Bu bireyci, Van Gogh gibi "lanetli", alabildiğine kişisel dramları dışavuran çığlık ressamı Bacon'ın sanatı, en az öykünülebilecek, en az yayılabilir sanatlardan biridir. Mondrian ve Vasarely gibi sistemler ortaya koyan, kuramlarını yazan ressamların varisleri olabileceğini aklımız alıyor da, Bacon gibi bir protestocu, bir günce ressamı nasıl sıra başı olabilir ki? Kısaca Bacon, kendisine rağmen sıra başı olmuştur. Buna hiç aldırdığını da sanmam. Yaşam ve resim yapma tarzını hiçbir şekilde değiştirmedi. Hala olup bitenin dışındadır.
Bcon'un yapıtının şöyle bir özelliği vardır: tümüyle yıkım damgasını taşır. Zaten bu açıdan, Füssli'nin karabasanlarından, İngiltere'de pek gelişmiş romantizme ve gerçeküstücülüğe uzanan bir İngiliz geleneği içinde yer alır. Ama Bacon, yıkımı ve çirkinliği çok ötelere götürmüştür. Çıplakları bir çeşit sönen balonlar, kauçuk toplar, dışplazmalardır. Bu şekilsiz, pörsük şey, bir odada bazen benzeriyle karşılaşır; o zaman gudubetler güreşine tanık oluruz. Ama ressamın kibarlıkla "bir odada iki figür" diye adlandırdığı biçimlerin öyküsüyle ilgili belki biraz yönümüzü şaşırdığımızı söylemeli. Çünkü bu karşılaşmaların modellerin Bacon'ın atölyesindedir: bunlar çıplak güreşçilerin hareketlerini bozan, parçalara bölen tahtalardır. Bu atölyede, Bacon'ın diğer seçme modelleri de görülür: Valezquez'in Papa 10. İnnocente'si, Potemkin Zırhlısı'nın gözü patlamış çığlık çığlığa dadısı, Van Gogh'un pipolu otoportresi. Tarascon yolunda Van Gogh, Himmler'in ve Hitler'in seçkin bir yer kapladığı çeşitli şiddet görüntüleri.
Munch'un Çığlık'ından bu yana, hiç böylesine çığlık atılmamıştı, bir resimde, 1944'teki Çarmıha Geriliş'teki hayvanlardan tüm dişlerini gösteren şempazelere kadar; uluyan papalardan, insan başlarından geçerek, hep o açık ağız uçurumuyla o şiddetli isyanla, o sonsuza dek dondurulmuş sessiz ulumayla karşılaşırız. Çok sık, papanın tahtına asılmış ya da bir "çarmıha geriliş" içine yerleştirilmiş, tiksindirici, derisi yüzülmüş, gülünç ve biraz da ürkünç bir hayvan eti parçası görürüz. Bacon'ı biçimsizlik avında röprodüksiyonlardan bildiği Valezquez'in papa 10. innocente'sini seçmeye iten nedenler konusunda insan yolunu yitiriyor: Zaten kimi zaman 10 İnnocente, 12. Pie'yle karışmaktadır, Valezquez'in resmi üstüne, dergilerden birinde görülmüş bir fotoğraf biner. Bacon'un esininde fotoğrafla filmin yerini vurgulamak şarttır. Bu etki günümüz çağdaş resminde kendini çok fazla duyurur, çok daha açıktır, ama Bacon kuşkusuz müzelerden fazla sinematekten ve fotoğraflı dergilerden esinlenmiş ilk ressamlardandır. Bacon'ın papaları genellikle mavi giysilerle ve eflatun takkeyle tahtlarına, kimi zaman bir gölgeliğin altına otururlar. Bazılarının kelebek gözlükleri vardır (Potemkin Zırhlısında, Odessa'da, merdiven dibindeki dadının kelebek gözlükleri mi?).
Bacon'ın model olarak benzerini, Van Gogh'u seçmiş olmasını tabi ki daha iyi anlıyoruz. Sekiz resim bize, Tarasco yolunda resim malzemelerini sırtlanarak yürüyen bir dizi Van Gogh sunar. Yüzü biraz maymunumsudur.
Bir de Bacon'ın kanepedeki figürlere eğilimine işaret edelim. Kişileri, sık sık, pek çetrefil biçimlere sahip mavi ya da mor kanepelere, divanlara oturmuştur (gömülmüş demek daha doğru olur).
Bacon'ın renkleri, konularından da çok ifrit etti kıtalıları. Bunlar gerçekten sapına kadar İngiliz renklerdir. Hatta yaşlı ingiliz hanımefendilerinin favori renkleridir diyebilirim. Yani açık morlar, yeşiller, mayhoş renkler. Buna tablosunun iki farklı yapıdan oluştuğunu, birinin soyut olup bir bakıma tablonun yapısını kurduğunu, perspektifi yarattığını, diğerinin şiddetli biçimde figüratif olduğunu, Bacon'ın astar sürülmemiş tuvale tablonun yarısını yedirdiğini eklersek, neden onca uzun süre resmine yüz verilmediğini, bu resmin bugün neden bunca eşsiz bir yankıyla karşılaştığı daha iyi anlaşılabilir.
Ayrıca Bacon'ın yapıtında bol miktarda portre görülür. Biçimleri çarpıtılmış, iyice çirkin portreler. Bu portreler Bacon'ın, herhalde insana benzedikleri için hayli sevdiği maymun ya da baykuş figürlerine eklenirler. Bacon köpek resimleri de yapar. Çok çıplak, çıplak kadınlara benzeyen köpekler. 1952'de bir Afrika yolculuğu sırasında ortaya çıkmış manzara resimleri de bulunur. Ama, burada da, Bacon, o yolculuğu yapmış olsa da, Africa sahnesini fotoğraflardan yola çıkarak gerçekleştirir. Hayvanları da, özellikle köpekleri, fotoğraflara bakarak resmeder. İlk bakışta gerçek dışı görünen, kendini en sınırsızca şeytansı düşleme kaptırmış bu ressam, aslında belirliliği saplantı bellemiş, hareketleri incelemek için fotoğrafı en iyi araç görmüş bir sanatçıdır.
Bacon'ı başka çağdaş ressamlarla karşılaştırmak gerekirse, Dubuffet'yi ve Balthus'u düşünürüz hemen. Tıpkı Bacon gibi Balthus ve Dubuffet de uzun süre yalnız, sınıflandırılamayan birer egzantirik kişi olarak kaldılar. Son yıllarda yıldızlaşana dek. Ama Dubuffet'in dünyası, Bacon'ınkiyle karşılaştırıldığında, sevimli gelir. Onun dünyası toprağa, doğaya bağlıdır. Kişileri kukla tiyatrosundan çıkmış gibidirler. Bacon'ın kişileri ise, doğrudan büyük soytarılar tiyatrosundan çıkarlar. Marquis de Sade ya da Genet'nin yazdığı bir büyük soytarılar oyunundan. Bacon'ın dünyası, aşağılanmış, panik içinde bir dünya, görünmez bir yıkımın yıldırdığı yalnız ve çıplak insanların dünyasıdır.
Soyut bir dekor içine yerleştirilmiş olmaları (birkaç renkli çizgiyle çizilmiş basit bir paralel yüz, bir çeşit saydam kutu,) bu kişilerin yalnızlığını daha da artırır. Yalnızlık, kimi dekorlarda kanepeler var diye azalmaz. Bu kanepelerde insanlar genellikle çıplaktır, beyaz solucanlar gibi çıplak. Korunmak için yalnızca dişleri vardır. Dişlerini o yamyam adam dişlerini gösterirler. Tavuk Bacağı Budu Yiyen Adam'a bakın (1953). Masallardaki dev ve Ubu baba değil midir o?
Mıchel Ragon
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder