Burgess Shale



Burası Kanada'nın Kayalık Dağları'ndaki Yoho Ulusal Parkı. Kuzey Amerika'daki en görkemli dağ silsilelerinden biri. 100 yıl önce, ışığın yeryüzündeki hayata nasıl şekil verdiğini gün yüzeyine çıkaran Burgess Shale'de bir fosil yatağı bulundu. Burası dünyadaki en önemli fosil yataklarından biri ama aslında her türden bilimsel mekanların en önemlilerinden biri. Bunun sebebi bu fosilleşmiş kayalarda bulacağınız hayvan sayısı ve çeşitliliği değil, onların yaşlarıdır. Bu fosiller 500 milyon yaşında. Bu zamandan önce yeryüzündeki kompleks yaşama dair neredeyse hiç delil yok. Kambriyen Dönemi olarak adlandırdığımız o anda sanki çok hücreli kompleks yaşam gezegende neredeyse el değmemiş bir şekilde aniden ortaya çıktı. Buna Evrimsel Big Bang denir. 




Burada, fosil yataklarında bulabileceğiniz en güzel hayvanlardan biri budur:

 Trilobit


Son derece kompleks bir organizma. Harici bir iskeleti ve eklemli uzuvları var. Ama çok daha şaşırtıcı olan bileşik gözler. Gözler son derece gelişmişti ve bu, şekilleri algılayabilen ve hareketi görebilen ilk yırtıcılardandı ve avını başarılı bir şekilde kovalayabiliyordu. Bu canlılar kainatı dolduran ışıktan istifade eden ilk canlılar arasına girdiler. Onlar ortaya çıkmadan önce, güneşin doğuşu ve batışı ve gece gökyüzündeki yıldızlar hiç mi hiç dikkat çekmedi. Gözün ortaya çıkmasının aslında Kambriyen patlamasını, bu Evrimsel Big Bang'i tetiklediğine dair kuramsal bir teori vardır. Çünkü, bir türün gözü olduğunda, onları ya avcı olarak kovalamak ya da onlardan av olarak sakınmak için diğer türlerin de gözü olmak zorundaydı ve bu durum evrimsel silahlanma yarışına yol açtı. Çok, çok daha fazla yaşam formları gelişti. Bu yüzden gözün evrimi, yeryüzündeki kompleks yaşamın ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamış olabilir ve bizim türümüzün evrimine yol açmış olabilir.

Bu küçük şey, önemsiz görünmesine rağmen insanlık tarihinde keşfedilen
 en önemli hayvan olabilir:



Adına pikaia demişiz ve solucan şeklinde küçük bir canlıdır ve çok zaman önce yaşadığı düşünülüyor ve bizim de içinde olduğumuz yaşam dalı bu. Bu yüzden bu bilinen ilk atamız olabilir. Aynı zamanda büyüleyici olan başka bir şey de bunun ışığı algılayabildiğinin düşünülmesidir. Işığa hassas ilkel hücreleri olmuş olabilir ve bu da ona görmek için çok geniş bir algı gücü sağlamış olabilir. Ama bu doğruysa bu küçük adam doğrudan atamız olabilir ve şu küçük hücreler milyonlarca yıllık bir sürede evrimleşerek gözlerimizi oluşturmuş olabilir. Pikaia olmasaydı belki hiç evrimleşemeyecek, bu hikayenin sonraki bölümlerinin nasıl olduğunu görebilecek seviyeye erişemeyecektik.


***


Kainatı anlamak bir dedektif hikayesine benzer ve kanıtlar bize uzayın sonsuz boşluğu boyunca ışık tarafından taşınıyor. Işığı zamanın başlangıcındaki haliyle bile yakalamayı başardık ve içinde kendi kökenimizin tohumlarına şahit olduk. Atalarımızın inanamayacağı şeyler gördük. Uzak alemlerde doğan yıldızlar. Yer çekiminin yarattığı yabancı dünyalar. Ve zamanda donmuş görkemli galaksiler. Ancak bu olaylara sırf seyirci olarak kalmadık. Çünkü evrenin hikayesi bizim hikayemizdir. Yıldız tozlarının her birimizi ve basit bir evrensel kimya setinin gördüğümüz her şeyi nasıl oluşturduğunu öğrendik. Çok eski zaman sırlarının kainatın kaderine nasıl şekil verdiğini keşfettik ve yaşamın var olduğunu o çok kısa ana hayret edemeden duramadık ve yıldız tozunun evrendeki en büyük yapıları oluşturmak için nasıl döküldüğüne şahit olduk. Tüm bunları ışık hüzmelerinde taşınan mesajlardan biliyoruz. İlk olarak yarım milyar yıl önce Kambriyen patlamasıyla ortaya çıkan bu biyolojik ışık detektörlerinin insani özellikle evrimleşmesi; yeşil, mavi ve ela rengi gözlerimizin gece gökyüzüne bakabilmesi, uzak yıldızlardan gelen ışığı yakalayıp evrenin hikayesini okuyabilmesi sizce de muhteşem değil mi?

*
Brian Cox
Wonders of the Universe
Ep04

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder