Kulübe Güncesi: Tasarılar - Baudelaire

Tasarılar

Büyük, ıssız bir bahçede dolaşıyor, kendi kendine söyleniyordu: "Güzel bir akşam havasında, büyük çiçeklikler, havuzlar karşısında, karmaşık ve görkemli bir saray giysisi içinde bir sarayın mermer basamaklarından inişi ne güzel olurdu! Çünkü doğuştan bir prenses havası var onda."

Daha sonra, bir sokaktan geçerken, bir gravürcü dükkânının önünde durdu, bir kartonda bir sıcak ülke görünümü sunan bir estamp buldu: "Hayır, onun o güzel yaşamı bir sarayda benim olsun istemezdim," dedi içinden. "Kendi evimizde olmazdık orada. Hem altınlarla kalbura dönmüş duvarlarda onun resmini asacak yer bulunmazdı; o debdebeli salonlarda içlidışlı olunabilecek bir köşe yoktur. Hiç kuşku yok, yaşamımın düşünü gerçekleştirmek için burada oturmamız gerekirdi."

Gözleriyle gravürün ayrıntılarını incelerken düşüncesini hep sürdürüyordu: "Deniz kıyısında, güzel bir ahşap kulübe, adlarını unuttuğum tüm bu garip ve parlak ağaçlarla sarmaş dolaş... Havada, sarhoş edici, anlatılmaz bir koku... kulübe de zorlu bir gül ve misk kokusu... daha ötede, küçük toprağımızın arkasında, dalgalarda sallanan serenlerin uçları... çevremizde, serin hasırlarla, başa vuran çiçeklerle süslenmiş, perdelerden süzülüp gelen bir pembe ışıkla aydınlanmış, ağır ve karanlık bir ağaçtan yapılmış, Portekiz rokokosu ender sedirlerle döşenmiş odamızın (orada hafiften afyonlu tütün tüttürerek dinlenirdi, öylesine dingin) ötesinde, verandanın ötesinde, ışıktan sarhoş kuşların şamatası, küçük zenci kızların cıvıltısı... geceleri de, düşlerime eşlik etsinler diye, ezgili ağaçların yakınmalı şarkısı, içli filaoslar! Evet, işte buydu benim aradığım ortam. Sarayı ne yapayım ben?"

Sonra, daha ileride, büyük bir caddeden geçerken, tertemiz bir han gördü, alaca perdelerle süslenmiş bir penceresinden iki güleç baş sarkıyordu. "Düşüncem büyük bir serseri anlaşılan," deyiverdi kendi kendine, "öyle ya, bu kadar yakınımda bulunanı aramak için o kadar uzaklara gidiyor. Haz ve mutluluk, karşımıza çıkan ilk handadır, haz alanın da çok verimli olan rastlantı hanında. İyi bir ateş, parlak çiniler, iyi kötü bir çorba, sert bir şarap, biraz sert, ama serin çarşaflı, çok geniş bir yatak; bundan iyisi olur mu?"

Sonra, dışarıdaki yaşamın uğultularının Bilgeliğin öğütlerini bastıramaz olduğu saatte, yalnız başına evine dönerken, "Bugün düşümde üç evim oldu," dedi kendi kendine, "üçünde de aynı hazzı buldum. Ruhum böyle rahatça dolaştıktan sonra, yer değiştirsin diye neden zorlayayım bedeni mi? Tasarı da tek başına yeterli bir ergi nasıl olsa, tasarıları gerçekleştirmeye ne gerek var?"


Kulübe Güncesi: Bay Thoreau ile Yolculuk


"Elimde bir kitap. Dalıp gitmek en iyisi bu sayfalara... Thoreau bu Aralık sabahında en iyi arkadaş bana. «Haksız Yönetime Karşı» yı okuyorum yer yer çizerek..."

Oktay Akbal (1923 / 2015) tıklım tıklım bir sabah otobüsünde Bay Thoreau ile yolculukta:


"Küsmüş, tek başına ormana çekilmiş Thoreau. Bir göl kenarında kendi eliyle yaptığı bir kulübede «devletten uzakta« olmanın mutluluğu içinde yaşamış. Tam iki yıl toplumdan kopmuş, doğayla baş başa kalmış. (...) «Her türlü oy verme işi bir çeşit kumardır, tıpkı dama ve tavla oyunu gibi» diyor Thoreau. Yüz yıl önceden sesleniyor: «Ben doğru bildiğim yolda rast gele veririm oyumu, ama doğrunun üstün çıkmasıyla candan ilgilenmem. Bu işi çoğunluğa bırakmaya hazırım. Bu bakımdan, çoğunluğun görevi hiç bir zaman geçiştiriciliğin ötesine geçmez. Doğru oy vermek bile, doğru uğrunda bir şey yapmak değildir. Sadece doğrunun üstün gelmesi yolundaki isteğimizi insanlara az buçuk duyurmaktır. Geldim geliyorum, ineceğim durağa, ama Thoreau'nun dedikleri bitmedi daha: «Akıllı bir insan doğruyu ne rastlantıya bırakır, ne de onun çoğunluk kanalıyla üstün gelmesini ister. İnsan yığınlarının davranışında pek az erdem vardır.»

Ateş Yakana Kılavuz 🔥

 



Aruoba'dan 
Ateş Yakana Klavuz:



Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Geçmiş

 "Ateşe baktığınızda her zaman bir yüz görebilirsiniz"... 

(Walden)



Ateş İçin Ağıt 🔥

 



"Asla, parlak ateş beni mahrum bırakma

Sevgili, yaşam veren, yakın sempatinden.

Umutların hiç olmadığı kadar parlak biçimde yükselse de

Talihim geceleyin bu kadar alçalsa da

Ocağımızdan ve salonumuzdan niye sürgün edildin,

Herkesin hoş karşıladığı ve sevdiği sen?

Varlığın çok mu düşseldi
Bu kadar donuk olan hayatımızın ortak ışığı için?

Parlak ışınların gizemli şeyler mi konuştu
Cana yakın ruhlarımızla?

Çok cüretkar sırlar mı verdi?

Pekala, güvendeyiz ve güçlüyüz,
çünkü şimdi Loş gölgelerin oynaşmadığı bir ocağın yanında oturuyoruz,

Ne bir şeyin neşelendirdiği ne de üzdüğü, yalnızca ateş

Ayaklarımızı ve ellerimizi ısıtıyor -daha fazlasını istemiyoruz zaten;

Küçük faydalı sıçrayışıyla "Şimdi" oturup uyuyabilir,

Puslu geçmişten gelen hayaletlerden korkmaya gerek yok

Eski orman ateşinin benzersiz ışığı konuştu bizimle."

Thoreau


Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Alkol

 



Alkol.

Alevlenen su.


Alkolle bağıntılı bilinçaltı derin bir gerçekliktir. Alkolün yalnızca ruhsal gizilgücü uyardığını düşünmek yanıltıcı olur. Aslında alkol bu gücü yaratmaktadır. Alkol, deyim yerindeyse, kendine anlatım yolu arayan durum ile birleşir. Öyle görülüyor ki alkol dilin etmenlerinden biridir; söz dağarcığını zenginleştirir, sözdizimini özgür kılar. Aslında ateş sorununa dönersek, psikiyatri alkolle bağıntılı çılgınlıklarda ateş düşlerinin sıklığına tanık olmuş, Lilliput'ça sanrılara alkol uyarıcılığının yol açtığını göstermiştir. Küçük ölçekte imgeye götüren düşlem aynı zamanda derinlik ve istikrara da götürür: Son çözümlemede, bizi ussal düşünceye en iyi hazırlayan düşlemdir. Baküs iyilik getiren bir tanrıdır; sağduyunun yalpalamasını sağlayarak mantığın eklem tutukluğuna uğramasını önler ve ussal yaratıcılığa yol açar.


🔥


Tüm rahatlık izlenimi yüreği dinlendirici bir içkiden gelir. Yüreği dinlendiren her içki bilinçaltı için bir sevişme uyarıcısıdır.

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Küllerin Cenneti

 



Ateşle bağıntılı bütün karmaşalar sancılı karmaşalardır, aynı anda nevroza ve şiirselliğe götürür. Bunlar yönü tersine dönebilir karmaşalardır. Kişi ateşin eyleminde ya da dinginliğinde, alevinde ya da külünde cenneti bulabilir.


"Gözlerinin duruluğunda senin

Ateşin yıkımları esinini gösterir

Ve küllerinin cennetini."


Bachelard

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Üçüncü Şahıs


"En katlanılabilir üçüncü şahıstır ateş."

Thoreau




Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Aşk Ateşi


Alev, Diccionario de Autoridades'e göre, "ateşin en incelikli bölümüdür, yukarı doğru çıkar ve bir piramit biçiminde yükselir." İlk asal ateş, yani cinsellik, erotizmin kırmızı ateşini püskürtür ve bu ateş de yükselip başka bir ateşi, titrek ve mavi bir ateşi besler: Aşk ateşini. Erotizm ve aşk: Hayatın çifte alevi.

Aşk da, erotizm de -çifte alev- ilk ateş olan cinsellikle beslenir. Aşk ve erotizm, hep ana kaynağa, Pan'a ve onun ormanı titreten haykırışına döner. 

(Paz)


"İnce bir alev dolanır

derimin altında" (Sappho)


Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Küller

 




"Lou'dan ayrıldıktan sonra kesin bir yalnızlığa gömüldüğü söylenen Nietzsche, gece, Cenova körfezine hakim dağlarda dolaşıyor ve orada, alevleri seyrettiği büyük bir ateş yakıyordu. Sık sık bu yangınları düşündüm, bu yangınların parıltısı tüm zihinsel yaşamımın arka planında dans edip durdu. Hatta, karşılaştığım bazı düşüncelere ve bazı insanlara karşı adaletsiz davrandığım olduysa da, bu, onları istemeden de olsa bu yangınların karşısına koymamdan ve onların hemen kül olmasından kaynaklanmaktadır."

Albert Camus


Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Yalnızlık




Ateş Yakana Kılavuz 🔥

".. Bizim burada irdelemek istediğimiz düşünceli adamdır, ocağında, yalnızlık içinde, ateş parlarken, yalnızlığın bilinci olan düşünceli adamdır.




Şüphesiz ateş ısıtır ve teselli eder. Fakat, ancak oldukça uzun bir temaşada bu tesellinin bilincine varılır, ancak dirsekler dizlerin üstüne konur, baş da ellerin arasında alınırsa ateşin huzuru duyulur. […]

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Düşlem

 


"Ateş önündeki düşlem, ki gönencinin bilincindedir, en doğal merkezini bulmuş olan düşlemdir. Konusuna, isterseniz çıkış nedenine diyelim, en çok bağlı kalanlar arasında sayılır. Bu nedenle böyle tutarlı ve türdeştir, kişinin kendini kurtaramadığı bir çekiciliği vardır. Burada dingin, düzenli ve denetim altına alınmış bir ateş söz konusudur; koca kütük küçük alevlerle yanar. Bu tekdüze ve parlayan bir olgudur, kendi içinde bir bütündür: Konuşur, uçar, şarkı söyler. Ocağa kapatılmış ateş, kuşkusuz, insan için ilk düşlem konusu, dinlenmenin simgesi ve dinlenmeye çağrıydı.

Hiçbir dinlenme felsefesi yoktur ki alevler içindeki kütükler karşısında bir düşlemi içermesin."

Gaston Bachelard


Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Ateş Yakmak

 

"Hasta olduğumda babam odamdaki ocakta ateş yakardı. Kütükleri tutuşturucu parçalar üstüne dikkatle yerleştirir, ayaklığın demirleri arasından talaşları bırakırdı. Bir ateşi yakamamak inanılmaz bir aptallık sayılmalıydı. Babam ateş yakma işini kimseye bırakmazdı ve ben kimsenin bu işi onun kadar iyi yapabileceğini düşünmezdim. Aslında on sekiz yaşımdan önce ateş yakmış olabileceğime inanmıyorum. Ancak yalnız yaşadığım zaman ocağımın efendisi oldum. Ama babamdan öğrendiğim tutuşturma sanatı bugün bile bana gurur verir."


Bachelard


Ateş Yakana Kılavuz 🔥 “I once set fire to the woods.”

 1844 - Thoreau, accidentally starts a fire that burns down much of the Concord woods 

“I once set fire to the woods.”

fotoğraf: Ayvalık Orman Yangını

20.09.2020


I once set fire to the woods. Having set out, one April day, to go to the sources of Concord River in a boat with a single companion, meaning to camp on the bank at night or seek a lodging in some neighboring country inn or farmhouse, we took fishing tackle with us that we might fitly procure our food from the stream, Indian-like. At the shoemaker’s near the river, we obtained a match, which we had forgotten. Though it was thus early in the spring, the river was low, for there had not been much rain, and we succeeded in catching a mess of fish sufficient for our dinner before we had left the town, and by the shores of Fair Haven Pond we proceeded to cook them. The earth was uncommonly dry, and our fire, kindled far from the woods in a sunny recess in the hillside on the east of the pond, suddenly caught the dry grass of the previous year which grew about the stump on which it was kindled. We sprang to extinguish it at first with our hands and feet, and then we fought it with a board obtained from the boat, but in a few minutes it was beyond our reach; being on the side of a hill, it spread rapidly upward, through the long, dry, wiry grass interspersed with bushes.

“Well, where will this end?” asked my companion. I saw that it might be bounded by Well Meadow Brook on one side, but would, perchance, go to the village side of the brook. “It will go to town,” I answered. While my companion took the boat back down the river,

I set out through the woods to inform the owners and to raise the town. The fire had already spread a dozen rods on every side and went leaping and crackling wildly and irreclaimably toward the wood. That way went the flames with wild delight, and we felt that we had no control over the demonic creature to which we had given birth. We had kindled many fires in the woods before, burning a clear space in the grass, without ever kindling such a fire as this.

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Ölü Ağaçlar

 



"Ölü ağaçlar ateşi sever"  

Thoreau

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Herakleitos'un Ateşi

Yakın / Oruç Aruoba




Türkçe'deki Herakleitos çevirilerinden:

7. Her şey duman olsaydı, burun deliklerimizle tanıyabilirdik her şeyi.

- yorumcular görünenle görünmeyen arasındaki ilişkiyle ilgili görüyorlar bu tümceyi.

7. Var olan her şey duman haline dönüşseydi, onları burnumuzla ayırt edebilirdik.

30. Bu evren, her şey için aynı, ne bir tanrı ne bir insan yarattı onu. Vardı, var ve var olacak. Hep canlı kalan ateş, ölçüyle alevlenip sönecek.

-  metindeki kozmosun karşılığında bu sözcüklerin yetersiz kaldığını ve kozmos'un logos'la düzenlenmiş soyut ya da somut, genel ya da özel dünya bütünlüğü anlamına geldiğini savunulur.

30. Bütünün kendisi olan bu kozmos'u ne bir tanrı ne de bir insan meydana getirmiştir. O, daima belli ölçülere göre yanan, belli ölçülere göre sönen ezeli ve ebedi ateştir.
30. Herkes için aynı olan bu kozmos'u ne tanrılardan ne de insanlardan biri yaratmıştır, fakat ölçülere göre tutuşan ve ölçülere göre sönen daima canlı olan ateş hep vardı, vardır ve var olacaktır.

31. Ateş dönencesi: Önce deniz, denizden bir yarım toprak, bir yarım yakıcı rüzgar. Deniz bir uçtan bir uca yayılır ve önceki orana göre bul ölçüsünü. 

31. Ateş önce denize dönüşür; denizin yarısı toğrağa, yarısı yakıcı buhara (...) Deniz toprak olmasından önceki  orana göre çeşitli şekillerde boşalarak aynı ölçüsünü bulur. 

Ateş Yakana Kılavuz 🔥: Kozalaklar ve Kabuklar



Kuru kozalaklar ve çam kabukları.

-Kulübe Penceresinden



 Çadır penceresi, kulübe penceresi, bodrum penceresi, kapı üstü penceresi, ambar penceresi, fabrika penceresi, okul penceresi, yazıhane penceresi, denizüstü kahve penceresi, tekne lombozu, fener penceresi, uçak penceresi, gülpencere, hain pencere, ikiz pencere, kimdir-o-penceresi, tren penceresi, konukodası penceresi, çalışmaodası penceresi, tavanarası penceresi, banyo penceresi, taraça penceresi, kiler penceresi, cumba penceresi, berber penceresi... Dikdörtgen pencereler, yuvarlak pencereler, sivri pencereler, üçgen pencereler... Akcamlı pencere, sarı camlı pencere, yeşil camlı pencere, kırmızı camlı pencere. Dümdüz pencereler, pürtüklü pencereler, buğulu pencereler, buzlu pencereler...


Kulübe Güncesi: Kulübe / \



 " Yazı dilinde kullanılan kulübe < Gr. kalubi ("örtü; dam") "kerpiç, saman veya ağaçtan yapılmış küçük, basit, ilkel ev; bir yerde beklemekle görevli kimsenin içinde bulunduğu küçük barınak; hayvanlar için yapılmış barınak; alçak gönüllülük göstermek amacıyla 'ev' anlamında kullanılır" (Özön 1962: 126) ve ağızlarda yer alan kelif < Gr. kalubi ("ör tü; dam") "bağ evi, kulübe" (Isparta, İstanbul, Kastamonu, Ordu, Giresun Gümüşane, Trabzon, Erzurum, Malatya, Konya, Antalya) (Derleme Sözlüğü/VIII 1975: 2733; Eren 1999: 228-229, 265) de ses düşmesi yoluyla farklılaşmış iki kökteş kelimedir.

Kelif, ağızlarda gelif "tarla, bağ ve bahçelerde yapılan basit bekçi kulübesi" (Isparta, Giresun, Trabzon) olarak da kullanılır (Derleme Sözlügu/VI 1972: 1977), Andreas Tietze, kelif'i incelemis Gustav Mayer, kulübe üzerinde durmus Hasan Eren ise, bu kelimelerin kökteş olduğunu dile getir miştir. Balkan dillerinde yaygın olarak kullanılan (Blg. koliba, Srp. köliba vb.) Grekçe kalubi, Türkçeden Suriye Arapçasına kulüp şeklinde geçmiştir (Eren 1995/1: 734-735; Eren 1999: 228-229, 265).

Kulübe Güncesi: Walden'dan Sonra

 " Neden değiştim? Ormanı neden terk ettim? Söyleyebileceğimi sanmıyorum. Sık sık geri dönmeyi istedim. Ormanı terk etme sebebim, oraya gitme sebebim kadar geçerliydi. Belki de değişiklik istemişimdir. Belki orada biraz daha kalsam sonsuza dek de kalabilirdim. İnsan cennete bu koşullarda gitmeyi kabul etmeden bir kez daha düşünür."

Taş yığılı alan Thoreau'nun kulübesinin bulunduğu yeri gösteriyor. 1900'ler.

Thoreau'nun bu sözleri beni gülümsetiyor.. 6 Eylül 1847'de Thoreau Walden Göleti yakınlarındaki kulübesinden ayrılıp bir daireye yerleşir. Ormana bir daha dönmese de kısa süreli işlerde çalışarak zamanının büyük çoğunluğunu kendine ayırdığı mümkün olduğunca özgür bir hayat sürer.

Thoreau'nun Alternatif iktisadı kitabında Samuel Alexander benim de merak içinde olduğum birkaç sorunun peşine düşmüş: "Neden oradan ayrıldı? Aradığı özgürlük, sükunet ve mutluluğu bulduysa neden tüm yaşamı boyunca gölette kalmayı tercih etmedi?" Kimi eleştirmenler Thoreau'nun Walden deneyinin insanın tam anlamıyla bağımsızlığının ihtimal dışı olduğunun bir kanıtı olarak görmüş ya da siirleri ve makaleleri ona para getirseydi Walden deneyinin hiç meydana gelmeyebilecegini iddia etmişler. ( Stoller / After Walden 1957 )

Samuel Alexander'a göre bu ve benzeri sorular bizi Thoreau'nun henüz 28 yaşındayken iki yıl süren ormanda yaşama deneyiminin asıl sebebine götürüyor: "Walden Göleti'ne gitmekteki amacım, orada ucuz yoldan ya da pahalıya patlayacak şekilde yaşamak değil, olabilecek en az engelle birtakım özel işlerimi halletmekti." Söz konusu özel iş ise yazı yazmak için gereken yalnızlık ve mahremiyettir.

"Gölette geçirdiği zaman boyunca Thoreau, düzgün ve özgürce yaşamak için çok az şeye ihtiyaç olduğunu öğrendi deneyim yoluyla. Ayrıca, yaşamın asıl gerçekleri konusunda derin bir anlayış geliştirdi ve basitliğe karşı gerçek bir sevgi hissetmeye başladı. Tüm bunlar, tarif edilemez bir güven ile ve gelecek kaygısından uzak olarak yaşayabildiği anlamına geliyordu. Sahip olduğu her şeyi kaybedecek olsa dahi 'neredeyse önceden olduĝu kadar zengin olacağını biliyordu. Diyojen'i Diyojen yapan fıçı değildir, fıçıyı fıçı yapan Diyojen'dir diye iddia etmekte haklı değil midir?"


***


WALDEN'DAN SONRA

-Samuel Alexander-

"Bir adam yol arkadaşlarıyla uygun adım gitmiyorsa belki de başka bir davulun sesini duyuyordur. Bırakın duyduğu müziğe göre atsın adımını, ne kadar ağır ya da uzak gelirse gelsin."

Kulübe Güncesi: After Walden

 


-

Thoreau had built his house to last. It’s easy to imagine him living there for the rest of his life, growing old and crotchety among the pines. Indeed, the iconic hermit of American lore lives there still. But Thoreau the living person did leave, and in later years the reason puzzled him: 

“Why I left the woods? I do not think that I can tell. I have often wished myself back. . . . Perhaps I wanted a change— There was a little stagnation it may be. . . . Perhaps if I lived there much longer I might live there forever—One would think twice before he accepted heaven on such terms.” Perhaps, he added in Walden, he had “several more lives to live, and could not spare any more time for that one.”

More prosaically, he left because he was called away by someone he could not refuse—Lidian Emerson. Waldo was planning a yearlong lecture tour in Europe, where interest in Transcendentalism and in Emerson himself was growing. As late as August 29, it still appeared that Lidian would board with a friend while her husband was away, but suddenly she invited Henry to live with her and the children instead. Thoreau’s life at Walden had been Emerson’s greatest gift to him; if his friends needed a favor in return, he would say yes. A week later, on September 6, 1847, Henry Thoreau loaded up his books and furniture, closed his door, and left his house on Walden Pond. There would be   no going back. On September 17, Emerson bought the house and leased it to his gardener, Hugh Whelan. With that done, on October 5, Henry, Lidian, and the Alcotts saw Waldo Emerson off at Boston Harbor, sailing for his great trip to Europe. Abba Alcott wept “convulsively,” but Lidian, as was her way, didn’t shed a tear.117 As Waldo’s ship disappeared over the horizon, Lidian and Henry returned to Concord to take up housekeeping together. Thoreau the hermit was history. Never again would Henry live alone.


Laura Dassow Walls

Kulübe Güncesi: Çekiç

 

Kimseyi yanıltmayayım, 

Thoreau'nun çapasını almadım hiç elime, çekiçle felsefe yapıyorum hala!

Kulübe Güncesi: İkarus'un Ölümü

he-fall-of-icarus-1558-brueghel (detay)



Doğum çoğuldur, ölüm tekil
Mumdandı aç tutkumun kanatları
Uçuyordum sevinç içinde.

Herkes işinde gücündeydi
Yok olmuş damlar ki unuttum.

Ve güneşin basamağından döndüm geri
Üfür üfürü uçardı yalnızlık
Zamansızlığın kanadı yalnızlık.

Hiç yıldız doğmadı ben gökte iken
Ne düşlediğimi unuttum.

Çift sürüyordu bir köylü iki büklüm
Kalkmak üzereydi ak bir gemi limandan
Denize düşeni kimse görmedi.

Herkes işinde gücündeydi
Ve acı çekmeği unuttum.

Belleğimde hâlâ gökyüzü dünya
Yüreğin yaban arısı yalnızlık
Yaşantısız daldı yalnızlık.

Kulübe Güncesi: "Mumdandı aç tutkumun kanatları"

Kulübe Güncesi: Yalnızlık

 


Yalnızlığa duyduğum yoğun bir açlığım var, tıpkı bir bebeğin uykuya duyduğu açlık gibi ve eğer bu açlığımı bu yıl yeteri kadar gideremezsem, ertesi yıl ağlayacağım. 

- Thoreau’dan Daniel Ricketson’a, 9 Eylül 1857

Son zamanlarda Yalnızlık denilen o yüce topluluğa geri döndüm.

- Thoreau’dan H.G.O. Blake’e, 1 Ocak 1859

Zamanın büyük bir bölümünde yalnız kalmayı sağlıklı buluyorum. En iyiyle birlikte olmak bile kısa sürede usandırıcı ve enerji yitimine sebep olacaktır. Yalnız olmayı seviyorum.

- Walden

Doğanın bu durgunluğu, yalnızlığı, yabanıllığı sanki zihnimde bir tür sugüveyiotu ya da boneset gibi. Aramaya çıktığım şey işte bu.

- Günlük, 7 Ocak 1857

Çevremde yer alan toplumda kalıcı hiç bir şey görmüyorum, onun hiç bir yoluna kendimi tam anlamıyla adamış değilim. -

Günlük, 1850

I have a room all to myself; it is Nature.—

Journal, 3 January 1853

Doğa gürültü çıkarmaz. Uğuldayan rüzgar, hışırdayan yaprak, pıtırdayan yağmur rahatsızlık vermez, aralarında esaslı ve keşfedilmemiş bir ahenk vardır.

- Günlük, 18 Kasım 1837