(Derrida’nın
Dostluğun Siyaseti’ndeki Nietzsche Okumasına Karşılık)
PAUL J.M. van TONGEREN
Bu makale, Nietzsche’nin, kişinin kendisiyle dost olmasının
imkânsızlığını temel alan sinik dostluk anlayışına odaklanmak suretiyle
Derrida’nın “ütopik” Nietzsche okumasına karşıt bir okuma önerir. İnsanın
siyasi tabiatını paylaşılan rasyonalitede ve ortak dostluklarda temellendiren
Aristoteles’in aksine Nietzsche, sadece siyasetin değil, aynı zamanda bizzat
insanın kendisinin de şiddetli bir teslimiyet ediminde kurulduğunu ve
süregelen bir iktidar mücadelesi üzerinden tanımlanabileceğini öne sürer.
Bu makale, dostluk ve siyaset
üzerine iki farklı düşünce geleneğini incelemektedir. (Esas olarak Aristoteles
ile bağdaştırılan) ilk gelenekte, ikisi (dostluk ve siyaset) arasında pozitif
bir ilişki vardır ve gerçek bir gerilimin varlığından söz edilemez. Öte yandan
(esas olarak Montaigne ile bağdaştırılan) diğer geleneğe göre dostluk siyasetle
uzlaştırılamaz.
Dostluğun radikal aldatıcı
tabiatını kabul edilmez bulduğundan aynı derecede katlanılmaz bir yalnızlığa
doğru yol alan Nietzsche’de bu iki geleneğin unsurlarına da rastlamak
mümkündür. Çünkü inzivanın, kendini kendisinin başkasına dönüştürdüğünü ancak
bir keşiş bilir, bu da gerçek dostluk için bir gerekçe, yalnız keşişi kendi
kendini sorgulamanın derinliklerine dalmaktan kurtaran bir üçüncü unsurdur.
Makalede, Nietzsche için
dostluğun, bütünüyle gerçekleştirilmiş bir dostluğa -yani içsel bir farklılık
veya çoğulluğun dostluğuna- ulaşma yolunda, (insanlık halinin tümüyle ötesinde
olan şeye, “Üstinsan'a götüren yolda) sadece bir aracı işlev görebileceği
gösterilecektir.
1. Giriş:
Derrida’nın dostluğun siyaseti üzerine kitabındaki Nietzsche
Derrida’nın kitabını doğru bir biçimde, bütünüyle ele almak,
en azından benim açımdan imkânsız; kitap motifler, iddialar ve farklı
doğrultularda uzanan yan yollar bakımından öylesine zengin ve dolu ki, hakkını
vermek için bir dizi makaleye ve hatta ciltlerce kitaba ihtiyaç olduğuna şüphe
yok. Benim burada yapmayı hedeflediğim, Derrida’nın kitabına dair birtakım
özetlerle işe başlamak (ki bu özetler, her şeyden önce, kitabın ne kadar azını
anladığımı da kaçınılmaz olarak göstermiş olacak) ve esas yazarın Nietzsche
olduğu bölümler üzerinde yoğunlaşmaktır.
Kitap, esas kökeni bilinmemesine
rağmen kültürümüz tarihinde çokça tekrarlanmış ünlü bir alıntıyla açılır. Bu
alıntıyı kullananlardan biri de Nietzsche’dir. Ama Nietzsche bu alıntıyı
devrimci bir şekilde tekrarlar, yani onu tersyüz eder:
“Belki de herkesin şöyle
diyeceği bir neşeli gün de gelecek: ‘Dostlarım, dost yoktur!' diye haykırdı
ölmekte olan bilge; 'Düşmanlarım, düşman yoktur’ diye haykırıyorum ben de,
yaşayan budala.” (İPİ I, 376)
Derrida’nın bu ters çevirme
üzerine düşünme yollarından biri de onu, Nietzsche’nin dışlayıcı karşıtlıklara
dair metafizik inanca ya da -Nietzsche’nin ifadesiyle- “değerlerin karşıtlığına
dair inanç’a (İKÖ 2, s.18) yönelik eleştirisiyle ilişkilendirmektir, bu inanç,
metafizikçilere, her kim bir şeyin karşıtından doğacağına inanıyorsa (hayal
ediyorsa, der Nietzsche) o “bir budaladır”, bir delidir, dedirtendir. Derrida,
dosttan düşmana geçişin, salt, bir şeyden onun karşıtına geçme anlamında bir
ters çevirme olmadığını, dışlayıcı karşıtlıklar üzerinden düşünmekten başka bir
düşünce biçimine, karşıtlık ve dışlayıcılık mantığından, farklı bir mantığa
geçiş olarak da algılanması gerektiğini öne sürer.
Bu bir yandan radikal bir çatlak
veya yarılma, diğer yandan da yarılma kavramıyla bağını koparan bir kırılmadır.
Böyle bir kırılma veya kırılmama, tersine çevirme veya çevirmeme durumu
(Nietzsche’nin gerçek dünya ile görünen dünyadan bahsettiği noktada muhtemelen
en açık hale gelen düşünme biçimi) Nietzsche tarafından sıklıkla kullanılan şu
sözcük aracılığıyla ifade bulur: "vielleicht", “belki",
"peutetre”. Nietzscheci düşünme biçimi “belki’nin düşünülmesidir. Bu
düşünme biçimi radikal bir yeniliği, yeniliği ya da farklılığı metafizik
karşıtlıklar mantığı uyarınca düşünülemeyecek olan şeyi duyurur ve
gerçekleştirir. Nietzsche "belki"yi -kelimenin Heideggerci manasıyla—
bir olaya dönüştürür. Derrida, bu belki kullanımını, tipik Nietzsche
cümlelerindeki teleiopoietik (veya auto-teleiopoietik)* biçim diye nitelendirdiği
yapıyla ilişkilendirir. Bu cümlelerin çoğunda Nietzsche dostlarına: “meine
Freunde...” [dostlarım] diye seslenir.
Dolayısıyla, başlangıçta
bahsettiğimiz terse çevirme -yani, dosttan düşmana, bilgelikten deliliğe
çevirme (“Dostlarım, dost yoktur!" diye haykırdı ölmekte olan bilge;
“Düşmanlarım, düşman yoktur” diye haykırıyorum ben de, yaşayan budala)- aynı
zamanda bir bağlantı, henüz orada olmayıp da bu duyurma sırasında gerçekleşen
bir bağlantı olarak da düşünülmelidir.
Dost ve düşman arasındaki ilişkinin,
halihazırda bir geleneği olduğu herkesin malumu. Bu geleneğin önemli bir
unsuru kutsal metinlerde geçen şu ifadedir: “Düşmanını sev!” Fakat bu ifade,
dostluk ya da sevgi ile düşmanlık arasında bağlantı kurmanın oldukça farklı
bir yoludur. Çünkü buradaki bağlantı veya geçiş, sadece dışlamayı dışlamakla
kalmaz, aynı zamanda tüm karşıtlığı da ortadan kaldırır; ayrımı nötrleştirir.
Sevilen bir düşman, artık düşman sayılamaz. Düşmanlarını sevenlerin düşmanları
yoktur. Farkın, ertelemenin, teleiopoiesis kavramındaki "tele"
unsurunun bu yok edilişinin aksine, Derrida, farklılığı ve mesafeyi kurtaracak
bir devrime, bir ters çevirmeye başvurma konusunda Nietzsche’nin yanındadır:
aranan, orantısızlığı kurtaracak bir dostluk, oikeiotessiz bir
philia ve salt farklılığın değil ayrılığın da siyasetidir.
Bu dostluk arayışı Nietzsche’nin
dostluk imgesiyle, aslen inzivanın dostu olan dostlar ya da “dayanışma içinde”
değil de "bir başına” olan dostlar imgesiyle mümkün kılınır: Bunlar birbirleriyle özellikle dost olarak ilintili değildir ve demokratik bir
topluluk oluşturmak bir yana, bir topluluk bile oluşturmazlar; bunlar, öylesi
dostlardır ki geleceğin filozofları olarak, hakikatin müşterekleştiği andan
itibaren hakikat olmaktan çıktığını düşünürler.
Nietzschenin yazılarında bu topluluk olmayan topluluk tasvir
edilir ve bizlerden -aidiyet olmayan bir aidiyet içerisinde- ona ait olmamız
beklenir. Öte yandan, hitap edilenler olarak bizler, kendimizi, bu garip
dostlarla dost olmuş buluruz - ya da ortaya böylesi bir görüntü çıkar.
Derrida'nın ütopik Nietzsche yorumu
Derrida’nın Nietzsche okumasının (ne oranda benim yorumumdan
kaynaklandığını bilemesem de) az çok iyimser-kehanetvari ve hatta ütopik tonu
beni oldukça şaşırttı. Derrida'nın da kabul ettiği bazı korkutucu olasılıkları
muhtemelen hafife aldığımın farkındayım. Ancak Derridanın “belki”ye atfettiği
önem de azımsanamaz: “belki”, bütün güvenceleri ve tahminleri aşan bir
olasılığın ilanıdır. Derrida, Nietzschenin hitap ve duyurularındaki teleiopoietik
yapıyı işaret eder; bu yapıda uzakta-olan eşzamanlı olarak hem gerçekleştirilir
hem de belli bir mesafede tutulur. Derrida, bu teleiopoiesisi mesihsel bir yapı
olarak nitelendirir.
Derrida, Nietzschenin
okuyucularını -onlara doğrudan hitap edip- kendisiyle beraber, olacak
olanların habercisi veya selefi yaparak, onları (yani, bizi) ilan edilen şeye
karşı yüklenilen sorumlulukta pay sahibi yaptığını gösterir-diğerlerinin
(geleceğin filozoflarının) önünü açma, onların ortaya çıkmasına müsaade etme
sorumluluğudur bu. Ve Nietzsche bunu, bize dost diye hitap edip, bizleri kendi
dostuna dönüştürerek yapar. Derrida, 317. sayfada, Zerdüşt’ün dost ve komşu
üzerine olan sözlerini ele alır ve onları İncil deki komşu sevgisi üzerine
sözlerle ilişkilendirir; Zerdüşt'ün İncil deki bu deyişi saptırdığını kabul
eder, fakat bunu "pour en tenir la promesse” (vaadini yerine getirmek
için) yapar.
Derrida, bu kehanetvari ve ütopik
bakış açısından, bir topluluğa ait olmayanların oluşturduğu topluluk içinde
bir dostluk imgesi seçer; hediyenin mantığı ve başkanın indirgenemez
önceliğinin hükmettiği, dostluğun ve sevginin ötesinde bir sevme (ainıance), bir “olay” imgesidir bu sevgi. Ve Derrida karşılıklılık ve eşitlik idesinden bu
ayrılmanın siyasal sonuçları ve imalarını sorgular,
siyasal
kavramını değiştirecek bir imkân arayışına girer.
Derrida'nın bu tavrı beni hayli
şaşırtmıştı çünkü benim Nietzsche okumalarıma göre -özellikle Nietzsche’nin
dostluk üzerine yazdıklarında- asıl ön-plana çıkan, dostluğun imkânsızlığıydı.
Bu makale aracılığıyla açıklamak istediğim de Nietzsche'de bulduğum bu zorlu
dostluk imgesidir. Ve tartışmanın ilk bölümünde, bu iki Nietzsche okuması
arasındaki farkı incelemeyi öneriyorum.
Bu hususta nasıl yol alacağıma
gelince: Ütopik bir dostluk imgesinden yola çıkarak benzer şekilde ütopik bir
siyasete varmaktan ziyade, Nietzsche’nin siyaset üzerine düşüncelerinin bazı
yönlerini sunacağım ve sonrasında Nietzsche’nin dostluk üzerine yazdıklarına
geçeceğim. Bu noktada ikinci bir soru veya başka bir tartışma konusu ortaya
çıkacak: Ben bu aşamada, Nietzsche’nin sinik dostluk görüşüne temel
oluşturanın, kişinin kendisiyle dost olmasının imkânsızlığı olduğunu
önereceğim. Fakat öncelikle, sıradaki konuyu inceleyelim:
2. Nietzsche’nin siyaset üzerine düşünceleri / Bir
siyaset felsefecisi olarak Nietzsche