Mö 470-450
Bir kadın, bedeninin alt tarafı, yanında duran iki kadın görevlinin tuttuğu kalın kumaş parçasının ardına gizlemiş olarak yükselir. Kadınlar ellerini onun omuzlarının arkasına hafifçe koyarak, hareketini sabitlerler. Kadın, zarif profilini, keskin bakışlarını ve alçakgönüllülükle kapanmış dudaklarını sergileyecek şekilde başını sertçe sağa çevirmiştir. Bu özel durum için hazırlanmış saçları, kulağının üst kısmını açığa çıkaracak biçimde bir saç bandıyla toplanmıştır. Elbisesinin (bir chiton) narin kumaşı, göğüs hatlarını, göğüs kafesinin yapısını ve zayıf karnını ortaya çıkaracak kadar bedenini sarar.
Kabartmanın üstündeki üçgen bölümün zarar görmesi nedeniyle, kadına eşlik eden figürler başsız kalmış. Ancak bedenleri, hem cinsiyetlerini hem de eşlik ettikleri kadına karşı gösterdikleri ilgide saklı olan niyeti açığa çıkarır. Duruşları tıpatıp olmasına rağmen bu iki kadın, yine de birbirinden açıkça farklıdır. İkisinin de elbisesinin katları, bedenlerini meraklı bakışlardan korur. Sol taraftaki figür yandan iliklenen yün bir peplos, sağdaki ise kolları boyunca ve omuzlarda iliklenen keten bir chiton giymektedir. Bu elbiseler, birbirlerinden oldukça farklı dökümlere sahiptir ve bu dökümün yarattığı karmaşada çizgileri saklayamayan bacaklara doğru uzanır. Çıplak ayakla çakıl taşları üzerinde olmaları, ortadaki figürün bir havuzdan ya da denizden çıktığını belli ederler, tuttukları kumaş perde ardında kalan bedene karşı duyulan merakı da kışkırtır.
Ancak bu yapıtta yalnız bu üç kadın figürü yer almaz. İki yanda oturmuş iki kadın daha vardır. Sandaletli kadın, başını da örten pelerini bir koza gibi sarmış, sıkı bir yastıkta oturur. Elindeki kutudan çıkardığı tütsü parçalarını, önündeki buhurdanlığa koymaktadır. Diğer kadının üzerinde oturduğu yastığın yumuşaklığı, genç ve çıplak teninin yumuşaklığıyla uyum sağlar. Saçlarını eşarpla toplamış, bacak bacak üzerine atmış bu kadın pan flüt çalmaktadır. Bu “tahtın” iki ucu arasında zıtlıklar vurgulanmıştır. Giyinik olanla çıplak olan, müzikle koku, haz ile görev. Bu figürlerin ana sahnedekileri çerçevelemesi izleyiciyi, figürlerin duyusal farklılıklarını algılamaya davet eder. Bu bedenlere dokunmayı, bu sesleri işitmeyi, denizi ve tütsüyü koklamayı arzularız.
Bu dizili kadınlardan ne anlamalıyız? Yunan efsanelerinde, birçok kadın figürü ya denizden ya da topraktan çıkar ya da onların içinde kaybolur. Bu anlatılar cinsel arzuya dayanmaktadır. Erkeklerin ilgisini çekmek üzere topraktan yaratılan ilk kadın olan Pandora, Hades’in karısı olması için yeraltına götürdüğü ve her baharda bir mevsim için serbest bıraktığı Persephone, denizin köpüklerinden doğan Aphrodite gibi. Ancak bu üç kadın da oldukça farklı karakterlere sahiptir: Kurnaz ve birçok sorunun kaynağı Pandora, doğaya yakın, genç ve masum kız çocuğu Persephone, büyüleyici gülümsemesiyle baştan çıkarmaya eğilimli Aphrodite. Bu yapıtta hangi figürü önemli kabul edersek edelim -ki bu Aphrodite’den yana tavır koymamanın zor olduğu bir elemedir- beş figürün tümü de kadınlık hallerini yansıtır. Heykeltıraş bize, kadınların kendilerini nasıl gösterdiklerini butun yönleriyle, çıplaklıkla ve örtülü alçakgönüllük uçlarıyla, sunuyor.
Ludovisi Tahtı'nın çekici yanları, yalnızca güzelliğinden ve tartılmaz erotizminden değil, aynı zamanda onu çevreleyen sır perdesinden de kaynaklanır. Her ne kadar 1887 yılında Roma’daki Ludovisi Sarayı’nın, o dönemde büyük bir olasılıkla Sallustius’un Bahçeleri olarak bilinen topraklardan gün ışığına çıkarılsa da tahtın tam olarak bulunduğu yer tarihe farklı biçimlerde geçmiştir, ilk tanıtımı sırasında böyle bir biçime sahip yapıt daha önce görülmemişti ve bu parça bir tahtın kültleşecek heykeli olarak tanımlanmıştı. Ama kaidesi ya da ayakları olmadığından, bir tür paravan olması muhtemel gözüküyor: Nasıl bir tür ve nereye ait, bilinmiyor. Roma’da yapılmış olamayacağından, üslubu onu MÖ 5. yüzyıla ait bir Yunan eseri olarak tanımlıyor.
Özgün konumu açısından üzerinde en çok durulan ihtimal, güney İtalya’daki Lokroi Kpizephyrioi şehridir. Burası, arkeolojik açıdan kült sayılan binaları ve “taht”ın üslubu ve tarihiyle benzer özelliklere sahip kutsal sahnelerin tasvir edildiği kabartmalarıyla bilinen bir Yunan şehridir. Arkeolojiden ve eski metinlerden bilindiği üzere, Lokroi şehrinin kadınlarla kurduğu zengin anıtsal ilişki, imgeleme dair çağrışımların çok fazla olduğu bir alan sunuyor. Kutsal bir çukurun etrafında paravan olarak kullanıldığı düşünülen “taht”ın bulunduğu yer, bu bölgede saptanmıştır.
Ludovisi “Tahtı”yla ilgili ilk bilimsel yayının yapıldığı 1892 yılından yalnızca iki yıl sonra, bir başka “taht” daha gün ışığına çıkarıldı ve Amerikalı bir koleksiyoner tarafından hemen satın alınarak, Boston Güzel Sanatlar Müzesi’ne verildi. Aynı Yunan adasının mermerinden yapılmış ve benzer şekilde iki ucunda bulunan karşıt karakterlerle (kumaşla her yanını örtmüş yaşlı bir kadın ve çıplak, genç bir kadın figürü) bu eser, Ludovisi “Tahtı”nın ikizi gibi duruyordu. Ana sahnesi, ruhların kaderlerini belirleyecek bir tartıyı simgeliyordu ve her iki “taht”ın arasında, hayatı ve ölümü, kadını ve erkeği gösteren bir karşıtlığı kapsıyordu. Ancak, Boston “Tahtı”nın yontusu ve ikonografisi şüphelidir. Bu modern bir sahtekârlık mı yoksa? MÖ 5. yüzyıla ait, Ludovisi “Tahtı”yla aynı yerden gelen bir eser midir? Ya da 5. yüzyıldan kalma özgün bir eserin Roma dönemine ait bir kopyası mı? İç rahatlığıyla Ludovisi “Tabtı”nın üzerindeki karmaşık dini yorumları benimsememiz ya da yok saymamız, bu henüz cevaplanamamış sorulara bağlı. Ancak bu gizemli nesnenin güzelliği, bu sorulara hiç de bağlı değildir.
Robin Osborne