Beni hapse atarak dizginleyeceklerini sanıyorlardı. Tersine, hiçbir zaman bundan daha tehlikeli olmadım. Zevklerimi bu dünyada doyuramayınca gelecek kuşakları şiddetle sarsacak bir intikama giriştim. Cinsel ilgimdeki değişmeler, sanıyorum, gereksinimlerini dile getirebilmiş bir insaninkilerin yerini almakta. Vücudun girmediğim hiçbir bölgesi yoktur. Kadın olmuş erkekler, erkek özellikleri kabul etmiş kadınlar tanıdım. Hazzın bulunacağı yer de işte bu terse dönüştür. Herhangi cinsten bir kişiyi ters bir imaja sokun, doğal olmayan cinsellikten alacakları zevk acı vericidir.
Şiir teselli ediyor beni; dünya bizim mani ile bir tuttuğumuz tehlikeli baskıya kışkırtıyor. Kapatıldığım yerde kendimi geniş kırlarda yürüyor hayal ediyorum. Yağışlı bir sonbahar günü yollardayım, kırmızı ve sarı yaprak yığını uçuşuyor yolumda. Özgürlüğün uzamla rastlaşma yeteneği olduğu anımsatılıyor bana. Düşünmek için yürümeyi sürdürüyorum zihnimde. Ayaklarım gittikçe artan soğuk çiyden ıslanmış. Durdursalar ve nereye gittiğimi, niçin gittiğimi sorsalar, yanıt veremezdim. Kan içmekten şişmanlamış kocaman kırmızı bir kuş tarlaların üzerinde kanatlarını açıyor.
Damağımıza tad verecek Mersault, Chablis, Hermitage, Loire, Montepulciano şarapları vardır. Bedenin en ince deliklerinden olduğu gibi onlardan da yavaş yavaş tat alırız. Ne yana dönsem beni bir duvarla yüz yüze getiren yoğunlaşmış bir koku uyaranıdır bu. Bu duvarın bir mavi, bir kırmızı, bir yeşil, bir mor olması fark eder miydi? Daha şimdiden bir bukalemunun alışkanlıklarını edinmişim. Hücreme girseniz, döşemeden, duvarlardan, tavandan fark edemezdiniz beni. Bedeniniz kapatıldığım alanın üçte birini bile kaplıyor olsaydı, benim varlığımı ayırt edemezdiniz. Ben ve o, çevrem bir tek maddeye dönmüşüzdür: Man Ray'in, hayalinde benim yüzümü tasarladığı granite.
Ben taşım. Kendimi, daha sonra Man Ray'in tasvirlerinde, Bastille'in duvarlarından yontulmuşçasına mazgallı olarak çizilmiş profillerimde gördüm. Ben miyim bu? Ve de, bir haçın içerisine son derece kışkırtıcı bir kıçın yerleştirildiği fotografik de Sade Anıtı. Yarığı öylesine eksiksiz betimlemiş ki, cinsel çılgınlığa kışkırtıyor beni. O bölümde, yağmur ormanlarını, mücevherlerle süslü mağaraları, gizli evrenin sırları üzerine açık bir kara kitabı, volkanik kıyılar üzerinde yapılan alemleri keşfettim. Ne kadar derine inersem mistik gözün o kadar yakınına girmiş oluyordum.
Başkalarını da gördüm. Allen Jones'un, üzerinde siyah deri külotu, eldivenleri ve çizmeleriyle güzel bir kadının oturduğu İskemle'sini. Juliette'ki kızlar gibi iskemleyle bir olmuş:
Şimdi de Clovis Trouille'in Sefahat'ındayım: yarı çıplak kızların ortasında kibar, zarif bir estetim, kızları kırbaçlıyorum, siyah çoraplar ve yüksek topuklar, geride örene dönmüş La Coste'un yıkıntıları arka planı oluşturuyor. Bu resimde aşk ve ölüm, bir şölen çılgınlığında birleşiyor. Elimde kırbaç, La Coste'un kalıntıları üzerinde düşünürken betimleniyorum. Siyah çoraplar giymiş yüksek topuklu kösnül kızlar sımsıkı bağlanmışlar. Benim dirseğim bir kafatasına dayalı, o da bir gül fidanına dayanıyor. İki keçi bu törenin bir bölümü. Başında bir şapka olan kız, giysisini, poposunu ortaya koyacak gibi yarmış. Çiçekli bir bank üzerinde uzanıyor. Benim gözlerim içe dönük. Gördüğüm şey başımdan geçenlerin düşüncesi. Gerçek dünya da burada oluyor işte.