SATYRİCON (Petronius & Fellini)


  En sevdiğim kitaplardan biri Nero’nun sarayındaki soylulardan biri olan Petronius Arbiter’in Satyricon'uydu. Bize sadece bölümler halinde ulaşabilmiş. Bazı öykülerin başı, bazılarının sonu yok. Bazılarının ne başı ne sonu var, sadece ortaları kalmış. Fakat eksik olan kısımlar beni daha çok heyecanlandırıyordu, çünkü bunlar düşgücümü harekete geçiriyordu.

      Bazen bizden sonraki kuşakların 4000 yılında, gizli bir mahzende 20. yüzyıldan kalma, kaybolduğu sanılan bir film bulduklarını hayal ediyorum. Arkeologlardan biri Satyricon’u izleyince, "Yazık," diye yakınır. "Başı da, sonu da, ortası da eksik. Tuhaf. Bu Fellini nasıl bir insandı acaba? Belki de deliydi."

      Bir film için Petronius’un Satyricon'u gibi bir kaynak seçerseniz bu, film gelecekten değil geçmişten de bahsetse bilimkurguya benzer. Bu dönem bize uzaktır ve bilinmeyen gelecekten daha az yabancı değildir.
                  
     İnsanın kendisini tümüyle tasarladıklarına bırakabildiği bir tarihi film çekmek harika. İçinde bulunduğumuz zamanın kurallarına bağlanmadan düşgücü zenginliğini araştırma olanağım vardı. Zamanımızda geçen bir olay atmosferi, mekanları, kostümleri, tavırları, yüzleri keyfimce değiştirmeme izin vermez. Olay akışı ve gerçeğe bağlılık beni sadece düşgücüme hizmet ettikleri sürece ilgilendirir. Fakat gerçeği, daha doğrusu gerçek yanılmasını her zaman oluşturmak gerekir, çünkü seyirci başka türlü ayin duyguyu paylaşamaz.

     Satyricon’da bize hayal edemeyeceğimiz kadar uzak olan bir zamanı gösteriyorum. Gerçi eski Roma tarihsel mirasımızın bir parçası, fakat orada yaşamın aslında nasıl olduğunu bilmemiz mümkün değil. Gençliğimde Satyricon'daki eksik bölümleri kendi öykülerimle tamamlardım. Hastanede yatarken tekrar Petronius’a döndüm. Tekdüze, moral bozucu ortamımdan kaçma olanağı veriyordu bana ve Satyricon üzerinde daha yoğun düşünmeye başladım. Kendimi, eski bir vazonun parçalarını birleştiren ve bu arada eksik parçaların nasıl görünmüş olabileceğini tahmin etmeye çalışan bir arkeolog gibi hissediyordum. Roma da dağılmaması için hep restore edilen ama gizlerini kendine saklayan eski bir vazo gibidir. Kentimin pek çok katmanı altında nelerin gizli olabileceği düşüncesi beni büyülemiştir.








Satyricon setinden

     Petronius, döneminin insanları üzerine bizim kolayca anlayabileceğimiz bir tarzda yazıyor ve bu mozaikteki eksik parçaları tamamlamak benim için çok çekici. Onları düşgücümün yardımıyla doldurabileceğim ve böylelikle hikayeye katılabileceğim için en çok eksik parçalar ilgimi çekiyordu. Hikayenin içinde yaşıyordum. Sanki bir Marslının yardımıyla Mars’ı gözümün önünde canlandırıyor gibiydim. Her zaman bir bilimkurgu filmi yapmayı istedim ve bu isteğim kısmen Satyricon'la gerçekleşti. Ardından, gerçekten bir bilimkurgu filmi yapma konusunda daha büyük istek duydum.
     
Hemen hemen eksiksiz bir biçimde bize ulaşan Trimalchio’nun Ziyafetinde orijinale daha sadık kalmak zorunda olacaktım. Tüm dünyada uzmanlar, Fellini’yi Petronius’la karşılaştıracaklardı. Kuru bir üslupla çalışmaktansa insanın kendini düşgücüne bırakması bazen eleştirmenlerin gözünde daha lanetlenesi bir durumdur. Ama her şeyden önce benim hoşuma gittiği ölçüde çalıştığım ve düşlerimi başkalarıyla paylaşmak istediğim için çalışırken eleştirmenleri mümkün olduğunca dikkate almamayı denerim.
   
Satyricon’daki pek çok durum zamanımız için de geçerlidir. Çöken bina agenzia matrimoniale'deki çöküşü anımsatır; ve baş karakterler de  I vitellon'dekilere o kadar da benzemez değildir: gençliklerini sonsuza değin sürdürmek isteyen ve aileleri buna izin vermeye hazır ve yetki sahibi olan genç adamlar. Yetişkin olup sorumluluk üstlenmek istemezler.

   Bazen aileler de çocuklarını yitirmek istemez ve bu nedenle çoktan büyümüş olsalar da onlara bakmayı yeğlerler. Ayrıca yetişkin çocuklar insanın kendisinin yaşlandığı anlamına gelir.

   Film aynı zamanda, bir yargıda bulunmaksızın eşcinsellikten de bahsettiği için bazı gazeteciler bundan kendilerince baştan çıkarıcı bir sonuç çıkararak benim de eşcinsel ya da en azından biseksüel olmam gerektiğini varsaydılar. Aynı şekilde La dolce vita da benim bir jet sosyete yaşamı sürdüğüm varsayımına yol açmıştı. O zamanlar beni tanıyan herkes ünlüler ve zenginler dünyasına hiçbir zaman girmediğimi ve Via Veneto’nun ziyaretçilerinden olmadığımı bilir. Ara sıra "Doney"de bir kahve içmem hiç de bazılarının bana yakıştırdığı gibi ahlaki bütünlüğümü sattığım anlamına gelmez. Bazen sadece gözlemlemek için oraya giderim, çünkü fantezinin de gerçek yaşama dayanmaya ihtiyacı var.
 


Satryricon’un geçtiği dönem hayal edilir gibi değil. Ameliyatlar anestezisiz yapılıyor ve ne pensilin ne de antibiyotik var. En uzun yaşama beklentisi yirmi yedi yaş civarı. Bugün ayın yaştayken yaşamın daha yeni başladığı duygusunu taşıyoruz. Bugün gençlik kabul edilen dönem o zamanın yaşlılığı. Tıbbın neredeyse hiç gelişmemiş olması kadar batıl inançlar da belirleyici. Trimalchio’nun ziyafetten sonra geğirmesi ciddi ciddi bir işaret olarak algılanıyor. Biz bugünkü havadar tepelerimizden o döneme bakabiliriz ama belki bugün de hâlâ bizim geğirmelerimizi yorumlayacak insanlar vardır.
   
Trimalchio’nun cenaze töreni için yapılan grotesk prova da bugün için düşünülmeyecek şey değil.

    Hep günümüz filmlerinde cinselliğe fazla rahat yaklaşıldığı söyleniyor. Ama Aristofanes’in İ.O. beşinci yüzyıldaki oyunlarına bir bakın. Oyuncuların kostümlerinin bir bölümü ayaklarına kadar uzanan ve yerde sürünen penis taklitleri. Bu ta Romalıların dönemine kadar alışılmış bir şey. Pek çok insanın şoke olacağını ve annemin yine Rimini’deki arkadaşları karşısında utanacağını bilsem de bunları Satyricon’da kullanmak bana çok komik geldi. Fakat görünüşe bakılırsa kimsenin pek dikkatini çekmediler.

    Satyricon'da kölelerini azat ettikten sonra karısıyla birlikte intihar eden Petronius’un kendisini de gösteriyorum. Karısını, Antonioni’nin eski filmlerinin güzel yıldızı Lucia Bose oynadı. O filmleri gördüğümde pek çok erkek gibi ben de ona fena halde tutulmuştum. Bose, İspanyol boğa güreşçisi Dominguin’in peşine takılıp İtalya’dan ayrıldı. Büyük hata, çünkü bu kariyerinin sonu oldu, üstelik birkaç yıl sonra da matodorundan ayrıldı.

    Güzel dulun yer aldığı episodu aslında filmden çıkartmak istemiştim. Kocasının ölümüyle öylesine perişan olmuştur ki, ölmek ve kocasının peşinden gitmek ister. Ancak sonra genç bir Romalı askerin kocasının tabutu başında kendisini avutmasına ve baştan çıkarmasına izin verir. Kocası için değil, kendisi için üzülmüş olduğunu kavrar insan. Yeni sevgilisinin yaşamını kurtarmak uğruna kocasının ölüsünü değiş tokuşa sunduğunda aşırı romantik kadın, aşırı bir faydacıya dönüşür. Bu çok doğaldır çünkü ekstrem bir insan her bakımdan ekstremdir.
    

Eski fresklerden de esinlendim. Filmin sonunda, henüz az önce canlı olan bütün bu insanlar kırılmaya yüz tutmuş bir freskin üzerindeki figürlere dönüşür yeniden.

Bir film çekmek aya gitmekle karşılaştırılabilir. İşi rastlantıya bırakamazsınız. Benim doğaçlama yöntemim gözlerimi ve kulaklarımı açık tutmak ve umulmadık biçimde karşıma çıkan hiçbir şeyden kaçınmamaktan ibarettir. Film, amaçsızca dolaşmak değil, titizlikle planlanmış bir yolculuktur.

*
Fellini

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder