Kulübe Güncesi: Okumak / Yazmak


Writing your name can lead to writing sentences. And the next thing you'll be doing is writing paragraphs, and then books. And then you'll be in as much trouble as I am!

.

I should not talk so much about myself if there were anybody else whom I knew as well.

.


I put a piece of paper under my pillow, and when I could not sleep I wrote in the dark.

.

How vain it is to sit down to write when you have not stood up to live.

.

Read the best books first, or you may not have a chance to read them at all.

Kulübe Güncesi: Serüven Yoktur


"Yalnızım şimdi. Ama yapayalnız değilim. O düşünce var karşımda, bekleyip duruyor. Koca bir kedi gibi tostoparlak olmuş. Bir şey açıkladığı yok, kıpırdamıyor da. ''Hayır" demekle yetiniyor.
Hayır, benim başımdan serüvenler geçmedi."

Bulantı'nın başat temasıdır serüven. Kitabın ilk ismi Melankoli yayınevi tarafından beğenilmeyince Sartre, Antonie Roquentin'in Olağanüstü Serüvenleri ismini önerir, altbaşlığını da Serüven yoktur diye koyar. Sonunda Gallimard'tır Sartre'ı Bulantı'nın yazarı yapacak olan.


Kulübe Güncesi: Az Yeterlidir (Co-op Zimmer)


Hannes Meyer'in 1924'te Gent'te düzenlenen bir toplu sergi için tasarladığı Co-op Zimmer projesi.

"Tasarım, her bireyin aynı asgariye sahip olduğu sınıfsız bir toplum fikrinden yola çıkıyordu. Bu projeden geriye, odayı kumaştan yapılmış iki duvarın tanımladığı bir mekân olarak gösteren bir fotoğraf kaldı yalnızca. Meyer'in odası, işçilerin artan göçebelik ve yerinden edilmişliğinin yaşaması kolay bir iç mekânla yansıtıldığı bir yaşam tarzını vitrine koymayı hedefliyordu. Co-op Zimmer'de mobilya, bir kişinin yaşaması için gerektiği kadarıyla sınırlandırılmıştı: raflar, duvara asılabilen katlanan sandalyeler tek kişilik bir yatak.

"Lüzumsuz" olan tek eşya, kıvrımlı hatlarının odanın ölçülü atmosferiyle tezat oluşturduğu bir gramofon. Ama gramofon önemli; çünkü Co-op Zimmer'in minimal yaşamını yalnızca zorunlulukların dikte etmediğini, buranın ayrıca "verimsiz" zamanın değerlendirildiği bir mekân olduğunu gösteriyor.

Kulübe Güncesi: Az Yeterli (mi) dir? (Co-op Zimmer)

 

Meyer'in odasına ( 1924, Co-op Zimmer) çağdaş bir yorum.



Az yeterli midir?

.

.

"Yıllar boyunca, "az çoktur" minimalist tasarımın mottosu oldu. Bu özdeyişi Robert Browning'in bir şiirinden alıntılayan' Alman mimar Mies van der Rohe'nin ölçülü yapıtlarıyla anında ilişkilendirilen "az çoktur" cümlesi, kaynaklardan gönüllü olarak tasarruf etmenin etik ve estetik değerine övgüdür. Mies'in biçimsel ifadeyi hazır endüstriyel elemanların basit bir kompozisyonuna indirgeyen çırılçıplak mimarlığı, güzelliğin ancak elzem olmayan şeylerin reddedilmesiyle ortaya çıkacağına işaret ediyordu.

"Az çoktur" artık yalnızca bir estetik ilke değil, başka bir şeyin, kaynaklardan tasarruf etmenin yalnızca bir tasarım stratejisi olmakla kalmayıp özetle bir ekonomik zorunluluk olduğunun ideolojik aktarımıdır.

"Az çoktur" sloganı, olsa olsa gün geçtikçe istikrarsızlaşan durumumuzun müstehzi bir yorumu olarak tınlar; çünkü biliyoruz ki az yalnızca azdır ve bunun romantikleştirilecek bir tarafı yoktur.

Asketizm belki ironik bir duruş olabilir, çünkü durumumuzun yerinde bir betimlemesini sunmakla kalmaz, piyasanın dayattığı kıtlık rejiminin sınırlarının dışında neyin gerekli olup neyin olmadığını yeniden tanımlamamızı sağlar. Böylelikle asketizm, iyi bir yaşam ihya etme imkânı ve ayrıca daha azla -ve daha iyi yaşayabileceğimiz umududur. Yine de bu az, bir ideolojiye dönüştürülmemeli: Az çok değildir, az yalnızca azdır. Az, ancak ideolojik aurasının ötesine geçebildiğimiz zaman hem piyasanın dayattığı sahte ihtiyaçlardan hem de borçların dayattığı kemer sıkma politikalarından bağımsız, alternatif bir yaşam biçiminin başlangıç noktası olabilir. Az yeterlidir demek, daha varlıklı olma beklentilerimiz üzerinden bize gözdağı veren borçlar ekonomisinin ahlaki şantajına karşı gelmektir. Ekonomi, çok bakımından yalnızca toplumsal refaha değer biçebilirken -yani, daha çok gelişme, daha çok büyüme- az yeterlidir demek, hem büyüme vaadini hem de kıtlık retoriğinin gözdağını aşmış bir yaşam tarzı tanımlama girişimidir. Ancak bu yaşam tarzı, ütopik tasavvurların hüsnükuruntularıyla değil, bize odaklanarak, en temel gündelik rutinlerimizden başlayarak yaşamımızı yeniden tanımlamayı deneyerek geliştirilmelidir.



                              

Kulübe Güncesi: Baudelaire'in asketizmi


 Charles Baudelaire - modern şehrin istikrarsızlığını sadece tasvir edilecek değil, aynı zamanda yaşanacak, doğrudan deneyimlenecek ve kendi hünerleriyle bilinçli olarak yeniden kurulacak bir şey haline getiren şair. Baudelaire düzenli çalışmayı reddederek, büyükşehirdeki amaçsızca gezinmelerini yaşamının uğraşı kıldı. Michel Foucault'nun belirttiği gibi, yaşamı bir sanat eseri yapan flâneur ve dandy gibi gözde Baudelaire karakterleri asketizm tezahürleri olarak görülebilir. Ama bu yaşam zanaatkârlığı, Baudelaire'in, şiirlerinde anımsatmakla kalmayıp istikrarsız bir yaşam biçimini kasten sahiplenerek doğrudan doğruya yaşadığı kendine zarar verme olasılığına da daima işaret eder. Baudelaire geleneksel apartman dairesinden tiksiniyordu ve onun yerine ufacık odalarda yaşadı; çoğunlukla alacaklıları peşinde olduğu için, ama ayrıca uyum sağlamaya duyduğu nefretten dolayı sık sık taşındı. Baudelaire, şehri akıntıya kapılmak için yeterince geniş bir yer, engin bir mesken olarak kullanmak amacıyla, kişisel eşyalarını bir keşiş gibi asgaride tuttu.

Pier Vittorio Aureli

Kulübe Güncesi: Simple Life

 “This was a very typical time. I was single.

All you needed was a cup of tea, a light, and your stereo, you know, and that’s what I had.”

Apple'ın kurucusu Steve Jobs'ı Los Gatos, Kaliforniya'daki evinin oturma odasında gösteren fotoğraf. 1983'te, Jobs çoktan başarıya ulaşmış multimilyoner bir girişimciyken, onu bir lamba ve bir pikaptan başka mobilyası olmayan, dikkat çekecek kadar boş bir odanın ortasında elinde bir fincan çayla otururken görüyoruz. Şüphesiz ki fotoğrafın yapmacık gözükmemesinden, gündelik yaşam hissiyatını vermesinden gelen bir güzelliği var.

Fotoğraftan söz ederken o zamanlar tam da öyle yaşadığını belirtiyor: "Bekârdım; ihtiyacınız olan yalnızca bir fincan çay, bir ışık ve müzik setinizdir; benim elimdekiler de bunlardı işte."

Kulübe Güncesi: Tiny House Movement

Ayvalık 2021


Tiny House Movement ( Küçük Ev Akımı) diye anılagelen hareket üzerine okuyorum şu sıralar. Kavramın başlangıcı Sarah Susanka'nın 2007'de yayınladığı "The not so big house" kitabı olsa da erken ilham kaynaklarından biri de Thoreau'nun Walden deneyimi. İnternette akım üzerine hem Türkçe hem de İngilizce geniş bir kaynağa ulaşmak mümkün.



Yakından Bakmak

 







Thoreau's Wildflowers


Bir zamanlar doğanın ayrılmaz bir parçasıydım; şimdi onun gözlemcisiyim.

Şiir, bilim adamının atmosferinde nefes alamaz.

Mesleğim, doğada Tanrı'yı bulmak, onun gizlendiği yerleri bilmek, tüm oratoryolara, doğadaki operalara katılmak için her zaman tetikte olmaktır.

Anlayışı zenginleştiren ama hayal gücünü çalan ne tür bir bilimdir?


*

Görseller Thoreau'nun
bitki koleksiyonundan: 

Thoreau 1842'den itibaren bitki örnekleri toplamaya ve defterlerine Latince isimleri ile not almaya başlar. 900 örnekten oluşan bitki koleksiyonunun 647 parçasını daha sonra Boston Society of Natural History'e bağışlar. 


Yakından Bakmak: Yapraklar



Yapraklar döküldüğünde, tüm yeryüzü yürümesi keyifli bir mezarlıktır. Mezarlarında dolaşmayı ve onların üzerinde derin düşüncelere dalmayı seviyorum. Burada yalanlar ve boş kitabeler yok.

"They teach us how to die"



*

Thoreau 1842'den itibaren bitki örnekleri toplamaya ve defterlerine Latince isimleri ile not almaya başlar. 900 örnekten oluşan bitki koleksiyonunun 647 parçasını daha sonra Boston Society of Natural History'e bağışlar. Örnekler Harvard Üniversite arşivinden.

Yakından Bakmak

 


"Dalgınlıkla göz atıldığında görmeden geçilen
 bir ağacın kabuğunu seyre dalmak “gözün pasını alır.”  

Thoreau



Kulübe Güncesi: Yakından Bakmak







 Bastığım yere daha çok dikkat ediyorum artık. 
" Yalnızlığın dibini gören kim var?"

Kulübe Güncesi: Henry David Thoreau: The Darwinian Naturalist

Henry David Thoreau: 

The Darwinian Naturalist



WALDEN'DAN SONRA II

“Every poet has trembled on the verge of science"

Jill Clark, Thoreau: The Darwinian Naturalist başlıklı tezinde Darwin'in fikirlerinin Thoreau üzerinde derin bir etkiye sahip olduğunu, İki ismin doğa araştırmalarındaki benzerliklere, Thoreau'nun doğal seleksiyonu önceleyen fikirlerine dikkat çekiyor. Thoreau'nun çağdaşı Darwin'in teorilerinin çoğunu kabul etme noktasına geldiğini ve Walden dışındaki binlerce sayfa tutan yazılarının çok geç gün ışığına çıkmasının Walden deneyiminin babası transandalist bir düşünür olarak algılanmasına neden olduğunu yazıyor.

"Thoreau'nun 1850'den 1861'e kadar - bilim ve botaniğe olan ilgisi arttı. Walden'dan sonra New England'ın doğa tarihi ile ilgili konulara odaklanan 4.000 sayfa yazdı. Günlük yürüyüşleri hakkında bir botanik rehberine danışmaya ve örnek toplamaya başladı. Kayıtlarını tamamen doğru tutmak için 1850'ye kadar her bir botanik girişi kaydetmeye başlamıştı ve artık bilimsel verilerini kişisel günlüklerine dahil etmiyordu."


"My profession is to always … view God in nature” 

Kendine Bak

 

             

 Bu bana N. nin bir sözünü hatırlatıyor:

" Yaşam, yaşama yapılan yatırımın geri dönüşüdür: İnsan bilgisiyle kendisine ne kadar çekidüzen verse de, kendisini objektif olarak ne kadar övse de, son hesapta, anca kendi yaşam öyküsüyle terk eder." 


Yakından Bakmak: Ağaçlar

 Richard Higgins,

Thoreau and the Language of Trees

Video:
Ekim 2020


"Ağaçlar... Thoreau'nun sanatsal yaratıcılığında, felsefi düşüncesinde ve hatta iç yaşamında önemli bir rol oynadılar. Ağaçlara duygusal olarak bağlandı, ama aynı zamanda onlara bir doğa bilimci gözüyle de baktı. Bir yazar olarak, Thoreau onları o kadar mükemmel tasvir etti ki, sanki kabuklarının altında akan özü görebiliyordu. Kısacası Thoreau onların dilini konuştu.

Onu ağaçlara çeken neydi? Güzellikleri ve biçimleri gözlerini memnun etti. Vahşilikleri; Sabırları ona, güneşi batı tepelerinde kovalamaktansa, yerinde kalarak şafağı daha çabuk ele geçireceğimizi hatırlattı. Hayatını Concord'da geçirerek, Thoreau ağaçların yeryüzündeki inatçı tutumunu taklit etti. Yaşlı ağaçlar, Thoreau'yu şehir saatine göre sayılmayan bir zaman dünyasına, sonsuz bir masal ve olasılık anına bağladı. Ağaçlar onun öğretmenleriydi. Yapraklar için o kadar çabuk düşerek, o kadar memnun bir şekilde, diye yazdı, bize nasıl öleceğimizi öğrettiler.

1836'dan 1861'e kadar ağaçlar hakkında üretken bir şekilde yazdı. Onları yakından gözlemlemesine ve ayrıntılı olarak tanımlamasına rağmen, onları tam olarak açıklamaya cüret etmedi. Ağaçlarla ilgili gizemli bir şeye saygı duyuyordu, onun için kutsala şahitlik ediyorlardı. Ağaçlar, yazılarında ilahi olanın özel amblemleri ve imgeleri olarak ortaya çıkıyor. Thoreau’nun yaşamı boyunca, New England ormansızlaştı. Tanıdık ağaçların veya ormanların kaybından nefret ederken - "Tanrıya şükür, bulutları kesemezler!" - ağaçların ekolojik ve psikolojik değerini bildiği için çok daha fazla mağdur oldu.

Thoreau, ağaçlarla ilgili başka şekillerde zamanının ilerisindeydi. Orman ağaçlarını "topluluklar" ve köyler olarak tasvir etti ve sadece mecaz yoluyla da olsa ağaçların "sosyal ağlarını" keşfetmemizi öngördü. Ve, etrafındaki odunların kesilmesine rağmen, Thoreau, yine de, "bir gün bunların ekileceğini ve doğanın bir dereceye kadar eski haline geleceğini" öngördü. Ağaçlar olmazsa doğanın solacağını ve dolayısıyla insan yaşamının da solacağını biliyoruz. 

Kulübe Güncesi: Manzara (Moods)

 The sky is always ready to answer to our moods.—

Journal, 28 December 1851



Kulübe Güncesi: Manzara

 "Bir manzarayı tek bir kez ama uzun uzun seyrederek acılarını tedavi eden bir çağdaşın öyküsü yazılacak...

...Ve güneşin ısıttığı taş, ya da bulutsuz gökyüzü altında daha da uzun görünen servi, “haklı olma”nın bir anlam kazandığı tek dünyanın sınırlarını çiziyor: İnsansız doğanın. Bu dünya beni yok ediyor. Beni tüketiyor. Öfke göstermeden beni inkar ediyor. Ve ben, rıza gösteren ve yenik, her şeyin önceden fethedildiği bir bilgeliğe doğru yol alıyorum - keşke gözlerim yaşlarla dolmamış ve yüreğimi kabartan şiirin bu şiddetli hıçkırığı dünyanın gerçeğini unutturmamış olsaydı.

İnsan bu manzaranın içinde sürgündür, öyle ki, bu denli ağır bir güzellik başka bir dünyadan gelmiş gibi görünür."


Albert Camus

Kulübe Güncesi: Manzara


A man can never say of any landscape that he has exhausted it.

— Journal, 19 April 1850, Thoreau




Kulübe Güncesi: Manzara


The mind is subject to moods, as the shadows of clouds pass over the earth. 

Journal , 23 Temmuz 1851

Bulutsuz bir gökyüzünü, çiçeksiz bir çayıra benzetiyor Thoreauç

Başka bir yerde:

The light of the sun is but the shadow of love.—"


Günlükler
Ravel / une barque sur l'ocean



Kulübe Güncesi: Manzara

 

Walden Woods / Abelardo Morell


Katranağacı korularıyla, karla kaplı tepelerin arasında, oltalarını kuytu bir kovuğa oturtmuş, ellerini tulumunun cebine sokmuş bir Finlandiyalı gibi, buzun üzerinde turnabalığı yakalamaya çalışan bir balıkçı dikilir uzaklarda; hissiz, karlı, balık kokulu düşünceleriyle yüzgeçsiz bir balığı andırdığı için kendi ırkıyla arasına biraz mesafe girmiştir; suskundur, dimdik durur ve kıyıdaki çamlar misali, bulutlar ve karlarla sarmaş dolaş olmak için yaratılmıştır adeta. Bu yabanıl manzaralarda insanlar ya manzaranın orta yerinde dikilir ya da şehirlerin canlılığını ve diriliğini doğanın dilsiz ağırbaşlılığına feda ederek telaşsızca, ağır ağır ilerler. Manzaranın yabanıllığını zedeleme konusunda alakargalardan ve misk sıçanlarından bir farkı yoktur ve oranın bir parçasıymış gibi durur; bu haliyle tıpkı eski zamanlarda yaşayan denizcilerin Nootka Boğazı'nda ve Kuzeybatı kıyısında yaptıkları seferlerde ancak üzerlerine geçirdikleri kürklerle tasvir edebildikleri, henüz dilleri çözülsün diye bir de mir parçasıyla dürtülerek zıvanadan çıkarılmamış yerlileri andırır. O insanoğlunun doğal ailesine aittir ve kasabaların sakinlerine kıyasla doğaya daha fazla kök salmıştır. Gidin ve ona öylesine bir şeyler sorun, onun da görünmeyene tapan biri olduğunu öğreneceksiniz. Kafasındaki en ideal ve yabanıl turnabalığından, hayatında hiç görmediği göl turnasından öyle içten bir saygıyla, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyerek bahsedişi vardır ki...

Kulübe Güncesi: Ağaçlar

Peki, öyleyse hangi metafizik daha iyidir?
Niçin yaşadıklarını bilmeyen
Hiçbir şey bilmediklerini de bilmeyen
Ağaçlarınkinden başka?

Pessoa




Kulübe Güncesi: Kedi




It often happens that a man is more humanely related to a cat or dog than to any human being.

The most domestic cat, which has lain on a rug all her days, appears quite at home in the woods, and, by her sly and stealthy behavior, proves herself more native there than the regular inhabitants.

What sort of philosophers are we, who know absolutely nothing of the origin and destiny of cats?

Thoreau


KEDİ:

Kulübe Güncesi: Kedi



Kulübe Güncesi: → Yuva


Âdem ve Havva, efsaneye göre, elbiseleri giymeden önce bir çardağın altına sığınmıştı. İnsan bir ev istedi, sıcak ya da rahat bir yuva – önce fiziki sıcaklık, sonra da sevginin sıcaklığı.

Bir insanın kendi evini yapmasında, bir kuşun kendi yuvasını yapmasındaki yetenek gizlidir. Kim bilir, insanlar evlerini kendi elleriyle yapsa ve kendilerinin ve ailelerinin yiyeceğini yeteri kadar basit ve dürüstçe sağlasalardı, evrendeki bütün kuşların bunlarla oyalanırken şarkı söyledikleri gibi insanların da şiirsel yeteneği evrensel düzeyde gelişmiş olabilirdi belki! Ama ne yazık ki biz, başka kuşların yaptığı yuvalara yumurtalarını bırakan ve çatlak sesleri ve ahenksiz notalarıyla hiçbir yolcuyu neşelendiremeyen inek kuşları ve guguk kuşlarına çok benziyoruz. Ev yapma zevkini sonsuza dek marangoza mı bırakacağız? İnsan yığınlarının deneyimlerinde mimari ne ifade ediyor? Bütün gezintilerim boyunca kendi evini yapmak gibi son derece doğal ve yalın bir işle uğraşan tek bir kişiylebile karşılaşmadım. Biz topluma aitiz. 

Walden

→ :

https://kaotikbenlik.blogspot.com/2014/04/x.html

https://kaotikbenlik.blogspot.com/2021/06/kulube-guncesi-landscape-1978-francis.html

Kulübe Güncesi: Landscape (1978, Francis Bacon)