Kulübe Güncesi: Manzara

 

Walden Woods / Abelardo Morell


Katranağacı korularıyla, karla kaplı tepelerin arasında, oltalarını kuytu bir kovuğa oturtmuş, ellerini tulumunun cebine sokmuş bir Finlandiyalı gibi, buzun üzerinde turnabalığı yakalamaya çalışan bir balıkçı dikilir uzaklarda; hissiz, karlı, balık kokulu düşünceleriyle yüzgeçsiz bir balığı andırdığı için kendi ırkıyla arasına biraz mesafe girmiştir; suskundur, dimdik durur ve kıyıdaki çamlar misali, bulutlar ve karlarla sarmaş dolaş olmak için yaratılmıştır adeta. Bu yabanıl manzaralarda insanlar ya manzaranın orta yerinde dikilir ya da şehirlerin canlılığını ve diriliğini doğanın dilsiz ağırbaşlılığına feda ederek telaşsızca, ağır ağır ilerler. Manzaranın yabanıllığını zedeleme konusunda alakargalardan ve misk sıçanlarından bir farkı yoktur ve oranın bir parçasıymış gibi durur; bu haliyle tıpkı eski zamanlarda yaşayan denizcilerin Nootka Boğazı'nda ve Kuzeybatı kıyısında yaptıkları seferlerde ancak üzerlerine geçirdikleri kürklerle tasvir edebildikleri, henüz dilleri çözülsün diye bir de mir parçasıyla dürtülerek zıvanadan çıkarılmamış yerlileri andırır. O insanoğlunun doğal ailesine aittir ve kasabaların sakinlerine kıyasla doğaya daha fazla kök salmıştır. Gidin ve ona öylesine bir şeyler sorun, onun da görünmeyene tapan biri olduğunu öğreneceksiniz. Kafasındaki en ideal ve yabanıl turnabalığından, hayatında hiç görmediği göl turnasından öyle içten bir saygıyla, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyerek bahsedişi vardır ki...

Kulübe Güncesi: Ağaçlar

Peki, öyleyse hangi metafizik daha iyidir?
Niçin yaşadıklarını bilmeyen
Hiçbir şey bilmediklerini de bilmeyen
Ağaçlarınkinden başka?

Pessoa




Kulübe Güncesi: Kedi




It often happens that a man is more humanely related to a cat or dog than to any human being.

The most domestic cat, which has lain on a rug all her days, appears quite at home in the woods, and, by her sly and stealthy behavior, proves herself more native there than the regular inhabitants.

What sort of philosophers are we, who know absolutely nothing of the origin and destiny of cats?

Thoreau


KEDİ:

Kulübe Güncesi: Kedi



Kulübe Güncesi: → Yuva


Âdem ve Havva, efsaneye göre, elbiseleri giymeden önce bir çardağın altına sığınmıştı. İnsan bir ev istedi, sıcak ya da rahat bir yuva – önce fiziki sıcaklık, sonra da sevginin sıcaklığı.

Bir insanın kendi evini yapmasında, bir kuşun kendi yuvasını yapmasındaki yetenek gizlidir. Kim bilir, insanlar evlerini kendi elleriyle yapsa ve kendilerinin ve ailelerinin yiyeceğini yeteri kadar basit ve dürüstçe sağlasalardı, evrendeki bütün kuşların bunlarla oyalanırken şarkı söyledikleri gibi insanların da şiirsel yeteneği evrensel düzeyde gelişmiş olabilirdi belki! Ama ne yazık ki biz, başka kuşların yaptığı yuvalara yumurtalarını bırakan ve çatlak sesleri ve ahenksiz notalarıyla hiçbir yolcuyu neşelendiremeyen inek kuşları ve guguk kuşlarına çok benziyoruz. Ev yapma zevkini sonsuza dek marangoza mı bırakacağız? İnsan yığınlarının deneyimlerinde mimari ne ifade ediyor? Bütün gezintilerim boyunca kendi evini yapmak gibi son derece doğal ve yalın bir işle uğraşan tek bir kişiylebile karşılaşmadım. Biz topluma aitiz. 

Walden

→ :

https://kaotikbenlik.blogspot.com/2014/04/x.html

https://kaotikbenlik.blogspot.com/2021/06/kulube-guncesi-landscape-1978-francis.html

Kulübe Güncesi: Landscape (1978, Francis Bacon)




Kulübe Güncesi: Tasarılar - Baudelaire

Tasarılar

Büyük, ıssız bir bahçede dolaşıyor, kendi kendine söyleniyordu: "Güzel bir akşam havasında, büyük çiçeklikler, havuzlar karşısında, karmaşık ve görkemli bir saray giysisi içinde bir sarayın mermer basamaklarından inişi ne güzel olurdu! Çünkü doğuştan bir prenses havası var onda."

Daha sonra, bir sokaktan geçerken, bir gravürcü dükkânının önünde durdu, bir kartonda bir sıcak ülke görünümü sunan bir estamp buldu: "Hayır, onun o güzel yaşamı bir sarayda benim olsun istemezdim," dedi içinden. "Kendi evimizde olmazdık orada. Hem altınlarla kalbura dönmüş duvarlarda onun resmini asacak yer bulunmazdı; o debdebeli salonlarda içlidışlı olunabilecek bir köşe yoktur. Hiç kuşku yok, yaşamımın düşünü gerçekleştirmek için burada oturmamız gerekirdi."

Gözleriyle gravürün ayrıntılarını incelerken düşüncesini hep sürdürüyordu: "Deniz kıyısında, güzel bir ahşap kulübe, adlarını unuttuğum tüm bu garip ve parlak ağaçlarla sarmaş dolaş... Havada, sarhoş edici, anlatılmaz bir koku... kulübe de zorlu bir gül ve misk kokusu... daha ötede, küçük toprağımızın arkasında, dalgalarda sallanan serenlerin uçları... çevremizde, serin hasırlarla, başa vuran çiçeklerle süslenmiş, perdelerden süzülüp gelen bir pembe ışıkla aydınlanmış, ağır ve karanlık bir ağaçtan yapılmış, Portekiz rokokosu ender sedirlerle döşenmiş odamızın (orada hafiften afyonlu tütün tüttürerek dinlenirdi, öylesine dingin) ötesinde, verandanın ötesinde, ışıktan sarhoş kuşların şamatası, küçük zenci kızların cıvıltısı... geceleri de, düşlerime eşlik etsinler diye, ezgili ağaçların yakınmalı şarkısı, içli filaoslar! Evet, işte buydu benim aradığım ortam. Sarayı ne yapayım ben?"

Sonra, daha ileride, büyük bir caddeden geçerken, tertemiz bir han gördü, alaca perdelerle süslenmiş bir penceresinden iki güleç baş sarkıyordu. "Düşüncem büyük bir serseri anlaşılan," deyiverdi kendi kendine, "öyle ya, bu kadar yakınımda bulunanı aramak için o kadar uzaklara gidiyor. Haz ve mutluluk, karşımıza çıkan ilk handadır, haz alanın da çok verimli olan rastlantı hanında. İyi bir ateş, parlak çiniler, iyi kötü bir çorba, sert bir şarap, biraz sert, ama serin çarşaflı, çok geniş bir yatak; bundan iyisi olur mu?"

Sonra, dışarıdaki yaşamın uğultularının Bilgeliğin öğütlerini bastıramaz olduğu saatte, yalnız başına evine dönerken, "Bugün düşümde üç evim oldu," dedi kendi kendine, "üçünde de aynı hazzı buldum. Ruhum böyle rahatça dolaştıktan sonra, yer değiştirsin diye neden zorlayayım bedeni mi? Tasarı da tek başına yeterli bir ergi nasıl olsa, tasarıları gerçekleştirmeye ne gerek var?"


Kulübe Güncesi: Bay Thoreau ile Yolculuk


"Elimde bir kitap. Dalıp gitmek en iyisi bu sayfalara... Thoreau bu Aralık sabahında en iyi arkadaş bana. «Haksız Yönetime Karşı» yı okuyorum yer yer çizerek..."

Oktay Akbal (1923 / 2015) tıklım tıklım bir sabah otobüsünde Bay Thoreau ile yolculukta:


"Küsmüş, tek başına ormana çekilmiş Thoreau. Bir göl kenarında kendi eliyle yaptığı bir kulübede «devletten uzakta« olmanın mutluluğu içinde yaşamış. Tam iki yıl toplumdan kopmuş, doğayla baş başa kalmış. (...) «Her türlü oy verme işi bir çeşit kumardır, tıpkı dama ve tavla oyunu gibi» diyor Thoreau. Yüz yıl önceden sesleniyor: «Ben doğru bildiğim yolda rast gele veririm oyumu, ama doğrunun üstün çıkmasıyla candan ilgilenmem. Bu işi çoğunluğa bırakmaya hazırım. Bu bakımdan, çoğunluğun görevi hiç bir zaman geçiştiriciliğin ötesine geçmez. Doğru oy vermek bile, doğru uğrunda bir şey yapmak değildir. Sadece doğrunun üstün gelmesi yolundaki isteğimizi insanlara az buçuk duyurmaktır. Geldim geliyorum, ineceğim durağa, ama Thoreau'nun dedikleri bitmedi daha: «Akıllı bir insan doğruyu ne rastlantıya bırakır, ne de onun çoğunluk kanalıyla üstün gelmesini ister. İnsan yığınlarının davranışında pek az erdem vardır.»

Ateş Yakana Kılavuz 🔥

 



Aruoba'dan 
Ateş Yakana Klavuz:



Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Geçmiş

 "Ateşe baktığınızda her zaman bir yüz görebilirsiniz"... 

(Walden)



Ateş İçin Ağıt 🔥

 



"Asla, parlak ateş beni mahrum bırakma

Sevgili, yaşam veren, yakın sempatinden.

Umutların hiç olmadığı kadar parlak biçimde yükselse de

Talihim geceleyin bu kadar alçalsa da

Ocağımızdan ve salonumuzdan niye sürgün edildin,

Herkesin hoş karşıladığı ve sevdiği sen?

Varlığın çok mu düşseldi
Bu kadar donuk olan hayatımızın ortak ışığı için?

Parlak ışınların gizemli şeyler mi konuştu
Cana yakın ruhlarımızla?

Çok cüretkar sırlar mı verdi?

Pekala, güvendeyiz ve güçlüyüz,
çünkü şimdi Loş gölgelerin oynaşmadığı bir ocağın yanında oturuyoruz,

Ne bir şeyin neşelendirdiği ne de üzdüğü, yalnızca ateş

Ayaklarımızı ve ellerimizi ısıtıyor -daha fazlasını istemiyoruz zaten;

Küçük faydalı sıçrayışıyla "Şimdi" oturup uyuyabilir,

Puslu geçmişten gelen hayaletlerden korkmaya gerek yok

Eski orman ateşinin benzersiz ışığı konuştu bizimle."

Thoreau


Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Alkol

 



Alkol.

Alevlenen su.


Alkolle bağıntılı bilinçaltı derin bir gerçekliktir. Alkolün yalnızca ruhsal gizilgücü uyardığını düşünmek yanıltıcı olur. Aslında alkol bu gücü yaratmaktadır. Alkol, deyim yerindeyse, kendine anlatım yolu arayan durum ile birleşir. Öyle görülüyor ki alkol dilin etmenlerinden biridir; söz dağarcığını zenginleştirir, sözdizimini özgür kılar. Aslında ateş sorununa dönersek, psikiyatri alkolle bağıntılı çılgınlıklarda ateş düşlerinin sıklığına tanık olmuş, Lilliput'ça sanrılara alkol uyarıcılığının yol açtığını göstermiştir. Küçük ölçekte imgeye götüren düşlem aynı zamanda derinlik ve istikrara da götürür: Son çözümlemede, bizi ussal düşünceye en iyi hazırlayan düşlemdir. Baküs iyilik getiren bir tanrıdır; sağduyunun yalpalamasını sağlayarak mantığın eklem tutukluğuna uğramasını önler ve ussal yaratıcılığa yol açar.


🔥


Tüm rahatlık izlenimi yüreği dinlendirici bir içkiden gelir. Yüreği dinlendiren her içki bilinçaltı için bir sevişme uyarıcısıdır.

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Küllerin Cenneti

 



Ateşle bağıntılı bütün karmaşalar sancılı karmaşalardır, aynı anda nevroza ve şiirselliğe götürür. Bunlar yönü tersine dönebilir karmaşalardır. Kişi ateşin eyleminde ya da dinginliğinde, alevinde ya da külünde cenneti bulabilir.


"Gözlerinin duruluğunda senin

Ateşin yıkımları esinini gösterir

Ve küllerinin cennetini."


Bachelard

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Üçüncü Şahıs


"En katlanılabilir üçüncü şahıstır ateş."

Thoreau




Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Aşk Ateşi


Alev, Diccionario de Autoridades'e göre, "ateşin en incelikli bölümüdür, yukarı doğru çıkar ve bir piramit biçiminde yükselir." İlk asal ateş, yani cinsellik, erotizmin kırmızı ateşini püskürtür ve bu ateş de yükselip başka bir ateşi, titrek ve mavi bir ateşi besler: Aşk ateşini. Erotizm ve aşk: Hayatın çifte alevi.

Aşk da, erotizm de -çifte alev- ilk ateş olan cinsellikle beslenir. Aşk ve erotizm, hep ana kaynağa, Pan'a ve onun ormanı titreten haykırışına döner. 

(Paz)


"İnce bir alev dolanır

derimin altında" (Sappho)


Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Küller

 




"Lou'dan ayrıldıktan sonra kesin bir yalnızlığa gömüldüğü söylenen Nietzsche, gece, Cenova körfezine hakim dağlarda dolaşıyor ve orada, alevleri seyrettiği büyük bir ateş yakıyordu. Sık sık bu yangınları düşündüm, bu yangınların parıltısı tüm zihinsel yaşamımın arka planında dans edip durdu. Hatta, karşılaştığım bazı düşüncelere ve bazı insanlara karşı adaletsiz davrandığım olduysa da, bu, onları istemeden de olsa bu yangınların karşısına koymamdan ve onların hemen kül olmasından kaynaklanmaktadır."

Albert Camus


Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Yalnızlık




Ateş Yakana Kılavuz 🔥

".. Bizim burada irdelemek istediğimiz düşünceli adamdır, ocağında, yalnızlık içinde, ateş parlarken, yalnızlığın bilinci olan düşünceli adamdır.




Şüphesiz ateş ısıtır ve teselli eder. Fakat, ancak oldukça uzun bir temaşada bu tesellinin bilincine varılır, ancak dirsekler dizlerin üstüne konur, baş da ellerin arasında alınırsa ateşin huzuru duyulur. […]

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Düşlem

 


"Ateş önündeki düşlem, ki gönencinin bilincindedir, en doğal merkezini bulmuş olan düşlemdir. Konusuna, isterseniz çıkış nedenine diyelim, en çok bağlı kalanlar arasında sayılır. Bu nedenle böyle tutarlı ve türdeştir, kişinin kendini kurtaramadığı bir çekiciliği vardır. Burada dingin, düzenli ve denetim altına alınmış bir ateş söz konusudur; koca kütük küçük alevlerle yanar. Bu tekdüze ve parlayan bir olgudur, kendi içinde bir bütündür: Konuşur, uçar, şarkı söyler. Ocağa kapatılmış ateş, kuşkusuz, insan için ilk düşlem konusu, dinlenmenin simgesi ve dinlenmeye çağrıydı.

Hiçbir dinlenme felsefesi yoktur ki alevler içindeki kütükler karşısında bir düşlemi içermesin."

Gaston Bachelard


Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Ateş Yakmak

 

"Hasta olduğumda babam odamdaki ocakta ateş yakardı. Kütükleri tutuşturucu parçalar üstüne dikkatle yerleştirir, ayaklığın demirleri arasından talaşları bırakırdı. Bir ateşi yakamamak inanılmaz bir aptallık sayılmalıydı. Babam ateş yakma işini kimseye bırakmazdı ve ben kimsenin bu işi onun kadar iyi yapabileceğini düşünmezdim. Aslında on sekiz yaşımdan önce ateş yakmış olabileceğime inanmıyorum. Ancak yalnız yaşadığım zaman ocağımın efendisi oldum. Ama babamdan öğrendiğim tutuşturma sanatı bugün bile bana gurur verir."


Bachelard


Ateş Yakana Kılavuz 🔥 “I once set fire to the woods.”

 1844 - Thoreau, accidentally starts a fire that burns down much of the Concord woods 

“I once set fire to the woods.”

fotoğraf: Ayvalık Orman Yangını

20.09.2020


I once set fire to the woods. Having set out, one April day, to go to the sources of Concord River in a boat with a single companion, meaning to camp on the bank at night or seek a lodging in some neighboring country inn or farmhouse, we took fishing tackle with us that we might fitly procure our food from the stream, Indian-like. At the shoemaker’s near the river, we obtained a match, which we had forgotten. Though it was thus early in the spring, the river was low, for there had not been much rain, and we succeeded in catching a mess of fish sufficient for our dinner before we had left the town, and by the shores of Fair Haven Pond we proceeded to cook them. The earth was uncommonly dry, and our fire, kindled far from the woods in a sunny recess in the hillside on the east of the pond, suddenly caught the dry grass of the previous year which grew about the stump on which it was kindled. We sprang to extinguish it at first with our hands and feet, and then we fought it with a board obtained from the boat, but in a few minutes it was beyond our reach; being on the side of a hill, it spread rapidly upward, through the long, dry, wiry grass interspersed with bushes.

“Well, where will this end?” asked my companion. I saw that it might be bounded by Well Meadow Brook on one side, but would, perchance, go to the village side of the brook. “It will go to town,” I answered. While my companion took the boat back down the river,

I set out through the woods to inform the owners and to raise the town. The fire had already spread a dozen rods on every side and went leaping and crackling wildly and irreclaimably toward the wood. That way went the flames with wild delight, and we felt that we had no control over the demonic creature to which we had given birth. We had kindled many fires in the woods before, burning a clear space in the grass, without ever kindling such a fire as this.

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Ölü Ağaçlar

 



"Ölü ağaçlar ateşi sever"  

Thoreau

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Herakleitos'un Ateşi

Yakın / Oruç Aruoba




Türkçe'deki Herakleitos çevirilerinden:

7. Her şey duman olsaydı, burun deliklerimizle tanıyabilirdik her şeyi.

- yorumcular görünenle görünmeyen arasındaki ilişkiyle ilgili görüyorlar bu tümceyi.

7. Var olan her şey duman haline dönüşseydi, onları burnumuzla ayırt edebilirdik.

30. Bu evren, her şey için aynı, ne bir tanrı ne bir insan yarattı onu. Vardı, var ve var olacak. Hep canlı kalan ateş, ölçüyle alevlenip sönecek.

-  metindeki kozmosun karşılığında bu sözcüklerin yetersiz kaldığını ve kozmos'un logos'la düzenlenmiş soyut ya da somut, genel ya da özel dünya bütünlüğü anlamına geldiğini savunulur.

30. Bütünün kendisi olan bu kozmos'u ne bir tanrı ne de bir insan meydana getirmiştir. O, daima belli ölçülere göre yanan, belli ölçülere göre sönen ezeli ve ebedi ateştir.
30. Herkes için aynı olan bu kozmos'u ne tanrılardan ne de insanlardan biri yaratmıştır, fakat ölçülere göre tutuşan ve ölçülere göre sönen daima canlı olan ateş hep vardı, vardır ve var olacaktır.

31. Ateş dönencesi: Önce deniz, denizden bir yarım toprak, bir yarım yakıcı rüzgar. Deniz bir uçtan bir uca yayılır ve önceki orana göre bul ölçüsünü. 

31. Ateş önce denize dönüşür; denizin yarısı toğrağa, yarısı yakıcı buhara (...) Deniz toprak olmasından önceki  orana göre çeşitli şekillerde boşalarak aynı ölçüsünü bulur. 

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Kozalaklar ve Kabuklar



Kuru kozalaklar ve çam kabukları.

-Kulübe Penceresinden



 Çadır penceresi, kulübe penceresi, bodrum penceresi, kapı üstü penceresi, ambar penceresi, fabrika penceresi, okul penceresi, yazıhane penceresi, denizüstü kahve penceresi, tekne lombozu, fener penceresi, uçak penceresi, gülpencere, hain pencere, ikiz pencere, kimdir-o-penceresi, tren penceresi, konukodası penceresi, çalışmaodası penceresi, tavanarası penceresi, banyo penceresi, taraça penceresi, kiler penceresi, cumba penceresi, berber penceresi... Dikdörtgen pencereler, yuvarlak pencereler, sivri pencereler, üçgen pencereler... Akcamlı pencere, sarı camlı pencere, yeşil camlı pencere, kırmızı camlı pencere. Dümdüz pencereler, pürtüklü pencereler, buğulu pencereler, buzlu pencereler...


Kulübe Güncesi: Kulübe / \



 " Yazı dilinde kullanılan kulübe < Gr. kalubi ("örtü; dam") "kerpiç, saman veya ağaçtan yapılmış küçük, basit, ilkel ev; bir yerde beklemekle görevli kimsenin içinde bulunduğu küçük barınak; hayvanlar için yapılmış barınak; alçak gönüllülük göstermek amacıyla 'ev' anlamında kullanılır" (Özön 1962: 126) ve ağızlarda yer alan kelif < Gr. kalubi ("ör tü; dam") "bağ evi, kulübe" (Isparta, İstanbul, Kastamonu, Ordu, Giresun Gümüşane, Trabzon, Erzurum, Malatya, Konya, Antalya) (Derleme Sözlüğü/VIII 1975: 2733; Eren 1999: 228-229, 265) de ses düşmesi yoluyla farklılaşmış iki kökteş kelimedir.

Kelif, ağızlarda gelif "tarla, bağ ve bahçelerde yapılan basit bekçi kulübesi" (Isparta, Giresun, Trabzon) olarak da kullanılır (Derleme Sözlügu/VI 1972: 1977), Andreas Tietze, kelif'i incelemis Gustav Mayer, kulübe üzerinde durmus Hasan Eren ise, bu kelimelerin kökteş olduğunu dile getir miştir. Balkan dillerinde yaygın olarak kullanılan (Blg. koliba, Srp. köliba vb.) Grekçe kalubi, Türkçeden Suriye Arapçasına kulüp şeklinde geçmiştir (Eren 1995/1: 734-735; Eren 1999: 228-229, 265).