“Eğer papanın ve kardinallerin dininden başkası yoksa,
o halde canavarın tuzağına ve canavarın inine gidelim,”
Self-portrait Salvator Rosa, Philosophy, 1640. The Latin inscription is "Keep silent unless what you are going to say is more important than silence." |
Salvator Rosa, Napoli Körfezi’nin yakınlarında yer alan
Arenella adında küçük bir köyde 1615’te doğdu. Bütün yaşamı boyunca Napoli
şivesini ve davranış biçimini korudu ve daima Napoli’yi cennetten bir köşe olarak
gördü; ancak, Napoli’nin bazı geleneklerini de lanetledi. Babasının erken
yaştaki ölümünden sonra annesi de Rosa’yı terk etti ve kendisine hiç de uygun olmayan bir biçimde kilise okuluna katılmak
zorunda kaldı. Rosa okuldan kaçma eğilimi olan bir çocuktu; yatak odasının
duvarlarına ucu yakılmış sopalarla resimler çizerdi. Bir keresinde, bir
kilisenin duvarlarını bu şekilde süslediği için kırbaçlanarak şiddetle
cezalandırılmıştı. Napoli’deki tantanalı süsleme savurganlığı onu hem yabancılaştırdı
hem de cezbetti. - Sade’ın daha sonraları yazdığı gibi, “bütün o zevksiz
süslemeler ve cicili bicili bezemeler de tıpkı halkı gibi; herkes Napolilileri
bir güç oluşturmak için kullanmıştır; bir tek onlar zayıf iradeli ve uyuşuk
kalmıştır”.
Tek seçeneği rahiplik olan Rosa
yerel manastırda rahip yamağı olarak göreve başladı ve orada, resimlerinde ve
şiirlerinde öne çıkacak ve rahiplerin hiddetini üzerine çekecek olan klasik
öğretiyi edindi. On altı yaşındayken, 1631’de (Vezüv’ün lav püskürttüğü yıl)
yamaklığı bıraktı ve Calabria tepelerine doğru yola koyuldu. “Eğer
papanın ve kardinallerin dininden başkası yoksa, o halde canavarın tuzağına ve
canavarın inine gidelim,” dediği söylenir. İngilizlerin Rosa’ya olan
hayranlığı temelinde, İrlandalı Protestan ve biyografi yazarı Lady Morgan’ın
1824’te söylediğine göre, Rosa’nın “modern
sanat tarafından henüz huzuru bozulmamış vahşi ama gizemli bölgelere çekilerek
keşişlere özgü itaati inkâr etmiş olması çok önemliydi. Zorluklarla ve
tehlikelerle dolu (...) bu yerler ruhen yalnız ve gururlu olan, doğanın
kesintisiz ıssızlığında hem muhteşemliğin hem de şahaneliğin mükemmel ve sonsuz
kombinasyonlarını bulabilen Rosa’ya çekici geldi.” Salvator Rosa hakkında
birçok romantik öykü uydurulmuştur. Söylentiye göre, bir haydut çetesine katıldı.
Dumas onu, 1647’de valiye karşı bir ayaklanmaya önayak olup kısa süreliğine de
olsa Napoli’de seçilmiş yönetici konumuna yükselen yakışıklı ve acımasız
balıkçı Masaniello’nun dostu olarak gösterdi. Birkaç günlük hükümranlığın
ardından, balıkçı prens bir sinir krizi geçirdi, kürsüden yaptığı ateşli bir
konuşma sırasında giysilerini yırtıp attı ve suikastçıların kurşunlarıyla can
verdi. Rosa, Masaniello’yu övmüştü; ancak, Salvator Rosa’nın da dahil olduğu,
Napolili sanatçılardan oluşan ve şehrin sokaklarında dolaşıp İspanyol askerleri
öldüren Compagna della Morte’ye’ ilişkin öykü büyük olasılıkla gerçekdışıdır.
Rosa 1635’te Napoli’den ayrılıp
Roma’ya gitmeden önce resim yapmaya başladı; daha sonra Floransa’ya taşındı.
Her iki şehirde de, ressam olmanın yanı sıra, şair, hicivci, salon adamı ve
sokak tiyatrocusuydu. İhtiraslı her barok sanatçı gibi o da öncelikle portreler
ile kutsal ya da tarihsel mekânların resimlerini üretti. Kutsal ve tarihsel
mekân resimlerine, kodlanmış mesajlar kattı: Fıçısının içinde diz çökmüş halde
duran ve dünyanın hâkimi Büyük İskender’in konuşma çabalarını reddeden Diogenes resmi, Rosa’nın insanlara
karşı duyduğu nefretin ve hamilerden bağımsız kalma isteğinin bir ifadesiydi.
Edebi imajlar resimlerinde önemli bir yer tutuyordu. Şair dostlarından fikirler
alır ve Stoacı tarihçilerin eserlerini karıştırarak resimde kullanabileceği
imajlar arardı. Aslında, kendisini bir Stoacı olarak adlandırıyor ve Atinalı
Timon'la bir tutuyordu: Konusunu da despotizmin oluşturduğu La Guerra (Savaş)
adındaki hicvi, kendisi ile Atinalı Timon arasında geçen bir diyalogdur. Kendisini bir felsefecinin giysileriyle
resmettiği ünlü portre onun ahlak felsefesi konusunda samimi olduğunu vurgulamaktadır.
Kişiliğine uygun olarak, Erdem’i ve erdemli olanın zaferlerini yüceltmeye
hevesliydi. Mevcut yolsuzluklardan ötürü üzüntü duyan bir adamın hiddetine
sahipti ve etik çabaları da yalnızlığına katkıda bulundu. Ressam arkadaşları,
Rosa’nın edebiyat çevresindeki entelektüellere iltifatlar yağdırmasına ve
karşılığında da bu insanların Rosa’nın etik numaralarına güvenmeyişine çok
kızmaktaydı.
Dahası, Rosa’nın sanatsal
ihtirasları dönemin tüketici zevklerince de engellendi. O, kompleks alegorik ve
tarihsel içerikli resimler -Fortune
(Talih) ve Death of Regulus (Regulus’un Ölümü) bu çizgide, iddialı
örneklerdir-yapmak için parasal destek bulmayı hasretle umarken, papalığın
prestiji azalmaktaydı ve Roma’nın hamiliğine güvenilmezdi. Güçlü hamiler
bulamayınca, resimlerini bugünün orta sınıfı olarak adlandırılabilecek
kişilere satmak yoluyla sanatını popüler hale getirdi. Ortaçağda ortaya çıkan
geleneksel peyzaj resim formları -tarihsel anlamlar içeren dekoratif
çalışmalar- on yedinci yüzyılda yerlerini yeni üsluplara bırakıyordu. Birkaç
sanatçı peyzajın insanlar ya da nesnelerden daha önemli göründüğü resimler
üretmişti. Claude Lorrain (1600-1682) peyzaj resmi alanına tarihsel figür
resmiyle denklik kazandırdı; kendisi doğayı resmetmek yolunda eğitim görmüş
olsa da, doğrudan yaşamın kendisini anlatan çok az resim yaptı ve doğanın ya
da bamboccuınti’nin (günlük yaşama dair küçük boyutlu resimler yapan ressamlar)
hamlığından arınmış Vergilius üslubu bir altın çağı anımsatan,
idealleştirilmiş ve şiirsel manzaraları tercih etti. Gene de, Rosa’nın üstün
yeteneği vahşi ve bomboş manzaralar resmetmesinde yatıyordu. Calabria’nın sert
doğasının dünyanın ve insanlığın sefaletini temsil ettiğini görüyor ve
bamboccian'ı satın alanların da duygusal sahtekârlar olduğunu söyleyerek onları
küçümsüyordu: "Gerçek yaşamda nefret ettiklerini resimde görmekten
hoşlanıyorlar." Romalı uzmanlar da onu öfkelendiriyordu: “Sürekli küçük
peyzajlarımı istiyorlar; sürekli, sürekli, küçük olanları.” Bu resimlerin
başarısı Rosa’nın yüksek entelektüel ihtiraslarının komik bir taklidi gibiydi
ve ona yaşam boyu sürecek hiddetli bir hor görme alışkanlığı kazandırdı.
Kendisine ait en iyi eserlerden bazılarını aşağılayarak onlara hayran olanlara
da saldırdı. Müşterilerini aşağıladı; bir tablo hakkında önerilerde bulunan bir
müşteriye, “Git bir duvar ustası bul, onlar siparişe göre çalışır,” demişti.
1660’ların sonlarına gelindiğinde eserlerine uluslararası düzeyde talep
olmasına rağmen, İngilizler onun resimlerini ölümünden sonra satın almaya
başladılar; ondan sonra da Rosa tipik bir İngiliz zevki haline geldi.
Örneğin, Rosa’nın Scene of Witchcraft (Büyücülük Sahnesi)
adlı eseri birinci Lord Spencer
tarafından satın alındı ve Althorp’ta sergilendi (günümüzde, Londra’daki National Gallery’dedir). Rosa’nın yaşadığı yıllarda bu resim Romalı koleksiyoncu Carlo de’Rossi’nin elindeydi ve de'Rossi dostlarını kişisel galerisinde gezdirdiğinde bu resim gösterinin doruk noktasını oluşturmaktaydı. De’Rossi resmi bir perdenin ardında tutuyor, her bir turun sonunda bu perdeyi bir tören havasında açıyordu. Resim gotik bir imajın kusursuz bir örneğidir - aşırı ama baştan savma. En solda çirkin bir
cadı gözleri bağlı masum bir genci tablonun merkezine doğru götürmektedir; yakınlarda, yaşlı bir
adam tabutundan yan yarıya çıkarılmış bir iskelete destek olmakta,
böylece kötü bir suç ortağı da
iskeletin parmaklarını bir kalpazanlık belgesini yazması ya da bir kehanet karalaması için zorlayabilmektedir. Arka planda, soğuk ve tehditkâr, beyaz peçeli bir figürün elinde mumlar vardır. Bu son figür, Mantegna’nın’ fresklerinde Bakire Meryem'i çevreleyen, kumaşlara sarılı, çiçeklerle bezeli insanları anımsatır; ancak, Rosa’nın figürünün giysileri aynı zamanda bir mumyanın ve bir cüzamlının sargılarını çağrıştırır.
Cadı, yaşlı adam ve örtünmüş refakatçi, bir aldatma ve ihanet tablosu oluşturan kötü görünümlü figürlerdir. Kendilerini çevreleyen insanlarla hiç ilgilenmezler: Aslında, tabloda birbirinden farklı birkaç insan grubu olmasına rağmen, bunlardan hiçbiri bir diğerine en ufak bir ilgi bile göstermemektedir. Bu, Salvator Rosa’nın, korkuların ve fantezilerin insanın içinde oluşunu ve bunların gizli bir zevksizliği taşıma potansiyelini anımsatma yoludur.
tarafından satın alındı ve Althorp’ta sergilendi (günümüzde, Londra’daki National Gallery’dedir). Rosa’nın yaşadığı yıllarda bu resim Romalı koleksiyoncu Carlo de’Rossi’nin elindeydi ve de'Rossi dostlarını kişisel galerisinde gezdirdiğinde bu resim gösterinin doruk noktasını oluşturmaktaydı. De’Rossi resmi bir perdenin ardında tutuyor, her bir turun sonunda bu perdeyi bir tören havasında açıyordu. Resim gotik bir imajın kusursuz bir örneğidir - aşırı ama baştan savma. En solda çirkin bir
cadı gözleri bağlı masum bir genci tablonun merkezine doğru götürmektedir; yakınlarda, yaşlı bir
adam tabutundan yan yarıya çıkarılmış bir iskelete destek olmakta,
böylece kötü bir suç ortağı da
iskeletin parmaklarını bir kalpazanlık belgesini yazması ya da bir kehanet karalaması için zorlayabilmektedir. Arka planda, soğuk ve tehditkâr, beyaz peçeli bir figürün elinde mumlar vardır. Bu son figür, Mantegna’nın’ fresklerinde Bakire Meryem'i çevreleyen, kumaşlara sarılı, çiçeklerle bezeli insanları anımsatır; ancak, Rosa’nın figürünün giysileri aynı zamanda bir mumyanın ve bir cüzamlının sargılarını çağrıştırır.
Cadı, yaşlı adam ve örtünmüş refakatçi, bir aldatma ve ihanet tablosu oluşturan kötü görünümlü figürlerdir. Kendilerini çevreleyen insanlarla hiç ilgilenmezler: Aslında, tabloda birbirinden farklı birkaç insan grubu olmasına rağmen, bunlardan hiçbiri bir diğerine en ufak bir ilgi bile göstermemektedir. Bu, Salvator Rosa’nın, korkuların ve fantezilerin insanın içinde oluşunu ve bunların gizli bir zevksizliği taşıma potansiyelini anımsatma yoludur.
Tablonun merkezinde, kupkuru bir
ağaç gövdesiyle, ağacın dalından sarkan asık suratlı bir ceset yer almaktadır;
bu temel nitelikli imaj Hıristiyan değerlerinin tamamen karşıtını temsil
etmektedir. Ölü ağaç yaşam ağacının karşıtıdır. Ağacın dibinde bir kurukafa
durmaktadır, tıpkı Çarmıha Germe konulu birçok tabloda olduğu gibi - zira, İsa’nın
çarmıhının yapıldığı ağaç, Adem’in ölümünün ardından onun ağzından büyüyen
yaşam ağacının bir fidanından yapılmıştı. Ceset, kendini asan hain Yahuda’yı
çağrıştırır; bir intihar söz konusu olduğu için bu kişi lanetlenmiş olsa da,
cesede, Magdaleneli Meryem’in karşıtını temsil eden bir kadın tarafından güzel
kokular sunulmaktadır. Bu arada, bir cadı da ilaç yapımında kullanmak için
asılı adamın ayak tırnaklarını koparmaktadır. Ön planda, cesedin altında,
çıplak bir kız boş gözlerle bir aynaya bakmakta, aynanın önünde tuttuğu küçük
bir balmumu erkek modelin görüntüsü mat bir biçimde aynaya yansımaktadır; bu
kızın arkasında daha da çirkin çıplak bir kadın bu minyatürün çarpık
yansımasına suratında aptal bir şehvet ifadesiyle bakmaktadır. Kambur ve eğik
figürler olan bu kadınlar çarpık düşünceleriyle meşgulken, kıskançlık ve
sinsilikleri şehvetlerinden daha iğrençtir. Gotik edebiyatta çok yerleşik olan
yasadışı arzular, bu kadınların tüm ilgisini çeken güçtür. Onların sağında,
bir kocakarı bir dibeğin içine sakatat tıkmakta ve bunları tokmak olarak
kullandığı bir kemikle ezmektedir.