Gelecek

Mathieu, "Bir yaşam gelecekle yoğrulmuştur," diye düşündü, tıpkı insanların boşlukla yoğrulmuş oldukları gibi. Başını öne eğdi, kendi yaşamını düşündü. Gelecek ta içine kadar işlemişti, orada her şey bir bekleyiş, inatçı bir bekleyiş ve bir sonu belirsiz süre, bir vade değil miydi? Çocukluğunun en uzak günleri, "Özgür olacağım" dediği gün,  "Büyüyeceğim, erkek olacağım," dediği gün, hepsi, bugün bile ona ancak bir gelecekle var olmuş gibi görünüyordu; sanki her gününün üzerinde küçücük, yuvarlak ve kendine özgü bir gök vardı ve o "gelecek" kendisiydi, şimdiki Mathieu yorulmuş, ama hala olgunlaşmakta olan bir adam. O günlerin kendi üzerinde hakları vardı, aradan geçen bunca zamana karşın onlar isteklerinden vazgeçmemişlerdi, huysuz, titizdiler ve Mathieu çoğu zaman acı bir pişmanlık duyuyordu, çünkü bıkkın ve kararsız "bugün", o geçmiş günlerin artık eskimiş geleceğinden başka bir şey değildi. O günlerin küçük hırçın çocuğu, çocuk hayallerinin gerçekleştirilmesini ondan, bu yorgun adamdan beklemişti. O günlerde verilmiş sözlerin,  çocukça hayaller olarak kalması ya da bir alınyazısının müjdecileri olarak yaşamakta devam etmesi ona bağlıydı. Geçmiş, bugünün eliyle düzeltilmeye, yontulmaya devam ediyordu; her geçen gün büyüklük rüyalarını biraz daha yıkıyordu ve her günün yeni bir geleceği vardı; bekleyişten bekleyişe, gelecekten geleceğe, Mathieu'nun yaşamı ağır ağır akıyordu. Neye doğru?

Hiçe doğru.

Mathieu birden, "Şu anda ölsem," diye düşündü, "hiç kimse gerçekten mahvolmuş bir adam mıydım, yoksa kurtulabilmem için henüz umut var mıydı, bilemez."


*
Akıl Çağı
sf. 220 -221
SARTRE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder