Lou Salome / Nietzsche

Lou Salome Nietzsche'yi aşkla sevmemiştir; ama daha sonra,
Nietzsche üzerine olağanüstü güzellikte bir kitap yazacaktır.

Gilles Deleuze


Anısına sadık kalarak,
isimsiz birine adanmıştır (1894)




MOTTO - " Yaşam, yaşama ya-
pılan yatırımın geri dönüşüdür:
İnsan bilgisiyle kendisine ne ka-
dar çekidüzen verse de, kendisi-
ni objektif olarak ne kadar övse 
de, son hesapta, anca kendi ya-
şam öyküsüyle terk eder."

-Friedrich Nietzsche
(İnsanca, Pek İnsanca I, 513) 





sf. 10 - 13

Nietzsche’nin görünümü yüzeysel bir gözlemciye dikkate değer hiçbir şey söylemezdi. Nietzsche orta boyluydu, sade ama apaçık bir özenle giyinirdi, sakin bir tavrı vardı ve dûz, kahverengi saçlarını geriye tarardı; kolayca gözden kaçırılabilirdi. Büyük, gür, taralı bıyığı ağzının güzel ve son derece manalı çizgilerini neredeyse tümüyle örterdi. Sessizce gülerdi ve omuzlarını dikkatli ve düşünceli bir şekilde biraz eğerek, gürültüsüz bir tarzla konuşurdu. Onu bir kalabalık arasında hayal etmek oldukça zordu; bir kenara çekilmiş, yalnız bir izlenim vermekteydi. Ellerinin iç ruhunu gözler önüne serdiğine inanırdı ve uygun bir şekilde bunu beyan etmişti: “bir akla sahip olması kaçınılmaz olan insanlar vardır; açığa vuran gözlerinin önünde ellerini nasıl eğip büktükleri ve tuttukları değildir önemli olan (...sanki eller açığa vurmazmış gibi!) (IKÖ, 288). “Rezil şeyler için” otantik kulaklar olduğunu söylediği fevkalade küçük ve güzel biçimli kulaklarına da benzer bir anlam atfederdi (“Önsöz", 9, BBZ).

Ve gerçekten, gözleri konuşurken istemeden açığa vururlardı. Her ne kadar yarı kör olsalar da, ne gözetleyen ya da çekinen bir özellik taşırlardı, ne de, kendilerini istenmeyen şekilde başkalarına dayatırlardı, miyopların görüşünün yaptığı gibi. Her şeyden önce, gözleri, davet edilmeyenlerin gözüne ilişmeyecek hâzinelerinin -sessiz sırlarının- muhafızı ve koruyucusu gibi görünürdü. Görme bozukluğu yüz çizgilerine tamamen eşsiz bir büyü kazandırmıştı, yüz çizgileri bu yüzden değişen, dış izlenimleri yansıtmak yerine sadece iç varlığında cereyan edenleri yansıtırdı. Bu gözler içeriye bakardı ve aynı zamanda, yakın nesnelerin ötesine, uzaklara bakardı: Daha iyi bir ifadeyle, içerisi bir uzaklık gibiydi. Aslında, bir filozof olarak yaptığı araştırmalar, insan psişesinin keşfedilmemiş dünyası için ve bu psişenin, kendisinin durmaksızın oluşturup yeniden şekillendirdiği “halen bitmemiş olasılıkları” (ÎKÖ,45) için insan psişesinde yaptığı araştırmalardı. Kendisini heyecanlandığı bir diyalogun büyüsüne bıraktığında, gözlerinde, aynı hızla gözden kaybolması olası, dikkat çekici bir aydınlanma belirirdi bazen. Fakat, karanlık bir ruh hali içinde olduğu zamanlarda, yalnızlığı tekinsiz derinliklerden, içinde hep yalnız kaldığı ve hiç kimse ile paylaşamadığı derinliklerden gelerek, kasvetli ve neredeyse tehditkâr bir şekilde konuşurdu gözlerinden. Bazen, bu derinlikler onu dehşetle yakalardı, ve sonunda aklı bu derinliklerde boğuldu.

Nietzsche’nin davranışları da benzer bir münzevilik ve gizlilik izlenimi bırakırdı. Çoğunlukla büyük bir nezaket, neredeyse feminen bir uysallık ve geniş yürekli bir iyi huyluluk sergilerdi. Stile ilişkin adetlerden zevk alırdı ve bunlara iyi gözle bakardı. Aynca giyinme şeklinin de bir faydası vardı, çünkü pelerin ve maske nadiren dışarı vurulan bir içi örtüyordu. 1882’de bir bahar günü Roma’da St. Peter’de Nietzsche ile ilk kez konuştuğumda çalışılmış, şık halinin beni şaşırttığını ve yanılttığını hatırlıyorum. Ama ıssızlıktan ve dağlardan gelmiş ve geleneksel tarzda giyinen biri gibi maskesini beceriksizce takmış bu münzevinin insanı yanıltması çok da sürmezdi. Kendisinin şu sözlerle formüle etmiş olduğu bir soru su yüzeyine çıkar hemen: “Bir insan ne zaman bir şeyin görünür hale gelmesine izin verse ona ‘ne saklıyor?’ diye sorulabilir. ‘Bakışları nereden uzaklaştırmak istiyor? Nasıl bir önyargı hangi önyargıyı uyandırıyor? Ve dahası: Bu maskenin şeytanlığı hangi uca kadar gider? Ve, tüm bunlarda, kendini yanlış mı anlıyor?” (TK, 523).

Bu düşünce eğilimi, Nietzsche’nin iç yaşamının onun aracılığıyla anlaşılacağı yalnızlığın diğer yüzünü temsil etmekteydi sadece -sürekli artan bir kendini yalıtma ve kendisi ile meşgul olmayı.

Bu eğilimin artmasıyla orantılı olarak, tüm nesnel gerçeklik görünüme -sadece, yalıtılmış derinliğin, insan gözünün idrak edebileceği geçici bir yüzeye dönüşmek için kendi etrafında ördüğü yanıltıcı bir örtüye- dönüşür. “Derin düşünen insanlar, anlaşılmak için ilk önce bir yüzeyi taklit etmek zorunda olduklarından, başkalarıyla ilişkilerinde komedyen gibi hissederler kendilerini.” (İPİ, II, 232). Evet, Nietzsche’nin düşünceleri bile -teorik ifadeler oldukları sürece- bu yüzeyin parçası olarak düşünülebilir, bu yüzeyin ardında düşüncelerini doğurmuş olan iç deneyimler sessizce ve derinlemesine uzanır. Bunlar “bir şeyler açığa vuran ama daha fazlasını saklayan” (İKÖ, 32) bir teni andırırlar, çünkü, “insan ya düşüncelerini saklar ya da onların ardına saklanır" (İPİ, 11,338) der Nietzsche. Düşüncelerinin berraklığında kendilerini gizleyenlere atıfta bulunarak, bu anlamda “ışığın perdeleri altında saklananlar”dan (İKÖ, 44) bahsettiğinde kendisi için güzel bir isim bulur.

Bu nedenle zihinsel gelişiminin her evresinde biçim ya da tarz bakımından ayırt edici bir sahte görünümle karşılaşırız: “Derin olan herkes maskeyi sever...her derin ruh bir maskeye ihtiyaç duyar; üstelik, her derin ruhun etrafında sürekli bir maske gelişir” (İKÖ, 40). “Gezgin, kimsin sen?...Dinlen burada...sağlığına kavuşmak mı? İyileşmene ne yardım eder?...”Benim iyileşmem mi? Benim iyileşmem mi? Ah, meraklı seni, ne diyorsun sen! Bana onu ver sadece, yalvarırım...” Ne? Ne? Söyle ne istediğini! _“Bir maske daha! İkinci bir maske...”” (İKÖ, 278).

Ve şu bizim için kesinlikle nettir ki kendi kendini feda edişinin ve karamsar geri çekilişinin daha kapalı bir hal alması ölçüsünde, dönemsel maskeli balosunun anlamı da derinleşir, böylece gerçek varlık kendisinin ifade ve görünüm biçimlerinden daha belli belirsizce geri çekilir. Zaten “Gezgin ve Gölgesi”nde (İPİ, 175) “maske olarak vasatlık”a işaret eder. “Düşünceli insanın takabileceği maskelerin en mutlusudur vasatlık, çünkü büyük kitle ya da alelade olanlar onu bir maske olarak görmez. Ve yine de, onlar için, onları kışkırtmamak için ve çoğu zaman bir acıma Ve iyilik hissi ile takar bu maskeyi.” Bu zararsız maskeyi ürkütücü bir maske ile, altında daha da ürkütücü şeyler saklayan bir maske ile değiştirir: “bazen deliliğin kendisi o talihsiz, kutsal olmayan, herşeyi çok fazla bilen bilgi için bir maske olur” (İKÖ, 270); ve sonunda, acıyı güzelliğe dönüştürmeyi hedefleyen ilahi bir kahkahanın aldatıcı bir resmine dönüşür. Ve bu yüzden Nietzsche, son felsefi mistisizm döneminde son bir yalnızlığa, sessizliği içinde artık onu takip edemeyeceğimiz bir yalnızlığa gömülür yavaş yavaş. Geriye sadece, semboller ve amblemler gibi, yoruma açık düşünce-maske’si kalırken, bir zamanlar bir arkadaşına yazdığı mektupta attığı imzaya çoktan dönüşmüştür bizim için:

“Ebediyen kayıp biri” (Temmuz 8, 1881, Sils-Maria).

Bu içsel yalnızlık ve münzevilik Nietzsche’nin tüm dönüşümlerinde, resminin bize baktığı değişmez çerçeve olarak kalır. Nasıl giyinmiş olursa olsun “gittiği her yere, çölü ve kutsal, dokunulmaz çemberi” daima kendisiyle birlikte taşımıştır (“Gezgin ve Gölgesi,” İPİ, II, 337). Ve bununla birlikte, 31 Ekim 1880’de İtalya’dan dostu Ree’ye yazmış olduğu gibi, dışsal mevcut ile münzevi içi arasında bir örtüşmeye duyduğu ihtiyacı ifade eder bu sadece: “Bir çözüm olarak ve doğal bir tutku olarak, bana gittikçe daha açıklıkla öyle geliyor ki, yalnızlık, yani toplam bir yalnızlık ve içinde en iyimizi yaratabileceğimiz bir durum fedakârlığa hazırlıklı olarak oluşturulmak zorundadır.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder