"Ben kendisini, Nietzsche'nin bir yorumcusundan ziyade
onunla aynı gören tek kişiyim."
Bataille'ın yoğun biçimde Nietzsche'ci olduğu iki dönem vardır kuşkusuz: İlki inanç yitimine ve dünyayı onaylamasına denk düşer. Şunu söyleyebilirim ki, eğer Bataille ömrü boyunca bir ahlaka ve tek bir ahlaka boyun eğmişse, bu, Nietssche okumasından çıkardığı bir ahlaktır. Bataille 1923 yılında dünyaya Evet demeye karar verir. O dönemden itibaren bu Evet'e cevap vermeyen ve hem deneyimi hem de düşünceyi yargılamakta mihenk taşı olmayan hiçbir şeyi artık ne söyleyecek ne de yazacaktır. Bataille yine de bir süre Nietzsche’ye olan sevgisini yitirdiği -kimi zaman olumlanan bir dönem yaşayacaktır.
...
Bataille’ı gençliğindeki dinsel deneyimden çıkartan kuşkusuz Nietzsche’dir; kapanma arzusundan onu kurtarıp dünyanın canlılığını ona keşfettiren Nietzsche’dir. Fakat 1939 yılında, onu yeniden başka türde bir dinsel deneyime daldıran ve ona canlılığı mahkûm ettiren de yine Nietzsche’dir.
...
Bataille resmi eğitim almış bir filozof değildir- etkilenmiştir. öncelikle de bilgilendirici kitapları okumuştur. Sonradan ne okursa okusun -görüleceği gibi: Proust, Dostoyevski, Nietzsche- bunları, sofuluk ve coşkuyla Tanrı’yı “okuduktan” sonra (aynı şekilde okuyarak da denebilir) okuduğu gerçeğini hiçbir şey değiştiremez (ve silemez).
https://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2018/01/Acephale |
Bataille’ın Madrid ’te Proust’vari bir kitap yazmaya başladığı bilinmektedir; demek ki Proust’u önceden ve uzun uzun okumuştu. Proust onu dinsel dünyadan ilk uzaklaştıran olabilir. 1922’de Gide (Yeryüzü Nimetleri ve Paludes) ve özellikle Nietzsche (Vakitsiz Mülahazalar ve İyinin ve Kötünün ötesinde) geldi: bunların da onu dinden iyice uzaklaştırdığına kuşku yoktur. Nietzsche okumanın önemini (ancak 1923’te okumuş olmasına rağmen) Bataille defalarca belirtmiştir. Proust’un aşındırmaya başladığı şeyi Nietzsche temelinden yıkar. Hem de öyle şiddetle yıkar ki (kuşkusuz, fazla şiddetlidir) Bataille irkilir: “Yenilmiştim ve direniyordum.” Bu kadar altüst edici bir okumanın etkilerini azaltmaya yardımcı olabilecek her şeye ilk kez sıkı sıkı sarıldı: “Kendi yazgısıyla karşılaşan bir insanın öncelikle gerilemesi doğaldır.” (Bataille’ın nasıl gerileyebildiği gayet iyi görülür: örneğin Notre-Dame de Rheims'in konusuna paralel olan ve 1918’de başlayan “iş”e devam etmek için bir dayanak noktası olarak kullanabileceği Claudel'in Cinq grandes odes'unu okur.)
Dolayısıyla Bataille ancak 1923’te, kendi kaderine boyun eğer gibi Nietzsche’ye “razı oldu.” Fakat razı olurken de, Nietzsche’nin yapmış olduğu deneyimi tekrarladı: “Nietzsche’nin karşılaştığı güçlüklerle -Tanrı’yı ve iyiyi ardında bırakırken, iyilik ya da Tanrı için canlarını verenlerin ateşiyle yanarak- sıram geldiğinde ben de karşılaşacağım.” Bataille Hıristiyanken olduğu gibi ateşler içindedir, yanar.
Fakat Nietzsche’nin ona çağrısı, henüz Nietzsche’nin bir rolü yokken, yıllar önce her şeyin (örneğin Londra’da keşfettiği gülmek) ona çağrısı, Tanrı’yı ve iyiliği terk etmekti: Aslında, o zamana dek savunduğu her şey. Daha önce önünde diz çökmesine yol açan inanç değişimi kadar önemli fakat tersinden bir inanç değişimidir bu. Bu dönüşümün sonuçlarını kuşkusuz anında ölçememiştir, ama yine de ne kadar kökten olduğunu hissedebilmiştir. Hemen fark ettiği gibi, Nietzsche sadece güç istencinin değil, (Bataille’ın dediği gibi) kötülüğün de filozofu olduğu ölçüde bu dönüşüm son derece köktendir. Tanrı’nın haklı gösterdiği iyilik yerine, Nietzsche, bir eldiven gibi tersine çevrilmiş bir ahlak buyruğu olarak kötülüğü belirtir. Geride, ölü (ya da, ölüden ziyade, namevcut) Tanrı kalır ve onun yerine hiçbir şey konamaz; yeri boştur. Tanrı geçersiz ilan edilince, vaizlerin “falanca ya da filanca şeyi yap” demesi hiç değerindedir. Dinlemeye rıza gösterdiği tek vaaz Zerdüşt’ünkidir; Zerdüşt, Tanrı’dan daha fazla, “üstlendiği görevlere gülen bir baştan çıkartıcıdır." Bataille’ın 1920 yılında Londra’da -ardından Siena’da- keşfettiği gülmenin, bütün derin afetleri içinde, Tanrı tarafından asla haklı gösterilmeyeceğini, kendisinin, sadece kendisinin haklı gösterdiğini -bu kez Nietzsche sayesinde- anlamıştır:
“[...] Kahkaha konusunu mümkün olduğunca derinlemesine düşünmeye başladığım andan itibaren, ilk etki, dogmanın sunduğu her şeyin, bir tür akış içinde sürüklenip götürüldükten sonra parçalandığı hissi oldu. O an, inancımı ve buna bağlı davranışlarımı sürdürmenin oldukça mümkün olduğunu, ama üzerime çöken kahkaha dalgasının bu inançları bir oyun haline getirdiğini, inanmaya devam edebileceğim, fakat kahkahanın bana verdiği oyun dinamiğiyle aşılmış bir oyun haline getirdiğini hissettim.”
Artık hiçbir proje, hiçbir kurtuluş ona bağlı değildir. Nietzscheci sarhoşluğun ölçüsüzlüğünü Bataille kuşkusuz Siena'da hissetmişti. Tanrıyı inkâr eden Bataille (Bataille tanrıyı inkâr eder; fakat daha önce bütünüyle Tanrıya bel bağlamış biri ancak onu gerçekten, şiddetle inkâr eder), çırılçıplak bırakılmış teni tercih eder: Teni tutuşturan arzudan ve onu sarsan kahkahadan daha fazla hiçbir şey bunu doğrulayamaz. Sadece ten, Tanrı neyse odur: dipsiz bir uçurum. Bir anlamda, babasının bıraktığı ders budur; fakat bu kez sakat bir şey yoktur, ölümcül ya da bunaltıcı bir şey yoktur:
“İşte, benlik: İnsanların her konuda birbirine bel bağladığı, insanın uzun çocukluğundan çıkış, uyanış.”
“İşte, benlik: İnsanların her konuda birbirine bel bağladığı, insanın uzun çocukluğundan çıkış, uyanış.”
Şuna geri dönmek gerekir: “Benim dindarlığım bir firar teşebbüsüydü: Ne pahasına olursa olsun, kaderden kaçınmak istemiştim, babamı terk etmiştim.” 1914’teki inanç değişikliği ona Hayır’ı söyletti, 1923’teki “yeniden inanç değişimi” tamamen koşulsuz bir Evet demesini buyurur; söyleyenin dünyada bulduğu, keyiflilik, oyunculluk kadar derin bir Evet. Bunu vurgulamak gerekir, çünkü Bataille (kelimenin yaygın anlamıyla) ani bir dinsizlikle Hıristiyanlığı terk etmez, çünkü ona atfettiği mutlaklığın yerine daha yoğun bir mutlaklık geçirir, çünkü Hıristiyanca Hayır ne kadar mutlaksa, Nietzscheci Evet de o kadar mutlaktır.
Bataille bunu, çok daha sonra, ömrü boyunca Hıristiyanlığı ve “Nietzscheciliği” içinde tutacağı dar ve görünüşte paradoksal yakınlığın yol açacağı her türlü yanlış yorumun önüne geçmek için şimdiden tekrarlamanın yeri olan terimlerle söyleyecektir:
“Nietzsche’nin ateizmi kendine özgü niteliktedir, Tanrı’yı bilen, Tanrı’yla azizlerinki gibi bir deneyim yaşamış birinin ateizmidir. [...] Nietzsche’nin öğretisinin takip edilebilmesi için önceden Hıristiyanlığı özümsemek gerektiğine inanmaya yöneltir her şey.”
“Atalarımız, inançları uğruna mallarını canlarını, devletlerini ve vatanlarını feda eden, eşi benzeri olmayan sadakatte Hıristiyanlardı. Biz de aynısını yapıyoruz. Neden peki? İnançsızlığımızdan mı? Her türden inançsızlıktan mı? Hayır, siz bunu çok daha iyi biliyorsunuz, dostlarım! Sizde gizli olan Evet, sizi ve çağınızı bir salgın gibi etkileyen bütün Hayırlardan ve bütün Belki’lerden çok daha güçlüdür ve siz göçmenlerin denize açılması gerektiğinde, sizi buna bir inanç mecbur edecektir..."
Yukardaki buyruğu herkesten iyi benimsemiş olan Bataille’ı da (Nietzsche gibi) bir nihilist yapmak, paradokstur: "...kendisi dünyaya hiç sınırsız ve çekincesiz Evet demeye devam ederken, imkânsızın sınırındaki bir ifadeyi kaygıyla aramaya adanmış olan eserinin çoğu zaman azgın bir inkâr görünümüne bürünmesi eserinin çelişkilerinin en önemsizi değildir.”
*
Michel Surya
BATAİLLE
*
Michel Surya
BATAİLLE