Mehmet Ergüven, Pusudaki Ten isimli kitabının
başına şu notu düşmüş:
Erotik fantezileriyle yüz göz olmayı göze alanlara adanan bu kitap,
her ne pahasına olursa olsun, yazılmak zorundaydı-yazıldı."
***
Fotoğrafta gördüğümüz genç ve çıplak erkeğin ilk anda çağrıştırdığı şey, şakanın sınırlarını aşıp, basbayağı büyülüyor bizi. Öyle ki, doludizgin orgazmın metaforunu bir parodi olarak değerlendirmekte zorlanınca, çok geçmeden pornografik fantezinin en uç noktalarında alıyoruz soluğu - gürül gürül akan dölün eşsiz cazibesi!
Damızlık erkeğin yalnız orası değil, dölü de her türlü ölçüyü aşar. Bu yüzden, cinsel fantezilerde boşalan bel miktarı, en az penis boyu kadar tahrik edicidir; güçlü erkek, karşısındakini ıslatmaz, sular. Dolayısıyla, düzülenin yalnız yüzü gözü değil, tüm vücudu bele bulanmıştır artık.
Gerçi insan doğasına ilişkin fizyolojik araştırmalar, boşalan döl miktarının çoğun üç, dört miligramla sınırlı olduğunu ortaya çıkarmıştır; ancak, erotizmin ilgi alanına girdiği andan itibaren çağlayana dönüşür bu - ne yutmakla biter ne ıslanmakla.
Burada ilginç olan noktalardan biri de, spermanın niteliği söz konusu olduğu zaman, yine görselliğin ağır basmasıdır; er suyu, muhatabını bembeyaz rengiyle baştan çıkarır hep. Nitekim, oral haz arayışında bunca sık yutulmasına rağmen bir türlü er suyunun tadı gündeme gelmez; bu da, cinsel fetişe dönüştürme hakkının, görme ve dokunma duyusunun tekelinde olduğunu gösterir bize. Erotizmin göz ve ele tanıdığı öncelik, hiçbir koşulda geçerliğini yitirmez; cinsel organ önce gözü, sonra eli kışkırtır. Bu nedenle, körpe amı okşar, kallavi yarağı sıvazlarız.
Cinsel fantezide koku ve tadın ikinci plana itilmesi, bunların betimlenmesine ilişkin dağarcığımızın yetersizliğinden kaynaklanır; söz dili, tıpkı müzikte olduğu gibi, koku ve tadı aktarmaya kalkıştığımızda acze düşer; daha doğrusu, bu duyuların ilgi alanı içine giren sıfatlar erotik açıdan son derece kısır olup, karşı tarafa bir şey ifade etmezler. Kaldı ki, imlediği şeyi aktarması mümkün olmayan bu sıfatlar alabildiğine görece ve imgelem gücünü kısıtlayıcıdır. Cinsel organ veya terin mis gibi kokması, erotik fantezide kendisini tamamlayacak bir boşluğa yer bırakmadığı gibi, bu kokunun neye gönderme yaptığı da yeterince belli değildir.
Apış arasındaki kılları yalayıp, bu nahiyedeki kokuyla kendinden geçen kişi, bir türlü imgelem dağarımızda yeniden üretemez bunu; cinsel ilişkide görsel olarak tasarlayamadığımız şey ise, sadece sahibine ve o defaya ait olmayla malüldür.
Eros, yüceldiği ölçüde iki uç nokta arasında seçim yapmak zorunda kalır. Buna göre tad ve koku, ya bütünüyle dışlanmış, ya da gerçekleşmeyen birlikteliğin sembolü olarak mükemmel bir fetiş haline gelmiştir. Bir başka deyişle, ağız dışındaki erojen bölgeler koku ve tadıyla betimlemeye dahil edildiği andan itibaren, pornografinin kuşatması altındadır eros. Dahası, baştan imgelem düzeneğimiz olmak üzere, söz dilinin ısrarla karşı koyması nedeniyle, er suyunun aktarmaya elverişli bir tadı yoktur - tıpkı hararetle yalanan amcığın ıslaklığı gibi.
Tadın ilgi alanı içine giren tüm salgılar, sonuçta şehvetin doruk noktasını temsil eder; dolayısıyla aktarmakta zorlandığımız tada, eninde sonunda onu salgılayan organın eşlik etmesi kaçınılmazdır. Bu ise, şu veya bu biçimde, o organın gözümüzde canlandırılmasıyla eş anlama gelir son tahlilde.
Tadın cinsel organa katık edildiği noktadaki salgı ve delik çeşitlerini kısaca anımsamaya çalışalım: ter, tükürük, sidik, dışkı ve nihayet er suyu. Bunların her biri, yerine göre cinsel hayatta yerini alıp, oynadığı role göre kimi zaman sapkınlığın eşiğine kadar getirmektedir bizi. Bu bağlamda ter ve tükürük en masum olanı imlerken, sidik ve dışkı psikopatolojinin ilgi sahasına girmektedir. Dolayısıyla erotik fantezide sperma ifrazatının kendiliğinden başrole geçtiğini görürüz; ancak az önce altı çizildiği gibi, dölün tadından ziyade miktarıyla tahrik oluruz hep. Böyle bir durumda, salgıya aracılık eden delikler de er suyunun muhatabı olduğu ölçüde gündemdeki yerini korur. Nitekim ağız, vajina ve anüs, bu sıvının boşalacağı delikler olduğu için daima ön plandadır.
Gelgelelim, hiç kimse ağzına boşalan spermanın niteliğini ayrıca açıklamaya kalkışmaz; çünkü içeriği belli olan bu salgının ağızda bıraktığı tad tahrik edici olmadığı gibi, abartılmaya da pek elverişli değildir. Algirdas-Julien Greimas'ı anımsayalım: " (...) dünyanın bir tat olarak algılanması, kokudan daha karmaşık ve çelişkilidir. (...) Tat, kendisine bağlı dokunma duyusuyla -emme,öpme,- birleşirse doyuma ulaşır." Öte yandan, bilimsel araştırmalar sonucu tuz ve proteinden amino asitlere karbonhidrattan fosfora kadar burada ne varsa, hepsinin oranları kesinkes belirlenmiştir. Kaldı ki, miligramla sınırlı olan peltemsi bir sıvıda fosforun C vitamininden fazla yahut az olması ne kadının, ne de erkeğin gururunu okşar.