Thomas Bernhard'la Konuşmalar


Yalnızlık
Her insan bir şeylere katılmak ister, aynı zamanda rahat bırakılmayı diler. Bu ikisi olanaksız olduğu için de, insan hep çelişki içinde. Şurada kapıyı kapıyorsunuz yeniden yalnız kalmak için, o anda, kapıyı kapadığınız anda bunun yanlış olduğunun, gene yanlış bir davranış olduğunun bilincindesiniz, çünkü insan aslında istemiyor bu durumu, çünkü insan yalnız olmanın daha tatsız olduğunu biliyor, öte yandan hiçbir şey yapamıyorsunuz. Bir kadınla birlikte kitap yazamazsınız ki, ya da aptalca olanlarını yazarsınız önünde sonunda, olacak şey değil. Bir erkekle birlikte ise; o da sinirinize dokunuyor, çünkü bu da beraberlikten başka bir şey değil, bunların hepsi çok kritik ve zor şeyler.

 Ölüm
Sonuçta her şey bozguna uğruyor, her şey mezarlıkta son buluyor. Orada istediğinizi yapabilirsiniz. Ölüm herkesi çağırıyor, böylece her şey son buluyor. Çoğu daha on yedisinde, on sekizinde ölüme aldırtıyor kendini. Bugünkü gençler ölümün kollarına atıyorlar kendilerini, on iki, on dört yaşında ölmüş oluyorlar. Sonra bir de yalnız savaşçılar var, seksen doksan yaşına kadar savaşıyorlar, sonra onlar da ölüyor, gene de daha uzun yaşamış oluyorlar. Yaşam güzel ve bir şaka olduğuna göre , daha uzun haz almış oluyorlar. Erken ölenlerin hazları ise kısa oluyor, aslında onlara acıyoruz. Yaşamı tanıyamadıkları için. Bütün ürperticiliğiyle.


 İntihar
Annemde bende hiç olmayan bir şey vardı, korkunç baş ağrıları, ömür boyu süren. Çok yaşlanmadı aslında. Haplarını ben alırdım hep, baş ağrısına karşı, çok güçlüydüler. Bir gün gene gidip "annemin hapları" dedim. O da bana çekmeceden çıkarıp verdi, eh işte öyle, sonra yuttum. Bilmiyorum ama otuz tanesini birden galiba. Bu kurtuluş oldu, çok fazla yutulduğu için hepsi geri çıktı. İyi anımsıyorum, bir hafta kadar yatakta kaldım ve kustum, oysa içimde bir şey kalmamıştı. Çok rahatsız edici. İnsan midesi kopuyor duygusuna kapılıyor.

Bugüne kadar her an kendimi öldürmeyi düşünmüşümdür. Ama gerçekleştirmediğime göre yaşam benim için her şeyden değerli demektir. Bilemiyorum işte. Hastalığım yok olup  yeniden ortaya çıkan çok yönlü bir skleroz değil. Bunu anlayabileceğinizi sanmam. Anlatması çok güç. Ama belki de insan kendi kendini utandırır ve seksen yaşına gelir. Bilinmez. İnsanın elinde olan bir şey değil. Faytonda oturup atları kırbaçlamanız bir işe yaramıyor, çünkü çoktan leş olmuşlar. Ben gittikçe sona yaklaşıyorum.

Ciğerimde tümörler var, eskiden kalma herhalde, bir zamanlar veremdim. Sanıyorum bu yüzden oluştular. Kalbim büyüyor, bu hep varolan bir hastalık. Bu durumda üç çeyrek saat de yaşayabilirsiniz, üç yıl da yedi yıl bile olası. Doktorların dediklerine göre, aslında yıllar önce ölmem gerekiyordu, kendimi yıllarca aştım. Bir açıdan ölüm -yani hiç korkmuyorum, umurumda değil. Aslında ölüm korkusu denen şeyi anlamıyorum, çünkü ölmek öğle yemeği gibi doğal bir şey. Kimi zaman insanlardan korkarım, oldukları biçimleriyle, ama ölümden korkulmaz ki. Ya ölmeseydik ne olurdu? Böyle bir şey olsaydı yaşamıma son verirdim  - mutlaka. Rezil biri olarak yaşamak istemezdim hayatımı. Aslında isteyen istediği zaman kendini öldürmekte özgürdür. Ama sorun neyle öldüreceği. İstediğim gibi davranmadığım bir varoluş zaten çok zor, ama gene de yapamazdım asla.


Her şeyden memnunum, sonuna kadar.



Belki de kendimden memnun olduğum ve her şeyden mutluluk duyduğum için. Kelimenin tam anlamıyla. Tamamen mutluyum, yukardan aşağıya, sol elimden sağ elime kadar, bir haç gibi. Güzel olan da bu. Katolik bir varoluş. Herkese din ve onunla bağlantılı şeyleri dilerim, çünkü olağanüstü bir şey. Kremalı çorba gibi.

Elinizde değil, size bir ad veriliyor, adınız Thomas Bernhard, ömür boyu taşıyorsunuz bu adı. Bir gün bir ormana gezmeye gidersiniz ve biri fotoğrafınızı çeker, o zaman seksen sene hep ormana gezmeye gidersiniz. Buna karşı hiç bir şey yapamazsınız.

Herhangi bir lokalde bir gazeteci oturuyor ve sizin "dana eti iyi değil" dediğinizi duyuyorsa o hep "dana etini sevmeyen adam" olduğunuzu söyleyecektir, ömür boyu. Belki de siz bu arada, hep dana eti yiyorsunuzdur. Öküz diye damgayı yemişseniz, mezbahada kesilinceye kadar öküz kalırsınız. Baharda ot yediğiniz bilinir, sonra saman. Yazarlar için de böyle bu. O, "yazar" damgası yemiştir.

Yaşam bir yığın budalalık. Yaşam yan yana dizilmiş budalalıklardan oluşuyor, anlam az, neredeyse tümüyle budalalık. Kiminki olursa olsun. Bunlar şimdi nefis insanlar, imrenilecek insanlar olsalar da  - hepsi acınacak durumda ve hepsini aynı son bekliyor.

Evde istediğiniz kadar kitabı sıralayabilir, sonra da bunlara bakabilirsiniz. Buna karşın insan değirmeni çevirmeyi sürdürüyor. Tıpkı sabahları kahve içme alışkanlığının edinildiği gibi, ya da çay -çay daha akıllıca- yazmak da böyle bir şey. Bağımlı oluyorsunuz. Bu da bir uyuşturucu.

Benim gibi yaşamayı seviyorsanız, o zaman her şeye karşı bir çeşit nefret sevgisi duyarak yaşamak zorundasınız. Dolaylı bir yürüyüş bu. Doğrudan doğruya teslim olmak ölüm demek olurdu. İnsan severek yaşıyorsa ölmek istemez. Herkes severek yaşar, kendini öldürmüş olanlar bile, ama artık onun yaşama olanağı kalmamıştır. Geri dönüş yok çünkü.



...


Kurt Hoffman : Ottnang'da daha ne kadar kalacaksınız?
Bernhard : Çok kısa bir süre daha, çünkü sonra uzun bir 
süre için kaybolacağım, bir tek sükunete gerek-
sinimim var, kimseyi görmek istemiyorum.
Hofmann : Kaybolacağım da ne demek?
Bernhard : Kaybolmak demek, artık burada olmamak demek.
(Thomas Bernhard'la son konuşma. Kurt Hoffman)



February 9, 1931 – February 12, 1989









































































































































































































































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder