Kanla yazılan


İnsan kıçı şeklindeki evrene egemen olmak istiyordum, aklımdan hiç çıkmayan bir şeydi, hapishane ve düşkünler evi hücrelerinin içinde ve dışında bana hükmünü geçiren bir takınaktı bu; bütün değişik biçimleriyle bilinçdışımda baş kaldıran şey.  Bazen tepelerin arasında derin bir çatlakta at koşturduğumu hayal ediyordum. Orgazm şiddetinde tanıdığım kendinden vecit halini uyarmak için atımı kırbaçlıyordum. Kamışım çok iriydi. Bir boğa ordusuna meydan okuyabilir ve gücüyle onları alt edebilirdi.

At sırtında koşturmalarımdan tere batmış, otellerde duraklardım. Dağların, tepelerin ışığından yüzüm yanmış, parlamış olurdu. Vadiler gözlerimin altındaki çizgilerde yeniden yaratılmış olurdu. Tenim bağ kokardı, hardal otu, lavanta kokardı. Otelde bir geç kız varsa poposuna şaplak atardım. En çok istediğim şey onu dizlerime yatırmak ve yanaklarına terlikle vurmaktı. Ve benim kendi bildiğim biçimde içine girmemin tamamen doğal bir şey olduğunu düşününceye kadar bu şekilde onu heyecanlandırmak.

Orgazm anında, bir sahil kasabasını yerle bir eden bir kasırgaydım. Sanrılı bir öc alma girdabı parçalardı içimi. Hiçbir güç benim patlamamla karşılaştırılamazdı. Bunun yan etkisiyse çığlık atmaktı. İnsanlar kendilerini odadan dışarı atmaya çalışırdı ama kapılar kilitliydi. Gördükleri şeyle yüz yüze bırakılmışlardı. Onun batmasına, derine inmesine ve gerçekliğe dönüşmesine izin vermeyi öğretmek zorundaydılar. Bense o zaman esriklikten çıkmış, zevkim için gerekli olanların varlığından hemen kurtulmak isterdim. Yalnız kalmayı, dışarıda, sararmakta olan bir meşenin gölgeliğinde yürüyor olmayı, ya da kendi içime çekilmek ve içimdeki haritada insanın sığınıp yalnız kalabileceği noktalar arıyor olmayı isterdim. İnsanın yaşadığı gizli yerlerdir bunlar. Varlığımın izlerini arayacaksam orada, bu içe doğru yolculuktaydı.

Bir sargı bezi tomarına sarılı mikroskobik el yazısıyla yazıyorum. Sargı bezinin uzunluğu otuz dokuz metre. Geceleyin sımsıkı sarıyorum onu ve duvardaki bir taşın arkasına koyuyorum. Toz, kireç ve hapishane küfü kokan bir roman. Sıkılığı tehlikesini gizliyor. Parmak uzunluğundaki o silindirin içinde cinsellikte devrim yaratacak patlayıcı bir parlaklık gizli. Onu kendime özel tutmam onun momentiyle yaşamamı sağlıyor benim. Benim cinsel bir sözlük oluşturmam yeni bir türün yaratılışını gerektirecek. Seksi her organdan düşünebilirim ben. Göz deliğinden neden olmasın örneğin? Erkek psikolojisi görerek yönlenir. Görme heyecan yaratır. Gözlerimizle, denge duyumuzla, nöronlarımız, elektronlarımız, protonlarımız, enzimlerimiz, DNA'mız ve dış yeteneklerimizle sevişebildiğimizi düşünün; göbeğimizle, omuzumun kıvrımıyla, sırt sırta, kıç kıça derinin sürtünmesiyle. Herhangi bir yerde. El ayak parmaklarımızın altında. İşitme, duyu yansıtma alanımızın içersinde. Cinsel birliğin açınlanmamış, ruhsal ve bedensel o kadar çok bölgeleri var ki!



Tek gerçek kitap yayımlanamaz olandır. Bizim her gece sinirlerimize yazdığımız ve bilinçdışımıza gömdüğümüz kitap asla dışlaştıramayacağımız kitaptır. Orada yazılanlar, her birimizi tımarhaneye sokar. Ama her nasılsa benimkini parça parça okumuş gibiler sanki. Ya da bazı bölümleri ben davranışımla yasal hale getirdim.

Seksi herhangi bir insani edimden hiçbir zaman ayıramadım. Yaptığım her şeyi o dölledi kafamda. İçimde, ölü eğrelti otları arasında koşan yangın gibiydi. Oturmuş yazıyor, düşünüyor, sayıların gizemli anlamı üzerinde kafa yoruyor, ya da sırf mavi ve yeşil alevlere parçalanan bir kütüğe bakıyor olurdum, ve kafama hep erotik düşlemler takılırdı, aklımdan çıkaramazdım onları.

Ben her türlü sapıklığın çemberinde döndüğü bir zihindim. Ve ben, her şeyde güzellik bulan biriydim. En pis hapishane helasına bakarken bile zümrütlerin, gökyakutların, kadıköy taşlarının yüzeyde dansedişlerini görebilirim. Bir sorgulama hücresi içinde taşlaşmış bir orman görmüştüm bir defasında, sokağa dökülmüş kandan sinekkuşları yaratmıştım, kamçıyı tutan elimin bir dizi mavi ve mor hamurdan yatay çizgilere döndürdüğü birinin omuzlarından altın kanatları uzadığını seyretmiştim.

 Ne yaptığım ne yapmadığım çağdaş mitin konusu olmakta. Cinsel eğilimlerim yeraltı dünyasının bir kalıtı olmaya doğru gidiyor. Zincirlere asılı, saçları kazınmış genç adam genlerimde canlı buluyor beni. Onun erbezi iç salgısında ruhsal değerim ben. Kasıklarına kadar uzayan çizmeler giymiş olan genç kadınsa benim takınağımı almış kalıt olarak. Benim dişi temsilcim o.

Yaşamın karanlık yanı, yeraltı, insan doğasının arka yanı. Açınsamanın başladığı yer orası işte. Ya orada bana katılıp sanatın için deneyim yönünden zenginleşmiş olarak dönmeyi ya da kendini rahat hissettiğin duyusal yöre içersinde kalmayı seçebilirsin.

Sodom'un Yüz Yirmi Günü'nü okuduğunda yüz elli karmaşık tutkuyu anımsayacaksın. Benim hayallerimi yorumlayabilmek, Picasso'nun Guernica'sının kapsamının resmini yapmak gibi bir şeydir. Yirmi yedi, bir betimleme izleği sunabilir: Erkek, bir kızın anüsünü öpüyordur, o sırada bir ikincisi aynı şeyi kendine yapıyor, bir üçüncü kız penisi üzerinde çalışıyordur. Sonra görevleri değişirler. Böylece sonunda üçünden her biri kendi kıçını öptürmüş, her biri onun penisi üzerinde çalışmış, onun kıçına değmiştir." Basit, ekonomik, fakat küstahça bireysel.

 Yalnızca yön hiçbir zaman sarsılmıyor. Arka yoldan giriyorum. Yaptığını, hoşlandığın şeye döndür.
Sodom'un Yüz Yirmi Günü'nde Piskopos hakkında yazdıklarımı anımsayın yalnızca: "hemen bir ikincisini tasarlamadan asla bir suç işlemez' o.

Jeremy Reed
'Sade'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder