CİNSELLİK


Souvarine, Bataille’dan şu terimlerle söz edecektir:

Bataille’ın cinsel bir sapkın olduğunu biliyordum, ama bu beni ilgilendirmiyordu. Bu eğilimin 
‘zihnin kimyası’ ve konvansiyonel bile olsa, ahlak sağlığı bakımından rahatsız edici sonuçlara yol açabileceğini elbette gorüyordum, fakat hiçbir şey yapamadım. Ayrıca, ilgilenmem gereken ciddi şeyler vardı ve sonuç olarak, Bataille’ın libidinal takıntılarıyla, onun sado-mazoşist zırvalıklarıyla ilgilenemezdim.

Bataille pis olandan başka bir şeyi asla sevmedi; onun sefihliğinin anlamı buydu. Sadece pis olan şey onu korkutabildi ve sarhoş edebildi: “Ne kadar çok korkarsam, bir fahişenin bedenin bana utanç verici bir şekilde söylemesi gerekeni o kadar tanrısal bir biçimde öğreniyordum.” Ve pislik, bir kadının açık olması gereken şeydir. “Kıllı bölümleri”nin cehennemine açılmalıdır: “[...] oradaki hakikat ağzının hakikatinden daha az değildir.” Bu hakikat cehennemdir ve cehennem deliliktir. Her hakikatte deliliğin kendi tersini fark edebilmeyi bilmesi bu cehennemin kozudur. Aşk yükseltmemeli, alçaltmalıdır; hiçbir kadının asla gidebileceğini hayal etmediği kadar aşağı inmeyi öğrenmek gerekir; korkuyla ürpermek gerekir. Tanrı’nın yokluğunun mutlaklığına ve âşıklar üzerinde ağır gökyüzünün boşluğuna sadece bu çekince, bu titreme cevap verir: “Çıplak tırtıllar gibi cinsel organların birleşmesi (bu kellikler, şu pembe mağaralar, bu isyan uğultuları ve şu ölü gözler: bu kudurmuş uzun hıçkırıklar, göğün akıl sır ermez çatlağına sende cevap veren anlardır).” Sadece bu çatlak öfkelenme kadar büyüktür; bütün öfkeler ve bütün felaketler kadar. Dianus azizeye kendini hiddete ve utanca dizginsizce bırakmayı buyurur:

"(...) sen müstehcenliğin içine sınırsızca dahilsin" Çünkü koz, bu müstehcenliktir (başka deyişle, arzu), yoksa haz değil. Haz arayışı ödlekçedir; haz istemekte, yatışma isteğinde ödleklik vardır: “İkinci olarak bilmen gereken, şehvet arzusu dışında, hiçbir şehvet arzulanamaz" Kişi böyle var olmalıdır, tamamen gerilmiş, tamamen kasılmış bir halde: En ufak gevşeklik “hazzın yavanlığı”na ve “sıkıntı ”ya geri döner. İki varlığın birlikte yaşaması gereken şey, herhangi bir anda birbirlerini seçme nedenleri, birbirlerinin bütün olasılıklarının işin içine katılmasıdır: “Cinsel deniz kazası.” Gerçekten de batmak gerekir: Hiçliğin içine (“hiçlik: sınırlı varlığın ötesi”). Deniz kazası bütün sınırları aşar. Böyle bir deniz kazasında, böyle bir orjide artık tecrit olmuş varlık yoktur; bu, bir süreliğine, yerini “ölülerin dehşetli ilgisizliğine" bırakır. Bu dayanılmaz ve anlık yok oluşta keşfedilmesi gereken şey, varlığın imkânsız hakikati, onu sınırlanmalarından kurtarmayı vaat ediyor gözüken her şeye doğru yönelmiş olmanın, bundan ayrı olduğu oranda buna yönelmenin mahrem ve mide bulandırıcı anlamıdır. Erotizmin hakikati, orjinin hakikati, gizlenmenin hakikatleridir bunlar. “[...] nesnesini ondan sonsuzca gizleyen dünyaya bir tür meydan okuma.” Arzunun hakikati elbette kurtuluş değildir, ama ahlakidir. Ve Dianus uyarır: Bu ahlak ölümün ahlakıdır, “ezeli ölümün” ahlakıdır ve ancak “birkaç seçilmiş” buna erişebilir: “Seninle birlikte, bu seçilmişler insani şeylerin yitirildiği gecenin içine girecektir.” Fakat bu gece henüz en yüksek hakikatin olduğu zirve değildir: “Marazi kendinden geçişlerin ötesinde, ölümün gölgesine girerken, yine gülmelisin." 

Magritte, Madam Edwarda için çizim.


 Bataille, cinselliğin nasıl bir dehşet, nasıl bir hayvanlık içerdiğini bilen biri olarak davranır; hiçbir sosyal davranışın cinselliğe uyum sağlayamayacağını erkenden -hatta önceden- bilen biri gibi davranır; çünkü her ikisine de -hem cinselliğe, hem topluma- borçlu olunan şeyin ne olduğunu ve her birinin taleplerinin ne kadar bağdaşmaz olduğunu bilir; bunu gayet iyi bildiğinden açıkça ifade eder:


“Cinsel organın senin en karanlık, en kanlı yerindir. Çarşaf altına ve çalılığın içine büzülmüş, bir tür yarı varlık ya da yarı hayvandır, senin yüzey alışkanlıklarına yabancıdır. Onunla kendine dair gösterdiğin şey arasında aşırı bir uyumsuzluk mevcuttur. Gerçek şiddetin ne olursa olsun, başkalarına uygar ve cilalı yanlarını gösteriyorsun. Çatışmalardan kaçınarak ve her bir şeyi, hepsi uyum ve düzene girebilecek şekilde, kendi zavallı ortak ölçülerine indirgeyerek, her gün onlarla iletişime geçmeye çalışıyorsun.”


Bataille, öyle bir şeye -sınırsız özgürlüğe- gözünü dikmişti ki, herkesin itaat ettiği sınırlara uyuyor gözükmenin, bu sınırlar tarafından cezalandırmanın, bunu yitirme riskinden daha iyi olduğunu biliyordu. 1928’de durum böyle miydi, bunu elbette kesin olarak bilemeyiz; bununla birlikte durum yine de böyle olabilir. Yine de o dönemde Gözün öyküsü'nün ne kadar skandal yaratıcı olabileceğini tahmin edebiliriz. Onu yüksek sesle ve açıktan üstlenseydi ne kazanırdı? Yoksa Sade gibi yasaklanır mıydı (hiç kuşkusuz o kadar ağır olmazdı; fakat Sade’ın özgürlüğünün elinden alınmasının Bataille’ı risk almama konusunda olabilecek gerekçelere" ikna ettiğine kuşku yoktur)? Bataille’ın kaybetmediği şeyi başkaları kazanır mıydı? En azından şunu anlamak gerekir: Bataille asla herhangi bir erotik özgürleşmenin militanı olmadı. Bir toplumun rıza gösterdiği ve herkesin itaat ettiği herhangi bir sınırı yıkmayı asla düşünmedi (hatta görüleceği gibi, ne kadar paradoksal gelse de, zamanı geldiğinde bu sınırları savunacaktır). 1928 yılında Gözün öyküsü öyle skandal yaratıcıydı ki onu gizler. Gördüğümüz gibi, onu Lord Auch takma adıyla imzalar (bu ad da bir takma adın ender olarak olabileceği kadar provokatiftir). O dönemde bu kitabın yazarının kim olduğunu bilen pek az kişi vardı kuşkusuz. Dostlarının bildiği kesin. Ama ya Ulusal Kütüphanedeki meslektaşları? Ya, 1927’den beri makaleler verdiği çok ciddi sanat ve arkeoloji dergisi Arethuse’ün diğer yazarları? Ya, yetişkin olmayan genç kızlarıyla evlenmesine izin vermiş eşinin ailesi?

*
Michel Surya
BATAİLLE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder