Kurban

Beni arkadan istediğini söylüyordu bana, seks konusunda hala erden olduğum için böyle cezalandıracaktı beni. Üzerime abanmış ısrarını, acelesini hissedebiliyordum; kanındaki sabuklama uğulduyordu. İçime girmeye zorlanıyor, korkunç cinsel arzusuyla beni kazığa çekmeye çalışıyordu. Karşı koyacak gücüm kalmamıştı. Nefretle boyun eğiyordum.  Olanlar, arzusunun alıcısı olan benim başıma gelmiş olamazdı. İçime girmişse, o değil başka bir kişi olabilirdi bu, ben olduğunu ileri süren biri. Gergin bile değildim, yalnızca kayıtsızdım olanlara.  Bir zamanlar beni isyan ettiren şey şimdi önemsiz görünüyordu. Ama acıyı hissediyordum. Aradaki fark çok büyük olmalıydı: benim darlığıma karşı onun genişliği, benim kasılmama karşı onun şehveti. Yarılıyordum ve yakıyordu. Soluğu hızlı ve düzensizdi. Elinden gelse beni delip karşıya geçeceğine dair bir his vardı içimde -bir uçtan ötekine delik açardı. Seksi öldürmek istiyordu tam da onu yaparken, çünkü bir gelecek vermiyordu seks. Onu şimdiki zaman içine daldırıyordu. 'Burada yaptığımız şey yapmak istediğimiz şeyin bir imgesidir ancak,' diye yazmıştı bana daha sonra. Ama güçlü oğlancılık onun felsefi kavramlarıyla ortadan kaldırılamazdı. Ağızda kalan limon kadar keskin bir tatla daha sonra geliyordu bunlar. Yaşamı gibi sürüyordu.

Kazığa oturmuştum. Daha önce hiç kimsenin yapmadığı gibi girmişti içime. Acıma, en ufak bir gönül indirme bile yoktu. Şaşkınlığın verdiği uyuşma ve kopuş yavaş yavaş yok oluyordu. Oyuyordu beni. En tehlikeli anına yaklaşmış olduğunu düşünüp duruyordum, fakat her gecikişinde doruktan geriye doğru dönüyor ve eski ritmine yeniden başlıyordu. Beni gözetliyor, kendini gözetliyordu. Benim kendisi, kendisinin de ben olmasını istiyordu. Onun haz duygusunu rahatsız eden şey kendi yalıtılmışlığıydı. Her ikisi de olmaya gereksinimi vardı, o ise yalnızca birdi. 'Duyguların hazzı her zaman imgeleme uygun olarak düzenlenir.' Bunu hapishaneden yazıyordu bana.

Daha fazla dayanamadım. Sakatlanıyordum. Üzerinde kasılmaya ve böylece gelmesini sağlamaya karar verdim. Kaslarımı sıktım ve onu kısıtladım. Tuzağa kısılmıştı. Ne kalkabiliyor, ne çıkabiliyordu. Uyguladığım bası nefesini kesmişti. Ağza alınmaz bir sürü laf etti ve boşaldı. Sonunda delirmişti. Gelecek düşüncesini yitirmişti, coşkusunu yeniden kazanamayışı fitilini söndürmüştü.

Bacaklarımın arasından akan kanı hissedebiliyordum. Bu aşağılamadan dolayı bir erkeği bağışlayabilir miydim? Benim bu olaya eşlik etmemi bağışlayabilir miydi? Karaya oturmuştuk, konuşmasız. Ağzımın içinde ölümün tadını duyuyordum.

Sanırım her ikimiz birden, yapacağı tek şeyin beni öldürmek olduğunu anlamıştık. Ama onun sapık tarzına uygun olarak, çürümüşlüğünü sahici kılmak için mani'sine bir tanık olması gerekiyordu. Yalnızca gözleri, elleri ve güdüleri vardı onun. Ben çoğalttım bunları. İkimiz birden dört gözü, dört eli, dört bacağı, iki sırtı, iki popoyu temsil ediyorduk. Ve öykü ne zaman bir başkasına anlatılsa, parçalar çoğalırdı. Aykırı doğası hem özel hem evrensel olmak istiyordu. Yasanın dışında yaşamak istiyor, aynı zamanda doğal cinsel eğilimlerini duyurmak istiyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder