Helenistik dönemde İ.Ö. 400 civarı 70 bin nüfuslu Atina'da olağanüstü şeyler olur. Demokrasinin temeli atılır; atom tanımlanır; estetik zirveye ulaşır. Eflatun erkekler arasındaki mükemmel ilişkinin tanımını yapar. Genç erkek, tanrının güzelliğini paylaşır, yaşlı ise bilgeliğini. Gencin güzelliği yaşlıdan yansır ve ideal yakalanır. Eflatun İ.Ö. 387'de Akademi'sini kurar. Oradan mezun olanlar kendilerine akademisyenler derler. Mitolojiler tüm bu kavramları manifestolaştırır. Apollon'un kadınlardan çok erkeklerle yaşadığı aşkları vardır. Örneğin soylu bir ailenin oğlu ve yaşayan en güzel delikanlı olarak bilinen
Ganimet, Zeus tarafından kaçırılır ve ona 60 gün boyunca dünyanın tüm zevkleri tattırılır. Mitolojiler toplumun dini ve ahlaki rehberliği görevini de görür. Bu nedenle bu ilişki türü kendi haklı nedenlerini en üst seviyede açıklayabiliyordu.
Sokrates Eflatun'u, Eflatun Aristotales'i, Aristotales de Büyük İskender'i eğitir. Sonun da
İskender ile Efestion arasında tarihin en büyük eşcinsel aşkı yaşanır. Bir şekilde Efestion'un ölümünden sonra o güne kadar tarihin gördüğü en büyük cenaze töreni gerçekleştirilir. İskender bütün hekimlerini öldürtür, bütün askerlerinin saçlarını kestirtir. Kısa bir süre sonra da kendisi ölür. Unutmamak gerekir ki İskender'e ilham kaynağı olan,
Akhilleus ve Patrokles'in yaşadığı aşktı... Böyle bir bellekle
Praksiteles, Myron ve Polykletos gibi heykeltıraşlar tarihin en yetkin erkek figürü heykellerini yarattılar. Bu heykeller tanrılar, krallar ve atletler diye kabaca üç kategoride toplanabilir. O dönemin atletleri ve sporcuları bugünden pek de farklı olmayan yöntemlerle pazarlanırlar. Büstleri seri bir şekilde üretilip uygun mermer bedenler üzerine oturtulup lüks evlerde yerlerini alır. Hamamlarda elde edilen terleri, küçük şişelerde çok yüksek fiyatlara afrodizyak olarak satılır. Burada söz konusu olan, erkek bedenine duyulan aşkın ve erkin yüceltilmesidir.
Ne var ki bu toplumda kadınlar söz sahibi değildir, toplumun devamlılığını sağlayacak birer unsurdurlar sadece. Seçme ve seçilme hakları yoktur. Çocuk büyütmekle yükümlüdürler, evlerine hapsolmuş durumdadırlar. Ancak kendisine yüklenen bu rolü reddeden bir kadın vardı:
Sappho. Tüm bu yaşamın dışarısında,
Lesbos Adası'nda hemcinslerini etrafına toplayıp alternatif bir yaşam kurdu. Kurduğu okullarda genç kızları eğittiği gibi, şiirlerinde de hemcinslerine duyduğu aşkı dile getirdi. Kurduğu komünün üzerinde yaşadığı Lesbos adası bu aşka adını verdi.
Erkekler ise cinselliği ve yaşamın güzelliğini dışarıda hemcinsleriyle kutlamaktaydılar. Denebilir ki, bu kısa dönem önümüzdeki 2000 yıla referans oluşturur. Platonik aşkın kuralları, tanımı yapılmayan eşcinselliğin mükemmelleştirilmesini temin eder. Etrüsk, Hindistan, Japonya'da özellikle Samuraylar, Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorlukları bu geleneği farklı şekillerde sürdürürler. Sanatta helenistik dönemdeki bu olağanüstü yetkinlik bir daha yakalanamaz, ancak bahsi geçen uygarlıklarda minyatürler bu dünyaya ait ip uçlarını yine de barındırırlar.
Bizans'ın çöküşünden sonra Ortaçağ Avrupası'nda Şarlman (Büyük I. Karl) hüküm sürer. Capitula Angilramni - kilisenin ve devletin kanunları- bu dönemde yazılır. 840'ta Şarlman "kaybolan kanunlar" diye yeni sahte maddeler ekler. Bu maddelerde eşcinselliğin günah olduğu ilk kez yasallaşır. 1277'de Sodomi (üremeyle sonuçlanmayan herhangi bir cinsel ilişkiyi kapsayacak biçimde anılır; bu tür ilişkiler genelde, oral seks, anal seks ve zoofiliyi kapsar), Müslümanların Hristiyanlara zorla uyguladığı bir pratik olduğu bahanesiyle Haçlı Seferlerine neden olarak gösterilir. Sodomi, 1532'de suç olarak tanımlanır, yasalaştırılır ve cezası yakılarak ölüm olur. Özellikle Zürih, Amsterdam, Londra, ve Prusya gibi Batı şehirleri bu katliamın merkezleri olmuştur.
Rönesans'la birlikte gelen aydınlanma sürecinde Neo-Platonik okul 16. yüzyılda Marsilio Ficino tarafından tekrar öğretilmeye başlanır. Ficino öğretisinde daha çok aşkın göksel haline odaklanılmıştır. Bu öğretiye göre aşk, bedeni aşıp tanrıya ulaşmalıydı...Ama ne var ki bunu Eflatun'un öğretisiyle yapmak erkeklerin kendi aralarında yaşayabilecekleri aşkın yüceliğini tekrar hatırlatmak demekti.
Rafael ve Perugino gibi sanatçılar Ficino'nun etrafında toplanıp yetişmeye başlarlar. Perugino,
Apollon ve Marsyas isimli tablosunda belki de tarihinin en açık seçik belgesini resmederek hocasının öğrencisi Pico della Miirandola ile olan ilişkinin cinsel boyutunu betimler. Resim, anlattığı öykünün mitoloji gibi kanlı değil, aksine gökyüzünde resmedilmiş çiftleşen iki kuşun hali gibi bittiğini gösterir izleyicisine.
Rafael
Atina Okulu freskini yapar, dolaylı olarak Platonik Akademi'ye gönderme yaparak resmin içine kendisini de yerleştirir. Ressam Eski Helen uygarlığının estetik normlarını tekrar hatırlatır. Gerek Perugino gerek Rafael yaptıkları resimlerde bu aşkı gizlice de olsa kompozisyonlara yerleştirirler. Özellikle her iki ressamın da
Meryem'in Nişan Töreni tabloları incelemeye değerdir. Özellikle
Perugino'nun resminde Meryem ve Yusuf'un nişan sahnesinde bu çok alenidir. Bu resim, dayatılan toplumsal ahengin karşısında konumlanmış net bir estetik tavrı ortaya koyar: Yusuf kabul gördüğü için elinde tuttuğu kamış yeşermiştir, ancak arka planda reddedilen genç elindeki kamışı kırarken, Helenistik tavırda çıplak bir erkek elini ona uzatır!
Donatello, Rönesans'ın kapılarını açan en önemli yapıtlardan birisi olan Aziz Yuhanna heykelini yapar. Tüm yakışıklılığıyla Aziz Yuhanna Altın Çağ'ın müjdecisi olur. Heykeltıraşın
Davud'u ise bir savaşçıdan çok, yumuşak hatları ve çıplak bedeniyle daha ziyade Eflatun'un bahsini ettiği ergen oğlandır. Sanat dine hizmet etse de, tüm dini kahramanlar -
Aziz Sebastian, Yahya ve diğerleri- eşcinsel aşkın sembolleri olarak betimlenirler.
Boticelli ve Montagna devrim yaratacak örnekler verirler. Artık bazı ressamlar büyük servet kazanmış, himayesine girdikleri aileler tarafından koruma altına alınmışlardır.