Size daha ne söyleyebilirim?
Aramızda bir sınır kalmadı gibi geliyor bazen. Dokunasıya yaklaşma sanısına kapılmak yakıcı ve tehlikeli, üstelik, ne kadar mistik olsak öylesine inançsızız ki, karşılıklı durabilsek birbirimize olsun tutunamayız şimdi.
"Buraya size gülümsemek için indiğim" doğru oysa. Yapılabilecek başka şey kalmadığını anlayalı epey oldu. Yıllar geçiyor, tenhalığımızı artıran bir kalabalığın ortasından yürümeyi, yara bere içinde kalarak öğreniyoruz. Sizinle ilişkimde beni hep rahatlatan bu olmuştur: Nasıl olsa ben doğmadan oniki yıl önce ölmüştünüz, iki çizgi arasındaki birlikte sorumlu olabilirdik, bir sorum olacak olsaydı.
Portbou'ya yarıyarıya hazır geldiğinizi sanıyorum. Yaşamak istemeseydiniz, bir tepede durup baktığım öteki tepelerden, yırtık pırtık, saatlarca yürümeyi seçmezdiniz. Yaşamak isteseydiniz, çok isteseydiniz, yolda size eşlik edenler öyle yaptılar ve beklediler, bekler ve yaşardınız. Bir sınır kasabasında sınırınızı bulmak isteği varmış içinizde. Bir o kadar sınırı aşmak, sınırdan taşmak isteği, öbür kefede: Herşey yarıyarıyadır, yarıyarıya yakındır hayatta, bir başka türlü koyarız, koymaya çalışırız, öylesi doğru gelir.
Portbou'ya, iki tepe arasında kalan bu sınır kasabasına, önce ilk tepeden, sonra içine girip, ardından ikinci tepeden dönüp bakarken, duygu ve düşünce örgüm kıvıl kıvıl, Rilke'nin bambaşka duygu ve düşüncelerle Paris için kurduğu bir cümle geldi aklıma: "Buraya yaşanacak yer diye geliyorlar, oysa burası ölünecek yer".
Kimse gelmezdi, herhalde, buraya, burada yaşamak için; bir tek burada doğanlar yaşarlar gibi geliyor bana: Kasvetli bir sınır kasabası, sınır karabasanı Portbou. İnsan zihni anlaşılmaz pencereler açıyor arasıra, düşünmeden edemedim: Sizi Gestapo'ya teslim etme tehdidi savuran (belki bir şeyler koparmak amacıyla, belki üstünlük sağlamak niyetiyle) küçük sınır memuru buranın yerlisi miydi? Aynı mezarlıkta mı gömüldü (siz sanki bu mezarlıkta mısınız?) öldüğünde? Zayıf olasılık ama: Bir köşede hala yaşıyor olabilir mi? Çocukları Portbou sokaklarında geziniyor mudur şimdi şu an?
Biliyorum: Gülünç, anlamsız, zavallıca meraklar bunlar. Ama bana dahiller. Kıyıdaki "Turizm Bürosu"na girdim. Tül Gösterince: Kekeme bir Katalan, genç ve sevimli bir adam (kekemeleri her zaman kendime yakın bulmuşumdur), "Benjamin'in geceyi nerede geçirdiğini biliyor musunuz?" sorusunu hemen yanıtladı: "Soldan ikinci sokağa sapın, şimdi ismi "İnternacional" olan barın üstünde intihar etmiş".
Kasabanın 1890'da ve bugün çekilmiş fotoğraflarından yapılma birer kartpostal aldım oradan. Bir de "Benjamin anıtı"nınkini ve Benjamin-Portbou afişiyle bir broşür: Sizi öldüren sınır sizi öldürdüğü için övünüyor, kendisine bir ayrıcalık yüklüyor bununla, ne tuhaf değil mi?
Sonra yürüdük Tül'le, 26 Eylül 1940 gecesini, dirimden ölüme doğru geçirdiğiniz "Fonda de Francia"ya geldik. İçeri daldım ve iki kahve söyledim barın arkasındaki oğlana. Sırf sizin son gecenizi geçirdiğiniz çatının altında durmak için bunu yaptığımı bilseydi o genç adam, beni haklı olarak kaçık saymaz mıydı?
Bilmiyorum bir tür kaçıklık mıdır bu, aşılmış bir Romantizm'in aşınmış siyahına hala bir cephesiyle bağlı kalmanın doğurduğu anakronik ve bürlesk bir iç huzursuzluğu mudur, bunu tartmak benden üstün konumdaki kişilerin olsun.
Sokağa döndüm, başımı yukarı kaldırıp ıssız pencere damlarında bir siluet aradım. Sanrı işte, sanrılarım özgürdür: Birinden gölge geçti.
Melek geçti.
"Eskimeyen esirgemeyen melek".
Görüntünün, gerçekliğin sınırından, imgenin, gündüşünün topraklarına geçilebilir de.
Taşın önüne çöküp, topraktan çıkagelmiş bir yaban bitkisinden bir yaprak söküyorum. Walter Benjamin öldüğünde, sınır karakolundaki yetkili küçük memurlar korkmuşlar, cesedi mezarlığa değil, rastgele bir toprak parçası seçip orada gömmüşler. Neden sonra, bir ölüm tespit raporuna ulaşılmış. Bu mezar boş gerçekte. Ölüm örneklerinin bir sınır-modeli işte, 1994'de, Dani Karavan, "Passagen" adını verdiği bir çalışma yapmış, Portbou mezarlığının girişine: Tepeden basamak basamak denize inen bir geçit. Yukarıdan denize, aşağıdan gökyüzüne açılan dört dörtlük bir anıt-mezar.
İniyor, çıkıyorum.
Hayat, merdiven, ölüm.
E.B.
İniyor, çıkıyorum.
Hayat, merdiven, ölüm.
E.B.
Portbou'da, yaşamın ucunda, bir intiharın izinde, Enis Batur
YanıtlaSil