Mum Yakana Kılavuz: 🕯️ (Şem)

Mum Yakana Kılavuz: 🕯️ (Şem)


Fars edebiyatında Mum (Şem) kimi zaman güneş kimi zaman ay, kimi zaman gökyüzü; kimi zaman sevgilinin güzel yüzü; kimi zaman Allah'ın ve Muhammed'in nuru... Yanmak ağlamak olmuş, karanlık hakikate ışık olmuş, yıldız olmuş, nur olmuş, aleviyle, kokusuyla, ışığıyla kuşaktan kuşağa türlü mecazlara vesile olmuş. Mumun tarihi uzun...

"Geceler boyu ben ve mum birlikte eriyoruz. Fakat benim yanışım gizlidir."

"Mumun dışında kimse yoktur başucumda,
Ateşin başında bu mahvolmuşun haline kim ağlar?"

"Senin huzurunda mum gibi yanıp yakılmam gerekir, İster beni mum gibi yakarsın ister tütsü gibi eritirsin."

"Gece, mum, şarap ve çengin iniltisi 
Sakinin dudağı ve sonsuzluk kadehi."

"Öd yakan hizmetçi ud çalan çalgıcı
 Mum koy, çeng çal ve öd yak"

"Gönlü yanık pervane eğer ayağına düşerse, 
İsyan etme ey mum! Çünkü kanadı yanıktır."

"Mum gibi ağlıyorsam beni mazur gör, 
Yanıyorken kimse bana erime demez."

"Bilge olan kişi, mumun dil ile yandığını bildiği için kendi ağzını dikmiştir. "

"Benim mumum, gecelerimi aydınlatacağın gün gelmedi mi?"

...


Mum Yakana Kılavuz 🕯️X






Bir şair, iki ayrı yalnızlığı teselli eden aksiyomu dört kelimeyle söylemektedir:

"Alev yalnız, ben yalnız"

Soruyor Bachelard: 

Hüzün mü, tevekkül mü? Sempati mi, ümitsizlik mi? İmkansız bir iletişim için bulunan bu çağrının üslubu nedir? Tzara'nın başlattığı diyaloğu -alev yalnız, ben yalnız- devam ettirebilseydik, nasıl bir roman yazardık? Ama bu diyalog sessizlikle, iki yalnız varlığın sessizliğiyle devam etmiyor mu?

*
*

Mum Yakana Kılavuz 🦋




Kelebek,  mumun alevine kendini attığında, kurban etme töreni gürültülüdür; kanatlar çıtırdar, alev yeniden canlanır. Düşçünün kalbinde yaşam sanki çatırdıyor gibidir. Güvenin teni ne kadar ipeksi olursa, olümü de o kadar az gürültülü olur. Sessizce uçar, kendisini yutan aleve kıyısından bucağından dokunur. 

Burada da şiir önemsiz bir olguya yazgı anlamını yükleyecektir. Şiir her şeyi büyütür. Krizaliti içinde uzun süre kapanıp kalan minik varlık güneşe -alevlerin alevine- doğru giderek yüce kurban-oluşu, şanlı kurban-oluşu arar.


Mum Yakana Kılavuz V🕯️🦋

Mum Yakana Kılavuz V🕯️🕯️🦋



 "Aman sevgili kelebeğim, alevlere dikkat et, işte biri daha dün geceki gibi gidip ölecek, anında ölecek. İstemeye istemeye geliyor ateşe, ateşin farkında değil, bir kanadının yarısı yandı bile, geri geliyor, yine geri geliyor, ama ateş bu, bahtsız kelebek, ateş bu!"

Pierre-Jean Jouve'un Paulina'sında Paulina katışıksız bir alevdir, ama öbürü de alevdir. Kendisi bir cazibe olmak isterken kendi cezbedilir. Öylesine güzeldir! Onun kendi güzelliği onu cezbeden bir alevdir. Daha bu ilk sahneden itibaren, saflığın günah içinde ölümü dramı oynanmaktadır. Jouve'un romanı bir yazgının romanıdır. Alevler içindeki kelebek gibi aşktan ölmek, aşk içinde ölmek, Eros ile Thanatos'un sentezini gerçekleştirmek değil midir? Jouve'un hikayesine hem yaşam içgüdüsü hem de ölüm içgüdüsü hayat verir. Jouve'un yaptığı gibi ortaya çıkarılan bu iki içgüdü, kendi derinlikleri içinde, ilkellikleri içinde çelişik değildir. Derinlikler psikologu Jouve, bunların bir yazgı ritminde, bitmek bilmez dönüşleri yaşamın içine sığdıran bir ritimde hareket ettiklerini gösterir. Ve ilk imge, Jouve'un seçtiği dişi bir yazgının imgesi, ilk balo gecesinde mumun yaktığı bir kelebeğin imgesidir.

Gaton Bachelard

Mum Yakana Kılavuz V🕯🕯🕯


Alev, kanatlı keşmekeş
Ey esinti, kırmızı yansısı göğün
-Kim çözerse senin sırrını 
çözmüş olur yaşamın ve ölümünkini

Mum Yakana Kılavuz V🕯🕯


Alev, kendi oluşuna gömülmüş bir varlığın sembolüdür! 

Alev bir varlık-oluştur [et re-devenir], bir oluş-varlıktır [devenir-etre). 


Kendini tek başına ve bütünüyle alev olarak hissetmek, bir varlık-oluşun dramı içindeki alev -aydınlanırken yok olmak, büyük bir şairin imgelerinden doğan düşünceler bunlardır. Jean de Boschere şunu yazar:

Sait Faik'in Mumları


"En son Elit Kahvesi'nde görmüştüm Sait Faik'i. 1948 kışıydı. Sait Faik renk renk mumlar almış, yakmaya çalışıyordu. Kahveyi işleten iri yarı Alman da ("Mösyö" derdik) masa kirlenir diye Sait Faik'e engel olmaya çabalıyordu. Yazdığım son hikâye "Mumlar" adını taşır; Sait Faik'i, mumlarını anlatan bir hikâyeydi."

Fethi Naci



...Sacit, cebinden, bir kâğıda sarılı, iki mum çıkardı: Biri kırmızı, biri maviydi. Bir çocuk gibi gülerek:- Tanesi yüz para, dedi, yılbaşı şerefine aldım.Mumlardan birini yaktı, sigara küllüğüne dikmek istedi.Olmadı. Mum, ortasından bükülerek, yana eğildi; masanın örtüsüne sıcak iki damla düştü. Uzaktan merak ve endişeyle bakan Mösyö, kızarak: Olmaz! dedi. Olmaz, olmaz! Bak, damladı örtüye! Yakacaksınız orasını; olmaz! 

Yazı




.

... sözcükleri nasıl sevdiririm sana? Sözcüklerle aran yok... Ama bu dinginliği yormayan bir ezgiye dönüştürmenin bir yolu..? Bağlaç olarak kalmayacaksın hiçbir zaman, ama de leri, da ları ayır en azından benim için... Ben de, sen de, bende, sende, ikimiz de, ikimizde, sevgi de, sevgide, aşk da,
 aşkta...




Yazı, eninde sonunda yazı, gene yazı: ne varsa, yazıda başlayacak, yazıda bitecek.

# günler
# kulübe
# karanlık da 
# karanlıkta

Gece'ye Mum



...Kaçınılmaz düşüşte, başlangıçta verili sınırlar dışında bir şeyden kaygı duymadan demir alarak uçuruma doğru neşeyle gittiğimiz, her şeye meydan okuduğumuz sarhoşluk anları, yeryüzünden (yasalardan) tamamen kurtulduğumuz ender anlardı.



Sürüp gitme isteğinin ötesinde, tükenmenin hızlandığı anlarda alevlerin, düşlerin, çılgın gülüşlerin özelliği olan bu anlamsız anlamdan başka hiçbir şey yoktur. Sonunda, en son anlamsızlık bile, her zaman için tüm diğer anlamların yadsınmasından oluşmuş bir anlamdır (Bu anlam, aslında varlığın sürüp gitmesiyle alay etmesi koşuluyla, mevcut haliyle, ötekilerin anlamsızlığı olan her özel varlığın anlamı değil midir? ve düşünce (felsefe) tıpkı üflenen mumun sönen alevi gibi, bu kor gibi yanmanın bittiği yerdedir).

XXX🕯️🕯️



"benim ruhumdur bu alev"

N.

Kulübe Güncesi: Gece

 


GECE: Öznede içinde çırpındığı ya da yatıştığı ( duygusal, düşünsel, varoluşsal) karanlık eğretilemesini uyandıran her durum.

# Gece
# Barthes
# Aşk



"Birbiri ardından, biri iyi, öbürü kötü, iki gece yaşarım...

Bunu söylemek için iki gizemsel ayrımdan yararlanırım:

estar a oscuras (karanlıkta olmak)

bir kusur işlenmeden de ortaya çıkabilir, çünkü nedenlerin ve amaçların ışığından yoksunumdur,

estar en tinieblas (karanlıklar içinde olmak)

nesnelere bağlılığım ve bundan kaynaklanan karışıklık beni kör ettiği zaman başıma gelir.

Çoğu zaman, arzumun karanlığı içindeyimdir; ne istediğini bilmem, her şey yankılanır, bir durumdan bir başka duruma düşerim sürekli:

estoy en tinieblas.

Mum Yakana Kılavuz V🕯️

Bir alevin karşısına geçtiğimizde, manevi olarak dünyayla iletişime geçeriz. Zaten, sıradan bir uykusuz gecede, mum alevi sakin ve tatlı bir yaşam modelidir. Tıpkı tefekküre dalmış bir filozofun tefekküründeki yabancı bir düşünce gibi, en ufak esintinin de alevi rahatsız ettiğine kuşku yoktur. Ama büyük yalnızlığın hükümranlığı gerçekten kurulsa da, sükunet vakti gerçekten gelip çattığında, işte o zaman hayalperestin yüreği de alevin yüreği de aynı huzurla dolar, o zaman alev kendi biçimini korur ve kesin bir düşünce gibi, dosdoğru kendi dikeylik yazgısına koşar.

Böylece, düşünerek hayal kurulan, hayal kurarak düşünülen zamanlarda, mum alevi ruhun sükunetini ölçen hassas bir manometre olabilirdi; incelikli bir dinginliğin, yaşamın ayrıntılarına kadar inen bir dinginliğin -huzur verici bir hülyanın akışını takip eden süreye süreklilik bağışlayan bir dinginliğin ölçüsü olabilirdi.

Sakinleşmek mi istiyorsunuz? Sükunet içinde ışık veren hafif alev karşısında yavaş yavaş soluk alıp verin.

Gaston Bachelard

Mum Yakana Kılavuz 🕯️🕯️🕯️🕯️🕯️

"Tek başına kalmış, yalnız alev, hayalperestin yalnızlığını şiddetlendirir mi, yoksa onun hülyasını teskin mi eder? İnsan yanında birinin olmasına öyle ihtiyaç duyar ki demiş Lichtenberg, yanan mumun karşısında kendini daha az yalnız hisseder."

Gaston Bachelard


" Ah şimdi bir dostum olsaydı, rastgele bir tavan arasında kalan, yanıbaşında kemanıyla mum ışığında düşünüp duran bir dostum! Gece sessizliğinde nasıl gizlice yanına sokulur, döner merdiveni usulcacık tırmanıp nasıl ansızın karşısına çıkardım ve sonra nasıl söyleşiyle, müzikle eşsiz güzellikteki birkaç saati bir bayram havası içinde birlikte geçirirdik!"

Herman Hesse / Bozkırkurdu

Mum Yakana Kılavuz 🕯️V

 





Mum Yakana Kılavuz 🕯️🕯️🕯️

 



Tek başına alev, yalnızlığın tanığıdır, alev ile hayalperesti birleştiren bir yalnızlığın tanığıdır. Alev sayesinde, hayalperestin yalnızlığı boşluğun yalnızlığı olmaktan çıkar. Yalnızlık, küçük ışığın lütfuyla somutlaşmıştır. Alev, hayalperestin yalnızlığına ışık tutar; onun duşünceli alnını aydınlatır. Mum, beyaz sayfanın yaldızıdır.

Gaston Bachelard

Mum Yakana Kılavuz 🕯️🕯️

 


Dünyada düşçülüğe çağıran nesneler arasında, en büyük imge yaratıcılardan biri alevdir. Alev bizi hayal etmeye zorlar. Bir alevin karşısında hülyalara dalındığında, duyularla algılanan şey, hayal edilenin yanında bir hiçtir.

Mum Yakana Kılavuz 🕯️



Tüm imgeler arasında, alev imgeleri -en naifleri olduğu kadar anlaşılması en karmaşık olanları, en akıllıcaları kadar en çılgınca olanları da- şiirden bir işaret taşırlar. Alev karşısında hayal kuran herkes gücül bir şairdir. Alev karşısında dalınan her hülya, hayranlık duyan birinin hülyasıdır. Alev düşçüleri, ilk hülya halindedirler. Bu ilk hayranlığın kökleri bizim uzak geçmişimizde bulunur. Aleve doğal, hattâ doğuştan gelme bir hayranlığımız vardır. Alev, görme zevkinde bir yoğunlaşmayı, her zaman görülenin ötesini özendirir. Bizi bakmaya zorlar. Alev bizi ilk kez görmeye çağırır: 

Aleve dair binlerce anımız vardır, çok eski bir anının şahsında hepimiz onu düşleriz, yine de herkesin hatırladığı gibi hatırlarız. Bu durumda, alev karşısındaki en değişmez yasalardan birine göre düşçü, yalnızca kendisine ait olmayan bir geçmiş içinde, dünyanın ilk ateşlerinin geçmişinde yaşar.

Kulübe Güncesi: Sabah


"Yalnızca zamanın geçişiyle şafağa ulaşılamaz. Gözlerimizi kör eden ışık bizlere karanlıktır. Sadece uyanık olduğumuz o gün, şafak atar. Doğacak daha çok gün var. Güneş sabah yıldızından başka bir şey değildir."


SON

Sabaha ve bahara bir övgü olan Walden bu sözlerle son buluyor.


SABAH:

"Sabah benim uyanık olduğum zamandır ve benim içimde de bir şafak barınır. Manevi reform uykudan kurtulma çabasıdır. Eğer insanlar uyuklamıyorsa, günlerine dair verdikleri hesap neden bu kadar kötü? Böylesine kötü hesapçılar değiller. Mahmurluk tarafından alt edilmiş olmasalardı bir şeyler yapmış olurlardı. Fiziksel çalışma için yeterince uyanık olan milyonlar var, fakat etkili ve düşünsel bir gayret için yeterince uyanık olanlar milyarda bir çıkar; şiirsel ve ilahi bir hayat içinse yüzlerce milyon arasından yalnızca bir kişi çıkar. Uyanık olmak demek canlı olmak demektir. Tamamıyla uyanık biriyle hala karşılaşmış değilim. Yüzüne nasıl bakabilirdim ki?

Yeniden uyanmayı ve kendimizi uyanık tutmayı öğrenmeliyiz; mekanik aletlerle değil, en derin uykumuzda bile bizi yüzüstü bırakmayan sonsuz bir şafağın ümidiyle."

"Oh-o-o-o that I never had been bor-r-r-r-n!”

 

çizim: Thoreau / Baykuş (1855)


Diğer kuşlar sustuğunda baykuşlar kontrolü ele alır, yas tutan kadınlar gibi kadim "u-lu-lu"larına başlarlar. Gece yarısının bilge kocakarıları! Bu baykuş sesleri şairlerin dürüst ve açık sözleri değil; şaka yapmıyorum, çok kutsal bir mezarlık şarkısı, cehennem bahçelerinde göksel aşkın sızılarını ve tatlarını hatırlayan intihar etmiş aşıkların birbirlerini teselli edişidir. Yine de orman boyunca yankılanan ağıtlarını, kederli yanıtlarını dinlemeyi severim; sanki müziğin karanlık ve acıklı bir yanıymış gibi, söylenmeye can atan pişmanlıklar ve iç çekişlermiş gibi bana kuşların müzik ve şakıyışlarını hatırlatır. Bunlar, bir zamanlar geceleri insan şeklinde dünyada dolaşıp karanlık şeyler yapmış, şimdiyse günah işlemiş oldukları yerde ağıt dolu şarkıları ve mersiyeleriyle günahlarının cezasını çeken melankolik, aşağılık ve günahkar ruhlardır. Bana ortak meskenimiz olan doğanın çeşitliliği ve kapasitesine dair yeni bir fikir veriyorlar. Gölün bu tarafındaki bir tanesi ''Aaaah keşke hiç dooooğmamış olsaydım!" diye iç çekip umutsuzluğun verdiği huzursuzlukla daireler çizerek gri meşelerin üzerine tüneye gidiyor. Sonra daha uzaktaki bir tanesi ürkek bir samimiyetle "Keşke hiç dooooğmasaydım!" diye cevap veriyor, uzaktan Lincoln ormanından hafif bir "doooğmamış" duyuluyor. Bir çizgili baykuşun serenatlarını da dinledim. Yakınınızdayken Doğadaki en melankolik ses olduğunu düşünebilirsiniz, sanki Doğa ölmekte olan bir insanın inlemelerini, çağlayan ahenkliliğin etkisiyle daha korkunç görünen karanlık vadiye girerken umudu arkasında bırakmış ve insan hıçkırıklarıyla bir hayvan gibi uluyan, ölümlülüğün zavallı zayıf bir kalıntısını kalıplaştırıp korosunda kalıcı bir yer vermek istemiş gibi.

*

Walden / Thoreau

*

XXX🕯🕯

*


Dear Henry

 

Yüksel Arslan'dan Thoreau



"Sanki onu rüzgarlar getirmişti,
Sanki onu serçeler eğitmişti,
Sanki herkesten gizli bir işaretle
Orkidenin büyüdüğü uzak kırı bilirdi."


Emerson, Thoreau'nun ölümünden birkaç ay sonra günlüğüne yazdığı yazıda 
gölde kürek çektiği sırada Thoreau'nun aklından hiç çıkmadığını yazıyor:

"Arkadaşlarının doğal beklentilerini hiçe sayma pahasına kendi bireysel özgürlüğünün yolunu tutması yürekli bir tercihi gerektiriyordu. Bundan da zoru, onun kendi bağımsızlığını sağlama alıp aynı vazifeyi herkesten beklerken kusursuz bir doğruluğa sahip olmasıydı. Ama Thoreau asla bocalamadı. Doğuştan protestandı o. Bilmeye ve eylemeye olan büyük tutkusundan herhangi dar bir zanaat veya meslek uğruna vazgeçmeyi reddetti, çok daha kapsamlı bir vazifeyi, iyi yaşama sanatını gözetti.

Korkunç Henry I



Kathryn Schulz'un 2015'te New Yorker'da yayınladığı Pond Scum başlıklı Thoreau yazısı bir dönem epey tartışma yaratmış. Schulz'un Thoreau'dan çıkardığı portre öncekilerle benzer ama daha saldırgan. Thoreau savunması yapmayacağım, bir doğabilimci olarak önemi açık; kişiliği tartışma konusu olabilir, Walden bir kurgu ve "aşılmaz bir çelişkiler çalılığı" da olabilir, basit yaşam fantezilerinin gerçekliği ile hiç ilgilenmedim, bugün bile onun Walden deneyiminden çok daha çarpıcı örnekler var.
Bütün bir okuma deneyimim kendimi Thoreau'ya benzetmek değil Thoreau'yu kendime benzetme çabasıydı ve ondan, ilham verici yaşamından almam gerekeni aldım. Bu anlamda okuma konusuna Heidegger'in getirdiği yaklaşım örnek alınabilir: "Fakat okumak, toplamaktan başka ne olabilir?: Söylenenden söylenmeyeni çıkarıp toplamak için, kendini toparlamak gerek."

Kulübe okumalarım ve kulübe deneyimim Walden kitabı ya da Thoreau düşünceleri ile ortaya çıkmadı ama yadsınamaz bir etki yarattı. Belki Thoreau ile Walden göletinden uygarlığa aynı uygun adım uzaklıktaydık ve duyduğumuz herkesten başka bir davulcunun sesiydi ve bir kış günü ormanda bir başına yürürken terk edilmiş bir kulübe çıktı karşıma. Tesadüf olduğunu kim söyleyebilir?

Tinyhouses hareketi ile de ilgileniyorum son zamanlarda ya da karavanda yaşam düşünceleri ile. Kendimin ve kitaplarımın kafasını sokacak bir çatı, bir masa ve bir yatak için. Daha fazlasına ihtiyacım olmadığını söylemek fantezi olurdu işte. (Mesela Walden seyahati için iyi bir sponsor fena olmazdı :)

Schulz'a gelirsek, Thoreau'nun pek de bilinmeyen bir anlatısı, Cape Cod'dan bir anısı ile başlıyor. Thoreu! nun karşılaştığı bir gemi enkazındaki cesetlere karşı kayıtsızlığı ile:

"Genel olarak, beklediğim kadar etkileyici bir sahne değildi. Kumsalda ıssız bir yerde bir ceset bulsaydım, beni daha çok etkilerdi. Daha ziyade rüzgarlara ve dalgalara sempati duydum, sanki bu zavallı insan bedenlerini sallamak ve karıştırmak günün emriymiş gibi. Eğer Doğa yasası buysa, neden zamanınızı huşu veya acıma ile harcayasınız ki?"

Korkunç Henry II


Toplum Thoreau'dan korkunçtu. Thoreau'yu eleştirenler Thoreau'dan da korkunç. Bu düşmanca tutumlar önyargılarla dolu, tanıyorum böylelerini edebiyat çevrelerinde, kültür soytarıları, Thoreau'yu elestirmeden önce kendi yaşamlarınına baksınlar. Henry, Dear Henry, beni ikinci sandalyesinde her zaman konuk ederdi. Biz, Thoreau'nun, Korkunç Henry (Everybody hates Henry) portresine devam edelim:

"İnsan kitlesi ve onların sessiz çaresizlikleri hakkında hiçbir şey bilmiyordu. O dünyaya bakan ve kendi yansımasını gören bir narsistti. Sağlıksız bir zihni vardı ama başkalarına ilaç yazmaya başladı."

"Thoreau, ödünç alınmış bir baltayla inşa edilmiş bir evde, ödünç alınan arazide basit yaşam oyununu oynadı ve çamaşırlarını yıkadığı için annesine teşekkür etmeyi unuttu."

"Ormandaki el yapımı kulübesinden sıcak yemeklerin tadını çıkarmak ve çamaşırlarını aile evine bırakmak için kaçıyordu. Bu, küstahça kendi kendine yeterli olduğunu ilan ettikten sonra."

"Bir gölün yakınında kendisi için inşa ettiği bir kulübede maceraya atılan bir adam olan Walden'in önermesi , nihai çocuğun fantezisi gibi görünüyor ve Thoreau'nun kulübesinin arkadaşlara ve komşulara yakınlığı, biraz alaycı bir şekilde bir çocuğu hatırlatabilir: ailesinin arka bahçesinde bir çadır kuruyor.

Ayrıca;

"Kibirli, tembel, egoist. Başarısız, kendi kendine yeten, işe yaramaz, hayal gücü olmayan, taşralı, sahtekar, mizantrop.

Son olarak elbette Emerson:

"Henry'yi seviyorum ama ondan hoşlanmam"


Korkunç Henry III: Walden Üzerine

 


Schulz: (Walden üzerine)

Walden, alt başlığı "Ormanda Yaşam" ve bu sözlerden sonra Thoreau, onu toplumdan gönüllü bir sürgün, vahşi doğa ve yalnızlıkla uzun bir yüzleşme hikayesi olarak okumamızda ısrar ediyor.

Gerçekte, 1845'teki Walden Göletinin Boston'a giden banliyö treni güneybatı tarafı boyunca ilerliyordu; Yaz aylarında piknikçiler ve yüzücülerle dolup taşan, kışın ise buz kesiciler ve patencilerin uğrak yeri. Thoreau, Carnegie Hall'dan Grand Central Terminali'ne kadar on beş blok yürüyerek yaklaşık yirmi dakika içinde kulübesinden Concord'daki ailesinin evine yürüyebildi. Haftada birkaç kez, annesinin kurabiyeleriyle ya da arkadaşlarıyla yemek yeme fırsatı yakalayarak bu yürüyüşü yaptı. Bu gerçekleri, yeme alışkanlıklarını ve harcamalarını başka türlü ayrıntılara girmesine rağmen "Walden" da göz ardı ediyor. Ayrıca (beraberinde daha fazla belgesiz yiyecek getiren) annesi ve kız kardeşlerinin haftalık ziyaretlerinden bahsetmiyor ve rutin olarak diğer misafirleri de ağırladığı gerçeğini küçümsüyor - bazen bir seferde otuz kadar. Thoreau'nun Walden'da şu sözlerle özetlediği durum aslında budur, “Çoğunlukla, yaşadığım yer çayırlar kadar yalnızdır. Asya ya da Afrika'dır. . . . Geceleri, ilk ya da son kişi olduğumdan daha fazla yolcu evimden geçmedi ya da kapımı çalmadı. "

Yalnızca gerçek mesafeyi hiç yaşamamış biri Walden'ı vahşi doğayla karıştırabilir veya hareketli göletteki yaşamı on dokuzuncu yüzyılın ortalarındaki çayırlarla karşılaştırabilirdi.

Thoreau'nun sadece oynadığı şeyi yaşadı ve kitapları sadece “Walden” dan daha eğlenceli ve ilginç değil, aynı zamanda yeniden okunduğunda bin kat daha üzücü. Gerçek izolasyon, hem duygusal hem de ölümlü gerçek riskler sunar ve Thoreau gerçekten diğer insanlardan ayrı yaşamış olsaydı, onlara daha çok değer verebilirdi. Bunun yerine, topluma karşı davası, onsuz yapma deneyimine dayanıyordu.

Ancak Thoreau anlattığı gibi yaşamadı ve hiçbir etik ilke, yazarı için geçerli olmayan bir ilke kadar boş değildir. İkiyüzlülük, Thoreau'nun yalnızlığı ve kendi kendine yetmeyi arzulaması değil, kurabiye ve arkadaşlık için eve gitmeye devam etmesidir. Bu sadece arzu ve uygulama arasındaki boşluk, artı bir andan diğerine ihtiyaçlarımız ve ruh halimizdeki değişkenlik - Thoreau onlarla ilgilenmiş olsaydı, çok daha ilginç ve yararlı bir kitap haline gelebilecek olan fazlasıyla insani deneyimler. İkiyüzlülük, Thoreau'nun karmaşık bir yaşam sürdüğü, ancak basit bir yaşam sürüyormuş gibi davrandığıdır. Daha da kötüsü, başkalarına kendi uzlaşmaları ve karmaşıklıkları için azarlarken, kendisinin olmadığı gibi yaşamaları için vaaz verdi.


Kulübe Güncesi: Simple Life



Konusu basit olan bir hayatı seviyorum.


Adaçayı gibi, bir bahçe bitkisi gibi yoksulluğu yetiştirin.


Güneşli saatlerde ve yaz günlerinde param olmasa da zengindim.


Gerçekten, en büyük nimetlerimiz çok ucuz.


Yoksulluk ... Kemiğe yakın hayat, en tatlı olduğu yer.


Çiftçiler, fakir oldukları oranda benim için saygın ve ilginç.


Aç olmadığınız sürece yemeye ihtiyacınız olmadığını unutmayın.


Şu anki yaşama ve geçinme biçimlerinden nefret ediyorum. Çiftçilik, esnaflık ve bir meslek ya da meslekte çalışmak benim için iğrenç. Hayatımı basit ve ilkel bir şekilde elde etmekten zevk almalıyım.


Kural, mümkün olduğunca az taşımaktır.


*

Thoreau

Kulübe Güncesi: Walden

 



Thoreau'nun çizimleri ile Walden:
Tepeler, ay, gölün akıntısı, gölün yansıması, bulutlar, çitler, meşe ağacı, yuvarlak tepe.