"Aynı cinsten iki şairin ilişkisi, fiziksel bir temeli de olsa, yoğunluklu bir entelektüel yoldaşlığı ve heyecanı sağlayabilir. Eşcinsellik, en esaslı anlamıyla, entelektüellik üzerine kurulabilir. Esasen aşkın estetik bir kavrayışını temsil eder; genç bir erkeğin güzelliğinin daha yaşlı bir erkekteki bilgeliği aradığı, bilgeliğin de güzelliği tefekkür ettiği bir kavrayış." (Wallace Fowlie)
Rimbaud vakasındaki tek mesele, genç adamın (Rimbaud’nun) kendinden yaşça büyük şair Verlaine üzerinde baskın oluşuydu. Rimbaud dominanttı (aktif), “Şeytani Damat”tı; ama ondan on yaş büyük ve evli olan Verlaine edilgen (pasif) olandı, "Aptal Bakire"ydi. Belli bir süre bu kitabın adını “Rimbaud: Üstün Ergen” diye andım. Aslında, Rimbaud kendinden büyük heteroseksüel arkadaşlarına tam tersini söyleyip onları afallatmaktan hoşlanırdı. Bir keresinde, maço romancı Alphonse Daudet’nin de bulunduğu bir ortamda Verlaine hakkında,
“Benimle istediği kadar kendini tatmin edebilir. Ama o benim onun üzerinde çalışmamı istiyor. Hayatta olmaz! Aşırı derecede iğrenç biri o! Teni de berbat!”
Belçika’dan Douai’ye dönüş yolculuğu sırasında, Rimbaud en neşeli şiirlerinden bazılarını yazmıştı, gerçek yolculuk şarkılarıydı bunlar - ve kararlı bir biçimde heteroseksüeldiler. Cinsel yönelimlerin ya normal ya da gey ilişkiler olduğunu düşünmeyi seven ve bunu böyle sıkı sıkıya sınıflandıran çağdaş okurlara söylemekte fayda var; Rimbaud'nun sınıflandırılması maalesef oldukça zor. Paul Verlaine için güçlü ve yıkıcı bir tutku hissetmiş olmasına rağmen, Verlaine’den önceki ya da sonraki yaşamında ilgi duyduklarının çoğu kadınlar olmuştu. Bu heteroseksüel maceralar da, doğruyu söylememiz gerekirse, öyle sakin, akılcı bir “terapi” ya da “doğru yol”a dönmek için bilinçli çaba göstermeler falan da değildi. Hem Rimbaud hem Verlaine kadınlarla seks hakkında açık saçık şiirler yazmaktan geri durmadılar, üstelik Verlaine, en azından şefkatle “kart zampara” diye betimlenebilirdi.
Verlaine ile tanışmadan önce Rimbaud'nun bütün şiirleri heteroseksüeldi - üstelik sadece alışkanlıktan değildi bu, köydeki hizmetçi kızlardan, işveli kızlardan, yılışık garson kızlardan ve utangaç hanım kızlardan edindiği izlenimlere dair ayrıntılarla işlenmiş şiirlerdi bunlar. O dönemin tipik şiirlerinden biri "Üç Öpücük”te şöyle yazmıştır:
Yarı çıplak, oturmuş benim kocaman
Sandalyeme, ellerini birleştiriyor ve halinden
Memnun bir kendinden geçmeyle yere vuruyor
Minik ayaklarını, öyle güzel, öyle güzel
Bir ay kadar sonra da Nina diye bir kızı, anlatıcının ahududu ve çilek tadını içe içe taciz ederken, kızın nasıl kendisiyle alay ettiği, baş döndürücülüğü ile nasıl acımasız olduğuna dair bir kurgusu olan bir şiir yazacaktı. On beş ve on altı yaşındayken - kendisi de bir kız gibi ufak tefek ve alımlıyken - bir kızın gülüşü, bacağı, aralık ağzı, ya da kokusuna değinmediği peş peşe on dize bile yazamıyordu.
Rimbaud on altı yaşından on yedisine ilerlerken, Douai'ye doğru aylak aylak yürüyüşleri sırasında, Belçikalı bar çalışanı kızlara kur yapma heyecanlarıyla doluydu...
" Sanırım, o (Rimbaud), bir eşcinseldi, aslında o tür insanlardan iğrenmeme rağmen ondan iğrenmiyordum, çünkü onu buna iten soylu gerekçelerini baştan sona görmüştüm.”
(Lise öğretmeni İzambard)
Rimbaud'nun, Verlaine ile tanışmadan önce, hemcinslerine karşı hiçbir erotik ilgi göstermediği belliydi, yaşça daha büyük olan şairinse, sınıf arkadaşlarına elle sarkıntılıktan adı çıkmıştı. Lucien Votti diye birine de aşık olmuştu ve onunla on yıldan fazla bir süre de bağlantısını koparmamış, ona yakın durmayı sürdürmüştü. Hatta bir keresinde, bir operet için libretto yazarken, onunla ortak çalışmıştı. Lucien 1870’te orduya katıldığında, ayağından bir kurşun yedi, kaldırıldığı Alman hastanesinde suçiçeğine yakalandı ve öldü. Karşılıksız aşk acısı çekmiş Verlaine’in de, daha önceden, eşcinsel bir panik anında, genç adamla ilişkisini koparmış olmaktan dolayı, kendisini suçlamaktan başka yapabileceği bir şey kalmadı. Lucien'in ölümüne dair defterine yazdığı tutkulu bir sayfada onun: “(senin) yirmi yaşındaki seçkin, zarif varlığının, büyüleyici zekânın, bir centilmenin kostümünde saklanmış, mükemmel orantılı güzel erkek bedeninin” yasını tuttu.
Tuhaftır, kendi hayatında acımasız bir koca ve inançsız bir zavallı olarak tanınan Verlaine, bir şair olarak (Bilgelik adındaki toplu şiirleriyle) en büyük Katolik şair olarak (ve İyi Şarkı kitabıyla da) mutlu evliliğin coşkulu savunucusu olarak ün yaptı. Verlaine tezatlıklarla doluydu - coşkulu heyecanlarla derin depresyonlar arasında gidip geliyor, hatta bir arkadaşının, onu hem bir soytarı, hem bir mezar kazıcısı olmakla suçlamasına sebep olmuşluğu vardı. Bir şey kesindi ama: içini güçlü eşcinsel arzular sarmıştı ama bu “ayıbından” da nefret ediyor, bu durumdan kurtulmak istiyordu. Bu çatışma, Verlaine’in kafasında, bir tarafta burjuva vakarı ve saygınlığı, diğer tarafta bohem ürkütücü ama heyecan verici derinliklerinin bulunduğu bir savaş alanı olarak sahne alıyordu.
“Onun uyuyan sevgili bedeninin yanı başında, ne çok saatler boyunca uyanık bekledim geceleyin; gerçeklikten, hangi sebeple, kaçmak istediğini merak ederek. Böyle bir isteği hiç kimsede görmedim ben. Toplum için tehlikeli olabileceğini fark ettim onun (ona bir şey olur diye korkmadan). Hayatı değiştirme sırlarına sahipti, belki de o.” (Verlaine)
Kulağımıza, Verlaine’in “Seni anlıyorum” sözü çalınınca, bu mutsuz çifte hemen kulak kabartıyoruz, ama o söz, Rimbaud nun sadece omuz silkmesine neden oluyor. Rimbaud partnerini sürekli onu terk etmekle tehdit ediyor. Korkmuş olan “bakire”, ona asla çekip gitmeyeceği sözü verdiriyor. Gerçekten de, elli defa söz veriyor o da, ama bir aşığın söz vermesi, diye ekliyor, “benim ona, seni anlıyorum’ demem” kadar boş. Burada, eşcinsel bilinçlenmeye dair avant la lettren bir değini de var:
“Ya da bir gün uyanacağım, yasalar ve ahlak kuralları değişmiş olacak - onun sihir gücü sayesinde - ve dünya, bir taraftan aynı kalırken, öte taraftan beni arzularımla, zevklerimle, kaygısızlığımla özgür bırakacak.”
“Onun uyuyan sevgili bedeninin yanı başında, ne çok saatler boyunca uyanık bekledim geceleyin; gerçeklikten, hangi sebeple, kaçmak istediğini merak ederek. Böyle bir isteği hiç kimsede görmedim ben. Toplum için tehlikeli olabileceğini fark ettim onun (ona bir şey olur diye korkmadan). Hayatı değiştirme sırlarına sahipti, belki de o.” (Verlaine)
Kulağımıza, Verlaine’in “Seni anlıyorum” sözü çalınınca, bu mutsuz çifte hemen kulak kabartıyoruz, ama o söz, Rimbaud nun sadece omuz silkmesine neden oluyor. Rimbaud partnerini sürekli onu terk etmekle tehdit ediyor. Korkmuş olan “bakire”, ona asla çekip gitmeyeceği sözü verdiriyor. Gerçekten de, elli defa söz veriyor o da, ama bir aşığın söz vermesi, diye ekliyor, “benim ona, seni anlıyorum’ demem” kadar boş. Burada, eşcinsel bilinçlenmeye dair avant la lettren bir değini de var:
“Ya da bir gün uyanacağım, yasalar ve ahlak kuralları değişmiş olacak - onun sihir gücü sayesinde - ve dünya, bir taraftan aynı kalırken, öte taraftan beni arzularımla, zevklerimle, kaygısızlığımla özgür bırakacak.”
Çizimler: Michael Ayrton (1921 - 1975)
Kitap: Edmund White - Bir Asinin Çifte Yaşamı
***
https://kaotikbenlik.blogspot.com/2016/05/ahlakds-bir-iliski-verlaine-rimbaud.html
https://kaotikbenlik.blogspot.com/2013/09/sonnet-du-trou-du-cul-verlaine-rimbaud.html
***
https://kaotikbenlik.blogspot.com/2016/05/ahlakds-bir-iliski-verlaine-rimbaud.html
https://kaotikbenlik.blogspot.com/2013/09/sonnet-du-trou-du-cul-verlaine-rimbaud.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder