*Libertin, ahlâksal ya da
cinsel açıdan kendini hiçbir baskı altında hissetmeyen,
özgür düşünen ve
yaşayan kişidir. Libertin'lik, cinsel ya da dinsel konularda otorite ya da
yerleşik anlayışların baskısını tanımayan bir yaşama tarzını içerir.
Libertin’de, dinle erotizm
arasında bir birlik söz konusu değil; tam tersine, kesin ve açık bir bölünme
var. Libertin, hazzı, geri kalan her şeyi dışta tutan bir amaç olarak görür.
Bedeni aşkınlığa teslim eden dinsel ya da etik değerlerle inançların nerdeyse
hepsine canla başla karşı koymuştur. Uç noktalarından birinde libertin'lik,
eleştiri alanına yaklaşır ve bir felsefe olur; bir başka uçta, dinsel adanmaya
ters düşen sapkınlık, ilenç, haram gibi kavramlara yaklaşır. Marquis de Sade, uzlaşmaz bir felsefi
tanrıtanımazlığı savunmakla övünmüştü. Gelgelelim kitapları, din karşıtı
dinsel ateşle yüklü bölümlerle dolup taşar, özel yaşamında da dine
saygısızlık, inançsızlık suçlamalarıyla karşılaştı; 1772’de Marsilya’da görülen
davası sırasında ileri sürüldüğü üzre. Andre Breton, bana bir keresinde
Sade’ın tanrıtanımazlığının bir inanç olduğunu söylemişti: Libertin'liğin tersyüz
edilmiş bir din olduğu söylenebilir. Libertin, doğaüstü dünyayı öylesine
ateşle reddeder ki, saldırılan bir adanma, bir kutsama katına yükselir zaman
zaman. Çileci ile libertin arasındaki asıl fark, çilecinin erotizminin aracısız,
tek başına bir yücelme olması, libertin'in erotizminin ise uygulamaya geçilince
bir suç ortağına ya da bir kurbana gereksinim duymasıdır. Libertin, her zaman
Öteki'ni ister. Onun laneti de budur: Ereğine güvenir ve kurbanına köle olur.
Tutkunun
ve çılgına dönmüş imgelemin tanımıyla libertin'lik zamanla sınırlı değildir.
Felsefe olarak oldukça moderndir. Libertinlik ve Libertine sözcüklerinin garip
evrimi, erotizmin çağımızdaki -gariplikte bundan geri kalmayan- yazgısını kavramamıza
yardım eder, lspanyolca'da libertin: (Libertino), önceleri “azat edilmiş bir
adamın oğlu" anlamına geliyordu, haz peşinde koşan çapkın anlamında sonradan
kullanıldı. Fransızcada, on yedinci yüzyıl boyunca liberal ve liberallik'e
yakındı anlamca: Cömertlik, özveri. Libertin'ler aslında şairdiler ya da Cyrano
de Bergerac gibi felsefeci şairlerdiler. Theophile' de Viau ve Tristan
L'Hermite gibi düşlemleri canlı, çılgın bir imgelemin güdüsünde serüvenci kişilerdi.
Libertinlik sözcüğüyle ilişkili uçarılık ve kayıtsızlık, en hoş haliyle Madame
de Sevigne'nin kaleminden dile getirilir: "Yazarken öylesine
libertin'imdir ki, attığım ilk adımı bütün mektubum boyunca izlerim. Libertinlik,
on sekizinci yüzyılda felsefe oldu. Libertin, dinin, yasaların ve geleneklerin entelektüel
eleştirmeniydi. Anlamdaki kayma göze batmıyordu, libertin felsefe erotizmi
ahlaki eleştiriye çevirdi. Zamana sığmayan erotizmin modern çağa geldiğinde
aydınlanan maskesi buydu. Din ya da sapkınlık olmaktan vazgeçti, iki durumu da
ayinle bağlantılı buldu, ideoloji ve düşünce konumuna girdi. O dönemden bu yana,
falluslarla vulvalar, sofistlere dönüşüp geleneklerimizi ve yasalarımızı
eleştirdiler.
Libertin felsefenin en eksiksiz
ve keskin anlatımı Sade’ın
romanlarında bulunur. Onlarda din de en az ruha ve aşka duyulan öfkeyle
reddedilir. Açıklanabilir bir şey. Libertin için ideal erotik ilişki, cinsel
nesne üstünde kesin egemenlik demektir, onun yazgısına karşı da aynı ölçüde
kesin bir kayıtsızlık; bu arada cinsel nesne, efendisinin istekleri ve esintileri
karşısında eğilir. Bu yüzden Sade’ın libertin'leri, kurbanlarından tam bir
boyun eğme beklerler. Bu durum felsefî bir tasımdır, psikolojik bir gerçeklik
değil. Tutkusunu doyurmak adına libertin, dokunduğu bedenin acı çeken bir
duyarlık ve bir istenç taşıdığını bilmelidir (ona göre bilmek, hissetmek
demektir). Libertin’lik, kurbandan belli ölçüde bir özerklik ister, çünkü o
olmadan haz/acı dediğimiz çelişkili duygu doğamaz. Sadomazohizm, libertin'liğin
merkezi ve tahtı, bu nedenle onun yadsınmasıdır da. Duygu, libertin’i
nesnelerin duyarlığına bağımlı kılarak onun üstünlüğünü yadsır, ayrıca
kurbanın edilginliğini de yadsır. Libertin ile kurbanı, alışılmadık bir
felsefî yenilgi pahasına suç ortağı olurlar: Libertin'in kayıtsızlığıyla
kurbanın edilginliği aynı anda uzlaşır. Bir duygu felsefesi olan libertin’lik,
olanaksız bir duygu yoksunluğu tasarlar: Eskilerin ataraksiya dedikleri durum.
Libertin çelişkilidir: Öteki’nin hem ölümünü, hem de yeniden doğmasını ister.
Cezası, Öteki’nin hayata bir beden olarak değil, bir gölge olarak dönmesidir.
Libertin’in gördüğü ve dokunduğu her şey gerçekliğini yitirir, onun gerçekliği
kurbanınkine bağlıdır. Oysa kurban -kadın ya da erkek- yalnızca bir çığlık,
uçucu bir el hareketidir. Kendisi de gölgeler arasında bir gölge olup çıkar.
Erotik edebiyatın tarihinde Sade ve onu izleyenler, benzersiz bir
konumdadırlar. Sade’ın somurtkan
yadsımalarını ne kadar derin bir sevinçle bir araya getirseler de, Varlık’ı hep
yücelten Platon’un soyundandır onlar, kara gecenin ışıksız Lucifer’inin
çocuklarıdır. Felsefe geleneğine göre Eros, karanlığı ışıkla, maddeyi tinle,
cinselliği düşünceyle, burayı orayla kaynaştıran bir tanrısal güçtür. Bu
felsefecilerde kara ışıktır konuşan, erotizmin yarısı: Yan tutan bir
felsefe... Daha eksiksiz görünümler bulmak için yalnızca felsefecilere değil
şairlerle romancılara da bakmamız gerek. Eros ve onun alanları üstüne düşünmek,
onları dile getirmekle aynı değildir; dile getirme sanatçının ve şairin yeteneğidir.
Sade, çok geveze, yavan bir yazardı,
bir sanatçının tam tersine. Sade ile
çağdaş tilmizleri erotik tutkuyu felsefî bir söyleme dönüştürmek için canlarını
dişlerine taktıkları halde, Shakespeare ile Stendhal bize daha ayrıntılı bilgi
verirler. Sadomazohizmin zindanlarıyla usturaları, haz/acı İkilisinin bitimsiz
tartışmalara giriştikleri sıkıcı bir akademik toplantıya dönüştü çoktan.
Freud'un üstünlüğü, bir doktor olarak deneyimini şiirsel imgelemiyle nasıl
bağdaştıracağını bilmesindeydi. Bir bilim adamı ve trajik bir şair kimliğiyle,
bize erotizmi kavrama yolunda kılavuzluk etti. Biyoloji bilimleri, büyük
şairlerin sezisiyle el ele. Eros
güneşçil ve gececildir: Herkes onun varolduğunu bilir de göreni çok azdır.
Sevgilisi Psykhe'ye göre varlığı görülmezdi, gün ortasında güneş nasıl
görünmezse: Işık fazlalığı yüzünden. Eros'un aydınlık ve karanlık olan ikili
yüzü. Yunan edebiyatı şairlerinin bin kere yineledikleri bir imgede durulaşıyor:
Yatak odasının karanlığındaki lamba.
Erotizmin aydınlık yanını, hayata
verdiği ışıltılı onayı öğrenmek istiyorsak, Neolitik dönemden kalma bereket
heykelciklerine göz atmamız yeter: O körpe incelik, kalçaların dolgunluğu,
küçük figürün kendi memelerini meyve gibi sıkan elleri, o esrik gülümseme.
Yerinde göremesek bile en azından Hindistan’da Budacıların Karli tapınağına
oyulmuş dev erkek ve kadın heykellerinin fotoğraflarına bakabiliriz. Güçlü
ırmaklar ya da durgun dağlar gibi bedenler, sonunda doyuma ermiş bir doğanın
imgeleri, dünyayla uyum anında yakalanmış, sonra da cinsel doruğa ulaşan
benlik. Güneşçil mutluluk: Dünya gülümsüyordur. Ne süreyle? Bir iç çekiş
boyunca: Bir sonsuzluk. Ama erotizm kendini cinsellikten koparır, değiştirir,
çiftleşmeyi amacından saptırır: Ne ki bu kopuş, bir dönüştür aynı zamanda.
Çift, cinsellik denizine döner, dalgaların sonsuz, usul hışırtısında gidip
gelirler. Orada, hayvanların masumluğunu edinirler. Erotizm bir ritimdir;
tellerinden biri ayrılık, öteki sılaya dönüştür, uzlaşmış doğaya dönüş
yolculuğu. Erotik öğe burada, bu andadır. Bütün kadınlarla erkekler yaşamıştır
böylesi anları: Cennetten budur payımıza düşen.
Erotizmden, aşktan, dalgınlık
esrimesinden önceki bu ilk an, bu dönüş, ne ölümden bir kaçıştır, ne de
erotizmin göz korkutucu özelliklerini yok sayış: Onları anlama, bir bütüne
yerleştirme çabasıdır. Entelektüel bir kavrayış değil, duyumsal bir kavrayış,
duyuların aklı. D. H. Lawrence, hayatı boyunca bu aklı aradı, ölümünden kısa
bir sıra önce bulgusunun kanıtını mucizevî bir ödül olarak bir şiirde bıraktı:
Büyük Bütün’e dönüş, derinlere inmektir. Pluton ile Persephone’nin, her bahar
yeryüzüne dönen kızın, yeraltındaki saraylarına inmektir. Ölümle hayatın
kucaklaştığı ana kaynağa bir dönüş:
Bir belemir uzat bana, bir meşale ver!
yolumu bulayım, çatallı mavi meşalesinde bu çiçeğin,
indikçe daha da kararan basamaklardan, mavinin
koyulukta koyulduğu
şimdi Persephone’nin de gittiği, kırağı kesilmiş
Eylül'den
karanlığın karanlığa uyandığı
ve Persephone’nin kendisinin
bir sesten başka bir şey olmadığı ülkeye
ya da Plutonsu zifirî kollarla sarılı
ve kapkara ezinçle yaralı
görünmez bir karanlığa,
karanlığın meşaleleri
karartırken yitik gelinle damadı.
(d.h lawrence)