Wittgenstein'ın Kulübesi


"Şimdi kendim için ıssızlık içinde bir ev inşa ediyorum"

David Pinsent'in 23 Eylül 1913'te yazdığı günlükte şunlar yazılıdır:

«... Wittgenstein bu sabah aniden çok mutluydu, gitmesi ve tanıdığı tüm insanlardan, örneğin Norveç'te birkaç yıl uzakta yaşaması gerektiğine dair çok rahatsız edici bir düşünceden söz etti. Yalnız yaşamalı, bir keşiş gibi yaşamalı ve mantık üzerinde çalışmaktan başka bir şey yapmamalıydı"

Wtt, Cambridge'de kısa bir süre kaldıktan sonra Norveç'e gider ve 1913 Ekim ayının sonunda bir ev inşa etme fikriyle Sogn fiyortunun yanındaki Skjolden kasabasına yerleşir.




"Wittgenstein tarafından okunduğu düşünülen Thoreau'nun Walden'ında şöyle denilir:

"Ormana gittim; çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum. Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak ve ölüm geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu fark etmemek için."

"1984'te Norveç'e yaptığım bir ziyaret sırasında, Wittgenstein'ın Skjolden'deki kulübesine gittim ve onu neden orada inşa ettiğini düşünmeye başladım. Oslo'da, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Cambridge'de Wittgenstein'ın öğrencisi olan Norveçli filozof Profesör K. E. Tranøy ile tanıştım. Pek çok güzel manzaraya sahip bir ülkeden bir Avusturyalı olan filozofun neden Norveç'te bir kulübe inşa ettiğini sordum - Wittgenstein'ın Birinci Dünya Savaşı'ndan önce genç bir adam olarak okuduğu Ibsen'in hayranı olduğunu söyledi."



"Wittgenstein'ın Norveç'teki kulübesi, Martin Heidegger'in Almanya'nın güneyindeki Kara Orman'daki kulübesi gibi, ikonik, hatta geçmiş bir statüye sahipti: "Kulübesindeki Filozof."

"Tarihsel olarak kulübeye göl üzerinden kayıkla ulaşıldığı anlaşılıyor. Monk, Wittgenstein biyografisinde (Wittgenstein: The Duty of Genius) şöyle der: 'Wittgenstein Moore'a kulübesini fiyort, komşu dağlar ve en yakın köyle ilgili olarak gösteren bir harita gönderdi. Mesele, onun köye kürek çekmeden ulaşmasının imkansız olduğunu göstermekti."

"Büyük şehrin uygarlığında ruh, kültürün külleri üzerinde (ebedi) bir tanık olarak -neredeyse tanrısallığın intikamı olarak- süzüldüğü buradan yalnızca bir köşeye çekilebilir..." 

Wittgenstein, kürek çekerken...

 


"Mutlunun dünyası, mutsuzunkinden başka bir dünyadır."

6.7.16.

Ve bu anlamda Dostoyevski, mutlu olan insan, varoluş amacını yerine getiriyor derken haklıdır. Ya da artık yaşamaktan başka herhangi bir amaca sahip olmaya gerek duymayan insanın, varoluş amacını yerine getirdiğini de söyleyebiliriz. Bu, onun tatmin bulduğu anlamına gelir. Yaşam sorununun çözümü, bu sorunun ortadan kalkmasında görülür. Ama kişinin yaşamı sorunsal olmayacak şekilde yaşaması olanaklı mıdır? Sonsuzlukta yaşaması, zamanda değil.

Yalnızca zamanda değil, şimdide yaşayan bir insan mutludur. Şimdide yaşam için ölüm yoktur. Ölüm bir yaşam olayı değildir. O, dünyanın bir olgusu değildir.

Nasıl ki ölümde de dünya değişmez, yalnızca sona erer. Ölüm, bir yaşam olayı değildir. Ölüm yaşanmaz. Bengilikten, sonu gelmeyen bir zaman-süresi değil de zamansızlık anlaşılırsa, şimdiyi yaşayan bengi yaşar.

Mutlu yaşa!

Şundan daha fazla bir şey söylenemez görünüyor: Mutlu yaşa!

Mutlunun dünyası mutlu bir dünya'dır. Öyleyse ne mutlu ne de mutsuz bir dünya olabilir mi?

Varsayalım ki, insan kendi istencini etkinleştiremedi, ama bu dünyanın tüm ıstırabını çekmek zorunda kaldı, o zaman onu ne mutlu edebilirdi? Bu dünyanın ıstırabını savuşturamıyorsa, insan nasıl mutlu olabilir? Bilgi yaşamı yoluyla.

Bilgi yaşamı dünyanın ıstırabına rağmen mutlu olanın yaşamıdır.. Mutlu olan tek yaşam, dünyanın hoş yanlarından vazgeçebilen yaşamdır.

Şeylere sanatsal bakış tarzının özü, dünyaya mutlu bir gözle bakması mıdır? Yaşam ciddi, sanat neşelidir*

21.10.16.

Çünkü sanatın amacının güzel olan olduğu kavrayışında elbette bir şey vardır. Ve güzel, mutlu kılan şeydir.

Wittgenstein'ın Kulübesi



" Şimdi kendim için ıssızlık içinde bir ev inşa ediyorum"

"Eski zamanlarda manastırlara kapanan insanlar vardı. Bunlar öyle budala, ya da güdük insanlar mıydı? -İmdi, böyle insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için böylesi yollara başvurmak zorunda kalmışlarsa, sorun herhalde hafif bir sorun olamazdı!" (Wittgenstein)

"Kulübenin yerinin ayrıntılı bir haritası yok ve artık gölden veya ana yoldan görünmüyor. Sadece Wittgenstein tarafından 1936'da İngiltere'den gelen bir filozof olan GE Moore için çizilen ilkel bir eskiz var.

Wittgenstein, kürek çekerken...




 Aruoba'nın derlediği Wittgenstein kitabı
 Yan Değiniler'den:


 "Acaba, insanı çıldırtan, yerine gelmeyen bir özlem mi? (Schumann'ı düşündüm, ama kendimi de.)"


*Robert Schumann (1810 -1856). Alman besteci; çıldırarak kendisini Ren nehri'ne atmış, son yıllarını akıl hastanelerinde geçirmiştir. Wittgenstein'ı yakından tanıyanlar sürekli bir çıldırma ve intihar etme beklentisiyle yaşadığını anlatırlar.

.

Işığa doğru çabalayan düşünce.

.

Neredeyse hep kendi kendimle söyleşilerdir yazdıklarım. Kendimle kafa kafaya verdiğimde kendime söylediğim şeyler.

.

Sözcükler eylemlerdir.

.

Çoğu zaman, bir tümce ancak doğru tempoyla okununca anlaşılabilir. Benim tümcelerim hep yavaş okunmak içindir.

.

Başkasının derinlikleriyle oynama!

Kulübe Güncesi: Wittgenstein'ın Kulübesi

Yan Değiniler / Oruç Aruoba

Kulübe Güncesi: Wittgenstein'ı Sevmek İçin 50 Neden

50: Çünkü Norveç'te tek başına iki yıl yaşama kararından sonra onu caydırmaya
çalışan Russell' a, akıllı insanlarla konuşarak akıl fuhuşu yaptığı
karşılığını vermişti. "Orada karanlıklar içinde kalacağım söyledim," diye anlatıyor
Russell, "O da bana ışıktan nefret ettiğini söyledi. Bunun üzerine,
ona deli olduğunu söyledim, o da bana: 'Tanrı beni zihin sağlığından korusun!'
diyerek karşılık verdi." Wittgenstein, bütünüyle işte bu sözlerdedir.




Kulübe Güncesi: Final Home


Böyle cebimde taşıyacak bir ev lazım bana (Martin Azua / 2000), 





Tasarımcı Kosuke Tsumura'nın final home isimli doksanlı yıllarda tasarladığı distopik yaşam giysisi de bir alternatif olabilir, 



sıcak ve soğuğa karşı yalıtımlı, asgari düzeyde eşyalarını ve yiyeceklerini saklayabileceğin kırk dört cepten oluşan giyilebilir bir barınak.

Kulübe Güncesi: Yarın yok, atlastan korlar


                                                     


 Toplum

Bir sırdır benim için

Varmamız anlaşmaya

Bir hırs sahibi olmakta.


Sanırsın ki mecbursun

İhtiyacından fazlasını istemeye.

Tamamına sahip olana dek

Adım atamazsın ama özgürlüğe.


Toplum,

Sen çılgın bir cinssin,

Umarım bensiz kaldığında

Yalnız hissetmezsin.

Kulübe Güncesi: Basic House


                                              



                                
Basic House (Martin Ruez de Azua)        


 "Yaşam alanımız, kontrol edilmesi zor karmaşık sistem ve ilişkilerin yarattığı bir dizi ihtiyacı sınırsız sayıda ürünün karşıladığı bir tüketim alanına dönüşmüştür. Çevreleri ile daha doğrudan bir etkileşim sürdüren kültürler, bize habitat fikrinin daha temel ve makul terimlerle anlaşılabileceğini gösteriyor. Bu fikirlerden etkilenerek ve en ileri teknolojiyi kullanarak, vücut ısısıyla veya güneşin ısısıyla kendi kendine şişen, neredeyse maddi olmayan bir ev ortaya çıkardım; o kadar basit ve çok yönlü ki bizi soğuktan ve ters çevrildiğinde sıcaktan koruyor; o kadar hafif ki yüzer; üstelik katlanır ve cebinize sığar. Maddi bağların olmadığı hareket halinde bir yaşam için ideal. Neredeyse hiçbir şeye sahip olmadan her şeye sahip olmak.


Basic House bir ürün değil, aşırı bir azalma kavramıdır. Birkaç yıl önce İtalyan Ezio Manzini'nin cümlesinden çok etkilenmiştim, "Tasarımın rolü, gelecekte yoksulluğu çekici kılmak olacaktır.”

Basic House çok radikal bir teklifi çekici hale getirmeye çalışır. “Gelişmiş toplumlarda” ürünlerin doygunluğunun zaten bir ilerleme işareti olmadığı, gezegen için bir tehdit haline geldiği açıktır. Bir ev cepte tutulursa, her şeyi içerebileceği açıktır ve ürünlerin tüketimine dayalı yaşam tarzımızı bozar. “Neredeyse hiçbir şeye sahip olmadan her şeye (özgürlüğe) sahip olun”.

Kulübe Güncesi: Poetry House

 

 


Lester Walker'ın Tiny Houses kitabından bir örnek, Carol Anthony isimli bir şairin mütevazı şiir evi:

Poetry House
26 square feet

Just what is it that makes today's homes so different, so appealing?

 




Richard Hamilton'ın ilk kez 1956'da This is Tomorrow sergisinde sergilenen Just what is it that makes today's homes so different, so appealing? adlı ikonik pop art kolajı. Günümüz Adem ve Havva'sı ve tüketim toplumunun yükselişi.

İkinci görsel yine Hamilton'ın dijitalin hayatımıza girişi ile birlikte 1992'de yaptığı daha çağdaş bir versiyon.


Kalan görseller Hamilton referanslı kimi çağdaş örnekler:

Kulübe Güncesi: Ev ve Kulübe


 Ev, insana istikrarlı olması için nedenler ya da yanılsamalar sunan bir imgeler yekünüdür (…) Ev dikey bir varlık olarak düşünülür (…) Dikeylik bilincimize yapılan çağrılardan biridir. Ev yoğunlaşmış bir varlık olarak imgelenir. Merkezileşmeye yönelik bilince çağırır bizi.

Kulübe, kendi yaşamını sürdürmek için dallanmalara gerek duymayan en basit insan bitkisidir. Öylesine basittir ki, kimi zaman çok renkli olan anılarla ilgisi yoktur. Söylencelere aittir. Bir efsaneler odağıdır.

Baudelaire'in dediği gibi: Sarayda "insanın içtenliğini yaşayacağı bir köşe bulunmaz".

Bachelard

Kulübe Güncesi: Ağaç Evler







19. yüzyılın sonları Amerika'sında bugün bir utanç kaynağı olsa da kereste endüstrisinin ardında bıraktığı sekoya ağaç kütüklerinin içine oyulmuş evler bir dönem oldukça yaygınlaşmış:

Kulübe Güncesi: KUlübenin Anlamı

 


"Bachelard'a göre mekân anlayışımız iki ayrı kutup ya da tropizm etrafında düzenlenmiştir: Biri bizi dikey olana (kule manzarasının güç ve rasyonelliğinin peşine), diğeri ise bazen "kulübe hayali" olarak adlandırdığı kapalı merkeze çeker. Çocuğu masaların altında ve portmantoların derinliklerinde hayali kulübeler inşa etmeye esinlendiren ve yetişkinleri küçük ve yoğun sıcaklık çemberlerinde tutan, azami sığınma yerleri olan ocak ya da mutfak masalarına çeken şey, bu ikinci merkezcil çekim gücüdür. Bachelard'ın deyişiyle bunlar da birer kulübedir."


*


*


Kulübe Güncesi: Tiny Houses

 Yazı: Michael Pollan / Bana Ait Bir Yer

Kitap: Tiny Houses (1993) / Lester Walker



                                       

"Tiny Houses, Lester Walker adında bir mimar tarafından yazılmış, daha doğrusu çizilmiş, çünkü çok az yazı içeriyordu - aslında Amerikan tarzında bir model kataloğu olan kırk kadar tek kişilik evin fotoğraf ve mimari çizimlerini sunuyordu. Kitap benim bildiğim minik evlerin çoğunun; Thoreau'nun barakasının, Jefferson'in Monticello inşa edilirken birkaç ay içinde yaşadığı balayı kulübesinin, George Bernard Shaw'un yazı kulübesinin ve adını duymadığım daha birçoklarının planların içeriyordu. Donmuş göllerin üzerine inşa edilmiş buzda balıkçı barakaları, birkaç tuhaf prefabrik kulübe, 1949 model bir kamyonetin üstüne inşa edilmiş 4 metrekarelik bir "tekerlekli ev" birkaç tane ufak tatil barakası. Belki de ideal bir merkezkaç evi olan yatak dışında her şeyin küçük bir kulübenin dış duvarlarına yerleştirildiği "tersyüz edilmiş bir yazlık evdi, bir uzay kapsülünden (!) esinlenerek tasarlanmış kendine yeterli bir karavan, bir ressam tarafından meditasyon kulübesine dönüştürülmüş iki delikli bir ayakyolu ve en küçükleri olan yarım metrekarelik, iki çocuğun "ancak ayakta dururlarsa sığabileceği ahşap bir otobüs durağı.

Kulübe Güncesi: Bana Ait Bir Yer



" Bana Ait Bir Yer bir binanın biyografisi. Bir bakıma tüm binaların biyografisi; ama bunlardan biri üzerine, New England'da, evimin arkasındaki ormanda, okumak, yazmak ve hayal kurmak için inşa ettiğim pek de ilkel olmayan kulübe hakkında yazıldı. Ünlü ya da önemli bir bina değil ama benim için dünyaya bedel. Onu kendi beceriksiz ellerimle inşa ettim ve hem şu an elinizde tuttuğunuz kitabı, hem de ikinci (Arzunun Botaniği) ve üçüncü (Etobur-Otobur İkilemi) kitaplarımı orada yazdım.


İçinde Yaşadığımız Şehirler

 



İçinde yaşadığımız şehirler ölümün okullarıdır, çünkü gayri insanidirler. Bu şehirlerin her biri uğultunun ve leş kokunun kesiştiği kavşaklar halini almıştır, her biri binalardan oluşan bir kaos olmuştur, bu şehirlerin içine milyonlarcamız yığılarak, yaşama nedenimizi yitirmekteyiz. Biz çaresiz bahtsızlar, kendimizi saçmalık labirentine iyi kötü girmiş hissediyoruz ve buradan ancak ölümüz çıkacak, çünkü bizim yazgımız daima çoğalmakta, tek amacımız da sayısızca ölmekte. İçinde yaşadığımız şehirler, çarkın her dönüşünde birbiri ardına hissettirmeden ilerliyor, birbirleriyle kaynaşma özlemiyle yanıp tutuşarak; bu yürüyüş mutlak kaosa doğru, uğultu ve leş kokusu içinde.

Mimarların tek özlemi, bize hazırladıkları kaderden kaçıp kırda yaşamaya gitmektir.

Dünya bir süre sonra yalnızca bir şantiye olacak. Burada, beyazkarıncalar gibi, milyarlarca kör, uğultunun ve leş kokusunun içinde otomatlar gibi didinip duracaktır soluksuz kalana dek.

Kulübe Güncesi: Jung'un Kulesi


Jung, 1922 yılında Bollingen'de, St. Meinrad civarında göl kenarındaki bir araziyi satın alır. Başlarda niyeti ortasında ocağı, duvar boyunca divanları olan yuvarlak, ilkel bir barınak yapmaktır ama çok gecmeden bu düşüncesinden vazgeçer ve iki katlı bir yuvarlak kule inşa eder, yıllar içinde oluşan eklemelerle kule, dört kuleli bir kale görünümünü alır.

"Aklımda, ortada birkaç taşla çevrili bir ocağı olan bir Afrika kulübesi vardı. Orada, tüm ailenin yaşamı ortadaki o ocağın çevresinde geçer. İlkel barınaklar aile bütünlüğünü pekiştirir. Evcil hayvanlar da bu bütünün bir parçası olurlar. İnşaata başlandığında bu düşüncemden vazgeçtim çünkü çok ilkel olacaktı. Yere yapışık bir kulübe yerine, iki katlı bir ev olmasının daha doğru olacağına karar verdim. 1923 yılında evin ilk katı tamamlandığında, içinde rahat yaşanabilecek yuvarlak bir kule ortaya çıktı...."

Jung, Bollingen Kulesidiye bilinen evinin inşa sürecini otobiyografik anlatısı Anılar, Düşler, Düşünceler kitabında anlatıyor.

Kulübe Güncesi: Montaigne'in kulesi

 



"Ben kuledeki adama sıkısıkıya bağlıyım. Buraya taşlara dokunmak,
basamaklarına basmak, duvarlarına tutunmak, putrellere kazdığı harfleri
 okumak için geldim."

Kulübe Güncesi: Toplum

 



Toplum yokluğundan dolayı acı çektiğim konusunda doktorların hepsi hemfikir. Asla böyle bir durum olmadı. Birincisi, acı çektiğimi bilmiyordum. İkincisi, bir İrlandalı'nın da söyleyebileceği gibi, bunun sahip olduğum toplumun hazımsızlığı olduğunu düşünmüştüm..

*

Bir insan nereye giderse gitsin, insanlar onu takip edecek ve kirli kurumlarıyla pençeleyecek
 ve eğer yapabilirlerse, onu çaresiz tuhaf toplumlarına ait olmaya zorlayacaklardır.

*

En gerçek toplum her zaman yalnızlığa yaklaştıkça,
 en mükemmel konuşma sonunda Sessizliğe düşer.

*

Toplu hareket etmek, kurumlarımızın ruhuna göredir.

*

Siyaset, toplumun bağırsak ve çakıl dolu taşlığıdır.

*

İnsanların sosyal erdemler, iyi dostluk dedikleri şey, genellikle, birbirlerini sıcak tutmak
 için birbirine yakın duran bir çöplükteki domuzların erdemidir.

*


*

City life is millions of people being lonesome together.

*

I wish my neighbors were wilder. A wildness whose glance no civilization could endure.

*

Otuz Asır

 



Pasolini'nin Marilyn Monroe siiri üzerine hoş bir sohbet. Ne iyi oldu hatırladığım Pasolini'yi. Beni ondan daha çok etkileyebilmiş bir tek komünist var mı? Katilleri benim de katillerim, Ostia'daki parçalanmış o ceset benim cesedim. Coil'in şarkısı dolanmaya başladı bile aklımda:

 "...And murder me in Ostia"

Pasolini'nin Türkçe'den çeviri mısraları dolanıyordu uzun zamandır aklımda: 

Tanrım, yalnızız biz, arama bizi gün be gün ay be ay, yıl be yıl, hiçbir şey değişmedi, otuz asırdan bu yana, hiçbir şey..."

Belki kendi ömrüme denk hissettiğim için bu otuz asrı. Belki, gerçekten de otuz asırdan bu yana hiçbir şey değişmediği için.

*


Kulübe Güncesi: Manzara

 



Manzara, gerçekten görüldüğünde, görenin hayatına tepki verir.

Kulübe Güncesi: Yabana Doğru

Into The Wild filmiyle sinemaya da uyarlanan Christopher Mccandles'ı trajik bir sona taşıyan hayatını anlatan kitabı yedi sekiz sene kadar önce okumuştum, bugünlerde bir göz atmak amacıyla tekrar aldım elime. Chris'le genel olarak çok uzlaşamamış ama kitapta öyküsü geçen ve yine yabanda yaşamı trajik bir sonla biten Everett Ruess'e dikkat kesilmiştim. Chris'in esin kaynaklarından biri de Thoreau'ydu, Aşağıda kitaptan yaşamının son günlerine yaklaşırken okuduğu Walden'dan bir bölüm var:


McCandless, Thoreau'nun Walden kitabını okumaya başladı. Yemek yemenin ahlakı üzerine düşüncelerin yer aldığı "Yüksek Prensipler" başlıklı bölümde, "Balığımı yakaladığımda, temizlediğimde, pişirdiğimde ve yediğimde, aslında karnımı doyurmamış gibiydi. Anlamsız ve gereksizdi; dahası astarı yüzünden pahalıya gelmişti," cümlesinin altını çizdi. Sayfanın kenarına "MUS" yazan McCandless, aynı paragraf içinde şu satırların altını çizdi:

Hayvani gıdalardan tiksinme, tecrübe kaynaklı bir şey değil, içgüdüdür. Mütevazı yaşamak ve güçlükle besin temin etmek birçok açıdan çok güzeldir, hiçbir zaman bu şekilde yaşamadım, ama hayal gücümü tatmin edecek kadar ileri gittim. Yüksek yetilerini ve şiirsel kapasitesini en iyi konumda muhafaza etmek isteyenlerin, hayvani gıdalardan ve her çeşit yiyeceğin fazlasından uzak durmuş olduğu kanısındayım...

Kulübe Güncesi: Müzik

 

Score without Parts (40 Drawings by Thoreau): Twelve Haiku
John Cage; 1978


Cage, Empty Words çalışmasında Thoreau'nun günlüğünde yer alan çizimleri birer nota olarak kullanmış ve 5+7+5 haiku hece ölçüsüne göre yerleştirmiş, kayıt boyunca Thoreau'nun günlüğünden rastgele seçilmiş, anlamlarından arındırılmış ve i ching alfabesine göre düzenlenmiş kelimeleri okuyor ve seslere dönüştürüyor.

Nota kağıdında yer alan düzenlemeleri ve müzik terimlerini anlamamı kolaylaştırdığı için Elif'e teşekkürler.


Kulübe Güncesi: Hayvanlar


Şaka yaparak öldürdüğünüz sincap ciddiyetle ölür.

*

Birds never sing in caves.

*

The bluebird carries the sky on his back.

*

A gun will give you the body, not the bird.

*

Tavşanı ve kekliği olmayan bir ülke nedir? En basit ve yerli hayvansal ürünler arasındadırlar; antik çağdan modern çağlara bilinen en eski ve saygıdeğer aileler; Doğanın tonuna ve özüne, yapraklara ve toprağa en yakın müttefikler.

*

Who hears the fishes when they cry?

*

Her zaman içgüdüsel olarak bir atı vahşi bir yerde yaşayan
özgür bir insan olarak görmüşümdür.

*

Even trees do not die without a groan.

*

Trees indeed have hearts.

*

Hayattan umutsuzluğa kapılmayın. Hiç şüphe yok ki, engellerinizi aşacak kadar gücünüz var. Bir kış gecesi açlığını giderecek bir şey için ormanda ve tarlada gezinen tilkiyi düşünün. Soğuğa, tazılara ve tuzaklara rağmen ırkı hayatta kalır. Hiçbirinin intihar ettiğine inanmıyorum.

*

Thoreau