İnsanların, sanatçılar da dahil olmak üzere tarihin bazı dönemlerinde
"artık sanat mümkün mü" gibisinden sorular sordukları olur. Derken,
bütün bu soruların bir "sinirsel çöküşün" etkilerinden ibaret olduğunu
gösterecek şekilde, sanat, Rönesans'ta olduğu gibi, Barok'ta olduğu
gibi, Modern sanat konusunda olduğu gibi yeniden o tuhaf
parlayışlarından birini gerçekleştirmekte gecikmez. Sanatın
"olanaklılığına" ilişkin soru sormak saçmadır -çünkü sanat her yerde ve
her zaman yapılabilir. Sorun, neyin sanat adını almaya layık olduğunu,
neyin olmadığını sormakla da yaratılamaz. Böylece İnternet'te sanat
mümkün mü? gibisinden bir soruya cevap vermenin bile pek bir anlamı
kalmıyor.
Sorun yine de "dijital sanat" ile ilgili olarak ortaya atılabilir halde -bilgisayar teknolojileri resim üzerinde işlemleri, manipülasyonu alabildiğine kolaylaştırıyorlar (sözgelimi Photoshop ve Corel yazılımlarının inanılmaz başarısı bundan kaynaklanıyor). Tarayıcı ise "canlı imge"nin yeniden üretimi konusunda belki en büyük devrimi gerçekleştirmiş görünüyor. Kolajın,yani modern sanatın esas unsurlarından birinin alabildiğine kolaylaşması ise, insanlara artık sanatın yeniden bir tanım değişikliği geçirmesinin gerekip gerekmediğini sordurmaya başladı bile.
Ancak sorgulamaların büyük bir çoğunluğu oldukça yüzeysel bir tabakada geçiyor: Bazı avantajlardan bahsedenler var -sözgelimi bilgisayar teknolojileri insanların "sanata katılımlarını" ve sanatsal eğitimi kolaylaştırıyorlar. Web müzeleri yaygınlaşıyor ve sanat eserlerinin "imajlarına" erişim olanakları alabildiğine genişliyor. Öte taraftan, bir insan emeği ürünü olarak sanatın "çok uzun ve sürüncemeli" bir yaratım sürecini gerektirdiği konusunda eski ve kolay kolay yerinden kımıldatılamaz bir değer yargısı var. Ancak bu düzeyde yürütülen bir tartışmanın sürdürülemeyeceğini, çünkü bir sonuca vardırılamayacağını düşünebiliriz.
Her şeyden önce kolaj tekniklerinin kullanımının modern sanatın şanından olduğu Kübistlerden bu yana apaçık bir durumdur. İlk parlak çıkış dönemlerinde PopArt'ın bu tekniği giderek bir "çılgınlık" derecesine vardırdığı da doğrudur. Eserlerini neredeyse montaj sanayii teknikleriyle üretip duran Andy Warhol etrafında örülen "sanatçı kültü" her bakımdan PopArt'ın artık miadını doldurmaya başladığını pek erkenden işaretlemişti. Ancak bir sanat akımının ya da grubunun miadını doldurması, ne kullandıkları tekniklerin sona erdiği anlamına gelir, ne de sanatın kendisinin.
Bu soru, konuyu esas karmaşıklaştıran bir unsuru, insanın sanatsal yetilerinin ne olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Bu yetilerin tarih ve coğrafya içinde değişmez olmadıklarını söyleyen antropologların sayısı oldukça fazla. Ayrıca tarihçiler de bizim "sanat" adını verdiğimiz modern kategorileri, sözgelimi bir Mısır piramidine ya da Yunan tapınağına uygulamamızın tam bir saçmalık olabileceği konusunda bizi uyarıyorlar. Ama esaslı meydan okuma hayvanbilimcilerden ve ethologlardan gelmektedir: Sabahın köründe bir dalın üzerine tüneyip, ağaç yakraklarını koparan ve yere düşen yaprakların güneşten solmuş taraflarını toprağın koyuluğuyla tezat oluşturacak şekilde yukarıya çeviren, ardından tam da bu dikkat çekici sahnenin üzerinde saatlerceötüp durmaya başlayan şu "tiyatrocu kuş"a ne demeli? İnsanbiçimci bir yaklaşım ise, bunun hiç de sanat filan olmadığını, sanatsal algının ve üretimin insana ait olduğunu söylerken, bütün sanatı bir "yansıtma-taklit-öykünme" ilişkisinin dışavurumuna indirgemiyor mu? Tiyatrocu kuş örneği başka örneklerle de desteklenebilir: Bazı kuş türleri, herhangi bir yabancı kuş bilmem nasıl haritalandırdıkları bölgelerine girdiğinde rakibinden "daha güzel" ötmeye çalışır, eğer rakibi "daha güzel" öterse, hiç bir şey demeden orasını terketmek zorundadır. "Güzel" gibi sanatsal bir sözcüğü kullanmamın nedeni, olup bitenler sırasında herhangi bir "üstünlüğü" oluşturacak başka hiç bir kıstasın bulunmayışından. "Doğa" bir bakıma sanata insandan önce başlamış gibidir; insan, sanata başlamak için oldukça "gecikmiş" görünüyor; üstelik insan toplumlarının taa modern çağlara gelene dek, sanat işlevini başka işlevlerden -ritüellerden, dinden, savaştan, sevişmeden filan-pek ayırdetmiş olmadığı da anlaşılıyor.
Tam da bu nedenlerle, bilgisayarda sanatın pekala mümkün olduğunu söylemek acelecilik değildir: Ancak modern dünyanın başka bir özelliği işleri daha karışık kılmaktadır -sanatlar birbirleriyle hep "rekabet" etmek gibi garip ve sanatsal yaratıma dıştan eklenen kültürel bir olguyu hep beslemişlerdir. Modern resim, özellikle İzlenimcilik (Impressionisme) fotoğrafın meydan okuyuşuna bağlı olarak, ondan uzak olduğunu düşündüğü renk tekniklerini icat etmeye girişmişti. Bu sayede renkler ve ışık özgürleşti. Ancak fotoğraf da, başlangıçtakı "sanatsal" işlevini yine benzeri "meydan okuyuşlar" olmadan gerçekleştiremezdi -sözgelimi hareketli resimler, animasyon, son olarak da hareketli fotoğraf, yani sinema?
İkincisi, dijital çağda sanat eseri üretiminin "kolaylaştığını" ve ayağa düşebileceğiini söylemek de tam bir safsatadır. Aksine, altedilmesi gereken "zorlukların", gerekli bilgi ve uğraşı faaliyetinin sonsuzca artabileceği bile söylenebilir. Üstelik dijital sanatçı, eğer günün birinde başarılabilirse, modern kültürdeki şu standart "sanat", "bilim" ve "toplumsal yaşam" alanları arasındaki ayrımın sınırlarını da ziyaret ederek altedebilir. İdeal durum elbette hem bilimci, hem düşünür hem de sanatçı olarak Leonardo Usta'nın imajı değil. Bir kere, o bizim anladığımız anlamda bir bilimci değil, bir "çok çok şey bilen"di; bir "düşünür" de değildi, çünkü Rönesans'ta ne Antik Yunan, ne ortaçağ Skolastiğinin felsefeleri kalmıştı, öte taraftan Descartes ve Spinoza gibi "felsefeyi yeniden başlatanlar" henüz ufukta yoktular; son olarak Leonardo bir "sanatçı" değil, çağının en saygı gören "usta"larından biridir. Aynı şekilde dijital çağ, belki de bütün alanların farklı bir bölümlenmesini, hatta ters çevrilmesini getirecektir. Mültimedyanın doğuşu, böyle bir sürecin yalnızca olanağıdır, kendisi değil. Üstelik tek olanak da değildir -özellikle "mini-mimariler" alanında ön plana çıkmaya başlayan "organik-elektronik" nanoteknolojiler daha şimdiden, enformatikten çok farklı türden unsurları işin içine katmaya başladılar bile. Daha genel olarak, benim görüşümce, teknolojiye yapılacak herhangi bir övgünün peşine düşmek de saçmalık olur -teknolojinin "tarafsız olduğu", iyi ya da kötü yönde kullanılabileceği doğrultusundaki safça bakış açısı da artık tutulabilir değildir. Söylemek istediğim tek şey, karşımıza çıkarılan her şeyi, enformasyon otoyollarını, nanoteknolojileri, genetik mühendisliğinin yapıp edeceklerini olduğu gibi kabullenip hayıflanmaya mı oturacağımız, yoksa "tek yönlü kabullere" karşı çoğul direnç odaklarını onların içine ve sınırlarına varıncaya kadar genişletmek zorunda mı olduğumuz sorusudur. Sanat ya da aynı türden başka bir insan faaliyeti, böyle bir direnci örgütlemenin şu anda bilinen ender yollarından biridir. Bu ise, sanata yeni bir politik misyon vermek, ya da sanatçıya akıl, etik, ahlak filan öğretmek gibi bir şey değildir: Daha çok, sanatsal faaliyetin genel olarak "insanların direnci" neviinden bir şey olduğunu, başka da bir şey olamayacağını söylemeye çalışıyorum. Zamana, içine kapatıldığı mekana dayanıklı ve dirençli olmayan şeylere "sanat eseri" demediğimizi daha gündelik dil düzeyinde herkes algılayabilir. Eğer herhangi bir otantiklik varsa, bu, sanat eserinin "zamanla" kurduğu bir ilişkiden değil, aslında "zamansızlıkla" kurduğu bir ilişkiden kaynaklanabilir. Dijital sanatın bu türden araçlara sahip olamayacağını söylemek ise anlamsız olur. Sanat eserini "sanatsal" kılanın in actu (yani faaliyet bakımından) insan emeği ürünü olması, in haec ise (onu işte karşımızda kılan şey bakımından) "zaman-dışılığı" olması bizi nostaljik otantizm düşkünlüğüyle duygudaş olmaktan alabildiğine uzak tutuyor. Dijital sanat bakımından sorun, bazı kişilerin bilgisayar fobisi, eski daktilolarını sevmeleri gibisinden değildir. Bu fobi pekala anlaşılabilir (onaylamak ayrı şey); oysa sanat söz konusu olunca, dijital sanat diye bir şeyin -bir tür değil bir olanaklılık alanı oluşundan dolayı-sorun bir fobi olmayı bırakıp ciddileşir; ya malzemeyle özdeşleşen bir sanat anlayışı yeniden davet edilir, ya da 19. Yüzyıl modeli bir "sanat için sanat" teması geriye çağırılır. Sanatın dijital olması gerektiğini söylemiyoruz; dijital sanatın gerçekten sanat olduğunu, dijital teknolojilerin ise bunun "belirsiz", yani kullanılırsa varolabilecek olanaklarını sunduğunu söylemekten başka bir şey yapmıyoruz.
Pek çok nedenle, bugün henüz "daraltılmış" bir dünyada yaşamakta olduğumuzu düşünmeye eğilimliyim. Ve bu daraltma, gerçek anlamıyla teknolojiler tarafından gerçekleştirilmiş bulunuyor -televizyon ile genel salaklaşma halinin, bilgisayar ile bir tür otizmin, iletişim kolaylıklarıyla ise bir tür çılgınlığın özdeş hale geldikleri bir dünyanın ortaya çıktığı besbelli. Ama sorun, bütün bunlarla ne yapılacağıdır. "Reklamcılığın felsefesi"nden bahsedenler var; Japon modeli bir uluslararası korporatist şirketin bir "ruha" sahip olduğuna inanmamızı isteyenler var (özellikle orada çalışanlara marş filan söyletilirken); sorun bir sanatçının bir gazetede "sayfa düzenleyicisi" olarak ya da bir şirkette reklamcı olarak çalışmak zorunda kalışı değildir burada. Daha çok "reklamcılığın" kendini sanatın son ve nihai biçimi olarak olumlamak isteyişi, Benetton'un "görüntü şefi" ve "sanat yönetmeni" gibi tuhaf unvanlara sahip adamı Oliveiro Toscagni gibilerinin yalnızca bir "sanat destekleyicisi", bir "sponsor" olarak değil, "konseptin sahipleri" gibi ortaya çıkmalarıdır. Bu tür durumlarla karşılaşıldığında "kıllanma" yeteneğimizin de dümura uğratılmış olduğu söylenebilir. Artık eskiden olduğu gibi "sınırlarla", "disiplinlerle", "zor" ya da "baskı" ile yönetilmemeye başladığımızda ferah bir özgürlüğün kapılarının açılacağını sanmak, çağdaş evrensel bönlüğün ta kendisidir. Bütün bunlarla başedebilecek ve mahvedebilecek bir bilgisayar virüsünün üretilip ortalığa salınması ise pek umut bağlanabilecek bir olasılık değildir. Dolayısıyla, görüntüleri kurtaracak, sesleri reklam tınılarından arındıracak bir filtreleme mekanizmasının tez zamanda elektronik ortama gönderilmesi ve orada dolaşmaya bırakılması gerekiyor. INTERNET'teki "resmi" yasaklama girişimlerinin çoğu zaman nasıl sonuçsuz kalabildiğini görsek de, bu yasağa hedef olanların "gerçek" anlamda "sanal" güçlere sahip olabildiklerini düşünmek şimdilik imkansız. Eksik olan yönler arasında en önemlisi "sanat" gibi görünüyor. Benin görüşüm, dijital sanatın "henüz gerçekleşmediği" yolunda. Bütün araçlar hazır bulunuyor, üstelik, isterseniz diyelim, "sanat icra ediliyor" orada, ama Klee'nin formülünü bir kez daha tekrarlarsak, "halkını bekleyen" bir sanat bu?
Olası Çerçeveler: Barbara Krüger, Kör Otonomedya, Deleuze & Guattari, özellikle de Urban Diary?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder