Ruh ölümsüz müdür? Söyle!



Verlaine'dan Rimbaud'ya...

Geldim bu akşam, yatağına eğildim 

Seyrettim o tapılası bedenini
Baktım dua eden bir derviş gibi 
Oy, güneş altında her şey boşmuş dedim



Bugün var, yarın yok, bir hazine yaşam 

Can ki andırıyor yorgun bir çiçeği 
Çıldırtan bir düşüncedir aldı beni 
Sen uyu çocuk, uyumak bana haram.



Ne zor seni sevmek, aşkım, ince gülüm!

Kapatacak mı gözlerimizi ölüm.
Tükenecek mi soluk, uyurken böyle?



Ve düşlerde ağzıma gülen ağız, sen,

Öteki acı, yaban gülüş çökmeden 
Çabuk uyan. Ruh ölümsüz müdür? Söyle.


*
Verlaine ve Rimbaud için bak:

KÖTÜ KAN



Galyalı atalarımdan kalıttır uçuk mavi gözlerim, kıt aklım ve kavgada sakarlığım. Onlarınki kadar barbarca buluyorum giyimimi. Ama yağlamıyorum saçlarımı.

Çağlarının en yeteneksiz hayvan yüzücüleriydi Galyalılar. ot yakıcılarıydılar.

Onlardan kalıt bana: Putataparlık ve günah sevdası; —ah! bütün kötülükler, öfke, kösnücülük,—görkemli kösnücülük—özellikle de yalan ve tembellik.

İğreniyorum bütün mesleklerden. Usta ve işçi, hepsi andavallı. hepsi iğrenç. Eşdeğerde kalem tutan el ile saban tutan el.—Ey eller çağı!—Ellerimle çalışmayacağım hiçbir zaman, sonra sonu çok kötüye varır uşaklığın. Dürüstlüğü üzüntü veriyor bana dilenciliğin. Katiller tiksinti verir iğdişler gibi: Temizim ben. ve bu vızgeliyor bana.

Ama! Yapan kim dilimi bu denli dalavereci, yol göstersin ve korusun diye şimdiye kadar tembelliğimi? Yaşamak için bile kullanmadan bedenimi, ve karakurbağasından daha aylak, her yerde yaşadım. Bir tek Avrupalı aile yok tanımadığım.—Benim ailem gibi her şeyi İnsan Hakları Bildirgesi’ne borçlu aileleri demek istiyorum.—Tanıdım bütün iyi aile çocuklarını!


Fransa tarihinin herhangi bir yerinde geçmişim olsaydı! Ama hayır, hiçbir şeyim yok.

Her zaman aşağı bir soydan geldiğim gün gibi ortada. Nedir başkaldırı, bilemedim. Yağmalamak için ayaklandı benim soyum, yalnızca: Tıpkı öldürmedikleri hayvana kurtların yaptığı gibi.

Anımsıyorum Kilise'nin büyük kızı Fransa’nın tarihini. Ben, köylü, sefer yapabilirdim kutsal topraklara; kafamda Suab ovalarının yolları. Bizans görünümleri, Yerüşalim’in surları: uyanıyor içimde Meryem tapıncı, çarmıha gerilmiş Isa'ya acıma duygusu, binlerce kâfir peri oyunu arasında.— Ben cüzamlı, oturmuşum kırık çömlekler, ısırganlar arasında. güneşin kemirdiği duvar dibinde.—Daha sonra, ben Fransa hizmetinde çalışan Alman süvari, açık havada konaklamış olmalıyım Almanya gecelerinde.

Ah! gene: Coşkuyla raksediyorum kırmızı bir orman düzlüğünde, yaşlılar ve çocuklarla birlikte.

Anımsamıyorum bu dünyadan ve Hıristiyanlıktan daha ötesini. Kendimi hep bu geçmişte düşünüşüm, son bulmayacak. Ama her zaman yalnız; kimsesiz; dahası hangi dili konuşuyordum ben? İsa’nın din kuralları içinde düşünmedim hiçbir zaman kendimi: ne de soyluların meclislerinde,— İsa’nın temsilcilerinin.
Neydim ben geçen yüzyılda? Ancak bugün buluyorum kendimi. Yok artık göçebeler, yok artık anlaşılmaz savaşlar. Her şeye egemen oldu aşağı soy—halka, hani derler ya. akıla; ulusa ve bilime.

Ah! bilim! Her şeye yeniden başladık, Beden için tıp var kocakarı ilaçları yerine; felsefe var ruh için, son Kudas ayini ve düzenlenmiş halk türküleri yerine. Ve hükümdarların eğlenceleri, o yasakladıkları oyunlar! Coğrafya, kozmoğrafya. mekanik, kimya!..

Bilim, yeni soyluluk! ilerleme. Yürüyor dünya! Neden dönmesindi peki?

Sayıların tansığı bu. Akıl'adır bizim yolumuz. Çok kesindir, bilîciliktir söylediğim şey. Anlıyorum, ve pagan sözcükler olmaksızın düşüncelerimi açıklayamadığıma göre, susmak isterdim.



Geri geliyor pagan kan! Yakındır Kutsal Ruh, soyluluk ve özgürlük bağışlayarak ruhuma, İsa neden yardım etmiyor bana? Yazık! Doldu vadesi İncilin! İncil! İncil.

Tanrıyı bekliyorum oburca. En aşağı soydanım oldum olası.

İşte Armorik kıyısındayım. Işıldasın kentler geceleyin. Tamam oldu günüm; ayrılıyorum Avrupa’dan. Yakacak ciğerlerimi deniz havası; yağızlaştıracak derimi yitik mevsimler. Yüzmek, avlanmak, ot dövmek, özellikle tütün tüttürmek; kaynar madenler gibi sert içkiler içmek,—ateşlerin çevresinde yaptıkları gibi sevgili atalarımın.

Geri döneceğim, demirden kollar ve bacaklarla, kararmış derimle, öfkeli gözlerle; Güçlü soydan olduğumu düşünecekler, maskeme bakarak. Altınım olacak: Aylak ve kaba olacağım. Sıcak ülkelerden dönen kıyıcı sakatlara bakar kadınlar. Siyasal olaylara karışacağım. Kurtulacağım.

Şimdi lanetliyim ben, tiksiniyorum vatandan. En iyisi, şöyle esaslı bir sarhoş uyku çekmek, kumsalda.

Eylül'ün Gölgesinde Yaz

Eylül'ün Gölgesinde Bir Yaz, ne zamandır dilime dolanmıştı bu cümle, bir Ferit Edgü kitabıymış, bilmiyordum. Tatilciler gitti, yazlıklar boşaldı, birileri gelip onları toplamadan önce bütün şezlonglar ve şemsiyeler bana kaldı. Bir gelgit alıp götürmüş gibi bütün plajlardan yazlık görünümleri. Yalnız kalmak, rahat bir nefes almak için o kadar uzaklara kaçıp gitmeme gerek yok artık, buralar Eylül'de daha bir güzel. (Ayvalık Güncesi)



(...)

akşam mı, evet akşam
her şeyi bir bir açıklama vakti
-öyle mi, peki
nedenini bilmiyorum, ayvalık'dayım
-ayvalığa mı



yeniden gösteriyorum biletimi
hatırlıyorum da, bir arkadaşım vardı benim
tarçından örülmüş bir suskunluktu dili
hey kaptan! sen bilir misin, var mı hiç görmüşlüğün
tam ayvalık gibiydi yüzü, şimdi karşımda.
öldü



vardır ya her küçük şehrin bu yüzden
soluşuyla birlikte gözyaşları da.
önce gözleri boğulmuştu, elleri
kupkuru dudakları en sonra
dediler ki, içkiden öldü, yalan!
sevgisizlikti onu aramızdan çekip çıkaran.


saat onda kalkacakmış vapur
ister kalksın, ister kalkmasın, bana ne yolculuktan.


Edip Cansever'in
 bir şiirinden


İzambard'a Mektup

GEORGES IZAMBARD’a

2 kasım
Saygıdeğer,

-Bu yalnız size-

Sizden ayrıldıktan bir gün sonra Charleville’e döndüm. Annem beni eve kabul etti, ben de evdeyim... hepten işsiz güçsüz. Annem beni ancak 71 yılı ocağında yatılıya verecek.

Eh işte bak sözümü tuttum.

Basitlik, rezillik, tekdüzelik içinde ölüyor, parça parça oluyorum. N'aparsınız, kayıtsız özgürlüğe ve bir sürü içleracısı şeye hayran olmakta ayak diriyorum ben, değil mi? Aslında hemen bugün çekip gitmeliydim; bunu yapabilirdim; yeni giysiler giymiştim, kol saatimi satabilir ve yaşasın  özgürlük diyebilirdim! Ne ki, kaldım işte! kaldım! —oysa bin kez çekip gitmek isterdim. Başında şapkan, sırtında kaputun, ellerin cepte, ver elini sokaklar. Ama hayır kalacağım. Verdiğim sözde bu yoktu! Ama sizin sevginizi hak etmek için bunu yapacağım: bunu siz söylemiştiniz bana. Bu sevgiye layık olacağım.

Size duyduğum minneti ne daha önce dile getirebildim ne de bugün getirebilirim. Size bunu kanıtlayacağım yoké Sizin için birşey yapmak söz konusu olsa, onu yapmak için canımı veririm, —namus sözü bu.


Söyleyecek daha bir yığın şeyim var...

Arthur

Arthur Rimbaud, Harar, 1883

artefact

Delahaye'e Mektup


ERNEST DELAHAYE’E
Roche, mayıs 873

Sevgili dostum, bugünlerdeki yaşantımı aşağıdaki suluboya resmimde görüyorsun.

Ey doğa, ey annem, benim!

Ne boktan adamlar ve ne koca saftalozlar şu köylüler. Akşam iki mil ve hattâ daha fâzla yol yürümem gerek bir yudum içki içmek için. Anam denen karı berbat bir deliğe tıktı beni.

Buradan nasıl paçamı kurtaracağımı bilemiyorum. Ama kurtulacağım. Charlestown'ı, Univers’i, Kitaplık'ı vb. özlüyorum... Bununla birlikte hayli
düzenli çalışıyorum, küçük düzyazı şiirler yazıyorum, genel başlık şu: Pagan Kitap yada Zenci Kitap. Aptalca ama masum birşey. Ey masumluk! masumluk! masumluk! mas...belâ!


Sana artık anlatacak bir şeyim yok; doğayı seyredip kendi iç dünyama dalıyorum. Ben seninim ey Doğa, ey benim annem

Elverdiğince çabuklaştıracağım bir buluşma umuduyla ellerinden sıkarım.

Mektubumu yeniden açtım.

Güneş bunaltıcı ama sabahları don yapıyor. Önceki gün, buradan yedi kilometre uzaklıkta, onbin nüfuslu bir kasaba olan Vouziers’ye gidip Prusyalıları gördüm. Çok zevklendim.

Korkunç sıkıntılı bir durum içindeyim. Tek kitap yok, yakınımda tek içkievi yok, sokaklarda tek olay yok. Ne iğrenç şey şu Fransız taşrası. Daha yarım düzine kadar düzyazı şiir yaratmam gereken bu kitaba bağlı yazgım. Elimde üç tane olduğu halde sana düzyazı şiir göndermiyorum, bu denli pahalıya mal oluyor bunlar! Ne ise, durum böyle işte. İyi buluşmalar, seninle buluşacağız.

RMB.


Halk Yayınlarından çıkan Goethe’nin Faust’unu alıp göndermen için yakında sana pul göndereceğim. Posta parası bir kuruş falan tutar ancak.

Bu Yayınların çıkardığı yeni kitaplar arasında Shakespeare’in yeni çevrilerinin olup olmadığını söyle bana.

Yayınevinin en yeni katalogunu gönderebilirsen, gönder.

R.

Sarhoş Gemi (Jean Amado)



Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.



Heykeltraş Jean Amado'nun (1927-95) 1989 yılında yaptığı Sarhoş Gemi isimli anıt çalışması.  Karaya vuran bir gemiyi çağrıştıran etkileyici bir sembolik yapıt. Rimbaud'nun ölüm yeri olan Marsilya'da yer almasıyla da özellikle anlamlı. 





*
Sarhoş Gemi için bak:

Habeşistan'da Bir Mevsim




Anılar birer birer solup kayboldu. Bu seraplar diyarında tüm bir yaşam tükeniyordu. Kendim, ben, yaşamım: Eskiden olmuş olduğum o geri zekalı budala. Paris’teki Komün’e katılmak için evinden kaçan on beş yaşındaki o büyümüş de küçülmüş, kibirli öğrenci. Şiirler çiziktiren. Yüce Verlaine’le fitil gibi sarhoş olan. Londra’ya giden. Limehouse'daki boğucu sis ve küçük afyon tekkeleri; British Museum’daki, sandalyelerin gıcırdadığı dinginlik; Verlaine’le bir düşkünler evindeki yatakta uzanmak. Ağız dalaşı yapmak, barışmak, sevişmek: Daha fazla şiir. Ağlayan, afallamış, sarhoş Verlaine’in Brüksel’deki o otel odasında dumanı tüten tabancasıyla penisinin asla becerememiş olduğu şeyi yapması. Dan, dan; ve öldüğümü sandım. Verlaine hapse atıldı. Şiiri bırakmak. Avrupa’yı yayan gezmek. Sonra Alpler’deki o karlı geçitte, Afrika’ya giden gemiyi yakalamak için o son yürüyüşü yapmak... Masumluğun sarhoş sabahı. Faydalanmalar, şiirler, düşler. Hayır, tüm bu boktan şeylerden vazgeçmek çok kolaydı. 


...


Hiçbir bilginin tatmin edemediği bu büyümüş de küçülmüş öğrenci Paris'teki Komün’e katılmak için okulundan kaçmıştı. Umutlarının gerçekliği karşısında tıksintiye kapılan bu harika çocuk, bu şair yaşamını Bilinmeyen’in büyülü safsatalarıyla boğuşmaya adamıştı. Algısı uyuşturucular tarafından parçalanmış, görüşü halüsinasyonlarla bulanmış olan bu yoz sapkın, şiiri sonsuza dek bırakıp Avrupa’yı yalın ayak gezmek üzere yola çıkmıştı. Bu talihsiz serseri en sonunda evini son kez terk ederek gelecekteki yaşamını tek bir şeye adamıştı. Servetini kazanmaya. Ve bu beni nereye götürmüştü? Harar’a...



Ama şimdi nereye gidecektim? Bir başka Paris’e mi? Komün tarafından ele geçirilen bir başka şehre mi? Bir başka var olmayan, hayali dünyaya mı? Bir başka Avrupa’ya mı? Bir başka Harar’a mı?...


Charleville Taşrası / Rimbaud


Çimenleri bile soluk, yavan, tatsız alanda 
Her şey nizami; ağacından çiçeğine kadar,
Perşembe akşamları tıknefes kasabalılar 
Gezdirir kıskanç aptallıklarını sıcakta.

Askeri bandomızıka orta yerde durur,
Çatlak, cırlak ezgiler ve sallabaş kelleleri...
En öndeki sıralara kodamanlar kurulur,
Noterin kafasında vergi dalavereleri;

Ve sonra tefeciler gözlüklerine gizlenmiş,
Göbekli koca işyarlarla şişko karıları,
Dalkavuklar efendilerinin yanında sinmiş 
Hepsinin üstünden akıyor bayağılıkları.

Bastonlarıyla kumları sürekli oyan 
Emekli bakkallar yeşil sıralarda oturur,
Yine bütün konuştukları ortaklıklar falan,
Dönüp dolaşıp aynı söz: "Bize kaça mal olur?”

Yaymış bir kanepeye kocaman kalçalarını,
Yağ tulumu burjuva, düğmeleri pek parlak, 
—Yasakmış, kokusundan belliymiş— umurunda mı 
Kaçak tütün içiyor dumanını savurarak.

Yola Çıkış / Rimbaud

E. Pignon




Yeterince görüldü. Bütün kılıklara girdi gizli görüntü. 

Yeterince duyuldu. Kentin uğultuları, akşamleyin ve güneşte, ve her zaman.

Yeterince yaşandı. Yaşamın durakları. —Ey Uğultular ve Gizli Görüntüler!

Yola çıkış, yeni sevgi ve yeni görüntüler içinde.

Rimbaud (Yaşamöyküsü)


Peter Weir'in Incredibles
Floridas isimli kısasından:

Aden, Hotel de l'Univers, 1880


 

Afrika'dan Mektuplar

Vadide Uyuyan İçin Çalışma


Yemyeşil bir çukurda bir ırmak akar çılgın,
Gümüş paçavraları takıp suda otlara.
Burada güneş parlar üstünde mağrur dağın;
Küçük bir vadi ki bu, köpürür ışıklarla.

Genç bir asker uyuyor, kasketsiz, ağzı açık,
yıkanır mavi derelerde ensesi.
O yeşil yatağına sel gibi yağar ışık,
Bulutların altında, devrilmiş, uçmuş benzi.

Hasta çocuklar gibi uykuda gülümsüyor.
Ayakları zambaklar içinde, askercik üşüyor,
Tabiat, beşiğinde salla onu, sıcacık sar!

Burun kanatları artık,  ürpermiyor korkuyla;
Eli göğsünde, sakin, güneşte dalmış uykuya
Yalnız sağ yanında iki kırmızı delik var.

(çeviri: Hüseyin Demirhan)

les poemes de sept ans / Leo Ferre



*
İlgili Bağlantılar:

Garipler / Arthur Rimbaud

"Germany's children are starving!"1924 / Kathe Kollwitz


Gece soğuk, kar serpiyor 
Fırıncı ekmek yapıyor, 
Beş küçük çocuk

Bakıyorlar somunlara, 
Yazık değil mi bunlara 
Donları delik!

Ve fırıncının kolları 
Çeviriyor somunları 
Harlı fırında.

Somunların çıtırtısı, 
Fırıncının zevzek sesi
Kulaklarında.

Büzülmüşler o daracık 
Ana göğsü gibi sıcak 
Delik önünde.

Ekmek, iftar sofrasının 
Çörekleri gibi, bakın 
Çıkıyor işte.

A Season in Hell (Robert Mapplethorpe)





Patti Smith'in Rimbaud'su




This 
is the site of the Rimbaud family
farm. Arthur wrote A Season in Hell
here in the summer of 1873, after 
being shot in the wrist by a distraught 
and drunken Paul Verlaine. Their 
tumultuous relationship aside they 
were both true poets and recognized
one another. The property echoes the 
cries of the poet Rimbaud, who did not 
help with the summer harvest, 
instead locking himself in his room 
to write a masterpiece




 

This is
a likeness of the young Arthur 
Rimbaud, smoking his pipe by
the Chapel de Mery, where his
ancestors are buried. I am in 
Roche, with my friends Alain and 
Antoine, visiting my land, which is
the site of the Rimbaud family
farm, where Arthur wrote his 
masterpiece A Season in Hell. 
Found amongst dead leaves and 
precious rubble was a horseshoe, 
deemed very good luck. Now 
we are headed to Charleville to 
visit his resting place. It is Arthur’s
birthday and I’m back on the road, 
that of the language of a young seer





This is
the resting place of Arthur 
Rimbaud, his young sister
Vitalie, his uncle and his 
mother. When I first visited 
here in October, 1973, the 
cemetery was overrun with
massive cabbages. It was
an emotional experience for
a young girl alone, shivering 
in the rain. And so ended my
birthday visit. This morning 
back on a train to Paris, to
think about many things, and
write in my cafe, perhaps of 
the strange streak of light on
the floor of my house in Roche

Patti Smith / Rimbaud



*
Patti Smith Rimbaud'nun mezartaşı üzerinde gezinirken.
*


Rilke & Rodin

Sevgili Klara,

Bugün, havanın sıcağından belki, elim yazmaya gitmiyor, ve yazım müthiş çirkin, buna
rağmen bir kaç kelime. Kısa. Önemli. Dün, pazartesi, öğleden sonra saat üçte, ilk kez Rodin'deydim. Atölyesinde, Rue de l'Universite 182. Sen nehri üzerinden gittim. Modelle çalışıyordu, bir kız. -Elinde kazıyıp durduğu bir şey vardı. İşini bıraktı, yer gösterdi oturmam için, ve konuştuk. İyi ve mülayimdi. Sanki onu çoktan beri tanıyordum. Şimdi yeniden görüyorum onu, ufalmış, ama daha kudretli, daha lütufkar ve daha yüce buluyordum. Alnı, limanından çıkan bir gemi gibi olan burnuyla
ortaya koyduğu şekil bakımından ilginç. Bu burun ve alında taştan bir stil var. Ve ağzı, çınlayışı hoş ve canlılık dolu bir dile sahip. Onu çok sevdim, ve bunu hemen anladım. Zamanın elverdiği ölçüde bazı şeylerden konuştuk. Sonra, çalışmasını sürdürdü, ve bana atölyedeki her şeye bakmamı söyledi. Çok şey var orada. «El» orada. «C'est une main comme-ça» dedi, ve eliyle, insanı objelerin bu elden neşet ettiğine inandıran hakim bir jest yaptı. «C'est une creation, ça, une creation». Harikulade söyledi bunu.

Daha, kil pişirme yerleri ve çeşit çeşit işler var orada. Devasa büyük, ayrıcalığı olan bir etki bu, bu büyük mahal bütün beyaz, göz kamaştıran figürleriyle bir çok yüksek camlı kapılardan dışarıya doğru bir akvaryum halkı gibi. Etki büyük, devasa büyük. Bütün bu 100 hayatın bir tek hayat olduğu görülüyor, hepsi bir tek güç ve bir tek iradenin ifadeleri. Orada olan her şey, -hepsi, hepsi. Bir yüz senenin eseri gibi. Bir iş ordusu. Anlatılmaz. Dante'nin İlahi Komedi'sindeki cehennem kapısının harika parçalarıyla tamamen dolu gulyabani vitrinleri. Ve bu zenginlik, bu daimi buluş gücü,
bu ifade haslığı, bu gençlik! İnsanlık tarihinde eşi yok bunun.

Yarın erkenden çıkacağım yine : görülecek sonsuz şey var. Ama çok da yoruyor insanı. İlkin
sayının çokluğu, her şeyin beyaz oluşu. Aydınlık pavyonda bir çok parıldayan alçı figürlerin ortasında karda gibi dolanıyorsun. Gözlerim acı veriyor, ellerim de. Bu berbat mektubu bağışla. Bugün yaşadıklarımı hemen yazmalıydım sana. Zira önemli. Hoşça kal sevgilim. Bu denli çok büyüklük bulunduğu, ve alabildiğine cesaretsiz dünyamızda ona giden yolu bulduğumuz için mutluyum. Biz ikimiz.


R. Maria


Hand of God (Rodin - 1896?)





Lou Andreas-Salome'ye:


"Çalışmayı öğrenmeliyim; çalışmak öyle eksik ki bende. ıl faut toujoun; travailler, böyle
dedi bana Rodin. Bu yüzden müthiş gerekli: sanatımın aletini bulmak. Çekicini, benim çekicimi.
Herhangi bir şekilde şeyler, nesneler yapmak durumuna gelmeliyim, plastik değil, tersine
yazarak yapılmış nesneler. Benim iş'imden çıkacak olan gerçeklikler."


"Rodin çok büyük, ve eserine çok yakın, eseriyle aynı. Bütün beklenenleri aşıyor o. Etrafında güneşin, yeryüzünün, ve tüm yıldızların döndüğü bir dünya bu, yeni bir güneş sistemi. 


"Yazabilmek, tanrı bilir, heykeltraşlıktan daha az zor bir işçilik
değildir"

”What have you done of my death"




Ever since I discovered his poems, the first being The Ashes of Gramsci, Pasolini has been my inspiration. The reasons for my admiration are many: his work as a poet, filmmaker, image maker, the way he was committed to it all, that vocabulary item we have in common: the body, the naked body, the choice of painters that inspired him, like Masaccio, Duccio, Bacon, Caravaggio, Giotto, whom he himself plays as the disciple in Decameron… his references to Roberto Longhi, his unique way of speaking of great myths in our time that are still forged our consciousness (Medea, Oedipus, Jesus…), the way he explored Greece, Africa, the two sides of the Mediterranean… A visionary, he was torn by the desire to transform the relationship between people and the acute lucidity through which he foresaw acculturation, dehumanization, the norms that would define the consumerist neoliberalism, that he compared to the new form of barbarity. While he warned us about the diversion of physical and spiritual aspirations of emancipation that this society was going to undertake for the sake of commodification, he also pointed out the monstrosity of communism, unable to consider a human being as sacred. As a Marxist, he knew that his quest to find absolutism and brotherhood was in the gospels.