Şu hayat -ebedi
hayatınız
Hayattan en iyi
biçimde yararlanmak ile en kötü biçimde yararlanmak arasındaki farktır bu,
böylece başka bir zamanda ve mekânda daha iyi bir hayat elde edeceksiniz.
Acaba, bundan da en iyi biçimde yararlanmak bir günah mı olacak diye merak
ediyorum; ve şu anda olduğu kadar gelecekteki bir durumda da bize rüşvet
verilmesi mi gerekecek? Henry James, “The
Author of Beltraffio"
Nietzsche’nin
fikirleri hakkında başka ne söylemeye kalkışırsak kalkışalım, fikirlerinin
çoğunun sağduyulu olduğunu söyleme olasılığımız düşüktür. Nietzsche, sağduyunun
dokusunun, sıradan dilin kavrayışının, makul düşüncenin dilinin üstüne tekrar
tekrar çullanır. Direttiği ve gurur duyduğu yazma biçiminin ayırt edici
özelliğidir bu. “Kendimi daha bugünden işitilecek kulaklar bulanlarla nasıl
karıştırabilirim ki?” diye sorar, “Ancak öbür gündür benim olan. Kimileri
öldükten sonra doğar” (A, Önsöz). Cari von Gersdorff’a yazdığı bir mektupta
kibirli bir yalınlıkla şöyle der: “Bugün Zerdüşt'e, benzer herhangi bir şey
kaleme alabilecek yaşayan biri yok."
Nietzsche, düşünce
tarihindeki benzersiz konumunda, projesi açısından temel olabileceği üzere,
böylesine şiddetli bir biçimde direterek, aslında kendisine büyük bir zarar
vermiş olabilir, çünkü böyle yaparak, kabul edilmeleri genellikle imkânsız olan
ve dolayısıyla, hem henüz zamanı gelmemiş görüşler olarak haklı bir gerekçe
olmaksızın savunulmaları zor hem de öğretici olmaktan çok insanları
afallatmakla ilgilenen birinin düşünceleri olarak doğru dürüst ele alınmadıkça
göz ardı edilmeleri zor görüşlerin kendisine yakıştırılmasını
kolaylaştırmıştır. Ama insanları afallatmaya kesinlikle can atıyor olmasına
rağmen, aynı ölçüde istekli olduğu öğretici olmakla bağdaşmayan bir afallatmayı
asla aklından geçirmemiştir. Yine de, görüşlerinin hiçbiri bunu, hem Zerdüşt'ün
(Z. III, 13) hem de kendisinin (TI, X, 5) birer öğreticisi olduğunu söylediği
bir görüşten inanılması daha zor kılmaz: Bu ise, birçok özgün fikri arasında en
özgün olanı, ebedi tekerrür görüşüdür.
Ebedi tekerrür,
çoğunlukla kozmolojik bir hipotez olarak yorumlanır. Kozmolojik bir görüş olma
sıfatıyla da, evrende zaten olup bitmiş olan her şeyin ve tam da şu anda
gerçekleşmekte olan her şeyin ve gelecekte gerçekleşecek her şeyin, çoktan
gerçekleşmiş olduğunu ve tamamen aynı düzende ve sonsuz kereler, tamamen aynı
olaylarca öncelenerek ve izlenerek tekrar gerçekleşeceğini savunur. Bu
döngülerin her biri diğer döngülerin her biriyle tamamen aynıdır; aslında
yalnızca, sonsuzluğa uzanarak üst üste tekrarlanan tek bir döngü oluştuğunu
söylemek daha doğru olurdu (tabii eğer bu bağlamda herhangi bir şey doğru
olabilirse. Bu durumda, biri çıkıp “dünyadan kendisini zaten sonsuz biçimde sık
sık tekrarlamakta olan ve oyununu in infinitum'da. oynayan döngüsel bir hareket
olarak” söz edebilir pekala (WP, 1066). Bu tekrarlamalar arasında hiçbir
çeşitleme, dolayısıyla hiçbir etkileşim yoktur. Şu an yapmakta olduğumuz her
şeyi, hatırlaması imkânsız olsa da. geçmişte zaten yapmışızdır, bunun
hatırlanması olanaklı değildir, çünkü bu, döngünün tekrarlarının ikisi arasında
bir etkileşim oluştururdu. Ve her şeyi, tam da şu an yapmakta olduğumuz
haliyle, sonsuz kereler yapacağız gelecekte de.
Bazı yorumcular,
Nietzsche’nin bu mahiyette bir teoriyi gerçekten de benimsemiş olabileceğine
kolay kolay inanamasa da, Nietzsche’nin metinlerinde bu tür bir okumayı
destekleyecek şeyler bulunması imkânsız değildir. Ama elde edilecek kanıtlar
aydınlatıcı olmaktan uzaktır. Bir kere, Nietzsche’nin tekerrürü tartıştığı
birtakım pasajlarda bu kozmolojik öğretiye rastlanmaz. İkincisi, Nietzsche’nin
aslında tekerrür ve tekerrürün psikolojik etkisi hakkında yazdıklarının çoğu,
kendisini bu kozmolojik hipoteze adamasını gerektirmez. Nietzsche’nin ebedi
tekerrürü böylesine özel bir şekilde yerleştirdiği psikolojik kullanım,
herhangi bir fiziksel evren teorisinden tümüyle bağımsız daha zayıf bir görüşü
önvarsayar. Bu daha zayıf görüşse, Nietzsche yorumcularının, hatta belki de
bazen kendisinin ebedi tekerrürü özdeşleştirdiği kozmolojik teoriden çok daha
ciddi bir dikkat gerektirir.
Nietzsche zaman
zaman, bu kozmolojinin kendisi için yararsız olduğundan kuşkulanmış olabilir.
Şayet bu doğruysa, kozmolojik olarak yorumlanması durumunda teorinin bazı
ispatlardan yoksun olamayacağı gerçeğine rağmen, Nietzsche’nin tekerrürün
“ispatlarını” asla yayımlamamış olmasının nedeni açıklanmaktadır.
Muhtemelen hiçbir
ampirik desteğe sahip olamayacak bir teori olması nedeniyle tekerrür temelde,
bir tür a priori ispattan bağımsız olarak pek de inandırıcı bir görünüm arz
etmez. Bu öyle önemsiz bir mesele de değildir, çünkü Nietzsche ünlü bir pasajda
tekerrürü Böyle Buyurdu Zerdüşt'ün “temel anlayışı” olarak tanımlar (EH. III, Z
üstüne, 1) ve tam da belirttiğimiz gibi, Zerdüşt’ü tekerrürün öğreticisi
addeder. Ama bir evren teorisini öğretmek en azından bu teorinin doğru olduğunu
göstermeye bir ölçüde çaba harcanmasını gerektirir ve Nietzsche yayımlanan
yapıtlarında bu tür bir çabaya asla girmemiştir. Zerdüşt'ün yazıldığı üslubun,
teorinin bilimsel bir ispatına yönelik bir girişime izin vermediği iddia edilebilir.
Zerdüşt’ün birazdan ayrıntılı bir şekilde tartışacağım “Görü ve Bulmaca Üstüne”
(Z, III, 2) başlıklı bölümcesinin, çalışmanın lirik üslubuyla bağdaşabilecek ölçüde bu tür bir ispat sunmaya yaklaştığı öne sürülebilir. Ama Nietzsche’nin
Putların Alacakaranlığı'nda kendisini ebedi tekerrürün öğreticisi olarak
tanımladığını da zaten görmüştük. Bu çalışmanın üslubu ve gücü, Zerdüşt'ün
tonundan kesin bir biçimde farklılık gösterir ve kozmolojik öğretinin titiz ve
kesin bir ispatına kolaylıkla olanak tanıyabilir, ama yine de, Nietzsche bu
metinde de bu tür ispata yer vermemeyi tercih etmiştir.
Nietzsche notlarında
kozmolojinin ispatına ilişkin bazı taslaklar bırakmıştı ve Elizabeth
Förster-Nietzsche bunlardan bazılarına Güç istemi' nde yer vermiş, bu taslakları
kitabın sonuna ekleyerek büyük bir ağırlık kazanmalarını da sağlamıştı (M’P,
1053-1067). Ama bu taslakların amacının ne olduğunu saptamak çok zordur.
Yayımlanmamış olma statüleri değil de sırf bu durum, söz konusu ispat
taslaklarının Nietzsche’nin görüşünün merkezinde yer aldıklarını düşünmeyi
zorlaştırmaktadır. Acaba Nietzsche asla yazamamış olduğu bir çalışmada bunlara
yer vermeyi mi planlamıştı? Bulduğu bu ispattan pek hoşnut olmamıştı da, tatmin
oluncaya dek yayımlamamaya mı karar vermişti? Yoksa, tekerrürün düşüncesi
açısından taşıdığı öneme karşın öğretinin bir ispatının sonuçta hiç gerekli
olmadığını mı düşünüyordu?
Bu sorulara verilecek
yanıtlar ne olursa olsun, Nietzsche tamamlanmamış ve geçersiz olan “ispatı”ndan
son derece hoşnutsuz olsa gerektir. Bu soruna iyiden iyiye ayrıntılı bir
şekilde eğilmeksizin, evren tarihinin kendisini ebediyen tekrarlamakta olduğu
sonucuna ulaşabilmek için en azından iki önermenin gerekli olduğunu
görebiliriz:
(1) Evrendeki enerji
toplamı sonludur
(2) Evrendeki enerji
hallerinin toplam sayısı sonludur
Bu önermeleri açık
bir biçimde tartışan Nietzsche, birinci önermenin İkincisini gerektirdiğini
düşünüyor gibidir (KGW, V2, 421). Ama bu doğru değil. Bir sistem ancak sınırlı
miktarda enerjiye sahip olabilir, ama yine de, bu toplam sonsuz sayıda farklı
şekilde dağıtılabilir; öyleyse, bu da, Nietzsche’nin düşündüğü tekrarlanmayı
engelleyecektir. İkinci önerme bağımsız bir şekilde haklı çıkarılmalıdır, ama
bu tür bir haklı çıkarmanın ne olacağı sonuçta açık değildir. Ne olursa olsun,
bu ve benzeri değerlendirmelerin arkasında, George Simmel'in 2. önermenin doğru
olduğunu ve sistemde yalnızca sınırlı sayıda hal (kesin bir dille, üç hal)
bulunduğunu kabul eden; ama yine de bu hallerin belirli bir kombinasyonunun
asla tekerrür etmeyeceğini gösteren klasik çürütmesi yatmaktadır.
Tekerrürün kozmolojik
yorumunu desteklemek üzere yaygın olarak kullanılan pasajlara ilişkin dikkatli
bir okuma, her ne kadar bu pasajlar tekerrüre dair bir ispat önermese de, bu
teoriyi öne sürdüklerinin bile kesin olmadığını gösterir. Örneğin, aslında Nietzsche’nin
ebedi tekerrürü “tüm muhtemel hipotezlerin en bilimsel olanı” diye tanımladığı
farklı notlarından derlenen pasajlardan oluşan Güç İstemi'nin 55. notu bu tür
pasajlardan biridir. Nietzsche’nin “bilimsel” sıfatıyla “nesnelliği” kastetmesi
gerektiği ve bununla da “fizikseli” ifade ediyor olması gerektiği varsayılarak,
dolayısıyla söz konusu hipotezi kozmolojik olarak değerlendirdiği öne
sürülmektedir (cf. Kaufmann, s. 326). Ama bu varsayım yersizdir. Öncelikle,
wissenschaftlich'ın yan anlamlarının İngilizce scientifıc (bilimsel) sözcüğünün
yan anlamlarından çok daha geniş olduğu klişesini bir yana bırakıp,
Nietzsche’nin doğa bilimlerine duyduğu şüpheyi anımsayalım: “Fiziğin de
dünyanın bir açıklaması değil, yalnızca (af buyurursanız, bize göre!) bir yorumu
ve tefsiri olduğu, beş altı kafaya dank ediyor belki de” (BGE, 14); “bugün
kendisini ‘nesnellik’ diye, ‘bilimsel olmak’ diye, ... ‘istemden bağımsız saf
bilgi’ diye gösteren şeyin çoğu sadece ve sadece kuşkuculuk ve istemin felce
uğraması görünümüne bürünmüştür” (BGE, 208). Bu yüzden, ebedi tekerrürün
Nietzsche’nin fiziği yine fiziğin oyununda; her halükârda geleneksel
değişkesiyle kabul etmediği oyununda alt etme çabasını yansıttığını elde kanıt
olmadan varsayamayız. Keza, Nietzsche’nin bu açıklamasını yorumlayacaksak,
içerisinde hasıl olduğu bağlama da dikkat etmemiz gerekir. Bu sözün geçtiği
pasaj şöyle başlar: “Gelin bu düşünceyi
en korkunç biçimiyle düşünelim: Olduğu haliyle, hiçbir anlamı veya amacı
olmayan varoluş, yine de kaçınılmaz olarak, herhangi bir hiçlik finali
olmaksızın tekerrür eden bu varoluş: ‘Ebedi tekerrür.’ Nihilizmin en uç
biçimidir bu: Ebedi hiçlik! (‘anlamsızlık’!)" (WP, 55). Burada söz
konusu olan kesinlikle, evrenin herhangi bir şekilde ilerlemediği, yöneldiği
özgül hiçbir şey bulunmadığı ve sonsuz biçimde şimdi olduğu haliyle devam
edeceği düşüncesidir yalnızca -tam da kendisinde gerçekleşen aynı olay
teklerinin ebediyen tekrarlanacağı görüşü değil. Nietzsche Hıristiyanlığın ve
bütün dünyanın olduğu kadar her bireysel hayatın da kendisine ait bir amacı
olduğu fikrinin çöküşünü tartışmaktadır. Bu çöküş artık, “sanki varoluşun
sonuçta hiçbir anlamı olmadığını, her şeyin boşuna olduğunu ... Hiçbir hedefi
veya ereği olmayan ‘sonuçsuz’ zaman diliminin en kötürümleştirici fikir olduğunu"
gösteriyor gibidir (WP, 55).
Nietzsche bu pasajın
tümünde, tekerrürün genellikle bir tutulduğu özgül kozmolojik görüşü bir
kerecik olsun dile getirmez. Dünyanın var olduğu sürece bu ya da şu şekilde hep
olduğu gibi olmaya devam edeceği, hiçbir nihai halin, daha önce göçüp gidenleri
kurtarmayacağı kavrayışıyla ilgilenir yalnızca. Bu pasajın bizi ilgilendiren
terime ilişkin kendi yorumunu sunduğunu fark ettiğimizdeyse, bu daha da açıklık
kazanır. Nietzsche, yukarıda tanımlandığı şekliyle tekerrürün “tüm muhtemel
hipotezlerin en bilimsel olanı” olduğunu yazdıktan sonra, hiç ara vermeden
“Nihai amaçları yadsıyoruz; varoluşun böyle bir amacı olsaydı, çoktan
ulaşılırdı” (\VP, 55) der. Bu ise, nesnel olmak veya olgulara tekabül ediyor
olmak yerine (Nietzsche’nin ne olursa olsun tutarsız bulduğu nosyonlardır
bunlar), ebedi tekerrürün, tam anlamıyla teleolojik olmaması anlamında
“bilimsel” olduğunu gösterir; sonuçta bu nokta, bu notun ilişkili olduğu ana
temadır. Bu bölümde sunulan tekerrür yorumu kesinlikle terimin bu anlamıyla
“bi-limsel”dir.
Aslında,
Nietzsche’nin yayımlanmış tekerrür tartışmalarında kozmolojiye belirgin bir
gönderme yapıldığına rastlamak çok zordur. Bir yerde, “en yüksek-tine sahip,
canlı ve dünyayı onaylayan insan ideali, olmuş olan ve olmakta olanla uyum
içinde olmayı kabul etmeye ve öğrenmeye yanaşmakla kalmayıp, doymak bilmeksizin
da capo diye haykırarak, olmuş olan ve olmakta olanın sonsuza dek
tekrarlanmasını isteyen insan ideali”ne (BGE, 56) övgüler yağdırır. Ama burada
ima edilen, “olmuş olan ve olmakta olan”ın ebediyen tekerrür etmesi arzusudur.
Pasaj, tekrarlanacak şeyin ne olduğu konusunda, ebedi tekerrürle
ilişkilendirilen kozmolojinin doğru olup olmadığı konusunda ve hatta sonuçta
tutarlı olup olmadığı konusunda oldukça muğlaktır. Bu hipotezin doğruluğu şu
pasajda hiçbir şekilde önvarsayılmamaktadır: “Bir insan için büyüklük formülüm: amor fati; kişinin ne ileride ne
geçmişte ne de ebediyette, hiçbir şeyin farklı olmasını istememesi. Zorunlu
olana katlanmak yetmez sadece, hele hele onu gizlemek hiç yetmez -her tür
idealizm zorunlu olan karşısında bir aldatmacadır- mesele onu sevmekte"
(EH. II, 10).
Bütünüyle aydınlatıcı
görünen şu metin bile, dikkatli bir okuru şüphe içinde bırakır:
Ölüp gitmenin ve yok etmenin onaylanması. Dionysosça bir felsefenin
ayırıcı özelliğidir bu; muhalefet ve savaşa bile Evet demek; varlık kavramının
ta kendisinin kökten yadsınmasıyla birlikte, oluş -tüm bunlar kesinlikle,
bugüne dek düşünülen başka her şeyden çok daha yakından ilgili benimle. “Ebedi
tekerrür" öğretisi, tüm şeylerin koşulsuzca ve sonsuzca tekrarlanan döngüsel
akışının öğretisi yani (alle Dinge] -Zerdüşt’ün bu öğretisi sonuçta zaten
Herakleitos tarafından öğretilmiş olmalıydı. (EH, III. AT üstüne, 3)
Sanırım, alle Dinge
ifadesinin dünya tarihinde tüm tekil meydana gelişlerin her birine gönderme
yaptığını sorgusuz sualsiz varsaysaydık hata yapmış olurduk; çünkü Nietzsche
tekerrürü, dünya tarihini oluşturan tekil olaylarla değil, doğanın döngülerinin
sonsuz tekrarlanışını vurgulayan bir din olan Dionysosçulukla ilişkilendirir.
Nietzsche’nin kendisinin burada altını çizdiği nokta, Dionysosçuluğun bu
döngülerin her boyutunu, hatta yozlaşma ve bozulmaya dayanan evreleri bile
yücelttiği gerçeğidir. Nietzsche’nin görüşünün Herakleitos’un görüşüyle
bağlantısı ise, kozmoloji aracılığıyla değil, Herakleitos’un savaş ve ölümün,
barış ve hayatın diğer yakaları olduğunu, bunların hiçbirinin bir diğeri
olmaksızın var olamayacağını yazmasıyla sağlanır. Aslında, Nietzsche bazen
kendisine bu kadar sık atfedilen kozmolojiyi tümüyle yadsıyor görünür:
“Yakınımızdaki yıldızların döngüsel hareketleri kadar zarif bir şeyi genel bir
şekilde ve her yerde koyutlamaktan kaçınalım" (GS, 109).
Böyle Buyurdu
Zerdüşt'te bir kozmoloji sunmaya iyice yaklaşan iki pasaj yer alır. “İyileşen Kişi”
(Z, III, 13) başlıklı bölümcede Zerdüşt sonunda, “en berbat düşünce”si
(tekerrürle olan bağlantısı ilerledikçe açıklık kazanması gereken bir fikir) olarak
tanımlanan şeyle hesaplaşmayı başarır. Bu düşünce öylesine korkunçtur ki,
karşılaştığında tam tamına yedi yıl duygularını belli etmeden sakin görünmeye
çalışarak yalan söyler. Bu dönemin sonunda, kendisini bekleyip korumakta olan
hayvanları ona seslenip şöyle derler:
Her şey gider, her şey geri gelir, sonsuzca döner varlık çarkı. Her şey
ölür, her şey yine çiçeklenir; sonsuzca sürer varlık yılı. Her şey parçalanır,
her şey yeniden birleşir; sonsuzca inşa edilir aynı ev. Her şey ayrılır, her
şey diğer her şeyle esenleşir yine; sonsuzca sadık kalır kendine varlık
halkası. Her Şimdide yeniden başlar varlık; Orası denen halka Burası denen her
yerin etrafında döner. Merkez ise her yerdir. Eğridir ebediyetin yolu. (Z,
III, 13)
Ama bu bir kez daha,
önceden tartışmış olduğum Dionysosça doğa görüşünden başka bir şey değildir.
Yine de, hayvanlar Zerdüşt’ü “ebedi tekerrürün öğreticisi” olarak tanımaya
devam eder ve ona “bu öğretiyi öğretecek ilk” kişi olduğunu söyler. Ardından,
şu iddiada bulunurlar: “Senin öğrettiğin
şeyi biliyoruz: Her şeyin sonsuz olarak döndüğünü ve her şeyle birlikte bizim
de; önceden sonsuz kez var olduk ve bizimle birlikte her şey de” (Z, III,
13). Hayvanların Zerdüşt’ün bir öğretiyi (eğer doğruysa) zaten sonsuz kereler
öğretilmiş olan bir öğretiyi öğretecek ilk kişi olması gerektiğini iddia
etmeleri gerçeğinde bir ironi yatmaktadır. Bu öğretiyi ilk sunacak olanın onlar
(hayvanlar) değil de Zerdüşt olmasında ise daha da güçlü bir ironi
bulunmaktadır. Ama daha da önemlisi, sevgiyle ama yine de tepeden bakarak
hayvanlarını “soytarılar ve laternalar” diye çağıran ve onları düşüncelerini
“bir laterna türküsüne” dönüştürmekle suçlayan Zerdüşt'ün kendisinin tümüyle
sessiz kalması ve hayvanlarının kendisine yakıştırdığı düşünceyi hiç mi hiç
kabul etmemesidir. Hatta bu fikrin bile, bir kozmoloji olarak ebedi tekerrürün
katı bir değişkesi olması da gerekmez. Hayvanların Dionysosçuluğuyla tutarlı
biçimde, bizi oluşturan şeyin zaten tüm farklı kombinasyonlarda sonsuz kere var
olmuş olduğu ve tekrar tekerrür edeceği fikri olabilir bu. Nietzsche şunları
yazarken kafasında böyle bir fikir bulunuyor olabilir “Dünya var olan bir şey, yitip giden bir şey değil. Ya da bunun yerine:
Oluyor, yitip gidiyor, ama yitip gitmeye asla son vermiyor -dışkıları onun
besini” (WP, 1066). Gerçekten de, Nietzsche Eğitimci Olarak
Schopenhauer'da, aynı insanın bir kozmik orantılar tesadüfü aracılığıyla bile
iki kez var olamayacağını öne sürer kesin bir şekilde: “Yüreklerimizde hepimiz de çok iyi biliyoruz, bizim benzersiz olarak
dünyada yalnızca bir kez olacağımızı ve tahayyül edilebilir hiçbir tesadüfün,
bizim (olduğumuz) gibi böylesine tuhaf biçimde renk renk, alacalı bulacalı bir
karışımdan oluşan bir bütünlüğü oluşturmak üzere ikinci kez bir araya
gelmeyeceğini" (UM, III, 1).