"Balıkçı dediğin içinden konuşan adamdır, diyeceğim ama yanlış olur. Balıkçı kendi kendisine bile geveze değildir. Balıkçının gevezesine hiç rastlamadım. İnsan geveze ise balıkçı değildir. Balıkçı ise geveze değildir. ... Balık sükûndan hoşlanır. Kendisi gibi ağzı var dili yok insandan haz eder."
(Ermeni Balıkçı ile Topal Martı)
Babam geldiğinden beri, bir hafta olacak, aralıksız her gün kalamara çıktık. Hava kararmaya yakın gidiyor, gece yarısı dönüyorduk. Ada kenarlarında, elli yüz metre açıklarında, bazen akarak, bazen de çapa atarak avlanıyorduk. Bir de zevkli oluyor ki tutması bu mereti, alışınca sen diyorsun gidelim diye, hava da güzel, iki tek rakı atarız, biraz da deniz ortasında balık tutarken hulyalara dalarız. Böyle demiyoruz tabi, babamla ne hulyası kuracağım, sus da diyorum bazen şu adayı dinleyelim, bak gün batmaya yakın dönüyor martılar, ada yamacına yuvalanmış hepsi, benek benek, çığlık çığlık ötüşüyorlar, dinle, ne güzel deniz, meltem, biz! Babam ne anlar, martı dinlemek istiyorsan buraya kadar gelmene gerek yok, git Ayvalık çöplüğü var orda dinle diyor.
Kapkara bir karanlık çöküyor denize geceleri, uzakta Ayvalık'ın ışıkları, daha uzakta Midilli, kalamara çıkmış birkaç teknenin pancar motorunun gürültüsü yarıyor karanlığı ortasından. Tekne sallanıyor, rakı midemizde yolunu buluyor, biraz kavun, biraz peynir var, başlarımız ve midelerimiz, ayaklarımız ve kollarımız var sonra. Canı yazmak istemediğinde balığa çıkan adam düşüyor aklıma ikide bir, onu düşünüyor, ona içiyorum.
Dibe zoka dedikleri sahte balık atıyor, bir elimizde misinayı birkaç saniyede bir sertçe yukarı doğru çekiyoruz, poşet gibi takılıyor şaşkın, bazen de aynı familyadan başka bir deniz canlısı sübye geliyor zokaya, kaplumbağaya benziyor bu, kalamar gibi değil, sevimli mahluk, ama para etmiyor, babam küfrediyor görünce, ben üzülüyorum, gizlice teknenin bordasında can verişini izliyorum.
Babamın emeklilik uğraşısı bu tekne, milllet iki elinde olta harıl harıl çalışırken bizim bir elimizde rakı bir elimizde sigara, oltalar suda, açmışız Ahmet Kaya'dan bir parça (babamla ne dinleyeceğim), dalıyoruz zokalar kadar derinlere. Hele bugünkü gibi elimiz de boş dönüyorsak, küstürdüysek denizi, içmeye veriyoruz kendimizi. Rakı şişesinde kalamar oluyoruz, sohbet koyulaşıyor, anılar yüze çıkıyor, birbirimizi hiç sevmediğimiz kadar çok seviyoruz.
Saat on ikiye yaklaşınca bazen ben diyorum dönelim diye, bazen, kalalım diyorum, deniz güzel, rüzgar kesti, tek tük alırız belki, eve gidip de ne yapacağız. Sahi, eve gidip de ne yapacağız, bırak beni denizin ortasında, yanaştır tekneyi limana kendi başına, bağla iplerini, bin arabana, git eve, benim gücüm kalmadı yaşamaya, yalnız dön bugün.
İkimiz de yorgun oluyoruz eve döndüğümüzde, çapa çekmekten kollarım uyuşuyor benim, üstüm başım mürekkep lekesi, parmak uçlarım balık kokuyor. Yatağa atıyorum kendimi ama içimde bir deniz salınıyor, ortasında tekne, içinde biz, uyuyor, sabaha kadar ancak buluyorum karayı.
(7.6.2020)