmüş aileler,
genç çocuklar) ya da düzenli gerçek uyruklar: burada belirli toplantıların
konusunu oluşturan başlıca işkence nesneleriyle bir tür kösnüllük nöbetçileri
olan ve hazseveri rahatlatmak ya da oyalamak için her yerde kendisine eşlik
eden kişileri birbirinden ayırmak gerekir; 5) son sınıfı ya da parya sınıfını
eşler oluşturur. Bir sınıftan ötekine, bireylerin (hazsever uygulayım bağıntısı
dışında) hiçbir bağıntısı yoktur; ama hazseverlerin kendileri de iki biçimde
iletişimde bulunurlar: sözleşmelerle (Juliette'i Saint-Fond'a bağlayan sözleşme
çok ayrıntılıdır) ya da antlaşmalarla: Juliette'le Clairwil'in bağladıkları
antlaşma canlı ve ateşli bir dostluğun damgasını taşır. Sözleşme ve antlaşmalar
hem sonsuzdur ("işte bizi her zaman için birbirimize bağlayan bir
serüven"), hem de bugünden yarına bozulabilir: Juliette Olympe Borghese'i
Vezüv'e atar ve sonunda Clairwil’i zehirler.
Sade toplumunun başlıca
"protokol"leri bunlardır; görüldüğü gibi, hepsi de aynı ayrıma
tanıklık eder, hazseverler ve kurbanlar ayrımına. Ancak beklenenin tersine, bu
ayrım henüz temellendirilmiş değildir: iki sınıfı ayıran bütün özellikler bu
ayrımın sonuçlarıdır, ama onu belirlemezler. Öyleyse efendiyi efendi yapan
nedir? kurbanı kurban yapan nedir? Sade toplumunun yasaları "sadizm"
denilen şeyi oluşturalı beri genellikle sanıldığı gibi kösnüllük uygulaması mı
("etkenleri "edilgenlerden ayırmayı zorunlu kıldığına göre)? Öyleyse
her praxis bir anlam izgesi olduğuna ve birimler ve kurallar biçiminde çözümlenebildiğine
göre, şimdi bu toplumun praxis'ini araştırmak gerekir.
Sade erotik bir yazardır,
durmamacasına söylerler bunu bize. Ama "erotizm" nedir? ancak bilinince,
yani konuşulunca* Erotik dilin yalnızca eklemlenen dilde değil,
resimlerin dilinde de geliştirildiğini söylemek bile gerekmez.- izgelenebildiklerine
göre, bir sözden başka bir şey değildir; toplumumuzsa hiçbir zaman hiçbir
erotik kılgıdan sözetmez, yalnızca istekleri, girişleri, bağlamları,
esinlemeleri, çift-anlamlı yüceltmeleri söyler, öyleki bizim için erotizm ancak
sürekli biçimde anıştırmalı bir dille tanımlanabilir. Bu açıdan, Sade
"erotik" değildir: daha önce de söyledik , strip-tease in, çağdaş
"erotizm"in bu temel övgüsünün hiçbir biçimi yoktur onda. Toplumumuz
tümüyle yersiz bir biçimde, ama büyük bir inanmışlıkla Sade’ın
"erotizminden, yani kendisinde hiçbir karşılığı bulunmayan bir dizgeden sözeder.
Farklılık Sade'ın "erotizm'inin suçlu, bizimkinin zararsız olmasında
değil, birincisinin kesinleyici, düzenleyici, ikincisininse esinleyimli,
eğretilemeli olmasındadır. Sade için, ancak "suç uslamlanır"sa
"erotizm" vardır* İşte sözü
edilen tek kural dışı durum, Sade’daki tek strip-tease taslağı (Saint- Fonda
getirilen genç Rose söz konusudur): "Juliette,
çıkar şunun pantolonunu, gömleğini kalçalarının yukarısına kaldır, donu güzelce
kalçalarının altına düşsün; sunuşun bu türlüsünü delicesine severim."
- ; uslamlamak da felsefe yapmak, söyleşmek, tartışmak, kısacası suçu
(Sade'da bütün tutkuları belirten genel terim) eklemlemeli dilin dizgesine
uydurmaktır; aynı zamanda da, kesin kurallar uyarınca, bu eylem dizi ve
topluluklarıyla artık konuşulmayan, ama yapılan bir yeni "dil"
oluşturacak biçimde, özgül kösnüllük eylemleri düzenlemektir; suçun "diri
ya da "courtois" izge kadar geliştirilmiş yeni bir aşk izgesi.
Sade uygulamasına büyük bir düzen
düşüncesi egemendir: "düzensizlikler" kararlı bir biçimde kurala
bağlanmıştır, kösnüllük sınırsızdır, ama düzensiz değildir (örneğin Silling'te
her türlü kösnüllük sabahın ikisinde kesinlikle kesilir). Cinselci sahnenin
kuruluşuna ilişkin deyimler sayısız ve süreklidir: topluluğu hazırlamak', bütün
bunları düzenlemek, yeni bir sahne gerçekleştirmek, üç sahneden kösnül bir
perde oluşturmak, en yeni ve en hazsever tabloyu yapmak, bunu küçük bir sahneye
dönüştürmek, her şey düzenleniyor, ya da tersine: bütün duruşlar karışıyor,
duruşları bozmalı, hemen sonra her şey değişti, duruşları değiştirmeli, vb.
Sade düzenlemesini genellikle bir düzenleyici (sahneye koyucu) belirler:
"Dostlar, bu uygulamaları düzene sokalım," der keşiş ya da:
"Orospu işte böyle yerleştirdi topluluğu. Hiçbir durumda "erotik
düzenin dışına çıkılmamalıdır: "Bir
dakika, dedi Delbane ateş içinde, bir dakika, sevgili dostlarım, hazlarımızı
biraz düzene sokalım, ancak onları saptayarak çıkarabiliriz tadlarını";
harem her zaman küçük bir sınıf olduğundan, hazsever azarlamayla hoca seslenişi
arasında her zaman güldürücü bir anlam bulanıklığı doğar bundan ( Delbene
düzeni yeniden sağlamaya çalışarak, Bir dakika, hanımlar, bir dakika', dedi...").
Ama kimi zaman da "erotik" düzen kurumsaldır; töreden başka hiç kimse
üstlenmez: Bologna'da bir manastırın hazsever rahibeleri teşbih denilen ortak
bir "figür" uygularlar: düzenleyiciler her neuvaine'e konulmuş yaşlı
rahibelerdir (bunun için bu rahibelerin her birine pater denilir). Kimi zaman
da, daha gizlemli bir biçimde, ya önceden öyle buyurulduğundan, ya da ne yapmak
gerektiği konusunda ortak bir önbilgiyle, ya da başlanmış bir "figürün nasıl
bitirileceğini söyleyen yapısal yasalar bilindiğinden, erotik düzen
kendiliğinden kurulur; Sade bu birdenbire ve görünüşte kendiliğinden kurulan
düzeni bir sözcükle belirtir: sahne yürüyor, tablo düzenleniyor. Böylece, Sade
sahnesi güçlü bir "ayarlama" ya da, isterseniz, edim izlenimi
yaratır, bir özdevinim izlenimi değil.
"Erotik" izge Sade'ın
kendisinin özenle belirleyip adlandırdığı birimlerden oluşur. En küçük birim
duruş'tur; tasarlanabilecek en küçük düzenlemedir bu, çünkü ancak tek bir
eylemle bedendeki uygulama noktasını bir araya getirir; bu eylemler de, bu
noktalar da sonsuz olmadıklarından, duruşlar bir bir sayılabilir, ama burda
bunu yapacak değiliz; bu ilk döküme gerçekten cinsel (izin verilen ve kınanan)
edimler dışında, örneğin kurbanın incelenmesi, sorguya çekilmesi, küfür, vb.
gibi Krafft-Ebing'in her zaman saptamadığı, ama hazseverin
"imgelem"ini ateşleyebilecek bütün eylemleri ve bütün yerleri katmak
gerekecektir; aile bağı (yakınlarıyla yatma ya da eşini aşağılama), toplumsal
düzey (bu konuda birkaç sözcük söylemiştik), çirkinlik, pislik,
"fizyolojik" durumlar, vb. gibi özel "işleçler"i de duruşun
basit öğeleri arasına koymak gerekir. Duruş temel bir birim olduğundan, ister
istemez yinelenir, böyle olunca da hesaba vurulabilir, Juliette ile Clairwil'in
bir paskalya günü, Carmel rahipleri arasında yaptıkları bir şenlikten
çıkışlarında, Juliette hesabını yapar: 128 kez bir biçimde, 128 kez bir başka
biçimde, toplam olarak 256 kez sahibolunmuştur",vb. Birleştirilince,
duruşlar üst düzeyde bir birim oluşturur, bu birim de işlem'dir. İşlem birkaç
kişi ister (hiç değilse en sık görülen durum budur); bu tablo, aynı anda bir
duruşlar bütünü olarak kavrandığı zaman, figür adını alır; ancak, duruşların
zaman içinde birbirini izlemesiyle gelişen, artsüremli bir birim olarak
görülürse, oluntu diye adlandırılır. Oluntuyu sınırlayan (ve oluşturan) şey
zaman zorunlukları (oluntu iki ergi arasında yer alır), figürü sınırlayan şey
uzam zorunluklarıdır (bütün "erotik" yerler aynı zamanda
doldurulmalıdır . Son olarak, işlemler uzayıp birbirini izleyerek bu "erotik"
dilbilgisinin en geniş birimini oluştururlar: bu da "olay" ya da "gösterim"dir.
Olayın ötesinde, anlatı ya
da söyleşiyi buluruz.
Bütün bu
birimler bileşim kurallarına uyar. Bu kurallar erotik dilin dilbilimcilerinin
önerdikleri grafik "ağaçlar"a benzer bir biçimde de biçimselleştirilmesine olanak
sağlayabilir, bu da sonuçta suç ağacı olabilir. 120 Journees'nin ikinci
bölümünün 46 numaralı öyküsünde görüldüğü gibi, işlemsel süreci Sade’ın kendisi
de küçümsemiyordu.* Sade dilbilgisinde belli başlı iki eylem kuralı
vardır: bunlar bir bakıma, anlatıcının "sözlüğü"nün birimlerini
(duruşlar, figürler, oluntular) kullandığı düzenli işlemlerdir. Birincisi bir
tümlük kuralıdır: bir "işlem"de aynı anda en fazla duruşun
gerçekleştirilmesi gerekir; bu da bir yandan hazırda bulunan kişilerin hepsinin
aynı zamanda ve olabildiğince aynı toplulukta (ne olursa olsun yinelenen
topluluklarda) kullanılmasını, öbür yandan her öznede bedenin cinsel yerlerinin
doyum noktasına erişmesini gerektirir; topluluk hiçbir "birleşim değeri"nin
açıkta kalmaması gereken bir tür kimyasal çekirdektir: böylece tüm Sade
sözdizimi bir toplam figür arayışıdır. Bu da hazseverliğin ürküntüsel
niteliğinden gelir; boş durmayı, dinlenmeyi bilmez, gücünü sahnelere,
söylevlere harcayamayınca, bir yol düzeni uygular: bu da
"takılmacılık", hazseverin kendisini çevreleyenlere yönelik küçük
aşağılamalarından (ezme, kızdırma) oluşan kesintisiz süredir. İkinci eylem
kuralı bir karşılıklılık kuralıdır. Bir kez, bir figür tersine çevrilebilir:
Belmor'un yaratıp kızlara uyguladığı bir düzenlemeyi Noirceuil değiştirip
oğlanlara uygular ("bu buluşa bir başka biçim verelim"). Sonra Sade
dilbilgisinde hiçbir işlev saklı tutulmaz (işkence dışında). Sahnede, bütün
işlevler değişebilir, herkes sırasıyla etken ve edilgen, kırbaçlayan ve
kırbaçlanan, pislik yiyen ya da pisliği yenilen, vb. olabilir ve olmalıdır. Bu
kural çok önemlidir, çünkü, bir kez, Sade "erotizm"ini gerçekten
biçimsel bir dille özdeşleştirir, bu dilde birey toplulukları yoktur, yalnızca
eylem sınıfları vardır, bu da dilbilgisini çok yalınlaştırır: edimin öznesi
(terimin dilbilgisel anlamında) bir hazsever de, bir yardımcı da, bir kurban
da, bir eş de olabilir; sonra bu kural Sade toplumunun bölümlenmesini cinsel
kılgılara dayandırmaktan caydırır bizi (bizim toplumumuzda görülenin tümden
tersidir; biz bir eşcinselin "etken" mi, "edilgen" mi olduğunu
sorarız her zaman; Sade'da cinsel kılgı hiçbir zaman özneyi belirlemeye
yaramaz). Herkes oğlancı ve oğlancılık konusu, etken ve edilgen, özne ve nesne
olabileceğine, haz her yanda, efendilerde olduğu gibi kurbanlarda da olanaklı
olduğuna göre, Sade ayrımının bu toplumun budunbetiminin de bulmaya elvermediği
nedenini başka yerde aramak gerekir.
Gerçekte, şimdi söylemenin tam zamanı,
öldürme dışında, hazseverlerin yalnız kendi ellerinde bulundurdukları ve hiçbir
biçimde, hiçbir zaman paylaşmadıkları bir özellikleri vardır: söz. Efendi,
konuşan, dili tümüyle kendi elinde tutan kişidir; nesne susan, bütün
"erotik" işkencelerden daha saltık bir sakatlamayla, söyleme ulaşma
olanağından yoksun kalır, çünkü efendinin sözünü dinlemeye hakkı yoktur
(söylevler ancak Juliette ile Justine'e, öyküleyici bir sözle donatılmış, durumu
bulanık kurbana yönelir). Hiç kuşkusuz, yazgıları üzerinde uzun uzun
konuşabilen, hazsevere alçaklığını gösterebilen -çok ender- kurbanlar vardır
(M. de Cloris, Mile Fontange de Donis, Justine); ama bunlar mekanik"
seslerdir yalnızca, hazsever sözün gelişmesine bir suçortağı işlevinden başka
işlevleri yoktur. Yalnızca hazsever söz özgürdür, yaratılmıştır, tümüyle
günahlılığın gücüyle karışır. Sade sitesinde söz, belki de kastın
indirgenilemeyecek tek ayrıcalığıdır, içinde derin, topraktan gelme
"erotizm"in uygulandığı sessizlikten, gizden esrikliğe eşlik eden söz
çırpınışlarına değin bütün söz dizilerini -ve bütün söz kullanımlarını (işlem buyrukları,
küfürler, uzun söylevler, düşünsel söyleşiler) hazsever elinde bulundurur;
hatta, bu yüce ayrıcalığı başkasına (öykücü kadınlara) bırakabilir. Çünkü söz
tümüyle hazseverin en belirgin yanıyla karışır. Bu da (Sade'ın sözlüğünde)
imgelemdir: nerdeyse imgelemin Sade’ın dil için kullandığı sözcük olduğu bile
söylenebilir. Etken kişi özünde erki ya da hazzı elinde tutan kişi değildir,
sahnenin ve tümcenin (her Sade sahnesinin bir başka dilin tümcesi olduğunu
biliriz) yada anlamın yönetimini elinde tutan kişidir. Demek ki, öykücüğün
kişilerinin ötesinde, Sade’ın kendisinin ötesinde, Sade "erotizm"inin
'ozne"si Sade tümcesinin "özne"sinden başka bir şey değildir,
olamaz: iki koşulun, sahnenin ve söylemin koşulunun odağı aynıdır, çünkü sahne
yalnızca söylemdir. Sade'ın bütün erotik" düzenleyiminin neye dayandığı,
neye yöneldiği şimdi daha iyi anlaşılıyor: kökeni de, yaptırımı da sözbilimsel
türdendir.
Gerçekten de, iki izge, tümcenin
(söylevsel) ve figürün ("erotik") izgeleri durmamacasına birbirinin
yerini alır, tek bir çizgi oluşturur, hazsever de bu çizgi boyunca aynı güçle
gidip gelir: İkincisi birincisini hazırlar ya da hiç ayrım gözetmeden uzatır. (Delbene
ve Juliette: "Okşayışları iyice ateşlenince, tutkuların ateşini felsefenin
meşalesiyle yaktık." Bir başka yerde: "Beni hazdan öldürdünüz! Oturup
söyleşelim.”) hatta bazı bazı ona eşlik eder. Tek sözcükle, söz ile duruş
tümüyle aynı değerdedir, birbirinin yerini tutar: biri verilerek karşılığında
öteki alınabilir: Suç Dostları Derneği'nin başkanlığına atanan Belmor, burada
çok güzel bir söylev verdikten sonra, altmış yaşında bir adam yolunu keser ve
ona coşku ve minnetini göstermek için, arkasından yararlanmasına izin vermesini
rica eder (Belmor da bu ricayı geri çevirmez). Öyleyse Sade'ın Freud'dan önce,
ama onu tersine çevirerek, onu söylevcinin sanatına uygun terimlerle
betimleyerek spermayı sözün yardımcısı yapmasında (tersi değil) şaşılacak bir
şey yoktur. Ama özellikle, "erotik" izge dilin sözdizim ve sözbilim
oyunları yardımıyla ortaya çıkan mantığından tümüyle yararlandığı için sahnenin
anlamı olanaklıdır. Erotik düzenleyimin şaşırtılarını ortaya çıkaran ve suç
ağını eşsiz bir ağaca dönüştüren şey tümcedir (kısaltmaları, iç bağıntıları,
betileri, egemen ilerleyişi): Bir adam tanımış, anlattığına göre bu adam annesinden
olan üç çocuğunu yapmış, bunlardan bir kızı olmuş, onu oğluyla evlendirmiş,
böylece, onu yaparken, kızkardeşini, kızını ve gelinini yapıyor, oğlunu da
kızkardeşini ve kaynanasını yapmaya zorluyormuş . Düzenleme (burada akrabalıkla
ilgili) gerçekte karışık bir dönemeç gibi çıkıyor ortaya, bu dönemeç boyunca
yolumuzu şaşırdığımızı sanıyoruz, ama birdenbire toplanıp aydınlanıveriyor:
değişik kişilerden, yani anlaşılmaz bir gerçekten yola çıkıp bir tümce oyununa
ve tam da bu tümce yardımıyla bir yakınıyla yatma özetine, yani bir anlama
geliyoruz. En fazla, Sade suçunun burada kullanılan dilin niceliğiyle oranlı
olarak varolduğu söylenebilir, düşlendiği ya da anlatıldığı için değil, onu
yalnızca dil kurabildiği için. Sade bir yerde "yakınlarla yatmayı, eşi
aldatmayı, oğlancılığı ve kutsala saldırıyı bir araya getirmek için, mayasız
ayin ekmeğiyle arkadan evli kızının ırzına geçiyor," der. Akrabalık
kısaltmacasını adlar sağlar: suç ağacı sırf gözlem sözcesinden fışkırır.
Demek ki
sonuçta bütün Sade'ı Sade yazısı taşır. Sürekli olarak başardığı iş, erotizm'le
sözbilimi, sözle suçu birbirine karıştırmak, cinsel sahne ödülünü dilin
gömüsünden aldığı anda, bu sahnenin yıkıcılığını toplumsal dilin kalıplarına
sokmaktır. Geleneksel olarak biçem diye adlandırılan şey düzeyinde açıkça
görürüz bunu. Justine'de aşk izgesinin eğretilemeli olduğu bilinir: Cythere'in
mersinlerinden ve Sodome'un güllerinden sözedilir burada. Juliette'te tersine,
"erotik adlandırma çıplaktır. Hiç kuşkusuz, bu parçanın amacı dilin çiğliği,
müstehcenliği değil, bir başka sözbilim düzenlemektir. Sade genel olarak
düzdeğişmecesel şiddet diye adlandırabileceğimiz şeyi uygular: genellikle
toplumsal-törel tabuyla birbirinden ayrılmış dil alanlarının malı olan ayrışık
parçaları aynı dizide yan yana getirir. Kilise, güzel biçem ve
"pornografi" böyle birleştirilir. Lacroix ,kadın, yaşlı Lyon
piskoposuna, güçlendirici çikolata düşkünü adama: "Evet, evet, monsenyör"
der, hazretleri görüyorlar ki, kendilerine yalnızca arzuladıkları yeri açarken,
hazsever ilgilerine en güzel, en el değmemiş arkayı sunuyorum." (Bu yöntemin örnekleri saymakla bitmez: papasal
tutkular, bakanlık kıçı, papasal kıçı iyice işlemek, öğretmenini düzmek vb.
(Klossowski'nin de ele aldığı yöntem: Denetmen hanımın donu. Etkisi yalnız
bizim için güldürücü olsa bile, zaman uyumu da işin içine girebilir:
"Lubin'imin kıçını öpesiniz isterdim." Anımsatmak gerekir mi, bilmem,
biz Sade'ı tarihsel olarak önceden göremediklerinden sorumlu tutar
görünüyorsak, bunun nedeni Sade’ın bizim için bir bireyin değil, bir
"yazar”ın, daha da iyisi, söyleminin tarih içinde aldığı bütün anlamların
saklayıcısı, söylensel bir "anlatıcının adı olmasıdır: alışılmış
"pornografi" ancak yazısı oranında varolan bir dünyayı hiçbir zaman geri
alamayacak, toplum da hiçbir zaman yapısal olarak suça ve cinselliğe bağlı bir
yazarı tanımayacaktır.) Böylece ayaklandırılan şey, çok klasik bir
biçimde, toplumsal putlar, krallar, bakanlar, kilise adamları, vb.'dir, ama
aynı zamanda da dildir, yazının geleneksel sınıflarıdır: suç bulaşması söylemin
bütün biçemlerini kapsar: öyküseldir, liriktir, töreldir, özdeyiştir,
söylenbilimsel topos'dur. Dile saygısızlığın en azından törel saygısızlıklar
kadar güçlü olduğunu ve dile saygısızlığın dilinin ta kendisi olan
"şiir"in bu nedenle her zaman karşı çıkıcı olduğunu yeni yeni
öğrenmeye başlıyoruz. Bu açıdan, Sade'ın yazısı şiirsel olmakla kalmaz, Sade
ayrıca bu şiirin uzlaşılmaz olması için bütün önlemleri almıştır: bildiğimiz
"pornografi" ancak yazısı oranında varolan bir dünyayı hiçbir zaman
kazanamayacak, toplum da yapısal olarak suça ve cinselliğe bağlı bir yazıyı
hiçbir zaman onaylamayacaktır.
Böylece, Sade’ın yapıtının
benzersizliği temelleniyor-aynı anda yapıta konulan yasak da belirginleşiyor:
Sade'ın yarattığı ve başlangıçta zamanı, töreleri, halkı, kılgılarıyla "düşsel"
bir site olarak betimleyebileceğimizi sandığımız site, tümüyle söze asılıdır,
bir romancının yaratımı (en azından sıradan bir durum) olduğu için değil, Sade
romanının içinde, arı yazıdan örülmüş ve birincisinde "düşsel olarak"
geçen her şeyi belirleyen bir başka kitap, metinsel bir kitap bulunduğu için:
söz konusu olan anlatmak değil, anlattığını anlatmaktır. Yazının bu temel
durumunu doğrulayacak en açık örnek 120 Journees de Sodome'un kanıtıdır:
bilindiği gibi, Silling şatosunda, bütün Sade sitesi -bu yerde yoğunlaşmış
olarak- öyküye (ya da öyküler topluluğuna) dönüktür, öykü de her akşam törensi
bir biçimde söz rahibelerince, öykücü kadınlarca verilir. Anlatının önceliği
çok kesin kurallarla belirlenmiştir: günün tüm saat düzeni öykü oturumu olan
büyük ana (akşama) yönelir; insanlar buna hazırlanır, herkes (gece kullanılacak
kişiler dışında) katılmak zorundadır; toplantı salonu yarım daire biçiminde
bir tiyatrodur, ortasında öykücü kadının yüksek kürsüsü yer alır; bu söz
tahtının aşağısında, öykücü kadının önerilerini kendileriyle denemek isteyecek
beylerin ellerinin altında, kösnüllük uyrukları oturur; koşulları çok
bulanıktır, çünkü aynı zamanda hem "erotik" figürün, hem de
başlarının üzerinde söylenen sözün birimlerini oluştururlar: bulanıklık
tümüyle örnek (dilbilgisi ve kösnüllük örneği) durumlarına dayanır: uygulama
sözü izler ve belirlenimini kesinlikle ondan alır: yapılan söylenmiştir.
Oluşturucu söz olmayınca, kösnüllük, suç uydurulamaz, geliştirilemez: kitap
kitaptan önce gelmelidir, öykücü kadın kitabın tek "oyuncu"sudur,
çünkü tek dramı sözdür. Öykücü kadınların en büyüğü, Duclos kadın, hazsever
dünyada saygı gören tek varlıktır: kendisinde saygı gösterilense aynı zamanda
hem suç, hem sözdür.
Görünüşte kalan bir çelişkiyle,
konu olduğu yasakların belirli bir özelliği belki de en iyi biçimde Sade'ın
yapıtının tam anlamıyla yazınsal kuruluşundan yola çıkılarak görülür. Sade'a
yöneltilen ahlaksal ayıplamaya çoğu kez estetik bir tiksinti biçimi verilir:
Sade'ın tekdüze olduğu söylenir. Her yaratım ister istemez bir düzenleyim
olmakla birlikte, toplum, eski ve romansı "esin" söyleni gereği,
bunun kendisine söylenmesine katlanamaz. Oysa Sade'ın yaptığı budur: yapıtını
( dünya"sını) bir dilin içi gibi açıp göstermiş, böylece Mallarme'nin çok
güzel aydınlattığı şeyi, yapıt ile eleştirisinin birliğini gerçekleştirmiştir.
Ama iş bununla bitmiyor; Sade'ın düzenleyimi (söylenenin tersine, hiç de her
cinsel yazının düzenleyimi değildir) bize ancak okumamızı saymaca olarak Sade
söyleminden alıp yansıttığı ya da yansıttığı varsayılan "gerçeğe"
yöneltirsek tekdüze görünebilir: Sade ancak gözlerimizi söylemin edimlerine
değil de anlatılan suçlara diktiğimiz zaman can sıkıcıdır.
Aynı biçimde, Sade
"erotizm"inin tekdüzeliğini değil de daha içten bir biçimde
"iğrenç bir yazar"ın "canavarca bayağılıklarını öne sürerek
Sade’ı, yasanın yaptığı gibi, ahlaksal nedenlerle yasaklamaya yönelirsek,
Sade'ın tek evrenine: söylem evrenine girmeyi yadsıdığımız için yöneliriz.
Oysa yapıtının her sayfasında, Sade bize düşünülmüş "gerçek
dışılığı"nın kanıtlarını verir: bir Sade romanında geçen her şey tam
anlamıyla masalsı, yani olanaksızdır; daha doğrusu, göndergenin
olanaksızlıkları söylemin olanaklılıklarına dönüştürülmüştür, zorunlulukların
yeri değiştirilmiştir: gönderge tümüyle Sade'ın isteğine bağlıdır, Sade da her
anlatıcı gibi ona masalsı boyutlar verebilir, ama gösterge, söylem düzeninin
malı olduğundan, uzlaşmaz bir nitelik taşır, yasayı yapan odur. Örneğin Sade,
aynı sahne içinde, hazseverin esrimelerini her türlü olabilirliğin ötesinde
çoğaltır: tek bir gösterimde çok figür betimlenmek isteniyorsa, böyle yapmak da
gerekir: söylem birimleri olan, dolayısıyla çok pahalıya mal olan sahneleri
çoğaltmaktansa, göndergesel birimler olan, dolayısıyla hiçbir şeye mal olmayan
esrimeleri çoğaltmak daha iyidir. Gerçekçi yazar değil, yazar olduğundan, Sade
her zaman göndergeye karşı söylemi seçer; hep semiosis'in yanında yer alır,
mimesis'in değil: "yansıttığı" şeyi anlam durmamacasına bozar, bizim
de onu gönderge düzeyinde değil, anlam düzeyinde okumamız gerekir.
Kendisini yasaklayan toplum bunu
yapmaz kuşkusuz; Sade'ın yapıtında yalnızca göndergenin çağrısını görür; onun
için, sözcük gerçeğe açılan bir camdan başka bir şey değildir; tasarladığı ve
üzerine yasalarını kurduğu yaratma yönteminin yalnızca iki terimi vardır:
"gerçek" ve anlatımı. Öyleyse Sade'a yöneltilen yasal suçlama
belirli bir yazın dizgesine dayanmakta, bu dizge de gerçekçiliğin dizgesi: yazının
"yansıttığını", "çizdiğini", "öykündüğünü",
yargıya sunulan şeyin bu öykünmenin uygunluğu olduğunu, dokunaklı, eğiticiyse
estetik, canavarcaysa suçlu bulunacağını, son olarak da öykünmenin inandırmak,
ardından sürüklemek olduğunu varsayar: bir okul görüşüdür bu, ama kurumlarıyla
birlikte bütün toplum bu görüşe bağlanır. Juliette, "insanlar arasında
mağrur ve içten, hazlarında yumuşak ve uyumlu", müthiş çeker insanı; ama
beni çeken kâğıttan Juliette'tir, 'gerçeğin öznesi değil, söylemin öznesi olan
öykücüdür. Durand'ın aşırılıkları karşısında, Juliette ile Clairwil şu derin
sözü söylerler: "Benden korkuyor musunuz? — Korkmak mı, hayır: ama seni
tasarlayamıyoruz. Gerçeğin içinde, düşsel de olsa tasarlanamaz kalan Durand
(Juilette gibi) söylem düzeyine geçmek üzere ayrıntı düzeyinden ayrılır ayrılmaz
tasarlanabilir olur. Gerçekten de, söylemin işlevi korku, utanç, imrenme, etki,
vb." yaratmak değil, tasarlanmazı tasarlamak, yani hiçbir şeyi sözün
dışında bırakmamak, dünyaya hiçbir söylenemezlik tanımamaktır: öyle görünüyor
ki, Sade’ın yalnızca sözle varolduğu Bastille'den, kösnüllüğün değil
"öykü"nün tapınağı olan Silling şatosuna, Sade sitesinin bir
başından bir başına yinelenip duran parola budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder