Morrison sınırlara, aşırılıklara, neredeyse tekrar tekrar ve
hep aynı düzenlilik içinde gidip gelir. Sanki yaratıcı potansiyeli tahrip
eden, ama aynı zamanda kişiliğini imhaya da onu yönelten görünmez bir çizgiyi
takip ediyor gibidir. İşlenen bir cinayetin sorumluluğu ya da suçluluk duygusu
için kişinin kendini Tanrıya teslim ettiği ortaçağ uygulamaları misali, ölüm
riskini göze aldığı davranışları deneyimler. Sahnede olduğu gibi gündelik
yaşamda da, ölüm riskine koşturan bu davranışları temsil eden şey, risk almaya
yönelik içgüdüsel eğilimidir.
Aralarında amfetamin, kokain, LSD
ve afyonun da bulunduğu çok sayıda uyuşturucu dener. Bunların düzenli ve aşırı
kullanımı onun için hem bir esin kaynağıdır, hem de özyıkımını hızlandırmanın
bir biçimidir, ihlal edici boyut, bütün bu yasadışı maddelerin kullanımında
elbette mevcuttur. Baudelaire ya da Rimbaud gibi bazı yazarlarla
özdeşleşmesinde afyon önemlidir ve bunları idealleştirir. Paris’te
Baudelaire'in tarif ettiği afyon tekkesinin yerini bulup ziyaret eder. Bu konudaki
edebi göndermelere her yerde rastlanır. En başta da
Aldous Huxley’e, keza eski ve çağdaş çeşitli şair ve
yazarlara başvurur.
Yeni fiziksel ve psişik duyumlar
peşinde sürekli koşarak, toksik maddelere bu başvuru yoluyla “algının kapıları’
nı aşmaya çalışır.
Morrison, yazgısının yolu
üzerinde, asla geri dönmeden ilerler. Çılgınca koşusunun, aynanın ötesinde,
semboliğin öte tarafında umutsuzca mutluluk arayışının kendisini nereye
götürdüğünü bilmekte midir? Her türlü heyecanı fazlasıyla deneyimlemiş,
yaşamış, tecrübe etmişti; duyumlarının polifonisinin ve bilincin sınırlarına
dek varmıştı. Bununla birlikte, yaşamama, ölümün yakınından geçme ve kendini
yok etme içgüdüsü bir an bile gözünü üzerinden ayırmıyordu. Tespitte bulunmak
kolaydır, ama bu yıkım arayışına olası bir psikolojik köken ileri sürmek için
henüz çok erken. Freud'un ölüm itkisi olarak tanımladığı bir itki vardır ama bu
klinik olarak her zaman saptanamaz çünkü ender olarak açıkça işler. Genellikle
dolaylı biçimde ifade bulur. Oysa Morrison'da mevcut bir dizi argüman bu
ilkinin onun kişilik yapısındaki varlığını ve önemini açıklamaktadır.
Böylece Morrison’un düşkünlüğünün
tayfının kendini gösterdiğini görürüz.
Düşkünlük Tayfı
Alaycı kahkahalar, oturaklı tavırlar, tehlikeli tutumlar
Moırison’un gündelik yaşamını doldurmaktadır. Her türden aşırılıklarına
gelince, o da çoğu insan gibidir: bunlar hakkında hiçbir şey bilmek istemez.
Zaman zaman bilincinin anlık olarak berraklaştığı görülür ama hatalarını inkâr
hızla baskın çıkar. İlk gençlik çağından beri yaptıklarını tekrar eden,
dokunduğu şeylerin çoğunu, özellikle de duygusal alanına girebilecek olan
varlıkları yok eder.
Kadınlar konusundaki tutumu hep
aynıdır: Onları küçümseyerek ya da değersizleştirerek işe başlar, sonra da
yumuşak ve sevgi dolu görünür. Beklenmedik şiddet ya da saldırganlık krizlerine
girdiği de oluyordu ve bu durum çevresindekileri şaşırtıyordu.
Niçin sahneye tek başına, kendi
adına çıkmaz? Artık Doors’un parçası olmamak ve tek başına şarkı söylemek konusunda
niçin tereddüt etmektedir? Bu yönde ona birçok öneri yapılmış ve her zaman
reddetmiştir. Güvenli bir yerde kalmaya, hayalgücünün eşiğinde, ama aynı
zamanda deliliğin kıyısında, onu destekleyen ve ona eşlik eden başka kapıların
ortasında bir kapı olmaya can atar.
Müzik onun açısından olmazsa
olmazdır. Ancak bu sayede yıkıcılığının tersi yöndeki bir şeyin içinde serpilip
gelişebilir. Yaratıcı yan sanatının yüceltilmesinde cisimlenir. Sesinin pes
tınısı çok çeşitli duygu düzeylerini aktarsa da, birçok kişi tarafından
istisnai lirik yeteneği olmayan bir şarkıcı olarak kabul edilir. Bununla
birlikte tartışmasız sanatsal niteliklere sahiptir, duyguları kitleye ya da
dinleyicilere aktarma yönünde inanılmaz bir yeteneği vardır. Bu karizma onu
sahnede görülmek istenen bir şarkıcı yapar; bunun nedeni yalnızca provokasyonları
ve tuhaflıkları değil, özellikle ortaya koyduğu, sesindeki ve müziğindeki şiir
dolayısıyla aktarmayı başardığı bu enerji ve güçtür.
Yaşamındaki bu varolma
eksikliğini, ham haldeki duygulanım aktarım yoluyla geçirebilir. Totem hayvanı
olan kertenkeleyle özdeşleşmesi, kendini -nörobiyologların dediği gibi
sürüngenlere özgü olan- derin bir belleğin sahibi olarak düşündüğünü
göstermektedir. Çok sayıda hayvan türüyle paylaştığımız bu sürüngen beyni, her
birimizin içinde yatan evcilleştirilmemiş, vahşi yanı temsil eder.