Kırbaç İnince


Belleğin yeniden çekmekte direttiği bir şipşak fotoğraf bu: Bir çiftlik binasının dışındaki bir kulübede bir Alman kızının üstündeyim. Uzun bir ışık sütunu samanların rengini kırmızıya boyuyordu. Artık beni sıkmaya başlamış olan bir tür haz arıyordum. Bir hamle ve karşı hamle konumuydu bu. Bir gece önce bir tilki girmiş olmalıydı içeri, çünkü giriş kapısının hemen sağında yolunmuş tüyler uçuşuyordu havada. Kısıtlı, coşkusuz bir sevişmeydi bu benimkisi. Başımı kaldırdığımda, duvara çakılı bir çividen sarkan bir kamçıyı görebiliyordum. Bu imge asılı duruyordu beynimde. Durgun suyu tadını çıkaran, su altındaki hareketsizliğinde, yabanıl bir oburluk gizli bir turnabalığı gibi öylece yüzüyordum havada. O bastırılmış orgazm anında, hayallediklerim ile kenetlendiğim kız arasında dondurulmaz bir boşluk var gibiydi. Ahırda gittikçe artıyordu ışık. Güneş bulutların ardından çıkmış, ince uzun al renkli flamalar salıyor olmalıydı mavi ve siyah bulut kümeleri arasından. Birden apaydın oldu ortalık. Kendimi fazla açıkta, bu sefil sevişmeden aşağılanmış hissediyordum. Bir an dalgalanan bir kalabalığın parçası oluyordum -erotik akışta ufacık bir dalga-, hemen arkasından kurtuluyordum kalabalıktan, benim sarı saçlı eşimi sarsan bir hızla geri çekilmiştim. O sırada bedeni hala benim ritmime uymaya çalışıyordu. Hayalet bir doruğa doğru koşuyordu. Bütün bildiğim gözümü diktiği kırbacın, benim dengem için gerekli olduğuydu. Daha onu oradan almadan ağırlığını, nasıl bir iz bırakacağını, nasıl ses çıkaracağını biliyordum. Kız yanından kalktığımı farketmemişti. Kollarıyla, dokunulmaz bir bedeni arıyordu. Birden ne yapmama gerektiği şimşek gibi çaktı kafamda. Bütün yaşamım sanki bu saldırı için bir hazırlanma olmuştu. Batan güneşin kızıllığı, kafamın içinde bir kasırgaya dönüşmüştü. Her şey hareketsiz görünüyordu. Zaman durmuş gibiydi. Kız, yapmak istediğim şeyleri istemsizce bekler gibi karın üstü dönmüştü. Kabul etmediğini gizlemeye çalışıyordu, başına üşüşen düşünceleri garip bir karanlığa yönelterek başı ellerinin arasında öylece uzanıyordu. Bir şey koptu içimde. Ayrılmayı hissedebiliyordum, sanki iki telin teması kesilmişti. Ona karşı acıma duymam için onu incitmek istiyordum...



 ...İlk şaklamada sıçradı. 
Vuruşun kendine yapıldığına inanamamıştı. İnanmadığı için daha da büyük bir vahşetle yeniden vurdum. Herhangi bir direnme göstermeyince vurup durdum. Terin alnımda boncuk boncuk toplandığını hissediyordum. Sayıyı şaşırmıştım. Her tarafımdan ter fışkırıyordu. Kız bir ara kaçmış olmalıydı çünkü durmadan dövdüğüm saman yataktan toz yükseliyordu havaya. Bayılmak üzereydim. Aracı kendime yöneltmek istedim, ama insanın kendini etinde mavi ve kestane rengi izler çıkartıncaya kadar dövmesi kolay olmuyordu. Bu sınırlama her zaman vardı. Ne zaman kendime döndürsem kırbacı, bedenin yetmezlikleri karşıma dikiliyordu. Kırbacı samanların içine fırlattım ve vurulmuş bir yılan gibi titreyerek ölüşünü seyrettim. Güneş yükselmişti, açık renk döşemede yol yol gölgeler belirmişti. Yere uzanıp dinlenmek istiyordum, ama bölüğüme dönmenin daha uygun olacağını düşündüm. Giysilerim terimden sırılsıklam olmuştu. Dikbaşlı bir aygıra eyersiz binmekten bitkin düşmüş bir at terbiyecisine benziyordum. Avucumda derin kesikler vardı. Kırbacın sapı yara açmıştı etimde. Benim ilk sadist yaramdı bu.

Bu deneyimi anımsanabilecek bir uzaklıktan yeniden düşününce, sinirlerimin ayağa kalktığını hissediyorum. Omuriliğim boyunca bir elektrik akımı geçiyor. Kırbaçladığım beyaz dolgun kalçalar yeniden avuçlarımın içinde. Hayalimde onun içine giriyorum; arkadan hiç girilmemiş belli; benimkinin büyüklüğü ile onun girişinin darlığı arasındaki uygunsuzluktan korkarak geri çekiliyor. Benim aceleme uyabilmesi için bir tren tüneli olması gerekirdi. Bense durmak nedir bilmiyorum. Yatayım, dikeyleşmek istiyor. Bedenini kamışıma takmak ve döndürmek istiyorum, sanki bir yuva dolusu kaçak karınca gıdıklayıp duruyor sünnet derimi, ucu bir arı kovanının tepesine sokulmuş da yalanıyor gibi hassaslaşmış.

Jeremy Reed
'Sade'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder