1888 yılının sonlarında Friedrich Nietzsche, Torino kentinde heyecan yüklü günler geçirdi. Her şey onu şevklendiriyordu; kırsal alanları hiç aratmayan ve gezmekten çokça zevk aldığı sokaklar, en düşük fiyata en iyi yemeği yediği Piedmontların mükemmel mutfağı trattoria, dükkanlarda karşılaştığı ve ona sempatiyle bakan halk, ona tatlı üzüm satan ve indirim yapan ihtiyar kadıncağız... Kimselerin Alman olduğunu düşünmemesi keyfine keyif katıyordu. Ayrıca son yazılarından, en önemlisi Ecce Homo’dan ötürü ziyadesiyle hoşnuttu kendinden. Son kitabı şu esrarengiz cümleyle başlıyordu: “Öngördüğüm gibi kısa bir süre içinde, daha önce asla yapılmamış bir biçimde insanlığa en ciddi taleple hitap etmek zorunda kalacağım.” İhtiyatsızca olumlamanın geldiği en güzel dönemlerdi. Öğrenci önlüğü içinde ününü sergilerken yoldan geçenlerin omuzlarını sıvazlayarak sokakta yürüyordu: “Siamo contenti? Son Dio, ha faito questa caricatura" (Memnun musunuz? Ben Tanrı'yım.; bu karikatürü ben yaptım.) Yükselen gündü, gündüzdü, büyük öğle vakti yaklaşıyordu, gölgenin en kısa olduğu an, gölgenin kabul ediliş anı... David Fino akşamları saatler boyu piyano çaldığını anlatıyor, Fino’nun müzisyen olan kızı, hakkında en çok yorum yaptığı besteciyi yani Wagner'i tanıyordu. Kontrolsüz ve çelişkili bir tarzda, büyük bir şefkatle hayvanlara karşı büyük bir yakınlık duymaya başladı: Sık sık gittiği Torino’nun kafesinde kaza geçirmiş bir köpeğin kırık bacağını mendiliyle sararak bağladı; yağmurlu bir akşamda, arabacının kırbaçlamaları karşısında, yükünü taşımaktan aciz ihtiyar bir binek atının boynuna ağlayarak sarıldı. Diğerleri için dışarıdan görünen muazzam neşesi, keyfinin yerinde oluşu, aslında üzüntüsünün yansımasıydı. Onu bu dönem gören herkes, konuşmayan, bekâr ve sonsuz melankolik biri olduğunu söylüyordu. Paylaşmamış olsa birilerinin mutluluğu fark etmesi mümkün müydü? Sıra dışı şekilde sevinç taşan, esrarengiz biçimde utkulu mektup ve kartlar yazıyordu. Peter Gast'a: “Üstad Pietro: Bana yeni bir şarkı söyle: Dünya karardı ve bütün Tanrılar bundan zevk duyuyor.” İmza: İsa. Onu keşfeden Danimarkalı Georg Brandes’e: “Dostum Georg’a, Beni keşfettikten sonra, beni bulmak büyük bir şey anlamına gelmiyor, şimdi asıl zor olan beni kaybetmek...” Jakob Burkhardt’a: “Bir dünya yaratmış olmanın can sıkıntısını kendi kendime açıkladığım küçük şaka bu. (...) Ariadna'yla birlikte ben, sadece tüm şeylerin altın oranı olmak zorundayız." Ve imza: Diyonisos.
Aynı parafın altına Cosima Wagner’e de yazdı: “Ariadna seni seviyorum.” En son isteklerini iletir; Hohenzollern'ler hariç Avrupa’da hüküm süren hanedanları kongreye çağırır; İtalya kralının sevgili oğlu Umberto’ya ve Vatikan Devletinin sekreteri kardinal Mariani’ye mektup yollar; “Alman imparatorluğunun ve tüm Yahudi düşmanlarının havaya uçurulmasına,” hükmeder; eski Tanrı’nın terk edip gidişiyle boşalan yeri doldurmaya hazırlanır. Delilik midir bu? Diğer eserleriyle bunlar arasında katı bir tutarlılık yok mudur acaba? Onun tüm eserlerini bir delinin sanrıları olarak reddedenler, Nietzsche’yi son yazılarından, keskin sloganlarından ayrı tutanlara nazaran daha haklılar. Günde iki üç damacana su içmektedir, sokaklara devrilir ve yoldan geçenler tarafından pansiyonuna götürülür: Tüm komşuların irkilmesine neden olan tüyler ürpertici bir Oratoryo çalar piyanoda doğaçlama olarak. Bu sonun başlangıcıdır: Son mektubunu aldıktan sonra Burkhardt telaşla Overbeck’i haberdar eder. 8 Mayıs 1889’da bu sadık dostu Torino’ya Piazza Carlo Alberto’ya hareket eder. Nietzsche’yi, iki büklüm olmuş halde bir sandalyenin üzerinde elinde Nietzsche Wag-ner’e karşı eserinin denemeleriyle bulur. “ileri yeti kaybı,” ve “beyin sulanması” teşhisiyle Basel’de bir kliniğe yerleştirilir. Annesi gelip onu doktor Biswanger’in kliniğine Jena’ya götürür. Nietzsche kırk beş yaşındadır: Bir daha asla o çok sevdiği açık arazilerde, soğukta ve Alta Engadina dağında, batmakta olan güneşin son ışığının en alelade bir balıkçının çektiği küreği bile som altına dönüştürdüğü deniz kıyısında özgürce yürüyemeyecektir... Avrupa, eserini keşfetmeye başlar; Peter Gast ve kız kardeşi, tamamlanmış eserlerinin sorumluluğunu üstlenirler. Jena’dan Naumburgo’ya oradan Weimar’a taşınan Nietzsche ipe sapa gelmez, darmadağınık, aşırı coşkun ya da ölümüne mutsuz olmayı sürdürür. Bağırır, el kol hareketleri yapar, kendinden geçer, genellikle kimseyi tanımaz. Şüpheli doktor Langbehn tarafından tedaviler, egzotik haplar ya da terapiler uygulanmaya çalışılır. Freud, o zamanlar Charcot ve isteri üzerine denemesini henüz tamamlamış ancak psikanalizi henüz kayda gcçirmemiştir. Yeti kaybı ilerler, hastanın genel durumu kötüleşir. Nietzsche ilkin annesinin gözetiminde, onun ölümünden sonra da kız kardeşi Elisabeth’in özel korumasının altında yaşar. Gabriela Reuter’in anlattıklarındaki gibi yürek paralayıcı, duygu dolu anlar vardır:
Kögel bize henüz el yazması halindeki İsa’ya karşı'yı okudu o genç ve erkeksi, heyecandan titreyen sesiyle. Bir anlığına sustuğunda yandaki odadan donuk bir homurtu, kafeslenmiş bir hayvana ait bir gürültüye benzer bir ses geldiğini işittik - küstahlık ve gözü peklikle dolup taşan bu kahramanca nazım parçasına eşlik eden uğursuz bir sesti; güçlü bir ruhun yüzyılların sofuca bağlılığıyla yukarılara taşınmış mihrapları yerle bir ettiği o kanayan ironiyle dolu bir ses... Nietzsche’nin sesiydi, titreyerek önünde eğildiğimiz eserini büsbütün unutmuş olan hasta ve mahkûm Nietzsche’nin. Ve buna rağmen hâlâ hayattaydı.
Kögel bize henüz el yazması halindeki İsa’ya karşı'yı okudu o genç ve erkeksi, heyecandan titreyen sesiyle. Bir anlığına sustuğunda yandaki odadan donuk bir homurtu, kafeslenmiş bir hayvana ait bir gürültüye benzer bir ses geldiğini işittik - küstahlık ve gözü peklikle dolup taşan bu kahramanca nazım parçasına eşlik eden uğursuz bir sesti; güçlü bir ruhun yüzyılların sofuca bağlılığıyla yukarılara taşınmış mihrapları yerle bir ettiği o kanayan ironiyle dolu bir ses... Nietzsche’nin sesiydi, titreyerek önünde eğildiğimiz eserini büsbütün unutmuş olan hasta ve mahkûm Nietzsche’nin. Ve buna rağmen hâlâ hayattaydı.
25 Ağustos 1900’de, onu bir bayrak ve şehit haline dönüştürecek olan yüzyılın eşiğinde, adına “delilik” denen bu esrarengiz on bir yılın ardından bir beyin kanaması Nietzsche'nin hayatını sona erdirir. Kollarında can verdiği kız kardeşi Elisabeth onun ölümünü, bizzat Nietzsche’nin yıllar önce Zerdüşt’ün sonunu anlatmak için kullandığı kelimelerle anlatır; Dudaklarını kımıldattı ve kapattı adeta hala söyleyecek bir şeyi varmış da tereddüt etmiş gibi. Ve onu görenler yüz ifadesinde belli belirsiz bir kızarma gördüklerini sandı. Elisabeth en son bakışının vakur ve sorgulayıcı olduğunu söyler.
*
Fernando Savater'in
Nietzsche'nin İdeası isimli kitabından
Nietzsche'nin İdeası isimli kitabından