Kulübe Güncesi: Thoreau'nun Kulübesi



"Henry David Thoreau her zaman evin kapalılık duygusundan çok, olağandışı şeffaflığına düşkün görünür. Ne zaman bir serçe ya da tarla faresi barakasına girmeyi başarsa, ki bunun pek de marifet olmadığı anlaşılıyor, Thoreau mutlu olur. Duvarlarındaki budak deliklerinden ve yarıklardan rüzgâr ve güneş ışığının serbestçe geçişini o kadar sever ki iç sıvayı yapmak için kasım ayının dondurucu soğuklarını beklemiştir.

Barakası "öylesine hafifçe kapalı"dır ki, Thoreau "Hava almak için dışarı çıkmama gerek yoktu çünkü içerideki atmosfer taze liğinden hiçbir şey kaybetmemişti. En yağmurlu havalarda bile oturduğum yer içeride olmaktan ziyade bir kapının arkasındaydı," der. Thoreau'nun hayallerinin evi sanki peyzajın içinde kaybolmak istiyordu; duvarlarını ne kadar ince yapsa yetmiyordu ve içerisi ile dışarısı arasındaki aşırı medeni ayrımı sadece hor görüyordu. "En iyi odası" olarak adlandırdığı yer aslında bir oda bile değil, "evimin arkasındaki çamlıktı. Yaz günleri önemli misafirler geldiğinde onları oraya götürürdüm ve emeğinin karşılığı ödenemez bir temizlikçi yerleri süpürür, mobilyaların tozunu alır ve ortalığı toplardı."

Kulübe Güncesi: Manzara Penceresi


Kulübenin pencereleri çoğalınca kış boyunca gözümü ayırmadığım yaptığım ilk pencereden dışarıya hemen hiç bakmaz oldum, ama Edremit Körfezine hakim tepeden zeytinlikler boyunca uzanarak dört büyük adayı da içine alan, iklimler ve mevsimler değiştiren pencerelerim Pollan'ın manzara penceresi tanımına bütünüyle uyuyor:

  

"Manzara penceresi fikrinin ardında, bizim bakışlarımıza ve dikkatimize değer "özel" bir doğanın ve bir de böyle olmayan sıradan bir doğanın var olduğu varsayımı bulunmaktadır. Manzara penceresi ufuk çizgisine hakkını vermeli ve görünen manzaranın içeriği daima özel", yani "pitoresk" bir şey olmalıdır. Bu mekan hep derinlikli olmalı: yakın, orta ve uzak şeklinde bölünebilmeli; arazi bakir ve iklim ve mevsim değişiklikleri dışında durağan olmalı ve insan emeğinin izleri asgari düzeyde bulunmalıdır."

Kulübe Güncesi: Tvergastein

 



İki Kulübe: Tvergastein & Skarvereiret

Tvergastein:

Arne Naess'in 1937'de deniz seviyesinden 1505 metre yükseklikte bulunan bir dönümlük arsaya inşa ettigi, derin ekoloji ile ilgili fikirlerini şekillendirdiği ve kitaplarını yazdığı kulübesi. Ustaoset'teki tren istasyonundan tundra boyunca yokuş yukarı üç saatlik bir yürüyüş mesafesinde.






Kulübe Güncesi: Skarvereiret

 

İki Kulübe: Tvergastein & Skarvereiret

Skarvereiret:



Skarvereiret, Norveçli filozof Arne Naess'in Tvergastein kulübesinin arkasında eskiden tırmanmaya çıktığı sarp dağın zirvesine inşa ettiği tırmanma kulübesi. Görsellerde yer alan odun sobasını ve kalan malzemeleri de Naess 1942 yılında buraya en yakın kasaba olan Ustaoset'ten yedi yüz elli metre yukarıya kendi olanakları ile taşımış.



Kulübe Güncesi: İlkel Kulübe

 


Antonio Averlino Filarete. Adam in Vitruvius,
 on the origins of architecture. c. 1465.


Vitrivius'un (M.Ö.80 / M.Ö. 15 ) Mimarlık Üzerine kitabı mimarlık ve mühendislik alanında yazılan ilk bilimsel eser.

"Vitruvius, kulübeye atıfta bulunan ilk kuramsal mimarlık metni “Mimarlık Üzerine”de kulübenin inşasının, dilin icadının ve toplumsal ilişkilerin doğuşunun kaçınılmaz sonucu olduğunu belirtir. Kulübe, Vitruvius’tan sonra, cennetten kovulan Adem’in korunma amacıyla ellerini başının üstünde kavuşturmasının inşa pratiğine dönüşümünün temsili olarak 15. yüzyılda Filarete tarafından temelleri atılan dinsel-mitik karakterini 18. yüzyıla dek sürdürür. Rykwert’e göre, Adem’in bu refleksif davranışının mimari sonucu olarak kulübe, cennetteki evin yeryüzündeki izdüşümüdür."

Vitrivius (Konutun kökeni):

Kulübe Güncesi: İlkel Kulübe

 

Charles Eisen tarafından Laugier'in ilkel kulübesinin illüstrasyonu:
"Cıvıl cıvıl bir kadın ( belki de Mimarlığın kişileştirmesi) bir çocuğa 
basit bir rustik kabini işaret etmektedir (belki de bilinmeyen, saf mimar).
 İşaret ettiği yapı, tasarımda basittir, temel geometrik şekilleri kullanır ve doğal 
elementlerden yapılır. Laugier'in İlkel kulübesinin türediği felsefeyi temsil ediyor.


Laugier'in mimarlığın başlangıcına dair tezi: İlkel Kulübe: Dört ağaç gövdesi ve onları birbirlerine bağlayan dallar: kolon, kiriş ve çatı. Hem Doğaya dönüşü içeren hem de Tiny House örnekleri için bir ilkörnek.

Kulübe Güncesi: İlkel Kulübe

 


"Neredeyse okuduğum bütün mimarlık eserleri, Vitruvius, Alberti, Laugier ve son dönemde Le Corbusier ve Wright'inkiler de dahil, İlk Barınağa dair canlı bir betimleme ile başlıyordu. Bu yapı bu yazar-mimarlar için mimarlığın doğadaki kökenleri hakkında bir mit teşkil ediyor, aynı zamanda inşaat işi ile mimarlık sanatı arasında kuramsal bir bağlantı kuruyordu. İlkel barınak yazardan yazara değişiyor, bir çadır, bir mağara ya da beşik çatılı bir kirişli-kolonlu kulübe oluyordu. Mimarlar genellikle kendi ilkel kulübe versiyonlarından uyguladıkları mimari tarza ulaşan düz bir tarihi soy hattı çiziyorlardı. Bu yolla sadece kendi binalarının doğanın onayını taşıdığını ima ediyorlardı.

Charlie, Mimarlık eğitimi sırasında 18. yüzyıl filozoflarından Marc-Antoine Laugier'in Essay on Architecture başlıklı makalesini okuduğundan ve ilk sayfasında bir ilkel kulübe gravürü olduğundan bahsetmişti. Bu gravür Charles Eisen'in dalları yapraklarla örtülü bir beşik çatı oluşturacak şekilde birbirine geçirilmiş, dört köşesinde birer ağacın oluşturduğu bir dikdörtgen betimleyen "Allegory of Architecture Returning to its Natural Model" isimli eseri için "Bu tamamen romantik bir fikir," dedi; "ama aynı zamanda muhteşem. Bir barınağın dört köşesini oluşturmak için kendilerini bize teslim eden dört tane ağacın resmi, insanla doğa arasında mükemmel bir evliliğin hayali."

İlkel kulübe aslında bir mit, mimarlığın doğadaki kökenlerine dair bir hikayedir. Hikâyeye göre orman mimarlık becerisini bir adama vermiş, ona her köşede dört tane ağaç ve üzerlerinde mertekler gibi birbirlerine doğru eğilmiş dallardan bir barınak yapmayı öğretmiştir. Birçok mit gibi bu da düşsel bir hikâye, ama daha derinlerde bir yerde bir bakıma gerçektir. Çünkü bugün bildiğimiz anlamda mimarlık ağaç olmaksızın hayal bile edilemez. Frank Lloyd Wright insan tarafından inşa edilen ilk binalardan bahsederken "bu biçim anlayışını ağaçlar uyandırmış olmalı" diye yazmıştır. Sütun kavramını ve en azından Batı'da bunun üzerine kurulu olan her şeyi bize veren şey ağaçtır."

Michael Pollan / Bana Ait Bir Yer


Kulübe Güncesi: "Şimdi kendim için ıssızlık içinde bir ev inşa ediyorum..."



"Şimdi kendim için ıssızlık içinde bir ev inşa ediyorum..."

Wittgenstein, 1913'te Norveç'in ücra bir köşesinde göle bakan sarp bir dağ yamacında tahta bir kulübede yaşamaya başlar. Bertrand Russell'a uzaklara, Norveç'e gitmek istediğini söylediğinde Russel içgüdüsel olarak tepki verir:

"Karanlık olacağını söyledim, gün ışığından nefret ettiğini söyledi. Yalnız olacağını söyledim, zeki insanlarla konuşarak akıl fuhuşu yaptığını söyledi. Deli olduğunu söyledim, Tanrı beni akıl sağlığından korusun dedi. "

Tıpkı Heidegger'de olduğu gibi kulübesinden görünen göl manzarası ve burada soluduğu hava Wittgenstein'in Tractatus''taki düşüncelerinin ve felsefesinin besin kaynağı olur.

                                                                     
"Burada çalıştığım gibi herhangi bir yerde çalışabileceğimi hayal edemiyorum. Sessiz ve harika bir manzara; Demek istediğim, onun ciddiyeti."

Kayık


"İşte orada kayık, - öbür tarafa, belki büyük hiçliğe gidiyor. - Kim binmek ister ki bu “belki”ye? İçinizden hiç kimse binmek istemez ölüm kayığına! Peki öyleyse dünya-yorgunu olmak isteyişiniz niye?"  N.

İntihar düşüncesi ve arzusu Wittgenstein'ı yaşamı boyu izler ve sık sık kriz dönemleri boyunca tekrar eder. Norveç'e gitmeye karar verdiğinde Bertrand Russel Wittgenstein'ın delireceğinden ya da kendini öldüreceğinden emindir. Wittgenstein'ın üç ağabeyi de intihar etmiştir, Ray Monk Wittgenstein'ın 1903 ve 1912 yılları arasında tekerrür eden intihar düşüncelerinin ancak Russell'ın onun dehasını kabul etmesinden sonra ortadan kalktığını yazıyor. Yaşama yeniden bağlandığı bir başka dönemse Galiçya'daki bir kitapçıda rastladığı ve orada bulabildiği tek kitaptır: Tolstoy'un Kısa lncil'i.

Wittgenstein, kürek çekerken...



...Tarihin benimle ne işi var? Benimki ilk ve tek dünya! Ben'im dünyayı nasıl bulduğumu anlatmak istiyorum. Dünyadaki başka insanların bana dünya hakkında söyledikleri, benim dünya deneyimimin çok küçük ve önemsiz bir kısmıdır. Ben'im dünyayı yargılamam, şeyleri ölçmem gerekir. Felsefi Ben, insan varlığı değil, insan bedeni ya da psikolojik nitelikleriyle insan ruhu değil, metafiziksel öznedir, dünyanın (bir parçası değil) sınırı. Bununla beraber, insan bedeni, özellikle benim bedenim, başkaları arasında, hayvanlar, bitkiler, taşlar vb., vb. arasında dünyanın bir parçasıdır. Her kim bunu kavrarsa, kendi bedeni ya da insan bedeni için üstün bir yer sağlamak istemeyecektir. O, tamamen naif biçimde, insanlar ve hayvanları benzer ve birbirine ait nesneler olarak kabul edecektir.

8.10.16.

Şeyler arasında bir şey olarak, her şey eşit derecede önemsizdir; bir dünya olarak her şey eşit derecede önemlidir. Eğer sobayı seyre dalmışsam ve sonra bana şöyle denir: ama şimdi senin tüm bildiğin sobadır, sonucum gerçekten önemsiz görünür. Çünkü bu, meseleyi, sanki ben sobayı dünyadaki pek çok şey arasında bir tek şey olarak incelemişim gibi gösterir. Ama sobayı seyre daldıysam, o benim dünyamdı ve başka her şey onun aksine renksizdi. (Bütün hakkında iyi, ama ayrıntıda kötü bir şey)

12.10.16.

Bir taş, bir hayvan bedeni, bir insan bedeni, benim bedenim hepsi aynı düzeyde bulunurlar. Bu nedenle, vuku bulan şeyin bir taştan ya da benim bedenimden kaynaklanıp kaynaklanmaması, ne iyi ne de kötüdür. "Zaman yalnızca tek yöne sahiptir", anlamsız olmalı. Yalnızca tek yöne sahip olmak, zamanın mantıksal bir niteliğidir. Çünkü eğer bir kimseye yalnızca tek bir yöne sahip olmayı nasıl tasarladığı sorulsaydı, şöyle diyecekti: Bir olay tekrar edebilseydi, zaman tek bir yönle sınırlandırılmayacaktı. Ama bir olayın tekrar etmesinin olanaksızlığı, bir cismin aynı anda iki yerde olmasının olanaksızlığı gibi, olayın mantıksal doğasında içerilir. Şu doğrudur: İnsan mikro-kozmostur. Ben kendi dünyamım.


Wittgenstein'ın Kulübesi


"Şimdi kendim için ıssızlık içinde bir ev inşa ediyorum"

David Pinsent'in 23 Eylül 1913'te yazdığı günlükte şunlar yazılıdır:

«... Wittgenstein bu sabah aniden çok mutluydu, gitmesi ve tanıdığı tüm insanlardan, örneğin Norveç'te birkaç yıl uzakta yaşaması gerektiğine dair çok rahatsız edici bir düşünceden söz etti. Yalnız yaşamalı, bir keşiş gibi yaşamalı ve mantık üzerinde çalışmaktan başka bir şey yapmamalıydı"

Wtt, Cambridge'de kısa bir süre kaldıktan sonra Norveç'e gider ve 1913 Ekim ayının sonunda bir ev inşa etme fikriyle Sogn fiyortunun yanındaki Skjolden kasabasına yerleşir.




"Wittgenstein tarafından okunduğu düşünülen Thoreau'nun Walden'ında şöyle denilir:

"Ormana gittim; çünkü bilinçli yaşamak istiyordum. Hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum. Yaşam dolu olmayan her şeyi bozguna uğratmak ve ölüm geldiğinde aslında hiç yaşamamış olduğumu fark etmemek için."

"1984'te Norveç'e yaptığım bir ziyaret sırasında, Wittgenstein'ın Skjolden'deki kulübesine gittim ve onu neden orada inşa ettiğini düşünmeye başladım. Oslo'da, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Cambridge'de Wittgenstein'ın öğrencisi olan Norveçli filozof Profesör K. E. Tranøy ile tanıştım. Pek çok güzel manzaraya sahip bir ülkeden bir Avusturyalı olan filozofun neden Norveç'te bir kulübe inşa ettiğini sordum - Wittgenstein'ın Birinci Dünya Savaşı'ndan önce genç bir adam olarak okuduğu Ibsen'in hayranı olduğunu söyledi."



"Wittgenstein'ın Norveç'teki kulübesi, Martin Heidegger'in Almanya'nın güneyindeki Kara Orman'daki kulübesi gibi, ikonik, hatta geçmiş bir statüye sahipti: "Kulübesindeki Filozof."

"Tarihsel olarak kulübeye göl üzerinden kayıkla ulaşıldığı anlaşılıyor. Monk, Wittgenstein biyografisinde (Wittgenstein: The Duty of Genius) şöyle der: 'Wittgenstein Moore'a kulübesini fiyort, komşu dağlar ve en yakın köyle ilgili olarak gösteren bir harita gönderdi. Mesele, onun köye kürek çekmeden ulaşmasının imkansız olduğunu göstermekti."

"Büyük şehrin uygarlığında ruh, kültürün külleri üzerinde (ebedi) bir tanık olarak -neredeyse tanrısallığın intikamı olarak- süzüldüğü buradan yalnızca bir köşeye çekilebilir..." 

Wittgenstein, kürek çekerken...

 


"Mutlunun dünyası, mutsuzunkinden başka bir dünyadır."

6.7.16.

Ve bu anlamda Dostoyevski, mutlu olan insan, varoluş amacını yerine getiriyor derken haklıdır. Ya da artık yaşamaktan başka herhangi bir amaca sahip olmaya gerek duymayan insanın, varoluş amacını yerine getirdiğini de söyleyebiliriz. Bu, onun tatmin bulduğu anlamına gelir. Yaşam sorununun çözümü, bu sorunun ortadan kalkmasında görülür. Ama kişinin yaşamı sorunsal olmayacak şekilde yaşaması olanaklı mıdır? Sonsuzlukta yaşaması, zamanda değil.

Yalnızca zamanda değil, şimdide yaşayan bir insan mutludur. Şimdide yaşam için ölüm yoktur. Ölüm bir yaşam olayı değildir. O, dünyanın bir olgusu değildir.

Nasıl ki ölümde de dünya değişmez, yalnızca sona erer. Ölüm, bir yaşam olayı değildir. Ölüm yaşanmaz. Bengilikten, sonu gelmeyen bir zaman-süresi değil de zamansızlık anlaşılırsa, şimdiyi yaşayan bengi yaşar.

Mutlu yaşa!

Şundan daha fazla bir şey söylenemez görünüyor: Mutlu yaşa!

Mutlunun dünyası mutlu bir dünya'dır. Öyleyse ne mutlu ne de mutsuz bir dünya olabilir mi?

Varsayalım ki, insan kendi istencini etkinleştiremedi, ama bu dünyanın tüm ıstırabını çekmek zorunda kaldı, o zaman onu ne mutlu edebilirdi? Bu dünyanın ıstırabını savuşturamıyorsa, insan nasıl mutlu olabilir? Bilgi yaşamı yoluyla.

Bilgi yaşamı dünyanın ıstırabına rağmen mutlu olanın yaşamıdır.. Mutlu olan tek yaşam, dünyanın hoş yanlarından vazgeçebilen yaşamdır.

Şeylere sanatsal bakış tarzının özü, dünyaya mutlu bir gözle bakması mıdır? Yaşam ciddi, sanat neşelidir*

21.10.16.

Çünkü sanatın amacının güzel olan olduğu kavrayışında elbette bir şey vardır. Ve güzel, mutlu kılan şeydir.

Wittgenstein'ın Kulübesi



" Şimdi kendim için ıssızlık içinde bir ev inşa ediyorum"

"Eski zamanlarda manastırlara kapanan insanlar vardı. Bunlar öyle budala, ya da güdük insanlar mıydı? -İmdi, böyle insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için böylesi yollara başvurmak zorunda kalmışlarsa, sorun herhalde hafif bir sorun olamazdı!" (Wittgenstein)

"Kulübenin yerinin ayrıntılı bir haritası yok ve artık gölden veya ana yoldan görünmüyor. Sadece Wittgenstein tarafından 1936'da İngiltere'den gelen bir filozof olan GE Moore için çizilen ilkel bir eskiz var.

Wittgenstein, kürek çekerken...




 Aruoba'nın derlediği Wittgenstein kitabı
 Yan Değiniler'den:


 "Acaba, insanı çıldırtan, yerine gelmeyen bir özlem mi? (Schumann'ı düşündüm, ama kendimi de.)"


*Robert Schumann (1810 -1856). Alman besteci; çıldırarak kendisini Ren nehri'ne atmış, son yıllarını akıl hastanelerinde geçirmiştir. Wittgenstein'ı yakından tanıyanlar sürekli bir çıldırma ve intihar etme beklentisiyle yaşadığını anlatırlar.

.

Işığa doğru çabalayan düşünce.

.

Neredeyse hep kendi kendimle söyleşilerdir yazdıklarım. Kendimle kafa kafaya verdiğimde kendime söylediğim şeyler.

.

Sözcükler eylemlerdir.

.

Çoğu zaman, bir tümce ancak doğru tempoyla okununca anlaşılabilir. Benim tümcelerim hep yavaş okunmak içindir.

.

Başkasının derinlikleriyle oynama!

Kulübe Güncesi: Wittgenstein'ın Kulübesi

Yan Değiniler / Oruç Aruoba

Kulübe Güncesi: Wittgenstein'ı Sevmek İçin 50 Neden

50: Çünkü Norveç'te tek başına iki yıl yaşama kararından sonra onu caydırmaya
çalışan Russell' a, akıllı insanlarla konuşarak akıl fuhuşu yaptığı
karşılığını vermişti. "Orada karanlıklar içinde kalacağım söyledim," diye anlatıyor
Russell, "O da bana ışıktan nefret ettiğini söyledi. Bunun üzerine,
ona deli olduğunu söyledim, o da bana: 'Tanrı beni zihin sağlığından korusun!'
diyerek karşılık verdi." Wittgenstein, bütünüyle işte bu sözlerdedir.




Kulübe Güncesi: Final Home


Böyle cebimde taşıyacak bir ev lazım bana (Martin Azua / 2000), 





Tasarımcı Kosuke Tsumura'nın final home isimli doksanlı yıllarda tasarladığı distopik yaşam giysisi de bir alternatif olabilir, 



sıcak ve soğuğa karşı yalıtımlı, asgari düzeyde eşyalarını ve yiyeceklerini saklayabileceğin kırk dört cepten oluşan giyilebilir bir barınak.

Kulübe Güncesi: Yarın yok, atlastan korlar


                                                     


 Toplum

Bir sırdır benim için

Varmamız anlaşmaya

Bir hırs sahibi olmakta.


Sanırsın ki mecbursun

İhtiyacından fazlasını istemeye.

Tamamına sahip olana dek

Adım atamazsın ama özgürlüğe.


Toplum,

Sen çılgın bir cinssin,

Umarım bensiz kaldığında

Yalnız hissetmezsin.

Kulübe Güncesi: Basic House


                                              



                                
Basic House (Martin Ruez de Azua)        


 "Yaşam alanımız, kontrol edilmesi zor karmaşık sistem ve ilişkilerin yarattığı bir dizi ihtiyacı sınırsız sayıda ürünün karşıladığı bir tüketim alanına dönüşmüştür. Çevreleri ile daha doğrudan bir etkileşim sürdüren kültürler, bize habitat fikrinin daha temel ve makul terimlerle anlaşılabileceğini gösteriyor. Bu fikirlerden etkilenerek ve en ileri teknolojiyi kullanarak, vücut ısısıyla veya güneşin ısısıyla kendi kendine şişen, neredeyse maddi olmayan bir ev ortaya çıkardım; o kadar basit ve çok yönlü ki bizi soğuktan ve ters çevrildiğinde sıcaktan koruyor; o kadar hafif ki yüzer; üstelik katlanır ve cebinize sığar. Maddi bağların olmadığı hareket halinde bir yaşam için ideal. Neredeyse hiçbir şeye sahip olmadan her şeye sahip olmak.


Basic House bir ürün değil, aşırı bir azalma kavramıdır. Birkaç yıl önce İtalyan Ezio Manzini'nin cümlesinden çok etkilenmiştim, "Tasarımın rolü, gelecekte yoksulluğu çekici kılmak olacaktır.”

Basic House çok radikal bir teklifi çekici hale getirmeye çalışır. “Gelişmiş toplumlarda” ürünlerin doygunluğunun zaten bir ilerleme işareti olmadığı, gezegen için bir tehdit haline geldiği açıktır. Bir ev cepte tutulursa, her şeyi içerebileceği açıktır ve ürünlerin tüketimine dayalı yaşam tarzımızı bozar. “Neredeyse hiçbir şeye sahip olmadan her şeye (özgürlüğe) sahip olun”.

Kulübe Güncesi: Poetry House

 

 


Lester Walker'ın Tiny Houses kitabından bir örnek, Carol Anthony isimli bir şairin mütevazı şiir evi:

Poetry House
26 square feet

Just what is it that makes today's homes so different, so appealing?

 




Richard Hamilton'ın ilk kez 1956'da This is Tomorrow sergisinde sergilenen Just what is it that makes today's homes so different, so appealing? adlı ikonik pop art kolajı. Günümüz Adem ve Havva'sı ve tüketim toplumunun yükselişi.

İkinci görsel yine Hamilton'ın dijitalin hayatımıza girişi ile birlikte 1992'de yaptığı daha çağdaş bir versiyon.


Kalan görseller Hamilton referanslı kimi çağdaş örnekler:

Kulübe Güncesi: Ev ve Kulübe


 Ev, insana istikrarlı olması için nedenler ya da yanılsamalar sunan bir imgeler yekünüdür (…) Ev dikey bir varlık olarak düşünülür (…) Dikeylik bilincimize yapılan çağrılardan biridir. Ev yoğunlaşmış bir varlık olarak imgelenir. Merkezileşmeye yönelik bilince çağırır bizi.

Kulübe, kendi yaşamını sürdürmek için dallanmalara gerek duymayan en basit insan bitkisidir. Öylesine basittir ki, kimi zaman çok renkli olan anılarla ilgisi yoktur. Söylencelere aittir. Bir efsaneler odağıdır.

Baudelaire'in dediği gibi: Sarayda "insanın içtenliğini yaşayacağı bir köşe bulunmaz".

Bachelard

Kulübe Güncesi: Ağaç Evler







19. yüzyılın sonları Amerika'sında bugün bir utanç kaynağı olsa da kereste endüstrisinin ardında bıraktığı sekoya ağaç kütüklerinin içine oyulmuş evler bir dönem oldukça yaygınlaşmış:

Kulübe Güncesi: KUlübenin Anlamı

 


"Bachelard'a göre mekân anlayışımız iki ayrı kutup ya da tropizm etrafında düzenlenmiştir: Biri bizi dikey olana (kule manzarasının güç ve rasyonelliğinin peşine), diğeri ise bazen "kulübe hayali" olarak adlandırdığı kapalı merkeze çeker. Çocuğu masaların altında ve portmantoların derinliklerinde hayali kulübeler inşa etmeye esinlendiren ve yetişkinleri küçük ve yoğun sıcaklık çemberlerinde tutan, azami sığınma yerleri olan ocak ya da mutfak masalarına çeken şey, bu ikinci merkezcil çekim gücüdür. Bachelard'ın deyişiyle bunlar da birer kulübedir."


*


*


Kulübe Güncesi: Tiny Houses

 Yazı: Michael Pollan / Bana Ait Bir Yer

Kitap: Tiny Houses (1993) / Lester Walker



                                       

"Tiny Houses, Lester Walker adında bir mimar tarafından yazılmış, daha doğrusu çizilmiş, çünkü çok az yazı içeriyordu - aslında Amerikan tarzında bir model kataloğu olan kırk kadar tek kişilik evin fotoğraf ve mimari çizimlerini sunuyordu. Kitap benim bildiğim minik evlerin çoğunun; Thoreau'nun barakasının, Jefferson'in Monticello inşa edilirken birkaç ay içinde yaşadığı balayı kulübesinin, George Bernard Shaw'un yazı kulübesinin ve adını duymadığım daha birçoklarının planların içeriyordu. Donmuş göllerin üzerine inşa edilmiş buzda balıkçı barakaları, birkaç tuhaf prefabrik kulübe, 1949 model bir kamyonetin üstüne inşa edilmiş 4 metrekarelik bir "tekerlekli ev" birkaç tane ufak tatil barakası. Belki de ideal bir merkezkaç evi olan yatak dışında her şeyin küçük bir kulübenin dış duvarlarına yerleştirildiği "tersyüz edilmiş bir yazlık evdi, bir uzay kapsülünden (!) esinlenerek tasarlanmış kendine yeterli bir karavan, bir ressam tarafından meditasyon kulübesine dönüştürülmüş iki delikli bir ayakyolu ve en küçükleri olan yarım metrekarelik, iki çocuğun "ancak ayakta dururlarsa sığabileceği ahşap bir otobüs durağı.