"Sizin de değindiğiniz gibi, 'hiçbir şey
yapmama' zevkinden yoksunum bütünüy-
le. Elimde bir kitap tutmuyorsam, ya da bir
kitap yazma düşü içinde değilsem, anırası
bir sıkıntı duyuyorum. Hayata gelince, an-
cak yan çizildiği takdirde, olmadı karışık
zevklere saparak dayanılır kılınabilir gibi
geliyor bana... o da bir işe yararsa tabii!"
Gustave Flaubert
Louise Colet'ye Mektup
Yazmazsam çıldırırdım, denilmiştir. Yazmazsam hastalanırdım, yazmazsam ölürdüm de. Hastalanmak ya da çıldırmak, korkunun beslediği birer varsayımdır. Doğru olabilir bütün bunlar: Yazan-insan, yazmasa hastalanabilir, çıldırabilir gerçekten de. Yazmak, kurtulmak mıdır? Bazen kurtuluş, bazen de ertelemedir belki. Yazın tarihleri, yazmanın hastalığa, çıldırmaya engel olamadığı örneklerle doludur. Bir de yazmanın hastalığa, çılgınlığa dönüştüğü durumlar vardır. Demek ki bir kesinlikten söz edemeyiz burada.
Yazmasam ölürdüm, bana gerçeksi (vraisemblable) bir ifade olarak görünmüyor. Ölmemek için yazmak bir çıkış oluşturabiliyorsa, ölmek istenmiyor demektir. Yazın tarihleri, yazdıkları halde ölmüş, daha doğrusu ölümü seçmiş şairler ve yazarlarla donanmıştır. Ölmeyi isteme noktası, yazının oyalayamama sınırını gösterir. Demek ki yazmak, henüz o noktaya gelmediğimiz için ölümün yerini tutabilmektedir - burada bir değiş tokuştan dem vurmak elde değildir.
Yazmasam oynardım, diyeceğim bense. Birini yapmıyor olsaydım ötekini yapardım, anlamı çıkıyor hemen: Yazmak yerine oynamak, kısacası. Oysa, tamı tamına söylemek istediğim değil bu: üzerine misyon, misyonlar yüklenmemiş, kendisi için seçilmiş Yazı, aslında oyun'dur düpedüz: Yazmasam oynardım, çünkü: Yazıyorum, yani oynuyorum.
Yazı'nın bir ereği olduğuna inananların itkiyle karşılayacakları bir denklem kurduğumu biliyorum. Beni bu yaklaşıma Yazı'nın ve Oyun'un anlam depoları getirdi. Yazarken, yazdıkça yıldan yıla Yazı'nın oluş ve varoluş biçimlerine baktım durmadan: Kalan nasıl ve ne kadar kalmıştır, kaybolan nasıl ve neden kaybolmuş - bunu kimse bilmiyor. Yazarken, Zaman geçip gidiyor ve sonun da kalmıyor, bitiyor: yazı da Hayat da. Zaman var mı, geçiyor mu sahiden de, bitiyor mu? Bir gün hiç Zaman kalmayacak; Fizikçiler ve Biyologlar bizim de yerküre gibi yokolacağımızdan eminler: Yazı da kalmayacak, el de. Anlam verdiğimiz her şey anlamdan yoksunsa, bu yoksulluk karşısında yapılabilecek en anlamlı iş, oynamaktır.
Oyun, her seferinde anlamı ve anlamsızlığı içiçe geçirerek, bir sonsuz tekrar ve sonsuz farklılık aynası çıkarır karşımıza. Bana oynamak, öteden beri tek anlamlı oyalanma biçimi olarak göründü; bu katlanılması çok güç, anı geldiğinde de olanaksız hayata ve orada bizi bağlayan bütün diğer fiilleri besleyen "yaşamak" fiiline karşı hepimiz birer "yapay" hayat ve dünya yaratırız - sürebilme adına. Çocuğun oyun dünyasında kendisiyle bir başkasıymış gibi ilişki kurduğu, dolayısıyla kendisinden uzak durmayı seçtiği hali büyüyünce de korumanın yoludur oynamak. Neden en anlamlı yol, sorusuna gelince: Acı, ağrı, coşku ötekine, bizdeki ötekine daha yoğun biçimde transfer edilebildiği için.
Her şeyi olabildiğince oyun kılmak eldedir.
Yazı'yı Oyun-yazı kılmak da.
Noksan'dan
altı sayfa