"Başkaldırı ne sistem ne de nedenlere dair bir protestodur; Başkaldırının kapsamı sınırlıdır ve yalnızca bir ifadedir. Devrim net bir fikirden doğar..., başkaldırı ise bireysel tecrübeden düşünceye giden harekettir."
(Camus)
Albert Camus'nun siyasi hayatı ve çalışmalarının çoğu siyasi şiddete karşı eleştirel bir söylem içermektedir. Savaşın ardından siyasi şiddete karşıtlığı daha da gün yüzüne çıkar ve Başkaldıran İnsan kitabında doruk noktasına varır. Sartre ile ilişkilerinin kesilmesinin ardından idam cezasına karşı güçlü bir deneme yazmıştır ve Cezayir Savaşı'nın başında her iki tarafında sivil halklara uyguladığı şiddete karşı mücadele etmiştir. Diğer taraftan Sartre, şiddeti gerçekliğin bir simgesi olarak ele almıştır. Camus, şiddetin kurbanları üzerinde bıraktığı yaralar ve olumsuz ahlaki etkileri için endişelenirken, Sartre şiddetin bütün yolların önü kesildiğinde bu yolu seçenler, özellikle de baskının kurbanları üzerindeki olumlu siyasi ve psikolojik etkileri üzerine yoğunlaşmıştır.(Yarının iyi toplumu için bugün her şey caizdir ve sonuç sınıfsız bir toplumdur, buna götüren her şey iyidir.) Bu açıdan şiddet, hem Sartre hem de Camus'nun siyaseti ve bakış açısında merkezi bir yer almıştır; biri onu içsel olarak kucaklamış, diğeriyse karşı koymuştur. İşgal altındaki Fransa'da ayrıcalıklı çocuk, kirli ellerinden hiçbir rahatsızlık duymazken, Cezayirli Pied Noir, mücadeleye temiz ellerle katılmak ve savaşın içinden yine temiz ellerle çıkmak konusunda kararlıdır.
...
Marksizm=cinayet.
Bu adımla, artık Camus'nun hedefi belirlenmişti.
Siyasi şiddeti reddeden Camus " Marksizmi mutlak bir felsefe olarak kabullenmenin cinayeti meşrulaştırmaktan daha aşağı kalır bir tarafı olmadığında ısrar ediyordu. "Marksçı bakış açısında" diye yazıyordu, "milyonlarca adamın mutluluğunun bedeli oldukları sürece, yüz binlerce cesedin hiçbir önemi yoktur." Buna kendi çelişkilerini de ekliyordu:
"Ya tarihte bir mantık var ve Marksist gerçekçilik ile şiddet meşru, ya da tarihten bağımsız ahlaki değerler var ve Marksizm haksız."
Devrimin bir destekçisi olarak, yol açtığı hasarı görmezden gelerek, Sartre baskı görenin ateşli ve uzlaşmaz bir savunucusuna dönüşmüştür. Tam da bu nokta da Sartre'nın yolu Camus' nunkiyle keskin bir zıtlık gösterir. Camus, tüm enerjisini şiddete karşı yazmaya, özellikle de devrimci şiddete karşı yazmaya adarken, Sartre giderek şiddeti, özellikle de devrimci şiddeti kucaklamıştır.
"Bir anti-Komünist bir köpektir. bundan başka bir şey düşünemiyorum ve düşünmeyeceğim de...On yıllık düşünmenin ardından, kırılma noktasına geldim; yeter artık. Kilise terminolojisinde bu benim dinden dönüşümdür."
(Sartre)
Camus, başkaldırıdan zaman içinde gücünü arttıran ve korkunç bir nihilizme dönüşen, Tanrı'yı yıkan ve yerine insanı koyan, gücü giderek daha da acımasız bir şekilde kullanan bir eylem olarak bahseder. Kökeni metafizik başkaldırı olan tarihi başkaldırı, dünyaya hükmetmek yoluyla absürdlüğü ortadan kaldırmayı hedefleyen devrimlere yol açar.Cinayeti temel araçları haline getirirler. Camus için Komünizm bu Batılı hastalığın çağdaş bir ifadesi idi.
"Başkaldıran insan" kitabı kötü niyetin, absürdlük içinde yaşamanın örgütlü ve felakete yol açan reddinin bir tarihidir. Camus'nun kitabının tonu, üslubu ve içeriği yarım yüzyılı çarpıcı bir netlikte anlatırken, Eric Fromm ve Norman O. Brown gibi psikanaliz kökenli sosyal teorisyenlerin sosyal davranışlar ve hareketleri açıklamakta Freudcu düşünceye başvurmaları gibi, Camus'de absurd fikirlere başvuruyordu.
İlk yayınlanışından bugüne dek Başkaldıran İnsan'ı pek çok okuyucusu kendilerini başkaldırının absurd bir evreni düzene sokmaya çalışan boş çabasını yansıtan bir aynayla yüz yüze bulmuştur.
Sartre insanların bir şekilde absurdlüğün (saçmalığın) üstesinden gelinebileceğini düşünür ama Camus absürdlüğün tüm insani deneyimlerin merkezinde yer aldığı konusunda kararlıdır.
Kitabın kalıcı gücü de burada yatmaktadır; çıkış noktalarını, tasarılarını, zayıf noktalarını, yanılsamalarını ve sonraki kuşaklara ulaşma arzusunu inceleyişinde. Geleneksel din gücünü yitirdikçe, genç insanlar da her şeyin mümkün olduğu duygusu ile yetişmeye başlamıştır. Modern laiklik aklı nihilizme sürüklemektedir çünkü Camus'nun tek kurtarıcı anlayış olarak değerlendirdiği olgudan yoksundur:
"Hayat absurdtur ve hatta başkaldırmak zorunda olsak bile hiçbir şey düzen yaratamaz ve ölümün çarpıcılığını ortadan kaldıramaz."
Her şeyden önce Camus'nun kitabının hedef kitlesi kimdi? Cinayeti meşrulaştıranlara karşı yazıyordu, Komünizmin suç ortaklarına, onu dünyaya yaymaya çalışanlara karşı. Ve Sartre da komünist olduğunu beyan etmiş olduğuna göre, o ve dergisi de bu grubun içinde yer alıyordu.
...