***
Kızgın, karşı konmaz, öfkeyle dolu, her şeyde aşırı, töreler konusunda görülmedik bir hayalleme sapışı taşıyan, bağnazlığa dek tanrısız... bir iki lafla ben böyleyim işte. Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurup öldürün beni. Çünkü değişmeyeceğim.Onu öldürmeyi seçtiler, önce hücrelerdeki sıkıntının ufarak ateşiyle, sonra lekelemekle, adını silmekle. Böylesi bir ölümü kendisi de istemişti zaten: Mezarımı örter örtmez üstüne ağaçlar dikilsin... mezarımın izleri kalmasın yeryüzünde. İnsanların belleğinde hiçbir anım kalmadı diye övünç duyayım... Son isteklerinden yalnız buna uyuldu. Hem de nasıl bir titizlikle: Sade'ın anısı budala öykülerle değiştirildi; adı sadizm, sadik gibi ağır kelimelerle karıştırıldı; günlükleri yok edildi; müsveddeleri yakıldı -on ciltlik Journees de Florabelle kendi öz oğlunun gammazlamasıyla ortadan kaldırılmıştır- kitapları yasaklandı. Gerçi XIX. yüzyılın sonlarına doğru Swinburne ve bazı meraklı yazarlar ilgilendiler onunla, ama Fransız edebiyatında bir yer alması için Apollanaire'i beklemek gerek. Bugün yine de bu yeri herkesin gözünde kazanmış sayılmaz. "XVIII. Yüzyılda Fikirler", hatta "XVIII. Yüzyılda Duyarlık" konulu kalabalık ve titiz yapıtların sayfalarını çevirsek, adına bir kez bile rastlamayacağızdır. Sade'ı tutan yazarların onda bir peygamber dehasını selamlamaları kuşkusuz biraz da bu kepazece sessizliğe karşı olmuştur. Bir kez Sade, bir Nietzsche, bir Stirner, Bir Freud gibi anılmaya başladı ancak bütün bu tapmalar gibi bu tapma da, "Tanrısal Marki"yi iyice tanrılaştırarak hayınlık mı etti ona? Ne zaman Sade'ı anlamak istediysek tapınmaya itildik. Onu bir halk düşmanı ya da bir put gibi değil, bir adam, bir yazar olarak ele alan eleştirmenler sayılıdırlar. Sade'ın yeniden yeryüzüne, aramıza inişi de onlarladır. Ama gerçek yeri nedir? İlgimizi çekmesi nereden geliyor? Hayranları da saklayamazlar ki yapıtının büyük bölümü okunaksızdır; felsefe yönünden tutarsızılığı örtmek için bayağılığa sığınma geleneğindedir. Rezaletlerine gelince, hayranlığı çeken bir özgünlüğü yok bunların. Sade'ın bu konuda yeni bir şey yarattığı yok; psikiyatri kitaplarında en aşağı onunkiler kadar garip örneklere bol bol rastlanıyor. Aslında Sade'ın dikkatimizi çeken yönü ne sadece yazarlığında ne de cinsel sapık oluşunda. Bu ikisi arasında kurduğu, yaşattığı bağlantılar Sade'ı Sade yapan. Sade'ın sapıklıkları, birer doğa verisi olarak bu sapıklıklara uyacağı yerde, onları savunmak için geniş bir sistem kurmasıyla değer kazanmaktadır; öte yandan tekerlemeleri, kalıplaşmış lafları, beceriksizlikleri arasında, aslında anlatılmaz özellikte bir deneyi bize iletmeye giriştiğini görür görmez yapıtlarıyla aramızda hemeninden bir bağlantı kuruluvermektedir. Sade psiko fizyolojik kaderini töresel bir seçmeye dönüştürmek istemiş, toplumdan kopuşunu yüklenen bu edimiyle de bir örnek vermeye, bir çağrıda bulunmaya kalkmıştır; serüveninin geniş bir insani anlama bürünmesi işte bu noktadadır. Kendi bireyimizi yadsımadan bütün isteklerimizi yerine getirebilir miyiz? Ya da yalnız farklılıklarımızdan vazgeçerek mi topluma bitişiyoruz? Bu sorun hepimizin sorunudur. Sade'de farklar bir yandan rezalete kadar uzanıyor; öte yandan edebi çalışmasının genişliği toplumca kabul edilmeyi nasıl bir tutkuyla istediğini gösteriyor. Hiçbir bireyin kendini aldatmadan savuşturamayacağı bu çatışmalara onda en aşırı biçimde rastlıyoruz. Sade'ın paradoksu da, bir bakıma zaferi de bu noktada işte; kendi tikel konumuna inatla yapışmak için, insanı tümel dramı içinde tanımlamayı deniyor.
Sade bencilliği, kötülüğü, mutsuzluğu son sınırına kadar yaşamış ve gerçeği onların aracılığıyla istemiştir. Tanıklığının en yüksek değeri bizi kaygılı kılmasıdır. Sade günümüzde türlü görünümler altında dönene temel soruna eğilmemizi istiyor bizim: İnsanın insanla ilişkilerine eğilmemizi.
Simone de Beauvoir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder