“Eğer papanın ve kardinallerin dininden başkası yoksa,
o halde canavarın tuzağına ve canavarın inine gidelim,”
Self-portrait Salvator Rosa, Philosophy, 1640. The Latin inscription is "Keep silent unless what you are going to say is more important than silence." |
Salvator Rosa, Napoli Körfezi’nin yakınlarında yer alan
Arenella adında küçük bir köyde 1615’te doğdu. Bütün yaşamı boyunca Napoli
şivesini ve davranış biçimini korudu ve daima Napoli’yi cennetten bir köşe olarak
gördü; ancak, Napoli’nin bazı geleneklerini de lanetledi. Babasının erken
yaştaki ölümünden sonra annesi de Rosa’yı terk etti ve kendisine hiç de uygun olmayan bir biçimde kilise okuluna katılmak
zorunda kaldı. Rosa okuldan kaçma eğilimi olan bir çocuktu; yatak odasının
duvarlarına ucu yakılmış sopalarla resimler çizerdi. Bir keresinde, bir
kilisenin duvarlarını bu şekilde süslediği için kırbaçlanarak şiddetle
cezalandırılmıştı. Napoli’deki tantanalı süsleme savurganlığı onu hem yabancılaştırdı
hem de cezbetti. - Sade’ın daha sonraları yazdığı gibi, “bütün o zevksiz
süslemeler ve cicili bicili bezemeler de tıpkı halkı gibi; herkes Napolilileri
bir güç oluşturmak için kullanmıştır; bir tek onlar zayıf iradeli ve uyuşuk
kalmıştır”.
Tek seçeneği rahiplik olan Rosa
yerel manastırda rahip yamağı olarak göreve başladı ve orada, resimlerinde ve
şiirlerinde öne çıkacak ve rahiplerin hiddetini üzerine çekecek olan klasik
öğretiyi edindi. On altı yaşındayken, 1631’de (Vezüv’ün lav püskürttüğü yıl)
yamaklığı bıraktı ve Calabria tepelerine doğru yola koyuldu. “Eğer
papanın ve kardinallerin dininden başkası yoksa, o halde canavarın tuzağına ve
canavarın inine gidelim,” dediği söylenir. İngilizlerin Rosa’ya olan
hayranlığı temelinde, İrlandalı Protestan ve biyografi yazarı Lady Morgan’ın
1824’te söylediğine göre, Rosa’nın “modern
sanat tarafından henüz huzuru bozulmamış vahşi ama gizemli bölgelere çekilerek
keşişlere özgü itaati inkâr etmiş olması çok önemliydi. Zorluklarla ve
tehlikelerle dolu (...) bu yerler ruhen yalnız ve gururlu olan, doğanın
kesintisiz ıssızlığında hem muhteşemliğin hem de şahaneliğin mükemmel ve sonsuz
kombinasyonlarını bulabilen Rosa’ya çekici geldi.” Salvator Rosa hakkında
birçok romantik öykü uydurulmuştur. Söylentiye göre, bir haydut çetesine katıldı.
Dumas onu, 1647’de valiye karşı bir ayaklanmaya önayak olup kısa süreliğine de
olsa Napoli’de seçilmiş yönetici konumuna yükselen yakışıklı ve acımasız
balıkçı Masaniello’nun dostu olarak gösterdi. Birkaç günlük hükümranlığın
ardından, balıkçı prens bir sinir krizi geçirdi, kürsüden yaptığı ateşli bir
konuşma sırasında giysilerini yırtıp attı ve suikastçıların kurşunlarıyla can
verdi. Rosa, Masaniello’yu övmüştü; ancak, Salvator Rosa’nın da dahil olduğu,
Napolili sanatçılardan oluşan ve şehrin sokaklarında dolaşıp İspanyol askerleri
öldüren Compagna della Morte’ye’ ilişkin öykü büyük olasılıkla gerçekdışıdır.
Rosa 1635’te Napoli’den ayrılıp
Roma’ya gitmeden önce resim yapmaya başladı; daha sonra Floransa’ya taşındı.
Her iki şehirde de, ressam olmanın yanı sıra, şair, hicivci, salon adamı ve
sokak tiyatrocusuydu. İhtiraslı her barok sanatçı gibi o da öncelikle portreler
ile kutsal ya da tarihsel mekânların resimlerini üretti. Kutsal ve tarihsel
mekân resimlerine, kodlanmış mesajlar kattı: Fıçısının içinde diz çökmüş halde
duran ve dünyanın hâkimi Büyük İskender’in konuşma çabalarını reddeden Diogenes resmi, Rosa’nın insanlara
karşı duyduğu nefretin ve hamilerden bağımsız kalma isteğinin bir ifadesiydi.
Edebi imajlar resimlerinde önemli bir yer tutuyordu. Şair dostlarından fikirler
alır ve Stoacı tarihçilerin eserlerini karıştırarak resimde kullanabileceği
imajlar arardı. Aslında, kendisini bir Stoacı olarak adlandırıyor ve Atinalı
Timon'la bir tutuyordu: Konusunu da despotizmin oluşturduğu La Guerra (Savaş)
adındaki hicvi, kendisi ile Atinalı Timon arasında geçen bir diyalogdur. Kendisini bir felsefecinin giysileriyle
resmettiği ünlü portre onun ahlak felsefesi konusunda samimi olduğunu vurgulamaktadır.
Kişiliğine uygun olarak, Erdem’i ve erdemli olanın zaferlerini yüceltmeye
hevesliydi. Mevcut yolsuzluklardan ötürü üzüntü duyan bir adamın hiddetine
sahipti ve etik çabaları da yalnızlığına katkıda bulundu. Ressam arkadaşları,
Rosa’nın edebiyat çevresindeki entelektüellere iltifatlar yağdırmasına ve
karşılığında da bu insanların Rosa’nın etik numaralarına güvenmeyişine çok
kızmaktaydı.
Dahası, Rosa’nın sanatsal
ihtirasları dönemin tüketici zevklerince de engellendi. O, kompleks alegorik ve
tarihsel içerikli resimler -Fortune
(Talih) ve Death of Regulus (Regulus’un Ölümü) bu çizgide, iddialı
örneklerdir-yapmak için parasal destek bulmayı hasretle umarken, papalığın
prestiji azalmaktaydı ve Roma’nın hamiliğine güvenilmezdi. Güçlü hamiler
bulamayınca, resimlerini bugünün orta sınıfı olarak adlandırılabilecek
kişilere satmak yoluyla sanatını popüler hale getirdi. Ortaçağda ortaya çıkan
geleneksel peyzaj resim formları -tarihsel anlamlar içeren dekoratif
çalışmalar- on yedinci yüzyılda yerlerini yeni üsluplara bırakıyordu. Birkaç
sanatçı peyzajın insanlar ya da nesnelerden daha önemli göründüğü resimler
üretmişti. Claude Lorrain (1600-1682) peyzaj resmi alanına tarihsel figür
resmiyle denklik kazandırdı; kendisi doğayı resmetmek yolunda eğitim görmüş
olsa da, doğrudan yaşamın kendisini anlatan çok az resim yaptı ve doğanın ya
da bamboccuınti’nin (günlük yaşama dair küçük boyutlu resimler yapan ressamlar)
hamlığından arınmış Vergilius üslubu bir altın çağı anımsatan,
idealleştirilmiş ve şiirsel manzaraları tercih etti. Gene de, Rosa’nın üstün
yeteneği vahşi ve bomboş manzaralar resmetmesinde yatıyordu. Calabria’nın sert
doğasının dünyanın ve insanlığın sefaletini temsil ettiğini görüyor ve
bamboccian'ı satın alanların da duygusal sahtekârlar olduğunu söyleyerek onları
küçümsüyordu: "Gerçek yaşamda nefret ettiklerini resimde görmekten
hoşlanıyorlar." Romalı uzmanlar da onu öfkelendiriyordu: “Sürekli küçük
peyzajlarımı istiyorlar; sürekli, sürekli, küçük olanları.” Bu resimlerin
başarısı Rosa’nın yüksek entelektüel ihtiraslarının komik bir taklidi gibiydi
ve ona yaşam boyu sürecek hiddetli bir hor görme alışkanlığı kazandırdı.
Kendisine ait en iyi eserlerden bazılarını aşağılayarak onlara hayran olanlara
da saldırdı. Müşterilerini aşağıladı; bir tablo hakkında önerilerde bulunan bir
müşteriye, “Git bir duvar ustası bul, onlar siparişe göre çalışır,” demişti.
1660’ların sonlarına gelindiğinde eserlerine uluslararası düzeyde talep
olmasına rağmen, İngilizler onun resimlerini ölümünden sonra satın almaya
başladılar; ondan sonra da Rosa tipik bir İngiliz zevki haline geldi.
Örneğin, Rosa’nın Scene of Witchcraft (Büyücülük Sahnesi)
adlı eseri birinci Lord Spencer
tarafından satın alındı ve Althorp’ta sergilendi (günümüzde, Londra’daki National Gallery’dedir). Rosa’nın yaşadığı yıllarda bu resim Romalı koleksiyoncu Carlo de’Rossi’nin elindeydi ve de'Rossi dostlarını kişisel galerisinde gezdirdiğinde bu resim gösterinin doruk noktasını oluşturmaktaydı. De’Rossi resmi bir perdenin ardında tutuyor, her bir turun sonunda bu perdeyi bir tören havasında açıyordu. Resim gotik bir imajın kusursuz bir örneğidir - aşırı ama baştan savma. En solda çirkin bir
cadı gözleri bağlı masum bir genci tablonun merkezine doğru götürmektedir; yakınlarda, yaşlı bir
adam tabutundan yan yarıya çıkarılmış bir iskelete destek olmakta,
böylece kötü bir suç ortağı da
iskeletin parmaklarını bir kalpazanlık belgesini yazması ya da bir kehanet karalaması için zorlayabilmektedir. Arka planda, soğuk ve tehditkâr, beyaz peçeli bir figürün elinde mumlar vardır. Bu son figür, Mantegna’nın’ fresklerinde Bakire Meryem'i çevreleyen, kumaşlara sarılı, çiçeklerle bezeli insanları anımsatır; ancak, Rosa’nın figürünün giysileri aynı zamanda bir mumyanın ve bir cüzamlının sargılarını çağrıştırır.
Cadı, yaşlı adam ve örtünmüş refakatçi, bir aldatma ve ihanet tablosu oluşturan kötü görünümlü figürlerdir. Kendilerini çevreleyen insanlarla hiç ilgilenmezler: Aslında, tabloda birbirinden farklı birkaç insan grubu olmasına rağmen, bunlardan hiçbiri bir diğerine en ufak bir ilgi bile göstermemektedir. Bu, Salvator Rosa’nın, korkuların ve fantezilerin insanın içinde oluşunu ve bunların gizli bir zevksizliği taşıma potansiyelini anımsatma yoludur.
tarafından satın alındı ve Althorp’ta sergilendi (günümüzde, Londra’daki National Gallery’dedir). Rosa’nın yaşadığı yıllarda bu resim Romalı koleksiyoncu Carlo de’Rossi’nin elindeydi ve de'Rossi dostlarını kişisel galerisinde gezdirdiğinde bu resim gösterinin doruk noktasını oluşturmaktaydı. De’Rossi resmi bir perdenin ardında tutuyor, her bir turun sonunda bu perdeyi bir tören havasında açıyordu. Resim gotik bir imajın kusursuz bir örneğidir - aşırı ama baştan savma. En solda çirkin bir
cadı gözleri bağlı masum bir genci tablonun merkezine doğru götürmektedir; yakınlarda, yaşlı bir
adam tabutundan yan yarıya çıkarılmış bir iskelete destek olmakta,
böylece kötü bir suç ortağı da
iskeletin parmaklarını bir kalpazanlık belgesini yazması ya da bir kehanet karalaması için zorlayabilmektedir. Arka planda, soğuk ve tehditkâr, beyaz peçeli bir figürün elinde mumlar vardır. Bu son figür, Mantegna’nın’ fresklerinde Bakire Meryem'i çevreleyen, kumaşlara sarılı, çiçeklerle bezeli insanları anımsatır; ancak, Rosa’nın figürünün giysileri aynı zamanda bir mumyanın ve bir cüzamlının sargılarını çağrıştırır.
Cadı, yaşlı adam ve örtünmüş refakatçi, bir aldatma ve ihanet tablosu oluşturan kötü görünümlü figürlerdir. Kendilerini çevreleyen insanlarla hiç ilgilenmezler: Aslında, tabloda birbirinden farklı birkaç insan grubu olmasına rağmen, bunlardan hiçbiri bir diğerine en ufak bir ilgi bile göstermemektedir. Bu, Salvator Rosa’nın, korkuların ve fantezilerin insanın içinde oluşunu ve bunların gizli bir zevksizliği taşıma potansiyelini anımsatma yoludur.
Tablonun merkezinde, kupkuru bir
ağaç gövdesiyle, ağacın dalından sarkan asık suratlı bir ceset yer almaktadır;
bu temel nitelikli imaj Hıristiyan değerlerinin tamamen karşıtını temsil
etmektedir. Ölü ağaç yaşam ağacının karşıtıdır. Ağacın dibinde bir kurukafa
durmaktadır, tıpkı Çarmıha Germe konulu birçok tabloda olduğu gibi - zira, İsa’nın
çarmıhının yapıldığı ağaç, Adem’in ölümünün ardından onun ağzından büyüyen
yaşam ağacının bir fidanından yapılmıştı. Ceset, kendini asan hain Yahuda’yı
çağrıştırır; bir intihar söz konusu olduğu için bu kişi lanetlenmiş olsa da,
cesede, Magdaleneli Meryem’in karşıtını temsil eden bir kadın tarafından güzel
kokular sunulmaktadır. Bu arada, bir cadı da ilaç yapımında kullanmak için
asılı adamın ayak tırnaklarını koparmaktadır. Ön planda, cesedin altında,
çıplak bir kız boş gözlerle bir aynaya bakmakta, aynanın önünde tuttuğu küçük
bir balmumu erkek modelin görüntüsü mat bir biçimde aynaya yansımaktadır; bu
kızın arkasında daha da çirkin çıplak bir kadın bu minyatürün çarpık
yansımasına suratında aptal bir şehvet ifadesiyle bakmaktadır. Kambur ve eğik
figürler olan bu kadınlar çarpık düşünceleriyle meşgulken, kıskançlık ve
sinsilikleri şehvetlerinden daha iğrençtir. Gotik edebiyatta çok yerleşik olan
yasadışı arzular, bu kadınların tüm ilgisini çeken güçtür. Onların sağında,
bir kocakarı bir dibeğin içine sakatat tıkmakta ve bunları tokmak olarak
kullandığı bir kemikle ezmektedir.
Kocakarının arkasında, zırhlar içinde bir şövalye, büyülü bir çemberin içinde büzülmüş duran beyaz bir tavşanı ateşe vermektedir; ama şövalyenin kendisi de teslimiyet içinde boyun eğmiştir ve şair olan hiddetli bir adam tarafından süpürge sopasıyla dövülmektedir - şairin kendisi de sakallı bir büyücü tarafından uzatılan, kılıca geçirilmiş bir yüreği almaktadır. Şairin arkasında çirkin bir etobur kuşun iskeleti dikilmektedir. Resmin sağından tuhaf canavarlara binmiş iki cadı yaklaşmaktadır; bunlar doğurganlığı ve büyümeyi yok eden kötü kadınlardır: Gaddar suratlı olanın elinde kurban edilmesi gereken kundaklanmış, masum bir bebek vardır. Gün doğumunun yakın olduğu ufuktaki dehşet verici mavi ve altın renkli çizgilerden anlaşılmaktadır.
Kocakarının arkasında, zırhlar içinde bir şövalye, büyülü bir çemberin içinde büzülmüş duran beyaz bir tavşanı ateşe vermektedir; ama şövalyenin kendisi de teslimiyet içinde boyun eğmiştir ve şair olan hiddetli bir adam tarafından süpürge sopasıyla dövülmektedir - şairin kendisi de sakallı bir büyücü tarafından uzatılan, kılıca geçirilmiş bir yüreği almaktadır. Şairin arkasında çirkin bir etobur kuşun iskeleti dikilmektedir. Resmin sağından tuhaf canavarlara binmiş iki cadı yaklaşmaktadır; bunlar doğurganlığı ve büyümeyi yok eden kötü kadınlardır: Gaddar suratlı olanın elinde kurban edilmesi gereken kundaklanmış, masum bir bebek vardır. Gün doğumunun yakın olduğu ufuktaki dehşet verici mavi ve altın renkli çizgilerden anlaşılmaktadır.
Scene of Witchcraft adlı bu
tabloda Rosa belki de hicvetmeyi amaçlıyordu: Tablo aşırı kötü niyetlerle
doludur; yaşlı insanlar ve kocakarılar fazlasıyla komiklik potansiyeli olan
figürlerdir - asık suratları Napoli sokak tiyatrosunun özelliklerini anımsatır.
Gotik hayal gücünün en berbat aşırılıklarında bile, taşlama ve parodinin soluk
izleri asla uzak değildir. Salvator Rosa’nın cadı konulu şiirinde kesinlikle
taşlama unsuru bulunmaktadır. ‘La Strega’ ya da ‘Cadı’da Phyllis kendisini
terk eden sevgilisini şeytani büyüler kullanmakla tehdit etmektedir:
“Büyülü formüller, şeytani sözler, tuhaf bitkiler ve göklerin çemberini durduracak düzenekler deneyeceğim.” Kötülüğün güçlerini davet için kullanacağı büyülerin malzemelerini sıralar: “Bir büyülü çember, buzlu akarsular, balık, simya sıvıları, kara balsam, öğütülmüş tozlar, mistik taşlar, yılanlar ve baykuşlar, kokuşmuş kan, kan sızan bağırsaklar, kuru mumyalar, kemikler ve larvalar, kapkara edecek tütsüler, kanını donduracak çığlıklar.” Sevgilisinin balmumu figürünü yakmaya niyetlenir, zira, “sahte imaj yandığında / gerçek olan da yanar". Bu şiire müzik yazıldı ve “güçlü bir soprano, ya da, belki de bir kontr-soprano tarafından karanlık bir gecede söylendiğinde, insanın omurgasını ürpertebilirdi”. Omurganın ürpermesi, gotiğin önde gelen etkilerindendir; ya da, modern dünya gotiğinin önde gelen bir etkisi.
“Büyülü formüller, şeytani sözler, tuhaf bitkiler ve göklerin çemberini durduracak düzenekler deneyeceğim.” Kötülüğün güçlerini davet için kullanacağı büyülerin malzemelerini sıralar: “Bir büyülü çember, buzlu akarsular, balık, simya sıvıları, kara balsam, öğütülmüş tozlar, mistik taşlar, yılanlar ve baykuşlar, kokuşmuş kan, kan sızan bağırsaklar, kuru mumyalar, kemikler ve larvalar, kapkara edecek tütsüler, kanını donduracak çığlıklar.” Sevgilisinin balmumu figürünü yakmaya niyetlenir, zira, “sahte imaj yandığında / gerçek olan da yanar". Bu şiire müzik yazıldı ve “güçlü bir soprano, ya da, belki de bir kontr-soprano tarafından karanlık bir gecede söylendiğinde, insanın omurgasını ürpertebilirdi”. Omurganın ürpermesi, gotiğin önde gelen etkilerindendir; ya da, modern dünya gotiğinin önde gelen bir etkisi.
Rosa, içinde bulunduğu bin yılın
sonuna kadar gelen her gotik yeniden uyanışçının öncüsüydü. Ruskin ondan bahsederken,
“Kutsallık duyusu yoktu (...) o yalnızca
inceliksiz ve berbat olanı gördü,” diye yazmıştı. "Ben, Salvator’un acıyı nedensiz yere yücelttiğinden kuşkulanmazdım.
Sürekli acıyı resmetmesi ondan zevk aldığı anlamını taşımaz; acının dehşetini
ve dehşetteki çekiciliği hissediyordu.” 1990’larda New York galerisinin
müdavimleri, Joel Peter Witkin’in
çektiği fotoğraftaki bir hastane morgundan alınıp gümüş salata tepsisinin
ortasına özenle yerleştirilmiş, yaşlı ve kel bir adama ait kesik kafanın
önünde dikildiklerinde, olayın dehşetini hissettiler. Gotik deneyimin bir
parçası haline geldiler: Witkin’in fotoğrafları, Rosa’nın büyücülük
resimlerinin yirminci yüzyıl ifadesi gibidir. Rosa, herhangi bir dönemden ya da
ulustan doğamayacak kadar evrensel ve temel duygulara imajlar sağladı. Bunlar
akıldışı, karamsar, korkutucu ve esrarengizdi. Ruskin, “Çalışmalarını incelediğim bütün insanlar arasında, Rosa bana kayıp bir
ruh hissini en belirgin biçimde verendir,” diye devam etmekte. “Ben onda, bütün bayağılığına rağmen, Avrupa
sanatındaki tinsel yaşamın son izlerini görüyorum. O, tinsel bir varoluş düşüncesinin kendisini kavranabilir bir gerçeklik
olarak sunduğu son insandı.” Bu tinsel bilinç hem kaçınılmaz, ezici
gizemi, hem de insanın gücünün ne denli az olduğu hissini beraberinde getirdi.
İngiliz uzman Lord Shaftesbury’nin yazdığı gibi, “Hayalet hâlâ yakamızda, şu ya da bu şekilde: Ve bizlerin soğukkanlı
düşüncelerinden atılıp evden kovulsa da, bizi dışarıda bile bulacaktır.”
Rosa’nın doğaüstü olana ilgisi onun manzaraya yönelik kişisel yaklaşımına
yansıdı. 1662’de hayranlıkla belirttiği gibi, “Ünlü Velino Şelalesi o dehşetli güzelliğiyle en zor beğenir beyinleri
bile esinlendirmeye yeterli (idi): dağın yarım mil yükseklikteki yangından
aşağı dökülen ve bir o kadar yükseğe bir su damlaları sağanağı kaldıran nehrin
görüntüsü.”
Resim sanatının yepyeni bir
anlayışla on yedinci yüzyılın sonlarındaki İngiltere’de ortaya çıkışında Rosa
büyük önem taşıyordu. Margaret Jourdain’in anlattığı gibi, “Salvator Rosa’nın eserleri, o vahşi kayalıktan, çağlayanları ve
parçalanmış ağaç görüntüleriyle, İngilizlerin yabani tür manzaranın resimsel
niteliklerini görmelerini sağladı; ve de Claude Lorrain’in yıkılmış
tapınaklarla ve antik dünyanın diğer örnekleriyle çeşitlendirdiği geniş
manzaralar, park peyzajlarının resimsel niteliği açısından standardı
oluşturacak biçimde benimsendi.” Rosa’nın uçurumları, kupkuru ağaçları,
acımasız haydutları ve pervasız, tuhaf şekilde silahlanmış münzevileri,
Watteau, Fragonard ve Boucher’a ulusal bağlılığı olan Fransız
koleksiyoncuların zevkine asla hitap etmedi. On sekizinci yüzyılın ortalarında
Salvator benzeri peyzajlar resmetmek için Napoli sahiline yerleşen Fransız
sanatçı Claude-Joseph Vernet, eserlerinden çoğunu İngiliz turistlere sattı.
Salvator türü haydut resimleri yapan Philippe-Jacques de Loutherbourg, 1771 ’de
en iyi alıcıların bulunduğu İngiltere’ye göç etti. Rosa, muhtemelen, çete
maceraları sırasında bu peyzaj stilinin İngilizleri çok memnun ettiğini
öğrenmişti: bunun tipik bir örneği, Rosa’nın erken dönemlerine ait olup 1770’de
Dorset düküne satılan (ve hâlâ Knole’da bulunan) Attack by Bandits (Haydutların Saldırısı) adlı tablodur; bu
resimde üç yolcu dar ve kayalık bir yarıktan at üstünden geçerlerken saldırıya
uğrayıp soyulmaktadır. Her zamanki gibi, çevredeki yalçın kayalıkların üstünde
bodur ağaçlar ve upuzun sarmaşıklar, kayaların en tepesinde de uzak ve
terkedilmiş bir bina bulunur.
Bu resimler, bir düzeyde, öykü
anlatımının yalın alıştırmaları olarak görülebilir. Çetelerin saldırıları
gerçek bir belaydı. Lord Portmore ve sonuncu Alcaster dükü gibi iki zengin
büyükbabanın genç vârisi olan ve büyük tur esnasında Gesano’da haydutlar tarafından
ağır yaralanan Brownlow Colyear, İngiliz kurbanların en fazla yankı uyandıranlarındandı.
Ama Salvator’un haydut peyzajları daha karmaşık yankılar yarattı. Radcliffe’in
‘Superstition’ (Batıl İnanç) adlı ağıtı Salvator tarzı peyzajı ruhsal korkularla,
o peyzajın insan figürlerini kayıp ruhlarla bağdaştırmaktadır:
Vahşi, yakın
kayalıklar arasında, başında tacı,
Bulutlar arasında,
geleceğin kederlerini tasarlayarak,
Şeytani Batıl İnanç
sarsmakta doğayı,
Hayalini aşağılardaki
dünyaya sallayarak.
Tahtının çevresinde,
karışık hüzünler arasında,
Görülüyor vahşi, sinsi
şekillerin yavaşça gezindiği,
Uçun, diyor onlara,
gölge düşürün dünyanın en parlak tomurcuklarına,
Ve yalnızlığın esintisi yayılsın dört bir yana.
Ve yalnızlığın esintisi yayılsın dört bir yana.
Lord Lytton’ın Rosa’yı anlatımı da benzer biçimde küçük
haydut figürlerini simgesel olarak sunmaktaydı: “Onun imajları tanrının değil, vahşilerin ululuğuna sahip (...) o,
hayal gücünü kavrıyor ve o hayal gücünü kendisini izlemeye zorluyor - cennete
değil ama dünya üstündeki en vahşi ve en fantastik olanlara doğru.” Lytton,
konusu büyük ölçüde Napoli’de geçen gotik romanı Zanoni'de (1842), daha
gelenekçi ressamlarda “insan ve o insanın
içinde yaşayan ruh sürekli baskın imaj konumundadır; peyzajın aksesuarları
arka planda bırakılmakta ve bastırılmaktadır, sanki cennetten kovulmanın dış
dünyanın hükümranlığı olduğunu göstermek ister gibi,” demekteydi. Bunun
karşılığında, Salvator’un peyzajlarında,
ağaç, dağ, şelale temel unsur haline gelir ve insan da aksesuar konumuna
indirgenir. Madde, ulu konumunda hüküm sürerken, maddenin gerçek efendisi de
onun muazzam gölgesinde sürünür. Cansız maddeye çekicilik veren fani insan
yerine, fani insana çekicilik veren cansız madde! Sanatta berbat bir felsefe!"
Kitap: Gotik
Kitap: Gotik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder