“Anladın mı? diye sözüne devam etti annem,
zevk ancak kurt meyvenin içinde olduğu anda başlar ve mutluluğumuz
zehirle yüklü olursa çok hoştur.” (Annem'den)
Bataille’ın eserini bir muğlaklık uzun süredir hantallaştırmaktadır. Herkesin hemfikir olduğu üzere, Bataille’ın eseri en skandal yaratıcı eserlerden biri olduğundan, cinsel yasakların zayıflatılmasına katkıda bulunmuştur. Bataille’ın ölümünden kısa süre sonra ortaya çıkan (hatta daha önce başlamıştı bile) cinsel özgürlüğü alkışlayacağından kimse kuşku duymazdı. Hatta bunu, tüm gücüyle arzuladığı şeyin gerçekleşmesi olarak bile görebilirdi.
Aslında durum elbette böyle değildi. Bataille’ın erotizmi karadır, bahtsızdır, lanetlidir. Ne zaman ne de özgürlüklerin gelişimi buna deva olabilirdi. Esasen ve silinmez bir şekilde, bu erotizmden (cinsellik olarak değil, erotizm olarak) doğan şeye hiçbir şey çare bulamazdı, çünkü karanlık ve yaralayıcı göz kamaştırma niteliğini ölümden alıyordu. Bataille’ın bütün öyküleri, ölüme mahkûm oldukları için birbirlerini baştan çıkartan bedenlerin acımasız ve “kutsal” coşkusunu dile getirmektedir. Bunların hepsi, yüz kızartıcı entrikalarını -birbirlerinin üzerine atılmaları- sevmek için tek nedenin Tanrı’nın yokluğu olduğunu söylemektedir: Dolayısıyla ayrılıkları mutlaktır (Tanrı’nın var olmayan mutlaklığından geriye sadece bedenlerin ayrılığının mutlaklığı kalır).
Bataille, “cinsel faaliyetimiz sonunda bizi kaygılandırıcı ölüm imgesine perçinler...” dediğinde ya da tersine, aynı cümlede, “[...] ve ölümün bilgisi erotizmin uçurumunu derinleştirir,” dediğinde, ölümü ve erotizmi kaygı içindeki ikili ve tersine ilişkinin içine yerleştirir: ölüm erotizmi yüceltir, erotizm ölümü arzu edilir kılar.
Şurası kesindir ki, Bataille, arzu ve erotizmin her türlü dinsel, ahlaki ve toplumsal yozlaşmadan önce geldiğini ilk ileri süren kişi olarak, sağlığında, kendisinden otuz yaş daha genç kişilerin saçma küçümsemesine katlanmak zorunda kalır, örneğin 12 Şubat 1957’de verdiği, Ölümün Büyüleyiciliği adlı konferansta, erotizmin özgür ve mutlu olduğunu söylemesini konuşmacıdan bekleyenler, Bataille’ın, tersine, erotizmin esasen ve doğası gereği lanetli olduğunu, insanı ürpertecek denli lanetli olduğunu ciddi bir şekilde ileri sürdüğünü işitince, şaşkınlığa düştüler: Sevişmeyi (düşkünlüğe varana dek) parçalayan ve arzu edilen kılan bu lanettir; erotizm lanetli olduğu için daima dinin ve ahlakın dar sınırları içinde kapalı kalmıştı; bu sınırlar, insanın kendi ölüm korkusuna verme ihtiyacı duyduğu anlama sahiptir ve her zaman da sahip olacaktır ve bu nedenle, bu sınırları ortadan kaldırmaya çalışmak gereksiz ve imkânsızdır; bunları egemen biçimde -ama tek başına-ihlal etmekte özgür olmak isteyen kimse, bu lanetin ve bu korkunun karanlık, korkunç, cehennemi hazzını aramalıdır.
Bataille o dönemde yanlış anlaşılabileceğini hissetmiş olmalıydı (1957 yılında insanlar onu erotizmin teorisveni ve Sade okuru olarak tanıtmaya aceleci ya da hesapçı bir şekilde başlarlar); yeni erotizm teorisyenlerinin mutluluk verici yorumundan kaçınmak istedi: “öncelikle, cinsel yasağın bir önyargı olduğunu, ondan kurtulma zamanının geldiğini ileri süren bu bayağı savların ne ölçüde boşuna olduğunu göstermeye çalışıyorum.” Şiir Nefreti'nin yeni baskısı İmkânsız adıyla yapıldığında -1961— bunu daha ayrıntılı olarak tekrar söyleyecektir. Söylediği şeyin ise yaşlanmasıyla, hastalığıyla alakası yoktur, on beş yıl önce yayımlanan kitabı asla inkâr etmez. Bu kitabın sadece püritenleri değil, ahlakı reddedenleri de rahatsız edeceğini eğer o dönemde düşünebilseydi söyleyebileceği şeyi söylerdi (bütün yanlış anlamaların silinmesi için biraz uzun bir alıntı yapmak gerekir):
“Kitabın bu baskının ilk iki bölümüne damgasını vuran cinsel kargaşayı vurgularken kuşkusuz aynı ölçüde açık seçik davranıyorum. Bununla birlikte bu kargaşayı burada övecek değilim. Tersine. Bence cinsel kargaşa lanetlidir. Bu açıdan, görünüşe rağmen, bugün baskın çıktığı sanılan eğilime karşıyım. Cinsel yasakları yok saymanın çözüm olduğunu düşünenlerden değilim. Hatta insan potansiyelinin bu yasaklara dayandığını düşünüyorum: Bu yasaklar olmadan bu potansiyeli hayal edemeyiz [...]. Zaten bu kitabın yaşanamayacak bir cinsel özgürlük yönünde etkili olabileceğine inanmıyorum. Tersine: Soluk kesici cinsel delilik, bu kitaptan kaynaklanır.”
Korkunç olan ölümdür. Kargaşa, ölümün kargaşasıdır. Arzunun kargaşasını mümkün kılan şey de ölümdür. Bu kargaşayı alkışlamak, bunu yürekten arzulamak, daha kötüsü, bu kargaşanın bir çıkış olduğuna inanmak, budala ve (yine!) idealist kişilerin işidir. Sağlıklı bir ten yoktur, çünkü ayrılmış ve ölümlü olmayan ten yoktur. Bir başkasının teni üzerinde kendini parçalayan tenin düştüğü uçurum, sonunda kendi düşeceği uçurumla aynıdır: Çürüme, tenin bu düşüşünün ve ten içine bu düşüşün anlamıdır. Bu, Bataille'ın bu zamana dek pek az ifade ettiği bir şeyi, doğa karşısında hissettiği tiksintiyi belirtmesine yol açar. Bu tiksinti, uzun süre Toprak Ana’yla ilgilenmiş bîrinden gelince şaşırtabilir:
“[...] Sanki çürüme, sonunda, içinden çıktığımız ve tekrar içine gireceğimiz bu dünyayı özetliyor gibidir; öyle ki utanç -ve tiksinti- hem ölüme hem doğuma bağlanır." Kadının hayvanlığının tiksindirmesi gibi doğa da tiksindirir, güzelliğinin “dehşeti” “hem tahammül edilebilir hem de büyüleyicidir,” bu güzelliğin “müstehcenliği doğal hayvanlıktan başka bir şey değildir.” Bataille’ın bu itirafı, hiç yapmadığı kadar çıplak itiraflarındandır (Edwarda’nın ya da Ölü Adam'daki Marie’nin zımnen yaptığından elbette temelde farklı değildir: Sadece daha kaba görülür, çünkü bu iki öykünün ortaya koyduğu duygudan kurtulmuştur. Bir anlamda bu duygu onun anlamını farklılaştırır). Sanki ani bir kayıtsızlıkla kendisinden, onu ürküten ve büyüleyen şeyden -büyülenmeden çok korkudan- söz etmeye yönelmiş gibi söz etmekte ısrar ettiğinden çıplaktır; ten eziyet çeker ve ona eziyet eden ölümdür. Fakat en korkunç, kafa karıştırıcı şey eziyet değil, bundan haz almasıdır, tenin kendisini lanetleyen şeyden, çamurdan, acımasız kökenden zevk almasıdır ve bu onun acımasız sonudur:
“Varlıkta dehşet vardır: Bu dehşet, varlığın bütünlüğünün oluştuğu noktada varlığını keşfettiğim tiksindirici hayvanlıktır. Fakat hissettiğim dehşet beni geri püskürtmez, hissettiğim tiksinti midemi bulandırmaz [...} tersine, ona susamış olabilirim; kaçmak bir yana, bana yakından baskı yapan bu dehşetle, bana zevk veren bu tiksintiyle susuzluğumu kesin olarak giderebilirim. Bunun için, varlığın hoşgörülemeyecek sırrına dokunma duygumu keskinleştiren açık saçık kelimelerim var elimin altında. Çıplak sırrı haykırmak için bu kelimeleri dile getirebilirim; bu sırrı tek bilen olmadığıma emin olmak isterim: O anda -yokluğunda kendimi dışarda bulacağım- bütünlüğü kucakladığımdan kuşku duymam: Haz alırım.”
Sevişmedeki hayvanlığın ne kadar dehşet verici olduğunu, sanki, bu hayvanlığın ötesinde, bütünüyle doğa varmış gibi, sanki kesinlikle tekrar içine düşmek için tesadüfen içinden çıkmışız gibi, arzu edilen mide bulandırıcı bulaşıcılığını insanın hissetmesi gerekirmiş gibi (bundan kaçmaya gerek yoktur; tersine!), bu denli açık seçik ve sert hiçbir kitabında ifade etmez Bataille: Çünkü sevişme sadece hayvani balçığa düşüş değildir; bunu takip eden ölümün ve çürümenin öngörüsüdür.
Bu aynı zamanda Erotizm'in ilk cümlelerinin anlamıdır: "Erotizmin, yaşamın ölüme varana dek onaylanması olduğu söylenebilir.” Sevişmeye Evet demek gerekir, ona evet demek ve bağışlanamaz ahlaksızlığa varana dek onu aramak gerekir; öyle ki, yoğunluk bakımından en büyük kargaşaya denk olan ölüme düşüş en derin kargaşa olmalıdır ve aşkın keskin acısı ise ölümünkine denk olmalıdır. (Hak eden kadının fahişeye) erotik başkalaşım(ı) ne kadar büyükse, teninin gizlediği şeye, dehşetine ve ölümüne düşüş de o denli baş döndürücüdür:
“Kişi aniden çıldırır. Bu çılgınlık bizim aşina olduğumuz bir şeydir, fakat böyle bir şeyi tanımayan ve farklılığıyla etkileyen bir kadının sevişmesine gizlice tanık olan birinin şaşkınlığını kolayca hayal ederiz. Kadının köpekler gibi azmış, hasta olduğunu düşünür. Sanki kudurmuş bazı fahişeler saygın bir kadının kişiliğine el koymuş gibidir... Hastalık demek bile yetmez. Şu an için, kişilik ölüdür. Şu an için, kişiliğin ölümü, fahişeye bütün hareket serbestliğini verir ve o da sessizlikten, ölmüş kadının yokluğundan yararlanır. Fahişe bu sessizlikten ve bu yokluktan haz alır -gürültülü bir şekilde haz alır.”
* Bataille teni inkâr etmez. Onda aforoz yoktur. Dinin ve ahlakın yarattığı haliyle yasağı kabul edip savunsa da, kendisini bundan özgür ilan etmek için kabul eder: ihlal etmek için. Bataille gerçekten de erotik bakımdan çok özgür kalmıştır ve genelevler 13 Nisan 1946’da da, onların sunduğu hazların yerine yenilerini geçirmeyi bilmiştir: Grup seks. Bunu Jean Piel’e şakayla karışık şöyle açıklar: "Jean, şunu anlamalısın, iki kişi ya da daha kalabalık sevişmek arasındaki fark, bir küvette ıslanmak ile denizde yüzmek arasındaki farktır". Teni reddetmese de, tenin dehşet verici temsiliyle büyülenir; genç biriyken Remy de Gourmont’un Le Latin mystique kitabını başucu kitabı yaptığında da tenden büyülenmiş olduğunu hatırlarız.
* Bataille’ın 1924’ten beri kendisi için bir ahlaki öğüt haline getirdiği sav ölüme de bulaşır. Yaşama Evet diyen aynı hareketle ölüme de Evet demek gerekir.
*
Michel Surya
BATAİLLE