İnsan, ancak evin içinde yalnız. Ve kendinin dışında değil, içinde. Parkta kuşlar var, kediler. Ama bir kez de bir sincap, bir gelincik. İnsan, parkta yalnız değil. Ama evin içinde öyle yalnız, öyle yalnız ki ara sıra kayboluyor. On yıldır eve kapanıp kaldığımı yeni algılıyorum. Yalnız. Ve bunu, kendime ve başkalarına bugün olduğum yazar olduğumu belleten kitaplar yazmak için yaptığımı. Nasıl oldu bu? Ve nasıl anlatılabilir? Söyleyebileceğim, Neauphle yalnızlığını benim yaratmış olduğum. Kendim için. Ve yalnızca o evin içinde yalnız olabildiğim için. Şimdiye kadar yazmadığım biçimde yazabilmek için. Ama henüz benim de bilmediğim, daha hiç kararlaştırmadığım, kimsenin hiç kararlaştırmadığı kitaplar yazmak için. Le Ravissement de Lol V. Stein'i ve Konsolos Yardımcısı'nı orada yazdım. Ve daha başkalarını, onlardan sonra. Yazı'mla baş başa kalmış, yalnız biri olduğumu, her şeyden çok uzak olduğumu anladım. Bu belki de on yıl sürdü, artık bilemiyorum, yazmakla geçirdiğim zamanı, kısaca zamanı ender olarak hesapladığım oldu.
Kitap yazan birinin,çevresindeki öteki insanlarla arasına her zaman bir mesafe koyması gerekir.Yalnızlıktır bu. Yazarın,yazılı şeyin yalnızlığıdır. İşe başlamak için, insan kendi kendine, çevresindeki o yalnızlığın ne olduğunu sorar. Ve bunun aslında evin içinde attığı her adımda, günün her saatinde, ister dışarıdan gelsin, ister gün ortasında yakılan lambaların ışığından gelsin, her türlü ışık altında kendine sorar. Bedenin bu gerçek yalnızlığı, yazının dokunulamaz yalnızlığı haline gelir. Bundan kimseye söz etmiyordum. İlk yalnızlığımın o döneminde, yapmam gereken şeyin yazmak olduğunu bulgulamıştım bile. Raymond Queneau daha o zaman doğrulamıştı beni. Bunu doğrulayan, onun şu tek cümlesindeki yargıydı: "Başka hiçbir şey yapmayın, yazın."
Yazmak; yaşamımı dolduran, beni büyüleyen tek şey buydu. Ben de öyle yaptım. Yazma edimi hiç ayrılmadı benden.
Yalnızlık hazır bulunmaz, oluşturulur. Yalnızlık, yalnız başına oluşturulur. Ben öyle yaptım. Çünkü orada yalnız olmam, kitap yazmak için yalnız kalmam gerektiğine karar vermiştim. İşte böyle oldu. Bu evde yalnızdım. Bu eve kapandım - tabii korkuyordum da, buna kuşku yok. Sonra da sevdim yalnızlığı. Bu ev, yazı evi haline geldi. Kitaplarım bu evden çıkıyor. Ayrıca bu ışıktan da, bu bahçeden. Küçük gölden yansıyan bu ışıktan. Şu söylediğim şeyi yazabilmek için yirmi yıl beklemem gerekti bana.
İstediğimi istediğim kadar söyleyeyim, insanın neden yazdığını ve nasıl olup da yazmadığını hiç bulamayacağım.
Bir deliğin içinde, o deliğin dibinde neredeyse tam bir yalnızlık içinde olmak ve sizi bundan yalnızca yazının kurtarabileceğini bulgulamak. Kafanızda hiçbir kitap konusu, kitap düşüncesi yoksa bu, önünüzde bir kitap var, yeni bir kitapla karşı karşıyasınız demektir. Bir sonsuz büyüklük, bomboş. Olası bir kitap. Hiçliğin karşısında. Canlı ve çıplak bir yazının karşısındaymışsınız gibi, korkunç, aşılması korkunç bir şey. Yazan kişinin kafasında kitap düşüncesi yoktur, sanırım, elleri boştur, kafasının içi boştur ve bu kitap macerası onun için yalnızca kuru ve çıplak yazıdır, geleceksiz, yankısız, uzak, altın kurallarıyla, temel kurallarıyla: yazım, anlam.
Ben evde yazarken, benimle birlikte her şey yazıyordu. Yazı her yerdeydi. Ve dostlarımla karşılaştığımda, onları hemen tanıyamadığım oluyordu. Böyle bir çok yıl geçti, zor, benim için, evet, belki on yıl, sürdü bu. Ve dostlar, en yakın dostlarım bile beni görmeye geldiğinde, bir felaket oluyordu. Benimle ilgili hiçbir şeyden haberleri yoktu dostların: Bana iyilik yapmak istiyorlardı ve ince düşünceli olduklarından beni dolaşmaya geliyorlardı, iyi yaptıklarını düşünerek. Ve işin en garip yanı, ben hiç de böyle düşünmüyordum.
Yazı, yabanıl kılıyor insanı. Yaşam öncesi bir yabanıllığa ulaşıyorsunuz. Ve bu size her seferinde aşina geliyor; ormanların yabanıllığı bu, zaman kadar eski. Her şeyden korkmanın yabanıllığı, farklı ve yaşamın özünden koparılamaz bir yabanıllık. Bütün varlığınızla sarılıyorsunuz. Beden gücü olmadan yazılamaz. yazının başına oturabilmek için, kendinizden daha güçlü olmanız gerekir, yazdığınız şeyden daha güçlü olmanız gerekir. Tuhaf mı tuhaf bir şey bu, evet. Yalnızca yazma edimi değil, yazılan şey de gece ortaya çıkan hayvanların çığlıklarıdır; hepimizin, sizin ve benim, köpeklerin. Toplumun kitlesel, umut kırıcı sıradanlığı. Çekilen acıdır, İsa'dır ve de Musa ve firavunlar ve bütün yahudiler ve aynı zamanda mutluluğun en şiddetli sancısıdır. Böyle olduğuna hep inandım.
Tuhaf kişidir yazar. Bir çelişkidir, aynı zamanda da bir anlamsızlık. Yazmak konuşmamaktır da. Susmaktır. Sessiz çığlıklar atmaktır. Huzur veren biridir yazar, çoğu kez; çok dinler. Çok konuşmaz, çünkü insanın yazmış olduğu bir kitaptan birine söz etmesi olanaksızdır, özellikle de yazmakta olduğu bir kitaptan. Olanaksızdır bu. Kitap sinemanın karşıtıdır, tiyatronun ve öteki gösterilerin karşıtıdır. Bütün okumaların karşıtıdır. Hepsinden zordur. En berbat olandır. Çünkü kitap, bilinmez olandır, gecedir, kapalıdır, evet, öyledir. İlerleyen kitaptır, büyüyen, bildiğinizi sandığınız yönlerde ilerleyen, kendi yazgısına doğru, bu arada yazarının yazgısına doğru ilerleyen, yayımlandığında yok olan yazarın: ondan ayrılmak, düşlenen kitaptan, son doğan çocuk gibi, hep en çok sevilen.