HİTLER


Hitler böylesine olağanüstü yeteneklere sahip olmasaydı, asla bu denli büyük felaketlere yol açamazdı. En kötüsü, Tanrı'nın bu kadar kötü bir insana ilahi bir yüz vermiş olmasıydı; gülmesi, gözyaşları, dili, vb. hepsi içtenliğin havasını taşıyordu. Die Gegenwart, 1 Ağustos 1951

"Bir Ulus, Bir Devlet, Bir Önder!"

Büyükamiral Raeder, 23 Mayıs 1939 tarihinde Hitler'e gerçek amacını sorduğunda, aldığı yanıt, en az kendisi kadar Führer'i de hayrete düşü­rür; sorunun muhatabı, gizli bir gücün etkisinde, gerçeği öylece itiraf etmek zorunda kalmıştır sanki. Hitler, sakladığı sırları üç bölüme ayırır; ilki, karşılıklı konuşurken gizledikleri; İkincisi, kendisine ait olanlar; sonuncusu ise, geleceğe ilişkin ve henüz toparlayamadığı problemler. Bu açıklama, sır küpünden farksız Führer'in her an ve her yerde oynadığını göstermektedir bize. Bir başka deyişle, ne yüz yüze konuşurken, ne de kürsüde on binlerce insana hitap ederken gerçek yüzüyle tanıyabili­riz onu.

Canetti, "Speer'e Göre Hitler" başlıklı yazısında, bu sayrılı kişiliğin eşsiz bir portresini çizer. Obersalzberg’deki evinde, yakın çevresini sı­radan birkaç insanla geçiştiren Hitler, ancak bu sayede aradığı güvence­yi bulmaktadır: "Bu insanlar tümüyle ona bağımlı olduktan başka, ona ilişkin herhangi bir fikir sahibi olabilecek yeteneğe de sahip değillerdir. Çevresindekiler onun kafasını asıl dolduran şeyler konusunda, başka deyişle planlarına ve kararlarına ilişkin olarak hiçbir şey bilmezler. Bu çevrede Hitler, hiç rahatsız edilmeksizin kendini gizine verebilir: Bu gi­zin güvenliği, onun varlığının temel koşuludur.... Kilo alma olasılığın­dan ötürü kaygı duyar, ama bunun kendini beğenmişlikle ilgisi yoktur: Göbekli bir Führer düşünülemez."

Görüntü her şeyden önemlidir Hitler için; dolayısıyla kürsüde nasıl durduğu, ne dediğinden çok daha fazla ilgisini çeker. Halka seslendiği alanların tarihte görülmemiş boyutlarda olması özlemi, hiç kuşkusuz, bu saplantının sonucudur - sınır duygu- sundan yoksun alan tasarımı, kendi sonsuzluğunu ima etmektedir. Bu yüzden görüntüsü üzerinde bir taarruz planı hassasiyetiyle durur; çünkü her defasında yandaşlarını yeniden fethetmek zorundadır.

Hitler'in iktidara geldikten sonra tüm devlet dairelerine asılmasını öngördüğü bir fotoğrafı bu konuda hayli ipucu veriyor bize. Alttaki ya­zının mesajı kesin: "Bir Ulus, Bir Devlet, Bir Önder!" İlk ikisi ne denli tek ise, Führer de öyle - halkıyla ayrılmaz bir bütün olan Önder, halkın yerini almıştır sessizce. Uzantılarına hâlâ tanık olduğumuz bu fikrin ar­dında yatan anlamı bilmeyen yoktur: ya ben, ya ben. Bu saplantı, yenil­ginin kaçınılmaz olduğunu hissettiği andan itibaren, tüm Alman ulusu­nu öldürmeyi planlayacak denli Hitler'in gözünü döndürmüştür: "Sava­şa Hitler'in sürüklediği ulus daha zayıf olduğunu kanıtladığından, geri­ye kalanların da yaşamaya hakları yoktur. ... Öldürülenlerden oluşan kitle, daha da büyümek için çağrıda bulunmaktadır.... Kendisinden önce ve sonra olabildiğince çok insan ölmelidir."

Aslında resim ile öngörülen "tek adam" imgesini çok daha güçlü bir biçimde vurgulama olanağı varken fotoğrafın seçilmiş olması rastlantı değildir. Hitler'e göre ressam ne denli kişisel bir üsluptan arınmış olur­sa olsun, yine de fırça ve boya sanatçıdan belli bir iz bırakacaktır tuval­de. Oysa Führer'in görüntüsü, kendisine hiçbir şeyin müdahale etmeyeceği kadar saydam olmalıdır - o ve ulusu mutlak biçimde baş başa kalırken, her türlü aracı bir kenara çekilmelidir. Görüntüsüne herhangi bir müdahale olanağı tanımayan insan, sadece kendine hayran olmakla kal­maz, baktığı her şeyde kendisinin cılız bir kopyasını görür; bu, bitme­yen takıntısıdır Hitler'in. O halde öteki (halk), önderinin görüntüsünü tıpkı bir ayna gibi yansıtıncaya dek her şeye müstahaktır; çünkü üstün ulus olmanın ön koşulu, Führer'in söylediklerine harfiyen uyup, kayıt­sız itaat etmektir. Böyle bir durumda fotoğraf, Hitler için sanat değil, öngördüğü pozda kendisini aynen yansıtan bir aynadır yalnızca.

Sürekli oynayan bir insan için resim ile raptedilen poz, alımlama sü­recine, zamana yayılan ifade olmanın sakıncalarını (özgürce yorumla­ma olanağı) taşır - etki daha güçlü olsa bile, sonuçta bir başkasının muhayyilesinde yeniden üretilmiştir model. Buna göre, özünde açık yapıt olmanın ayrıcalığını içeren resim ideolojinin farklı yorumları iptal eden çizgisine daima ters düşmektedir. Oysa Hitler için bundan daha sakın­calı bir şey yoktur; Führer'e bilinç niteliğinin merceğinden bakarak şu veya bu eleştiriye zemin hazırlayan her şeyin önü peşinen tıkanmalı, omnipotent nasılsa öyle algılanmalıdır. Despotizmi gizlemenin en kes­tirme yolu, önce gösteren ile gösterilen arasındaki bağıntıyı sabit hale getirmektir; her ideoloji, ilkin kuşku kavramını imha eder - başbuğ ne istiyorsa, doğru odur!


Büyükamirale verilen bilgiden hareketle Hitler'in fotoğrafını çö­zümlemeye kalkıştığımızda iki seçeneği dikkate almak zorunda kalıyo­ruz. Bunlardan biri, sırlarını sadece kendisine saklayan "yalnız adam"; diğeri ise geleceğe yönelik, henüz olgunlaşmamış projeleriyle, ulusuna seslenen Führer. Koyu ve belirsiz bir dipyüzey önünde hafifçe yana dönmüş duran Hitler, üst sol yanından gelen ışıkla -tıpkı bir kabartma figür gibi- hem karanlığa gömülü tek başına, hem de karanlığın dışın­da, kendisine bakanın yanındadır. İzleyicinin dikkati, Führer'in görün­tüsü karşısında, gündelik yaşamdan herhangi bir şeyle dağılmamalı, yalnız o görülmelidir - sırlarını saklayacak denli kendi başına, yığınları yönlendirecek kadar herkesle beraber.

Öte yandan fotoğrafı çeken H. Hoffmann'ın ne ölçüde poza müda­hale ettiğini kestirmek güç olsa da, son sözü Hitler'in söylediğinden kuşku duymuyoruz. Buna göre, kayıtsız erki imleyen oturma yerine ayakta durmanın seçilmiş olması, hiç kuşkusuz, modelin tercihini yan­sıtıyor; sol eldeki damarların da vurguladığı üzere, alabildiğine enerjik ve sonsuz irade gücü olan bir Führer bu. Belirsiz bir ufka kararlı biçim­de bakarken, kafası henüz sonunu kestiremediği dev projelerle dolu, ama yüreği yalnız ülkesi için çarpıyor - bir ulusun çıkarlarını en doğru biçimde düşünüp savunma hakkı daima Führer'in tekelindedir. Bu tür fotoğraflarda askeri üniformanın değişmeyen bir aksesuar olarak sunul­ması, özel yaşamdan yoksun Önder'in her şeyi ile kendisini yurduna adadığını gösterir bize; zirvedeki lider, en temel fizyolojik ihtiyaçların­dan bile arınmıştır neredeyse; onu yemek yerken ya da tuvalette düşü­nemeyiz; basbayağı dinlenirken dahi çalışmaktadır - en azından resmi haberlerin yorumu hep böyledir.

Despotik rejimlerde kitlenin uslamlama yeteneği ile hayal gücü üze­rindeki mutlak denetim mekanizması, mesajın içeriği konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmaz artık. Böyle bir durumda, Önder'in temsil ettiği normun bizzat yine onun tarafından bozulması halinde ortaya çıkan tablo, bir sapma ya da bozulmayı değil, harikulade olanı, yığınların nicedir özlemle beklediği bir gerçeği imler sadece - o, tek başına, ama aramızdan biridir. Bunca insanın kaderine hükmeden bu kişinin zaafları yok, ancak hepimiz gibi duyguları var; belki kahkaha atmaz ama gülümsemesini bilir; geleceğin güvencesi olan çocukları şapır şupur öpmez ama şefkatle kucaklar onları, vb.

Hitler tüm zamanların en büyük imaj dehasıdır aslında; çoluk çocuk demeden milyonlarca masum insanı gaz odalarında öldürürken, piyasa­da elden ele dolaşan kartpostallarda sevecen baba rolünde görürüz onu. iliklerine dek yurt sorunlarıyla dolu, sinirleri çelikten Führer, bir çocuk karşısında her şeye rağmen yufka yürekli hassas biridir - tıpta bir çocu­ğun öz anne ve babası gibi. Üstelik bu kez belirsiz dipyüzey yerine, çi­çekler arasında doğayla iç içe görürüz onu; askeri üniforma çıkmış, si­vil kıyafetle aramıza katılıp bizlerden biri olmuştur - daha doğrusu misanthropos usulca müşfik adam kisvesine bürünmüştür burada. Hitler, çocukla beraber olduğu için değil, şeytani bir planla milyonlarca insa­nın gözünü boyayıp, kişiliğine en ters düşen şeyi yapmak zorunda kal­dığı için yalnız olma şansını yitirmiştir bu fotoğrafta. Führer'in sevgi gösterisi, insan soyunu topyekûn ortadan kaldırmayı hedefleyen sinsi bir oyun, kanlı bir tuzaktır aslında.




Alpler'in geçmişle bütünleşen atmosferi, sarışın kız ve nihayet Hitler'in yeşil yakalı, gri elbisesi (milli kıyafet), Weber'den Wagner'e uza­nan çizgide, izleyicinin görme ve işitme duyusunu birlikte harekete ge­çirir - muhabbet gösterisine inceden inceye jodeln eşlik etmektedir sanki. Doğa, nasılsa krematoryumdan yükselen kokuları çoktan yut­muştur bu huzur dolu ortamda. Führer’in içi ne denli karanlıksa, dışarısı o kadar aydınlıktır - biri locus terribilis (ürkünç yer); öbürü, saptırılmış işleviyle, kitsch'in eşiğindeki locus amoerıus (sevimli yer).

Her tiran en büyük sınavı derisiyle verir; çünkü sayrılı iç dünyasının basıncı arttıkça, o ölçüde sağlıklı, her şeyin tozpembe olduğu bir dış dünya yanılsamasına ihtiyaç duymaktadır - deri, eşit basınçla varlığını koruyabilmektedir bunlarda. Hitler de durmadan bunu söylüyor bize: Zorbanın derisi alabildiğine kalın olmalıdır; zira hiçbir şey içiyle dışı kadar birbirine karşıt değildir. Kalın deri ise, sonuçta kendi gövdesine hapsedilmiş insanın mahpushane duvarıdır yalnızca - en azından, tarih boyunca bu kuralı bozan tek örneğe rastlamıyoruz.

(...)


Mehmet Ergüven

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder