albert camus sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster
albert camus sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster

Deniz, Tanrısallık

Deniz, Tanrısallık.

Dünyanın yaratılışında, yağmurlar yüzyıllar boyunca kesintisiz
bir biçimde yağar.

Yaşam denizde doğmuştur ve yaşamın ilk hücreden ilk deniz varlığına ulaştığı eski zamanlar boyunca, hayvansal ve bitkisel yaşamın bulunmadığı anakara, büyük bulutların hızla geçen
gölgelerinden ve okyanus haznesindeki suların yarışından başka hiçbir hareketin olmadığı çok büyük bir sessizliğin ortasında yağmurun ve rüzgarın gürültüsüyle dolu bir taş ülkesinden başka
bir şey değildi.

Milyarlarca yıl sonra ilk canlı varlık denizden çıktı ve anakaraya ayak bastı. Bir akrebe benziyordu. Bu, üç yüz elli milyon yıl önceydi. Uçan balıklar, yumurtalarını hu derin çukurlarda gizlemek
için deniz altındaki oyuklarda yuvalanırlar.


Sargasses denizinde, iki milyon yosun. Büyük kırmızı deniz anası, ilkin bir yüksük kadarken, ilkbaharda bir şemsiye kadar genişliyor. Uzun dokunaçlarını sürükleyerek ve onunla birlikte yer değiştiren yavru morina balığı gruplarını şemsiyesi altında koruyarak düzenli devinimlerle yol
alıyor.

Görünmez bir sınırı geçerek kendi yaşam alanından daha yukarıya çıkan balık, patlar ve suyun yüzeyine düşer.

Derindeki mürekkep balıkları, yüzeyde yaşayanların tersine ışıklı bir mürekkep yayıyorlar. lşığın içinde saklanıyorlar.

Anakara, denizin üstündeki ince bir tabakadan başka bir şey
değildir. Bir gün okyanus egemen olacak.

*
Albert Camus
Defterler

Ada / Albert Camus

Çöl kalmadı artık. Ada kalmadı. Oysa gereksinimini duyuyoruz. Dünyayı anlamak için bazı bazı ona sırtımızı dönmemiz gerekir; insanlara daha iyi yardım edebilmek için bir an onları kendimizden uzak tutmamız gerekir. Ama güç kazanmamız için zorunlu yalnızlığı, usun toparlandığı ve gözüpekliğin ölçüsünün alındığı uzun soluğu nerede bulmalı? Büyük kentler kaldı. Ancak, bunun için de birtakım koşullar gerekiyor.


Avrupa’nın önümüze serdiği kentler geçmişin uğultularıyla fazla dolu. Deneyimli bir kulak, kanat sesleri seçebilir buralarda, ruhların çırpınışını seçebilir. Yüzyılların, devrimlerin, görkemin baş dönmesini duyar insan. Batı’nın çığlıklar içinde kurulduğunu anımsar. Bu da aradığı sessizliği sağlamaz ona...

Albert Camus

Yunanistan Seyahati I / Albert Camus

 Yunanistan'da yirmi gün süren gezi , yola çıkmadan önce bu
günleri şimdi Atina'dan seyrediyorum ve bu günler bana yaşamımın
bağrında saklayabileceğim bir tek ve upuzun bir ışık kaynağı
gibi görünüyor. Benim için Yunanistan, yollar boyunca
uzanmış, bir ışık denizinin üstünde ve saydam bir gökyüzünün
altında durmaksızın çoğalan sakat tanrılar ve kırmızı çiçeklerle
kaplı ışıl ışıl uzun bir günden başka bir şey değil. Bu ışığı tutmalı
 geri gelmeli, artık günlerin karanlığına teslim olmamalı . .



21 Nisan.

Paris'ten hareket. Üzgünüm, X. içimdeki tüm sevinci yok etti.
Alp dağları. Ve denizin üstünde yavaşça, teker teker bizimle
tanışan adalar: Korsika, Elbe açıklarındaki Sardunya ve Calabria.
Alacakaranlıkta neredeyse görünmez olmuş Sefalonya ve lthaki.
Ardından, Yunanistan kıyıları, ama gece, Peloponez'in kuvvetli
eli, kardelenlerle kaplı, uzaktan uzağa karlı doruklarla ışıldayan,
karanlık ve gizemli bir kara haline geliyor. Gökyüzünde hala
parlayan birkaç yıldız ve bir hilal. Atina.


Uyanınca, rüzgar, bulutlar ve güneş. Biraz alışveriş. 

Akropol. Rüzgar tüm bulutları dağıttı ve gökyüzünden bembeyaz
ve çiğ bir ışık döküldü. Sabahleyin, yıllardır buradaymışım gibi
tuhaf bir duygu, sanki evimdeyim, dil farklılığı bile rahatsız
etmiyor. Akropol'e çıkarken, hiçbir heyecana kapılmadan
"komşuya" gidiyormuşum gibi hissettiğimde, bu tuhaf duygu artıyor.

Yukarısı başka bir dünya. Rüzgarın iliklerine kadar temizlediği
tapınakların ve yerdeki taşların üstüne sabah on bir ışığı dolu dolu düşüyor,
 çarpıyor, binlerce beyaz ve ateşli kılıca bölünüyor
Işık gözleri yakıyor, gözler yaşarıyor, acı veren bir hızla bedene
giriyor. bedeni mahvediyor, tamamen bedensel bir tür tecavüzle
bedeni yakıyor, aynı zamanda da bedeni temizliyor.

Alışkanlığın yardımıyla gözler yavaş yavaş açılıyor ve mekanın
çılgın güzelliĞi (evet, beni burada çarpan bu klasisizmin olağanüstü
küstahlığı), ışığın temizliğinden geçmiş, arı bir varlıĞa
kabul ediliyor.

Biri tek başına bir taşın üstünde biten, daha önce hiç görmediğim
kadar koyu kırmızı gelincikler, (. .. ) ler, ' ebegümeçleri ve
harika manzaralarla sınırlanmış, denize kadar uzanan alan. Ve
Erekhtenion'un üstündeki, ikinci karyatidin yüzü, üçüncünün
bükülmüş bacağı. . .

Burada insan, o zaman mükemmelliğe erişilmiş olduğu ve o
zamandan beri dünyanın çöküşe geçtiği fikrine karşı savunmaya
geçiyor. Ama bu düşünce sonunda yüreği parçalıyor. Bu düşünceye
karşı yeniden ve sürekli olarak kendini savunmak gerek.
Biz yaşamak istiyoruz ve bu düşünceye inanmak, ölmek anlamına
geliyor.

öğleden sonra, mor renkli Hymettos. Pentele.
1 9'da. Konferans. Eski mahalledeki bir tavernada akşam yemegi.


28

Sabah. Marguerite Liberaki ile . Daphni . Ama kesinlikle Bizans.
Yer büyüleyici. Çok hayal gücü gerektiren Eleusis. Ama,
Eleusisten önceki ve sonraki kırlar çok güzel. Tapınakta, ana sunağa
bağlanan iki yol var ve ikinci yol yabancıların bakışlarından
gizlenmek için başka bir yöne gidiyor.

Eleusis hakkında bildiklerimin büyük önemi. Geliştirilecek.
Müzede harika parçalar var

Büyükelçilikle öğle yemeği. Tiempo perdido.

Öğleden sonra. Agora Theseion, Areopagos; Agora'nın küçük
müzesinde, Herakleion, Athena, Herakles heykelleri. Üstünü
kaplayan çiçek açmış hanımellerinin altında Herakles boğum
boğum ve kaskatı. Sonra Musalar Tepesi'ne çıkıyorum . Ufukta
yükselmemiş güneş, henüz onu bulutsuz gökyüzünde tam olarak
resmeden kızıllığına kavuşmamış. Güçsüz, zayıf, biçimini yitirmiş.
Kopuk çemberinden akışkan bir bal dağılıp, tüm gökyüzüne
yayılıyor, tepeleri ve Akropol'ü altın rengine buluyor ve
denize uzanan, ufkun dört bir yanına saçılmış kenti, tüm parçalarına
dek, pek hoş ve eşsiz bir pırıltıyla kaplıyor.

Tartışmalı konferansım için tam zamanında kente iniyorum.
1İki saat sonra konferanstan yorgun çıkıyorum ve bir sürü soruyu
yanıtlıyorum. Pire'de Marguerite Liberaki ile akşam yemeği.
Ani yaşam belirtileri ve gülmeleriyle, karanlık, tuhaf biri.

29.

Yunanistan Seyahati II / Albert Camus

9 Haziran 1958.

Yeniden Yunanistan'a gidiş.


10 Haziran.


Akropol. İlk defaya nazaran daha az bir duygulanma. Yalnız
değildim ve aklım fikrim bana eşlik eden kişideydi. Ve sonra beni
rahatsız eden O. ile karşılaşma. Akropol yalan söylenebilecek
bir yer değil. Rodos'a iki saat uçuş. Arkamızda beliren denizin
üstünde adalar, kayalıklar Anakaradan püskürtülmüşler Rodos'la,
rüzgarın dalga dalga mavi denize doğru eğdigi kısa başaklardan
oluşmuş buğday tarlasının ortasına iniyoruz. Şatafatlı
ve çiçekli ada. Frank mimarisinin ortasında gece gezmesi . Bana,
papazlığı bırakmadan Kilise'den ayrılma niyetini açıklayan R.P
Brückberger'le karşılaşma. Ona karşı sevgim hep canlı. Michel
G. ve Prassinos'larla tekne.


l l Haziran.


Sabah erken tekneden tek başıma ayrılıyorum ve tek başıma
tekneden yirmi dakika uzaklıktaki Rodos kumsallarına gidiyorum.
Su dupduru, ılık. Güneş günlük seyrinin başlangıcında,
yakmadan ısıtıyor. Beni, yirmi yıl önce birkaç metre ilerdeki denizin
sabah uyuşukluğu içindeki suyuna dalmak için çadırdan
uykulu uykulu çıktığım Madrague sabahlarına götüren tadına
doyulmaz anlar. Heyhat, artık yüzemiyorum. Ya da daha doğrusu
o zaman yaptığım gibi soluk alıp veremiyorum . Buna rağmen
mutlu olduğum kumsalı istemeye istemeye terk ediyorum.
Saat onda, adanın kuzey bumrnunu aşmak ve Lindos'a varmak
için Rodos'tan ayrılıyoruz.



Saat 12.30. Lindos.

Kapalı sayılabilecek doğal küçük liman. Harika koy. Dupduru
sularda bir çıpa kaybediyoruz. Koy, öncelikle köyün beyaz
evlerinin, sonra ortasında Dor sütunları görünen Ortaçağ surlarıyla
güçlendirilmiş Akropol'ün egemenliğinde. Filikayla kıyıya
varıyoruz. Deniz banyosu. Akşam üstü Akropol'e çıkıyoruz. Kocaman
bir gökyüzüyle dolu çok geniş bir alana ulaşan geniş ve
dik merdivenin tepesinde, limanın demir attığımız yanından
öteki yanındaki Aziz Paulus'un karaya çıktığı yer olan baş döndürücü
bir uçurumla dimdik inen kapalı bir koya kadar her yer
görülüyor. Kırlangıçlar bu alanın üstünde, ışıktan sarhoş, gökyüzünden
yere doğru düşey biçimde dalıp, keskin çığlıklar atıp
yükselerek dönüyorlar. Gün, sütunların, iki koyun , ufka doğru
çoğalan burunların ve karşımızdaki engin denizin üstünde son
buluyor. Bu kadar büyük bir güzelliğe ulaşma, onu dile getirmedeki
yetersizlik duygusu. Ama aynı zamanda, dünyanın kusursuz
varlığı karşısında duyulan minnet. Kente dönerken, küçük
eşekler, gecenin içindeki kayıklar. .. Gece, eşeklerin anırmaları.


12 Haziran.

Altıda, sevdiğim koyu son bir kez görmek için güverteye çıkıyorum.
Teknede kaptan dışında herkes uyuyor. Uçarı sabahta
Lindos'un kokusu , köpük kokusu, sıcağın, eşeklerin ve otların,
hayvan pisliğinin kokusu . . .


8.30 Rodos.


Yeni doğmuş kelebcklerle dolu bir boğazı geçmek için gezinti.
Kelebekler otlara, ağaçlara, mağaralara gizlenmişler biz yürüdükçe
sessiz ve kıpır kıpır bulutlar halinde önümüze çıkıyorlar.
Bunaltan sıcak. Dönüş. On beşte Türk limanı Marmaris'e hareket.
On yedide varış. Ortasında demir attığımız koy güzel, ama
iç karartıcı. Uzaktaki kasaba yoksul görünüyor Ve tüm ahalinin
yavaş yavaş iskeleye toplandığını görüyoruz. Tekneye Türk polisleri
ve gümrük memurları geliyor. Gerekli işlemleri yerine getirmek
için bitip tükenmeyen boş konuşmalar. Sonra, bizi izleyen
bir yoksul çocuk kalabalığıyla çevrelendiğimiz karaya çıkış.
Yoksulluk, sokaklardaki ve evlerdeki bakımsızlık yüreğimizi o
kadar daraltıyor ki, hiç beklemeden tekneye dönüyoruz. Akşam
yemeğinden Sonra memurlar yine geliyor. Yeniden bitip tükenmek
bilmeyen boş konuşmalar (hiçbir Batı dili konuşmuyorlar).
Pasaportları alıyorlar, vs. Pasaportları sabah altıda alacağız. Kaptan
karşı çıkıyor. . . vs. Aslında pasaportlar ertesi sabah gerek.

13 Haziran.

Saat yedide hareket. On birde Simi adasındayız. Hayranlık
uyandıran Yunan temizliği. En yoksul evler tertemiz kireçlenmiş,
süslenmiş, vs. Türklerin bu halkı o kadar uzun bir süre egemenliği
altına alması inanılmaz ve isyan ettirici bir şey. Deniz
banyosu. Ama klostrofobi şiddetleniyor. Geri kalan her şey harika.
Saat on beşte Kos'a gitmek üzere yola çıkıyoruz.

Kos. Yaşamın kolay olduğu küçük liman Müzik. Radyo hoparlerinden
çok iyi tanıdığım bir ses tonuyla Kıbrıs olayları
haykırılıyor. Pembe ışıkların altında akşam yemeği yiyoruz.



Bağımlı Edebiyat Üzerine Notlar / Albert Camus




Bağımlı (angaje) insanları bağımlı (angaje) edebiyattan daha çok seviyorum. Yaşamında cesur ve yapıtlarında yetenekli olmak, pek de fena sayılmaz. Üstelik yazar istediği zaman bağımlı olur. Onun değeri, eylemidir. Ve, eğer bu bir kural, bir meslek ya da bir korku haline gelirse, değer nerede kalacak. Bugün, ilkbahar üzerine bir şiir yazmak kapitalizme hizmet etmek gibi görünüyor. Şair değilim , ama, eğer güzelse, böyle bir çalışma art düşünceye kapılmaksızın beni hoşnut edebilir. İnsana ya bütünüyle hizmet edilir ya da hiç edilmez. Ve eğer insanın ekmeğe ve adalete gereksinimi varsa, ve eğer bu gereksinimi doyurmak gerektiği için bunu yapmak gerekliyse, insanın yüreğinin
ekmegi olan arı güzellige de gereksinimi vardır. Gerisi, ciddiye alınmamalı. Evet, onlardan yapıtlarında daha az, ama yaşamlarında biraz daha fazla bağımlı olmalarını dileyeceğim.


Çağdaş düşünürlerde ortaya çıkan en ciddi sorun: Konformizm.

Sartre ya da evrensel uyuma özlem.


Bağımlı (angaje) edebiyata karşı. İnsan, yalnızca toplumsal bir varlık değildir. En azından ölümü kendine aittir. Biz, başkalarıyla yaşamak için yaratıldık Ama, yalnız ölünür.


Sainte-Beuve: "Düşünüleni söylemek için bir dakika bile ayrılsa,
toplumun çökebileceğine inandım her zaman."


Özgürlük, bireysel tutkuların sonuncusudur. Bu nedenle bugün özgürlük ahlaka aykırıdır. Özgürlük toplumda ve açıkça söylemek gerekirse, kendi içinde ahlaka aykırıdır.



Başkaldırı.
 Başlangıç: 

"Gerçekten ciddi tek ahlak sorunu cinayettir.
Geriye kalan sonra gelir. Ama, karşımdaki birini öldürüp
öldüremeyeceğimi, ya da onun öldürülmesine razı olup olamayacağımı
bilmek, öldürüp öldüremeyeceğimi bilmeden önce
hiçbir şey bilmediğimi bilmek, işte öğrenilmesi gereken budur."


*
Defterler'den


Yoksulların Belleği / Albert Camus


Yoksulların belleği zenginlerinki kadar dolu değildir, yaşadıkları yeri ender olarak bıraktıklarına göre, uzamda bellik noktaları daha azdır, tek biçimli ve kül rengi bir yaşam süresinde de daha az bellik noktası bulunur. Hiç kuşkusuz, gönül belleği de vardır, onun daha güvenilir olduğu söylenir, ama zorluk ve emek yüreği yıpratır, yorgunlukların ağırlığı altında insan daha çabuk unutur. Yitik zamanı ancak zenginler yeniden bulur. Yoksullar için, ölümün yolunun belirsiz izlerini belirtir yalnızca. Hem sonra, katlanabilmek için fazla iyi anımsamamak gerekir, günlerin hemen yakınında bulunmak gerekir.

(İlk Adam'dan)


Günlük Tutmak / Albert Camus

Şubat 50. Belleğim gitgide zayıflıyor. Bir günlük tutma kararı vermek
zorundayım. Delacroix haklı: Not edilmeyen günler, sanki yaşanmamış
günlerdir. Belki nisanda, yeniden özgürlüğüme kavuştuğumda.



2 Ağustos.

Kendimi bu günlüğü yazmaya zorluyorum. Ama isteksizliğim capcanlı duruyor. Neden hiçbir zaman günlük tutmadığımı şimdi anlıyorum: Bana göre yaşam gizlidir. Yaşam, başkalarından gizlenmelidir, yaşam gizli tutulmalıdır, yaşamı sözcüklerle ortaya sermemeliyim. Bana göre yaşam, gizli tutulduğu, dile getirilmediği zaman zengindir. Şu sırada günlük tutmak için kendimi zorlamamın nedeni, belleğimin zayıflığı karşısında duyduğum korku. Ama bunu sürdürebileceğimden emin değilim. Zaten günlük tutsam bile birçok şeyi not etmeyi unutuyorum. Ve düşündüğüm şey hakkında hiçbir şey söylemiyorum.



*


Cinsel Yaşam / Albert Camus


Cinsel yaşam insana belki de onu doğru yoldan saptırmak için sunulmuştur. Cinsel yaşam insanın afyonudur. Cinsel yaşam her şeyi uyuşturur. Onun dışında, her şey yeniden canlanır.

Cinsellikle hiçbir yere varılmaz. Cinsellik ahlaksızlık değil ama verimsizliktir. İnsan üretmek istemediği bir süreçte kendini cinselliğe bırakabilir. Ama yalnız iffet kişisel bir gelişime bağlıdır.


Ölçüsüz cinsellik, dünyanın anlamsız olduğu düşüncesine yöneltir. iffet, tam tersine ona (dünyaya) bir anlam katar.


İnsanı hayvandan ayıran en önemli şey, hayal gücüdür. Bu
nedenle cinselliğimiz tamamen doğal, yani kör olamaz.


Sade' ile sistematik erotizm, saçma düşüncenin yönlerinden
birine dönüşür.

*
Defterler

Yoksul Çocukluk / Albert Camus

Yoksul çocukluk. Büyük gelen yağmurluk -- ögle uykusu. ördek Vinga -- teyze evindeki pazar günleri. Kitaplar -- belediye kütüphanesi. Noel gecesi dönüş ve lokantanın önündeki ceset.Mahzendeki oyunlar Qeanne, Joseph ve Max). jeanne bütün dügmeleri topluyor, "böyle zengin olunur" Erkek kardeşin kemanı ve şarkı toplantıları - Galoufa.


Çalışan yoksul bir adam için pazar gününün ne demek olduğunu bilirim. Özellikle de pazar akşamının ne demek olduğunu bilirim ve bildiğime bir anlam ve bir biçim verebilseydim, yoksul bir pazar gününden bir insanlık yapıtı yaratabilirdim.

Yoksul çocukluk. Amcamın evine gittiğim zaman, temel fark şuydu: Bizim evimizde nesnelerin adı yoktu: Çukur tabaklar, şöminenin üstündeki çanak, vs. , denirdi. Onların evinde: Voges çanagı, Quimper yemek takımı , vs. -




*

Defterler

Gelecek / Albert Camus

Camus Bel - Abbes lisesine öğretmen olarak atanır:


1937, Bel Abbes
"Şu son günlere kadar, hayatta bir şeyler yapmak gerektiği, hele insan yoksulsa, geçimini sağlaması, bir mevki elde etmesi, bir yer edinmesi gerektiği düşüncesiyle yaşadım. Hala bir ön yargı olduğunu söylemeye cesaret edemediğim bu düşüncenin bende kök saldığına inanmak gerekir, çünkü bu konuyla alay etmeme ve kesin sözler sarf etmeme rağmen böyle düşünüyordum. Ama şimdi, Bel-Abbes'e atanınca, düşüncelerimle özdeşleşen bu kesin atama karşısında, her şey birdenbire tersine döndü. Gerçek yaşamdaki şanslarımı göz önüne alarak, güvenliğimi hiçe sayıp bu görevi kabul etmedim. Bu tatsız ve köreltici varoluş karşısında geri çekildim. İlk günleri atlatabilseydim kesinlikle
uyum gösterebilirdim. Ama, tehlike o noktadaydı. Korktum, yalnızlıktan ve kesinlikten korktum. Şu yaşamı reddetmekten, kendimi 'gelecek' diye adlandırılan her şeye hapsetmekten, yine belirsizlik ve yoksulluk içinde kalmaktan korktum, bugün bunun bir güç mü bir zayıflık mı olduğunu söyleyemeyeceğim, ama en azından, çatışma varsa, buna değer bir şeyler olacağını biliyorum. En azından değerlendirilecek bir şeyler . . . Hayır Kaçınmama neden olan, kendimi yerleşik hissetmemden ziyade kendimi çirkin bir şeylerin içinde yerleşik hissetmemdir.

Şimdi, başkalarının 'ciddi' olarak adlandırdıkları şeyi başarabilecek miyim? Ben bir tembel miyim? Tembel olduğumu sanmıyorum ve bunu kendime kanıtladım. Ama, insan hoşuna gitmediği için sıkıntı veren şeyi reddetme hakkına sahip midir? Aylaklığın, yalnızca yeterli güce sahip olmayanları darmadağın edeceğini düşünüyorum. Bu güçten yoksun olsaydım, bana yalnızca tek bir çözüm yolu kalabilirdi.


Mutlu Ölüm / Albert Camus

Roman: Yaşamak için zengin olmak gerektiğini anlayan adam, kendini tamamen para kazanmaya verir, bunu başarır, yaşar ve mutlu ölür. 


Ter içinde uyandı, her şeyden kopmuş, bir süre evde aylak aylak gezindi. Sonra bir sigara yaktı ve oturdu, kafası bomboş, buruşmuş pantolonundaki kırışıklara baktı. Ağzında, uykunun ve sigaranın tüm acılığı vardı. Pörsük ve gevşek günü, onun çevresinde, vazonun içindeki su gibi çalkalanıyordu. 

*
Mutlu Ölüm romanı için alınmış
notlar.

İlk Adam / Albert Camus


(...) Jacques Cormery, gözleri gökte bulutların ağır yolculuğuna dikili, ıslak çiçeklerin kokusu ardında şu sırada uzak ve kımıltısız denizden gelen tuzlu kokuyu yakalamaya çalışıyordu, bir mezarın mermerine çarpan bir kovanın çınlaması onu birden düşleminden sıyırdı. Taşta babasının doğum tarihini bu sırada okudu, bu tarihi bilmediğini de böylece ayrımsadı. Sonra iki tarihi okudu, "1885-1914" ve kendiliğinden bir hesap yaptı: yirmi dokuz. Birden bir düşünce takıldı kafasına, bedeninde bile sarstı onu. Kırk yaşındaydı. Bu taşın altında yatan ve babası olmuş olan adam kendisinden daha gençti.

Ve bir anda yüreğini dolduruveren sevgi ve acıma dalgası, oğulu ölmüş babanın anısına doğru götüren ruh devinimi değil, olgun bir adamın haksız olarak katledilmiş çocuk karşısında duyduğu çalkantılı acımaydı - burada bir şeyler doğal düzene uymuyordu ve doğrusunu söylemek gerekirse, düzen diye bir şey yoktu, oğulun babadan daha yaşlı olduğu yerde çılgınlık ve kargaşa vardı yalnızca. 

*
İlk Adam'dan

Cesare Pavese'nin Sonu Olmayan İntiharı

Cesare Pavese'nin Sonu Olmayan İntiharı

 9 Eylül 1908 – 27 Ağustos 1950


 Albert Camus'nün ve Karl jaspers'in, meşhur metinlerinde, intihara dair yazdıklarına göndermede bulunmak isterim. Albert Camus'nün konuyla ilgili çarpıcı değerlendirmeleri şunlardır:

"Gerçekten de ciddi olan bir tek felsefi sorun bulunmaktadır:
O da intihardır. Hayatın yaşanmaya değer olup olmadığı hakkında
yargıda bulunmak, felsefenin en temel sorusunu yanıtlamak
demektir." 

Camus şöyle devam eder:

 "İnsanın kendini öldürmesi,
bir anlamda ve tıpkı melodramda olduğu gibi, itiraf etmek demektir:
Kişinin, hayatın kendisini aştığını ya da hayatı anlamadığını
itiraf etmesidir.

Bunlar, insani açıdan taşıdıkları radikal ve simgesel anlamları yitirmemiş olan ve acıklı intihar olayıyla, intiharın bilinmezlikleri ve giziyle karşılaştığımızda her birimizde yeniden
filizlenen değerlendirmelerdir.

Karl Jaspers'in felsefi deneyimlerinden de ziyade, olağanüstü psikopatolojik deneyimlerinden kaynaklanan düşünümleri, ölüme dair istemli arayışın varoluşsal temellerini görür gibi olmamızı
sağlamaktadır.

"İntihar dramında doğrudan doğruya rol almış kişi, bir şekilde
insaniyet becerisi kazanmışsa ve ruhun meselelerini açıkça anlamaya
biraz meyilliyse, bir şeyi kabul etmenin gerektiğini düşünecektir:
O da bu tür bir olayı açıklayacak tek bir neden olamayacağıdır.
En nihayetinde intihar daima bir sır olarak kalacaktır." 

Ardından da daha da kati bir netlikle şöyle demektedir: 

"Görünen o ki, en kolay ve rahat yol, bunu, akıl hastalığı varsayımına dayandırmaktır.
Zira intihar eden her kişiyi akıl hastası şeklinde tanımlayacak
kadar ileri gidilmiştir. Böylelikle intiharın nedeniyle ilgili sorun
sona erdirilmiştir. İntihar sorunu çabucak çözülüp normal dünyanın
dışına atılıverilmiştir. Ancak hal aslen böyle değildir." 


KAPSAM


Psikopatolojik bir yaşam biçiminden doğan insani bir deneyim mahiyetindeki intihar ve bu mahiyette olmayan intihar, Karl Jaspers'in dediği gibi, her halükarda nüfuz edilmez bir sır damgası taşır:

İntihar arayışında bulunmuş, ardından da istemli ölümü gerçekleştirmiş kişinin içselliğinin uçurumlarına yanaşıldığı ölçüde, bu sırrı bir nebze aydınlatmak mümkündür.

Bu içeriksel ufuktan hareketle, Cesare Pavese'nin mektup, günce ve şiirlerine atıfta bulunarak, yaşadığı deneyimlerde, kaygı ve önsezilerinde intihar fikirlerinin (intihar ile ilgili hayallerinin ve
buna eşlik eden itkilerinin) ne şekilde biçimlendiğine eğilmek isterim. Bu amaçla, fırtınalı ergenlik döneminden başlayarak, içeriksel ifadeleri dönüşümlü süreçler sergilemekle birlikte, duygulanımsal
kökenleri bakımından aslen süreklilik arzederek yayılım gösteren intihar fikirlerinin tamamen somutlaştığı yetişkinlik dönemine dek uzanacağız.

Kronik (diya-kronik) intihar durumu ifadesinden, ergenlikten başlayarak intiharın gerçekleştirildiği zamana dek uzanan istemli ölüm özlemini anlayabiliriz. Söz konusu olan, daha ergenlikten
beri intiharın büyülü ve kontrolsüz albenisine kapılmış ve içsel hayatlarının fırtınalı girdaplarına ve eli kulağında yıkımına inmiş kaderlerdir. (Bu; sadece Cesare Pavese, Karoline von Günderrode
ve Heinrich von Kleist için değil, Paul Celan, Gerard Nerval, Antonia Pozzi ve Georg Trakl için de geçerlidir.) İntihar, gerçekleştirilmiş intihar kadar denenmiş ama başarısızlığa uğramış
intihar da, karşımıza, her defasında, sırlı ve elden kaçıcı şifreleriyle çıkar: Bu şifreler; hiçbir zaman ya da hemen hemen hiçbir zaman, insani eylemlerin, özellikle de nihai ve geri dönüşsüz meydan okumaların mührünü taşıyan insani eylemlerin: İstemli ölümün elle tutulmaz girdaplarının öznelliğine, içselliğine ve dile gelmezliğine yabancı kalan geometrik istatistiksel şemaların tektipleşmiş ve birimselleşmiş haliyle çözülmez. Öte yandan, sonu olmayan bir arayış
içinde, kadın ve erkek hastaların içselliğinin gizli anlamlarını çözmekle ilgilenen hermeneutik psikiyatrinin, psikanalitik (Freudcu ve Jungcu) ve fenomenolojik psikiyatrinin varoluş nedenlerini
belirleyen bilişsel patikalar da bunlardır.

Elbette ki, kronik intihar durumunun klinik ve psikopatolojik kategorisi tek yönlü değildir: Bu durumun kökenleri, zaman zaman, belki de Antonia Pozzi'de olduğu gibi, elden kaçıcı ve dur
durak bilmez gelgitleri bulunan depresif halde yatabilir. Ama bu kökenler, Margherita'da olduğu gibi, kaygı ve kendine yönelik öngörülmez saldırganlık kasırgaları içeren psikotik dissosiyasyonun
dalgalı sularında da yatabilir. Ancak bu kökenler, Pavese'de olduğu gibi, her halükarda psikotik bir yön taşımayan, sorunlu ve karmaşık kişiliklerde de yatabilir.

Her kronik intihar durumunun, bu duruma dahil edilebilecek her klinik gerçekliğin ortak noktası, önceden de demiş olduğum üzere, zamanda süreklilik gösteren öz yıkım meylidir. Bu meyil,
ergenlikten (ortak kaynakları olan ergenlikten) başlar ve intihar eylemi halini alacağı gençliğe ya da yetişkinlik dönemine dek dur durak demeden, tedavilere, uygun farmakolojik ve psikolojik tedavilere
bile direnir ve duygulanımsal hayattaki manidar olayların ışığında dahi dönüşüme uğramayarak yayılır.


MAYIS

kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2018/05/ Çalıkuşu Sokak

Merhaba!


Blog'da bu ay Resim'e, özellikle Francis Bacon'a geniş bir başlık açtım: böylelikle Bacon'ın resmi aracılığıyla Darwin'e, Freud'a, Nietzsche, Bataille ve Sade'a doğrudan bir bakış atıyoruz:

kaotikbenlik.blogspot.com.tr/search/ Francis Bacon (+21)



Bacon'ın resminin fotoğrafla ilişkisi üzerine (stüdyosunda 1500'ün üzerinde fotoğraf bulunmuş) Deleuze'ın bir yazısı ve kendi söyledikleri yer alıyor; Muybridge'ın insan hareketini tanımlayan fotoğrafları Bacon resminin en önemli ilham kaynağı:


Portre resimlerindeyse Bacon bir modelle çalışıyor, aynaya ya da fotoğraflara bakıyor: 


 Bacon gibi başka pek çok ressam da fotoğrafı model olarak kullanıyor: 




Francis Giacobetti, Bacon'la son söyleşileri gerçekleştiren ve fotoğraflarını çeken kişilerden biri: bu söyleşinin ve fotoğraf çalışmasının ingilizcesini daha önce paylaşmıştım: 


Söyleşi İzlekler dergisinin bir sayısında Türkçe'ye çevrilmiş:


Susan Sontag'ın Bacon üzerine kısaltılmış bir yazısı Adam Sanat'ın sayfaları arasındaydı:

 (sayı 131 / 1996)


Bacon'ın kişisel kitaplığında yer alan yedi yüz küsür kitabın dökümünde birkaç yazar hemen gözüme çarpıyor: Bataille, Baudelaire, Barthes, Berger, Conrad, Lorca, Nietzsche..  




İlk kez gördüğüm erken tarihli bir resmi, Figure in the Sea (1957), Bacon'a esin kaynağı olması düşük bir ihtimal olsa da görür görmez aklıma Blanchot'nun Karanlık Thomas kitabının ilk sayfalarını getirdi.  Daha önce Karanlık Thomas'nın bu ilk sayfalarını filmsel bir dile nasıl dökebilirim diye kafa yormuştum:


Picasso, Bacon'ı en çok etkileyen ve resme başlama nedeni olarak gördüğü ressam. Crufixion serilerinin ilham kaynağı, 1929'da bir sergide görüp etkilendiği birkaç Picasso resmi, ona ilk çığlıkları attırıyor. Picasso'nun bu resimlerine ve desen çalışmalarına Bacon'un Crufixion'ları aracılığıyla bakmak benim için de şaşırtıcı oldu: 




Bacon ve Giacometti, yaşama ve sanata bakışları, stüdyosu ve çalışma biçimleri, ün ve başarıya olan ilgisizlikleri ile birbirlerine çok benzeyen iki isim. İlk kez 1960'ların başında Paris'te karşılaşırlar: 


Giacometti, bu ay yeniden üzerine eğildiğim bir başka isim. Bağlantılarda John Berger, Genet ve James Lord'un yazılarıyla atölyesinde çalışırken çekilmiş birkaç videosu yer alıyor. Genet'nin deyimiyle Giacometti, ya da körlere çalışan heykeltraş:




Giacometti, bir sanat kitabının üstüne, Van Gogh'un bir otoportresinin yer aldığı sayfanın tam karşısına bir kopyasını çizmiş: 



 Yaşamının son günlerinde çalışma bütün büyük sanatçılar gibi Van Gogh için de bir tür tapınmaya dönüşmüş, ondan kalan 840 tablonun yarısına yakınını yaşamının son iki yılında yapıyor. Kargalar çığlık çığlığa:



İnsanın kendi kitapları, İnsanın kendi manzaraları, diyordu Nietzsche: 

manzaraya karşı Walt Whitman'ın romanı Jack Engle'ı okuyorum, seninle ilgili neler geçiyor aklımdan Walt Whitman,


şiirlerini kırlarda çırılçıplak dolaşarak ve bağıra bağıra söylemek istiyorum:

geçmek (ah yaşamak, hep yaşamak!)
 geride bırakmak cesetleri...



Ağır ağır yürüyor, rüzgarın, denizin ve kuşların sesine kulak veriyorum:


 Doğa iyi geliyor, deniz hemen yamacımda. Midilli adasına bakan ıssız bir kıyıya ulaşıyor, Son Mülteci'ye rastlıyorum: 





Whitman'a ait olduğu düşünülen 36 saniyelik bir ses kaydında Whitman America şiirini okuyor, Octavio Paz'ın Whitman yazısı ve Whitman'ın yitik Amerika düşü:



 Sen aradığım erkeksin diyor Whitman, ya da aradığım kadın (sanki bir düş görüyorum): Billy Duckett, Whitman'ın bir oğlanı: Ressam ve fotoğrafçı Thomas Eakins onu model olarak kullanıyor ve çıplak fotoğraflarını çekiyor:


 ya bu çıplak Eakins serisindeki yaşlı adam? o da Whitman:


SAÇMA VE SANAT



Camus'nun Estetik konusundaki ilk görüşüne Sisyphe Efsanesinde rastlıyoruz. Bu denemede sanat, saçmanın içeriğine sokulur ve sanatçı «kişilerin en saçması» olarak tanımlanır. Saçmacı görüşün başlıca niteliklerinden birinin, dünyayı akıl açısından tanımlamanın boşluğunu kabul etmek olduğunu görmüştük. Saçma insan aşımdan koparılmış, dolaysız yaşantı dünyasına bağlanmıştır. Camus’ye göre sanatçının üzerinde çalışması gereken dünya bu özellik dünyasıdır. Sanatının malzeme kaynağı burasıdır. Böylece sanatçının görüşü ve eylemi, ana biçimlerinde, saçma olayına yönelir. Sanatçının, saçmalığın bir örneği olma bakımından Don Juan’dan hiç farkı yoktur. Bir yandan da Camus sanatı saçmadan bir kaçış olarak romantikleştirmek istemez. Sanatı, daha çok saçma insanın karşılaştığı tanıtların kendine göre bilinçli ya da bilinçsiz olarak kabulü sayar. Sanat yapıtı aşım özlemi ile aşım olanaksızlığının çatıştığı bir yerdedir: «aşma, saçma tutkuların ileri atıldığı ve akıl yürütmenin durduğu noktada başlar» (Sisyphe Efsanesi) Sanat, Camus’ye göre saçmanın imgesel olarak onaylanmasıdır.




Saçma onaylaması, bu şekilde yaşandıktan sonra, ister istemez birtakım vazgeçme yollarına sapar. Akıl, dünyada mantıksal bir kalıp bulamayacağını öğrenmiş, gerçekliğe bu yolla yaklaşmaktan vazgeçmiş ve imgesel değişimin olanaklarını bulmuştur. Sanat yapıtı saçmanın tanınması ile zorunlulaşan bir kaçış eylemidir. Camus, sanat yapıtının, aklın içinde bulunduğu dünyadan yeterli bir anlam çıkaramaması sonucu olduğunu söyler. Sanat yapıtı, biraz sonra göreceğimiz gibi, yaşantının imge alanında yeniden yaratılmasına varma tutkusu ve bunun yalnızca bir örneğini çıkartmaktan daha ileriye gitme çabasıdır.

İNTİHAR


Ben, nihilizmimin en karanlık derinliklerinde bile yalnızca nihilizmi aşmanın yollarını aradım.


Kendimde en temelli olan şeyin ne olduğunu aradığım zaman bunun bir mutluluk tatmak isteği olduğunu gördüm. Benim yazılarımın kökünde yok edilemeyen bir güneş ışığı vardır.


Eğer hayata karşı işlenmiş bir günah varsa o da öteki dünyadaki umuda bu dünyadaki umutsuzluktan daha çok bağlanmaktır; bu durum insanı bulunduğu yerin ve şimdinin zorunlu güzelliklerinden alıkoyar. 


Ben bu rüzgarım, bu rüzgarın altında duran bu sütunlarım ve kemerim. Bu ısı veren döşeme taşlarıyım ve yıkılmış kenti çevreleyen solgun dağlarım. 


Ölüm karşısında duyduğum tiksinti yaşam kıskançlığından geliyor.


"Saçma ona razı olmadığımız ölçüde anlamlıdır."

Camus başkaldırmaya başlangıçtan karar vermiştir, onun için intiharı yadsıyacaktır. Camus'nun intiharı yadsıması, onun hayat özlemi, saçma ile bir dereceye kadar yapılmış bir uzlaşmadır. 

Hayatın saçmalığına varmak bir son değil, sadece bir başlangıç olabilir.


 İntihar olsa olsa genel bir geçerlikten uzak özel bir cevaptır! İntihar saçmayı yok etmek için başvurulan bir yol olsa bile bir çürütme yolu hiçbir zaman olamaz. Camus, Düğünler'de önce çekinerek ortaya attığı yaşamın anlamı olmadığı yargısı ile yaşamaya değmediği kararı arasında bir ayrılık gözetilmesi gerektiğini düşünür. Varlıkta bir anlam aramaya çalışan eylemin karşısında hayatın sadece saçma olabileceğini söylemenin — Camus’nün mantık anlamında -— elbette bir gücü vardır. İntihar saçmaya boyun eğmektir, saçmanın onaylanmasıdır, ama bu davranış başlangıçta saçmayı doğuran şaşırmış durumdaki dayanma ve karşı koyma gücü ile uzlaşamaz. Bu demektir ki intihar saçma ile bir çatışma olabilir, ama saçmanın çözümü olamaz. Sonra intihar saçmayı ortadan kaldırmak şöyle dursun onu uygular ve yoğunlaştırır. Ölüm önce de gördüğümüz gibi saçmanın yönlerinden biridir. İntihar ise isteyerek atılan bir adım ve ölümün önceden görülmesidir. Oysa saçmanın insanda yarattığı başkaldırma kısmen ölüm olayına karşı bir başkaldırmadır. Bu çeşit bir başkaldırma insanı intihar yoluyla bile bile kendini ölüme atması şeklindeki başkaldırma ile uzlaşamaz. ölüme mahkûm -bir insanın doğal duygusu hayatı daha yoğun olarak yaşamak istemek olur. Ve bilinmeyen bir suç için metafizik olarak mahkûm edilmiş bir insanın kendi felâketini hazırlaması mantıksal değildir. Camus, intihar eden bir insanla ölüme mahkûm bir insanın durumları tastamam birbirinin tersidir, derken herhalde bunu söylemek istiyor.


*
John Cruıckshank
Albert Camus ve
Baskaldırma Edebiyatı

Absürd Ölüm




Ocak 1960 Pazartesi, ikiyi çeyrek geçe, Villeblevin yakınlarında, bisikletli bir köylüyü bir Facel-Vega solladı. Daha sonra adamın da açıklayacağı gibi baş döndürücü bir hızla geçip gitmişti araba. Köylü birkaç yüz metre sonra korkunç bir patlama duydu: arka tekerleklerden birinin lastiği patlamıştı. Arabanın sağa, sola kaydığını, bir çınar ağacına çarptığını, ardından da bir İkincisine çarparak iki parçaya ayrılmış bir vaziyette durduğunu gördü. Tarlada üç kişi yatıyordu: iki baygın kadın ve kendinden geçmiş bir adam: arabanın sürücüsü, dört gün sonra ölecek olan Michel Gallimard.



Mektup (Rene Char'dan Albert Camus'ya)


Rene Char'dan Albert Camus'ya

Paris
23 Ağustos 1952


Sevgili Albert, 

Birkaç günlüğüne gittiğim Eure'den dönüşte aldım mektubunuzu. Orada, Paris'in gözümüzde canlandırdığı ve bize arkadaşlarımızdan yalnızca kırıntılar veren o sahte parıltılardan. arkadaşlarımıza beceriksiz yüreğimizin hafifletemediği ya da en azından daha katlanılalabilir kılamadığı “bir ağırlık" kazandıran parıltılardan uzakta sizi düşündüm... İnsan ininin yalnızlığına çekilip pek yardımcı olamadığı can dostlarını düşününce kendinden öyle hoşnutsuz oluyor ki - “dinsel anlam'da söylemiyorum bunu, gizli meyve bahçesinin ellerimize, gözlerimize bölüştürülmüş ve canına yandığım atalarımızın tek değerli kalıtı olan kaynaklarıyla zaman zaman.




Size sesiz bir mektup yazmak isterdim, hani Nietzsche'nin sözünü ettiği Parmenides levhası gibi, bir tek onun gibiler uygun olanla doludur. Olmasın bir gıdım dil... Sanırım, Albert, birkaç yıldır birlikte enikonu ilerledik... Tabanlarımız bir sürü gereksiz sözcüğü ezdi geçti. Bakın şöyle bir. Duygularla havai fişekler attığımız da yok. En içten sevgilerimi yolluyorum size. Francine, çocuklar hep aklımda.

Görüşmek üzere

Rene Char


Bacon'ın Kütüphanesi



Bacon'ın kişisel kitaplığında yer alan kitaplar:

Author Surname Author Names Title of Publication
- Adrienne German in No Time. The Basics - in 32 Lessons
- Adrienne Spanish in No Time. The Basics -in 32 Lessons
Adachi Kenji Selected Masterpieces of Japanese Art
Adams William Howard A Proust Souvenir
Aeschylus The Oresteia. Agamemnon, The Libation Bearers, The Eumenides
Alcolea Blanch Santiago The Prado
Aldred Cyril Egyptian Art
Allain Marie-Françoise The Other Man. Conversations with Graham Greene
Allshouse Robert H. Photographs for the Tsar
Alonso Bartol           Chaves Chavarría        O'Donnell                           Terrell Carmen                   Róger                Hugh                   Peter Spanish at your Fingertips
Amis Martin The Moronic Inferno
Anastassiou Nicolaos Greek Self-Taught (Modern)
Ansen                               Jenkins (Ed.) Alan                                  Nicholas The Table Talk of W.H. Auden
Aragon Louis Paris Peasant
Archer Jeffrey A Matter of Honour
Aron                                   Schueren Van der (coordinators) Paul                       Eric Michel Leiris. Revue de l'Université de Bruxelles,  nr 1-2
Aronson Steven M. L.  Hype
Assouline Pierre L'Homme de l'Art. D.H. Kahnweiler 1884-1979
Auld (introduction)              Various authors. Alistair Glasgow Art Gallery and Museum
Austen Jane Emma
Austen Jane Persuasion, with A Memoir of Jane Austen
Avedon                               Baldwin Richard           James Nothing Personal
Ayer A.J. Ludwig Wittgenstein
Balzac de Honoré Lost Illusions
Balzac de Honoré Une Ténébreuse Affaire
Balzac de Honoré A Harlot High and Low
Barnes                                   Eliot Djuna                          T.S. Night Wood
Barthes Roland Roland Barthes par Roland Barthes
Barthes Roland Mythologies
Bartholomew John C. The World Atlas
Bataille Georges Somme Athéologique. L'Expérience Intérieure
Bataille Georges Literature and Evil
Bataille Georges La Part Maudite                                               précédé de                                                                    La Notion de Dépense
Baudelaire Charles Les Fleurs du Mal
Baudelaire Charles Curiosités Esthétiques et autres Écrits sur l'Art
Baudelaire Charles Ouvres Complètes de Baudelaire
Baudelaire Charles Écrits Intimes
Beard